Bizim kültürümüzde câmi, toplayıp yeni bir millet ve yepyeni bir medeniyet oluşturan müstesna bir sosyal kurumdur.
Siyer kitaplarına ve ilgili yorumlarına bakacak olursak Efendimiz (as) zamanında mescidin/câminin şu işler için kullanıldığını görürüz:
1)İbâdet yeri.1
2)Millet meclisi, siyasî, idarî ve askerî mese’elelerin müzâkere edilip karara bağlandığı kamu yönetimi merkezi.2
3)Milletlerarası siyasî görüşme salonu; Benî Sakîf ve Necrân heyetlerinin burada karşılanması buna bir örnektir.3
4)Eğitim-öğretim ve kültür merkezi (okul); mescid en çok bu iş için kullanılmıştır.4
5)Kimsesizler yurdu, geçici barınak. Suffe ashabının durumu buna en güzel örnektir. Ayrıca, çeşitli sebeplerle evinden ayrılanlar da geçici olarak mescidte kalırlardı.5
6)Sosyal yardımlaşma ve dayanışma merkezi.6
7)Mahkeme salonu; genellikle dâvalara burada bakılır ve hükme varılırdı.7
8)Geçici hastane, kızılay merkezi.8
9)Devlet misâfirhanesi; yabancı delegeler, temsilciler geldiği zaman burada ağırlanırdı. Bir nevi elçilik binasıydı da.9
10)Kültür ve sanat merkezi; mescidte zaman zaman çeşitli oyun ve gösteriler sergilenir, şiirler okunurdu.10
Mescidin yalnızca bir ibâdet yeri olarak kullanılmayıp da bu kadar geniş çerçeveli hizmetlere sahne olarak kullanılması iki hikmete dayansa gerek:
1-Müslümanın mescid içinde bir hayatının, mescid dışında bir hayatının olmayacağı anlaşılmış oluyor. Çünkü Müslümanın hayatı bir bütündür. Mescid içinde de, mescid dışında da bir olan Allâh’a itaatımız söz konusudur. Yâni, mescid içerisinde Allâh’a kulluk arzederken, mescidin dışındaki yaşantımızda O’nun emir ve yasaklarıyla çelişen beşerî kurallara itaatımız bahis mevzûu olamaz.
Mescidin bu fonksiyonu, yani bu kadar işin mescidde toplanması, Müslüman’ın hayatındaki tevhîde ve bölünmezliğe işaret ediyor. Eğer bir iş günahsa, haramsa, mekrûhsa, Allâh’ın rızâsına aykırı ise, o ne mescidde yapılır, ne de mescid dışında...
2-Ey mescid ve câmi cemaatı!.. Mescid merkezli teşkilatlarla insanları bir çatı altında bütünleştirin. Faaliyetleriniz bu merkezden sevk ve idâre edilsin. Güçlü bir organizeyle Allâh’a itaat sağlamak üzere âdetâ her yeri câmi gibi, mescid gibi bilin.11 Peygamber Efendimiz’in (as) Kur’ân’dan başka bir tezi ve câmiden başka bir okulu yoktu. İslâm’ın ilk devirlerinde “Halîfe” hem ordu kumandanı olarak reisti, hem de câmide imâmdı. Hz. Peygamber (as) ve aynı şekilde halîfeler, Müslümanlara dinî bir konuda va’zetmek isterikleri zaman siyasal bir nutuk yeri olan minbere çıkar ve Müslümanlara hitap ederlerdi. Aynı şekilde, herhangi bir düşmanla savaşmak için bir ordu gönderildiği zaman aynı minbere çıkıyor, siyasî ve tamamen maddî konulardan konuşuluyordu. Özetle, câmi bir ibâdet merkezi olduğu kadar, bir hareket ve faaliyet merkeziydi de...12
Namaz imâmı, Hz. Peygamber’in (as) uygulamasına göre, dînin reisi olabildiği için, otomatik olarak hem dinî ve hem de siyasî bir boyut vardı namazda. Oysa ki namaz, tamamen manevî özelliktedir. Her bölgede, o bölgenin siyasî temsilcisi aynı zamanda câminin imâmıydı. Câmilerde görevli gibi görünen imâm ve hatipler, aslında siyasîidarî yapıda görev alan kişiler olup birer kamu bürokratıdırlar.13
Bu sebeple, o bölgedeki Müslümanlardan herhangi birinin bir şikâyeti olsaydı, kadıya gideceğine doğrudan doğruya câmiye gider ve şikâyetini câminin imâmına bildirirdi. Çünkü imâm, o bölgenin mülkî idâre âmiri/vâlisiydi.14 Bu hikmete binâendir ki, Cuma namazı bir devlet namazı olarak farz kılınmış olup imâmet için, özellikle Henefî fıkıhçılarınca, velâyet-i âmme sahibi olan devlet başkanı şartı aranmıştır.15
Câmiler, dünyanın en üstün ilim, edeb, fazilet ve kendini tanıma bilgisinin verildiği; aynı zamanda da gösterildiği eğitim-öğretim yerleridir. Osmanlılar, en şanlı zamanlarında yalnız câmi kültürü ile yetişmişlerdir. O zamanlar câmiler hem ibâdet mahalli, hem de muhit ve memleket mes’elelerinin görüşüldüğü yerlerdir. Hükümetin tebliğleri özellikle sabah ve yatsı namazlarından sonra halka duyuruluyordu. Hükümetin bir ayağı câmide idi.
İslâm’da dîn ve dünya, cismanî ve uhrevî ayrımı yoktur. İslâm her bakımdan tevhîd dînidir. İnsanların temizlenmesi ile ilgili hükümler indiren Yüce Yaradan’ın, dünya işlerinin en önemlisi olan devlet idâresi ile ilgili hususlarda hak ölçüler koymamış olması mümkün müdür? İnsanın dünya ve âhiret mutluluğunu gâye edindiğini söyleyip dururken, İslâm’ın, devlet işleriyle ilgilenmediğini savunmak onun evrenselliğine halel getirmez mi?
İslâm’ın devlet anlayışında, devlet kavramı dînin içinde erimiş, dîn ile bütünleşmiştir. Bizde, muharref Hristiyanlık’ta olduğu gibi, dîn ve devlet yok; dîn-devlet vardır. İslâm devleti, cihanşümul (evrensel) bir barış devletidir. Toplumun refah ve mutluluğunu hedefleyen bir siyaset güder.
Çâreler üretme bilgisi ve tekniği, toplumu yönetme sanatı olarak ele alınacak olursa, siyaset, faaliyet alanları ve gâyeleri itibariyle, bir anlamda dînle örtüşmektedir. Ne var ki İslâm, temel ilkelerin dışında siyaset modeli ve siyasetin keyfiyeti ve şekli konularında değişmez kural, öneri ve prensipler getirmemiştir.
“İster kral idâresi, ister halk idâresi
Dîn siyâsetten ayrıldı mı Cengizliktir gerisi”16
Bu bağlamda, birilerinin “Peygamber devlet kurmak değil, dîn kurmak(!) için gönderilmiştir.” ve “İslâm’ın yüzde doksan dokuzu bireyseldir, onun toplumsal ve siyasal yönü yoktur.” tarzındaki söylemlerini de, Müslümanları sosyal hayattan tecrid etme ve onların başsız sürüler hâlinde yaşamalarının devamını sağlama adına söylenmiş lakırdılar olarak algılamak gerekir. Oysa Yüce Peygamberimiz’in (as) şu sözü, yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır: “Ben insanları idâre etmek için gönderildim.”17
İslâm dîni bir sosyal hareket olarak gelişmiş ve Peygamber’in hayatında örgütlenmiştir. İslâm’ın Medine dönemi tamamen bir siyasî-idarî hareket ve örgütlenme görünümündedir.
Hz. Peygamber (as) hicretlerinden sonra sosyo-politik organizasyon (ümmet) gerçekleştirerek dinî ve dünyevî iktidarı şahsında birleştirmiş, böylece tevhîd esasının bu alandaki görüntüsünü sağlamıştır. Ve tâbiî, büyük ölçüde kuvvetler ayrılığı ilkesinin en güzel örneğini vermiştir.18 Allâh Resûlü (as), âhirete intikal ettiğinde hemen hemen bütün Arap yarımadasının kudretli peygamber-yöneticisi idi. O’nun yönetimi ya da yöneticiliği, bir tür peygamberlik görevini yerine getirme biçimi idi. Bu sebepledir ki, dîn (İslâm) beşer hayatının bütün sahalarını kuşatan ve yönlendiren bir olgudur. İslâm câmide ve savaş alanında bulunduğu kadar, çarşı-pazarda, okulda, yasama kurumunda da bulunmalıdır; çünkü bütün buralar İslâmî değerleri gösteren ve yorumlayıp uygulayan yerlerdir. Bütün bunları hesaba kattığımızda, siyasî aksiyonun, İslâm’ın ve onun hayatın kamu kesiminde temsil ettiği değerlerin bir unsuru, bir tezâhürü ve zorunlu bir vasıtası olduğunu söylemek zorundayız19.
DİPNOTLAR:
1-Bak. Mustafa Ağırman, Hz.Muhammed Devrinde Mescid ve Fonksiyonları, s. 111
2- Davut Dursun, Din Bürokrasisi, s.109; Ağırman, age., s.158, 173, 177; DİA, c. 7, s. 51-52
3- Ağırman, age. s. 159
4- age. s. 131; DİA, c. 7, s. 50-51
5- Münir Muhammed Gazban, Nebevî Hareket Metodu, c.1, s. 216; Ağırman, age.,s. 146
6- Ağırman, age., s. 168
7- age., s. 173; DİA, c. 7, s. 52
8- age., s. 165
9- age., s. 159-160
10- Karaman, İslâm Işığında Günün Meseleleri, c. 3, s. 83
11- Karaman, Türkiyede İslâmlaşma ve Önündeki Engeller, s. 21-23
12- Hamidullâh, İslâm Müesseselerine Giriş, s. 30
13- Dursun, age., s.114
14- age.,s.30
15- İbnu’l Humâm, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, s. 129; Ayrıca bak. Zebidî, Tecrîd-i Sarîh Trc., c. 3, s. 47 vd.
16- İkbâl, Cebrail’in Kanadı’ndan
17- İbn Kesîr, Tefsîru Kur'âni'l-Azîm, c. 1, s. 556; Münavî, age., c. 3, s. 203, Ha.: 3151, Aclûnî, age., Ha.: 918
18-Bak. Hamidullah, İslam Peygamberi, c. 1, s. 191; c. 2, s. 888; Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, s. 108.
19- Fazlur Rahman, Allâh’ın Elçisi ve Mesajı (Makaleler 1), s. 60-61
GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR