JoomlaLock.com All4Share.net

NİÇİN OKUMALIYIZ?

Niçin Okumalıyız

Niçin Okumalıyız? - Şems-i Tağban

Sayı : 118 - Ekim 2017

 

Niçin Okumalıyız?

 

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.

Okumaktan mani ne?
Kişi Hakk’ı bilmektir.
Çün okudun bilemedin,
Ha bir kuru emektir.

Okudum bildim deme,
Çok taat kıldım deme.
Eri Hak bilmez isen,
Abes yere yelmektir.

Yunus Emre der hoca
İstersen bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir.

 

Yunus Emremiz sözün özünü bu mısralarında ifade etmiş zaten. Yaşamanın gayesi Allah’ını bilmek, sevmek ve kul olmak değil mi?

Öyle veya böyle, memleketimizde yaşayan bir fert, en azı 4 yıldan başlamak üzere ömrünün ortalama 15-20 senesini okumaya-okutulmaya veriyor da niçin okuduğunun ve okutulduğunun adını bile koyamıyor...

Kimi doktor, kimi mühendis, kimi alim olmak ve daha buraya isimlerini sığdıramayacağımız meslek türlerinden birinin ferdi olmak için yıllarını veriyor. Elbette okuyor da öğreniyor da... Ancak ne okumanın izi, ne de öğrendiğinin eseri ruhuna kalbine işlememiş bir okuma..

Büyüğümüz Hace Hazretleri “niyetinde belirlemediğin, niçin yaptığını bilmeyerek yerine getirdiğin ibadetin fayda vermeyeceğini” ifade buyurmuşlardı. İbadet dahi niyetsiz olunca Mabud’unun nazarında kıymetsiz kalıyorsa, kıymeti dünyada kalacak amellerin, çalışmaların, okumaların O’nun nazarında ne değeri olabilir ki? İnsana işlemeyecek, onu ahlaken olumlu yönde etkilemeyecek bu gayretler hangi güzel neticeyi ikram edebilir ki insana?

Okumayalım mı o halde?

Dinin ilk emrini, vahyin ilk cümlesini hiçbir Müslüman görmezden gelemez: “Oku!” Oku ama “Yaradan Rabb’inin adıyla.” O’nun izini bulduğun-bulabildiğin, O’nun kokusunu duyabildiğin, O’nun tadını alabildiğin her şeyi oku.

Neden peki? Çünkü “O yarattı.”

Yarattı da serbest mi bıraktı? Elbette hayır! “İnsan başıboş bırakıldığını mı sanır?” (Kıyame, 36) İnsanı bırakmadığını ikiyüzyirmidörtbin nebisinden, evliyasından, ulemasından, şühedasından, sulehasından, ehlinden, âlinden, yarattıklarından anlıyoruz. Terk etseydi bizi, okumamızı istemese idi bu aleme bu kadar okunacak şey bırakmazdı.

Tabi ki okuyalım, öğrenelim, bilgi sahibi olalım. Ama ilk evvela neyi, niçin okuyacağımızı doğru belirlememiz gerekir. Neyi hangi sebep uğruna okuyacağımızı bilmediğimizde yıllarımız geçer de farkına varamayız nereden başladığımızın ve nereye ulaştığımızın. Geçen 15-20 senenin neticesinde sadece okumuş oluruz hesapsız ve gayesiz biçimde...

Bu yüzden olacak ki Hz. Peygamber (sav), ashabını eğitmede ve okutmada farklı bir metod izledi. Adeta ashabına “Benimle geçen zamanınız neticesiz kalmasın. Beni takip edin” buyurdu ve talebelerini yanından ayırmadı. Ashabına Kur’an’ı hem öğretti, hem yaşattı. Hem gösterdi, hem uygulattı. Hem talim etti hem terbiye verdi. O da edebini Rabbi’nden almıştı. “Rabbim beni edeplendirdi ve edebimi güzel kıldı.” buyurdu.

Mekke-i Mükerreme’de başlayan eğitim-öğretim, Medine-i Münevvere’ye taşındı. Ama kopma olmadan, ayrılık olmadan. Sonra sordu imtihan etti: “Ya Muaz sana bir dava geldiğinde nasıl hüküm verirsin?” “Önce Allah’ın Kitabı ile, sonra Rasulullah (sav)’ın sünneti ile..” cevabını verince Efendimiz (sav) tekrar sordu: “Orada da açıkça bir hüküm bulamazsan?” Hz. Muaz cevap verdi: “İctihad ederim, Siz’den anladığımla hükmederim.”

Efendimiz (sav) Muaz b. Cebel’in bu cevabına çok sevindi. Adeta talebesi mezun olmuş ve ona diplomasını vermişti. Aynı havayı soluyan, gözünü, gönlünü, kulağını, dimağını, anlayışını hasılı hiçbir şeyini Hz. Peygamber (sav)’den ayırmayan, dizinin dibinde yetişen talebesi elbette doğru ictihad edecekti. 

Rasulullah(sav) mübarek elini onun göğsüne koyup “Elhamdulillah! Allah Teâlâ, Rasulünün elçisini, Rasulullah’ın rızasına uygun eyledi.” buyurdu. Mezun olan Hz. Muaz gözden uzaklaştı ve Yemen’de uzun müddet kalarak bir çok kimsenin hidayetine vesile oldu.

Buradan anlıyoruz ki talebe ve hoca ilişkisi okumada çok önemli. Neyi ne kadar hangi metodla okuyacağına talebenin kabiliyeti ile birlikte hocası karar veriyor. Tekdüze bir okuma yok. Herkes kabiliyetine göre ders almalı.

İslam’ın büyükleri, talebe olanlara birçok nasihatlarda bulunuyorlar. İmam Zernuci, talebenin ilme başlamadan önce iyi bir terbiyeye sahip olmasını, şefkat ve merhamet sahibi olmasını, okumadaki niyetini belirlemesini, okuyacağı ilmi, o ilmin hocasını, ders arkadaşlarını doğru tercih etmesini, ilme ve ilim ehline değer vermesini, ilimde ciddiyet, devamlılık ile birlikte büyük çaba harcamasını tavsiye eder.

İslam Tarihi’nde eğitim ve öğretim Efendimiz (sav) ile başlamış, bina edildiği ilk günden itibaren eğitim ve öğretim kurumu olarak hizmet veren Mescidi Nebevi ve Suffe, sonraki dönemde adına medrese denilen kurumların ilk modeli olarak kabul edilmiştir. Bundan başka Medine-i Münevvere’de Kur’an eğitiminin yapıldığı bir eve Daru’l-kurra denilmekte idi. Müstakil olarak inşa edilen medreselerden sonra da mescidler ve camiler, içerisinde sadece namaz kılınıp sair ibadetlerin yapıldığı yer olarak kalmayıp birer dershane olma özelliklerini sürdürmüşlerdir.

Günümüzde birer dershane olma özelliğini kaybeden cami ve mescidlerin eski işlevine dönmesi en büyük arzumuzdur. 

Medreselerin kurumsallaştığı ilk devirlerde Kur’an, Hadis, Fıkıh, Tefsir, Kelam gibi İslami İlimler tedris olunurken sonraki dönemlerde ders çeşitliliği artarak Tıp, Astronomi, Matematik, Arap Dili ve Edebiyatı, Farsça, Mantık ve daha birçok ilmin öğretildiği üniversiteler haline dönüşmüştür.

En yaygın dönemini yaşadığı Selçuklu, Endülüs ve Osmanlı zamanında medreseler İslam’ın ulaştığı her yerde içinde bulunduğu devleti asırlar sonrasına madden ve manen taşıyabilmiştir.

“Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol. Sakın beşincisi olma! Yoksa helak olursun.” hadisinin mucebince hareket eden İslam toplumu merkezine cami ve müştemilatını koyarak şekillenmiş ve bereketlenmiştir.

Dünyevi ve siyasi ihtirasların neticesi olarak kapatılan bu eğitim kurumlarını son yüzyılda canlandırma gayretleri yeniden bir ivme kazanmıştır. Bu çabalar içerisinde Hacegan cemaatinin gayreti de nazarı dikkate ve duaya şayandır. 

Öğrencilerini; üretemeyen-eriten, tüketen, yok eden belki de zararlı hale getiren öğretim kurumlarından uzak tutmakla birlikte Cenabı Hakk’ın rızasına muvafık, Rasuli Ekrem (sav)’in “kardaşlarım” diyebileceği bir nesil yetiştirmek için BİSMİLLAH diyen Hace Hazretleri Suffe-i Hacegan’ın ilk talebelerini kabul ettiler. Aradan bir yıl geçti. Dualarla, himmetlerle, güzel niyetlerle beslenen fidanlar, ümidimiz odur ki Allah’ın izniyle filizlenip meyveye duracaklar... Onlar sadece anne ve babalarının evlatları değil, büyüklerinin yavruları, gözbebeği, küçüklerinin abileri ve yol göstericileri...

Yaradanımız’dan duamız odur ki; bütün bu çabalar Kendimizi bilmeye, Hakk’ı arif olmaya, bir gönüle girmeye vesile olsun...

 

Yazar:  Şems-i Tağban

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort