JoomlaLock.com All4Share.net

ŞEHADET ŞUURLA MÜMKÜNDÜR

Şehadet Şuurla Mümkündür

Şehadet Şuurla Mümkündür - Abdülkadir VİSÂLİ

Sayı : 122 - Şubat 2018

 

Şehadet Şuurla Mümkündür

 

Son zamanlarda gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında adeta bir varoluş mücadelesi veriyoruz. Bir taraftan işleri güçleri vatanın ve milletin aleyhinde olmak, inananlara düşmanlık beslemek, batıya ve batıla hizmet etmek olan dahili düşmanlar, dost görünümlü münafıklar; diğer taraftan her türlü ihaneti gerek alenen gerekse gizli olarak yapmaktan çekinmeyen, Efendimiz aleyhisselamın “tek millet” diye buyurduğu ehli küfür. Büyüklerimiz buyurdular; “Yeryüzünde hak ve batıl mücadelesi kıyamet sabahına kadar devam edecek ve Allahu Taala bu mücadelenin eşit şartlarda yürüyebilmesi için hakkı ve batılı bir terazinin iki kefesi gibi daima dengede tutacaktır.” Buradan hareketle bizler inanıyoruz ki Amerikasıyla, Rusyasıyla, Avrupasıyla, doğusuyla, batısıyla topyekun hareket eden ve zaman zaman sahip oldukları güçten çekindiğimiz, kendimizi zayıf hissettiğimiz bu güç karşısında savaşımız dengeli olsun diye Allahu Taala Müslümanlara da zahiri ve batıni nice kuvvetler bahşedecek, netice de bizi görünmeyen orduları ile destekleyecek, “Kâfirler istemese de nurunu tamamlayacaktır.” (Saff, 8) ayeti kerimesinin sırrına mazhar kılacaktır.

Bu nur tamamlansın ve mazlumlar rahata ersin diye gayret eden devlet büyüklerimiz, ordumuz, dini ve vicdani hassasiyetlerini yitirmemiş bütün vatandaşlarımızla geçmişte olduğu gibi bugün de yekvücut olarak hareket etmekteyiz, yarın da inşaallah bu gayrete talibiz. Çünkü inanıyoruz ki Cenabı Hak mutlak manada vaadini yerine getirecek; İslam’ı aziz, Müslümanları muzaffer kılacaktır. Rabbimizden niyazımız odur ki bu hayırlı amelde geçmişte ecdadımızı kullandığı gibi bugün bizleri, kıyamet sabahına dek de nesillerimizi kullansın.

Dün Malazgirt’te, Kosova’da, Varna’da yapılan neyse bugün Fırat Kalkanı’yla Zeytin Dalı operasyonlarıyla yapılmaya çalışılan da odur. Bir takım müsteşriklerin ağzıyla konuşan, kuzu postuna bürünmüş halleriyle müminlerin saf gönüllerini idlale gayret eden birilerinin iddia ettiği gibi bu operasyonların hiçbirisi toprak kaygısından, sömürgecilik anlayışından, tahakküm hırsından kaynaklanmamaktadır. Tam aksine “Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad ediniz.” (Tevbe 41) ve “Bir fitne kalmayıncaya ve din tamamiyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin.” (Enfal 39) ayeti kelimelerinin sırrına mazhar olmak için atılan adımlardır bunların hepsi. Bizler inanıyoruz ki tarih, geçmişte olduğu gibi bugün de Hakk’ın safında olanları yazacak, batılı işaret edecek, düşmanlarımızı bildirecek ve bizden görünen hainleri de tespit edip dünyada insanlara, Müslümanlara; ukbada da Rabbimize karşı rüsvay edecektir

Bizler üç yüz küsur senelik Selçuklu, yaklaşık altı yüz senelik Osmanlı tarihimize baktığımızda birlikte hareket ettiğimiz, kardeş olduğumuz hiçbir toplumda nefret, kan ve gözyaşıyla anılmamış tam aksine aradan geçen bunca seneye rağmen hasretle beklenen ve yeniden idaresi altında olmaktan gurur duyulacak şanlı bir nesle sahibiz. Birilerinin, “Efendim, yürek fethi yapılmadı sadece toprak fetih yapıldı, onun için diğer toplumlar bizleri halen nefretle anıyor!” diye fitne ve fesada kucak açan, Müslümanları üzerken kâfirlerin ekmeğine yağ süren münafıklardan da Allah’a sığınıyoruz.

Balkanlardan Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’dan neredeyse Asya’ya kadar uzanan etki alanlarıyla birlikte 24 milyon kilometre karelik bir alanda Allah’ın ayetlerine, Rasulullah’ın sünnetlerine göre bir hayat nizami oluşturmaya çalışan ecdadımızın kin ve nefretle değil bilakis sevgi ve hürmetle, hasretle yâd edildiğini görüyoruz; iftihar ediyoruz elhamdülillah. 

Son dönemde Cumhurbaşkanımızın, ecdadımızı ve bütün memleketimizi temsilen yapmış olduğu ziyaretlerde; Sudan’da, Pakistan’da, Mağrib ülkelerinde, Uzak Asya’da sevgiyle hasretle coşkuyla karşılanmasının bu iddialara gereken cevabı verdiği kanaatindeyiz. Öyle ki sadece ülkesinde değil, sadece bölgesinde değil tüm dünya Müslümanları ve Türk milletleri üzerinde Allah’ın inayetiyle bir etkiye ve teveccühe mazhar olduğu gayet aşikardır. Onun böyle bir kuvve-i maneviyyeye sahip olması aldığı dualar, büyüklerimizin himmeti, Allah ve Rasulü’nün nusreti iledir. Öyle ki milletimizi temsilen imanı, gayreti ve ihlası yukarıda saydığımız davaya gönülden inanan herkese kuvvet vermiş, bu şuurla yaz kış demeden kendilerine gösterilen hedefe emin adımlarla yürüyen ordumuza ve her şey ile bu orduyu destekleyen milletimize en büyük destek olmuştur.

İslam tarihine bakıldığında bütün peygamberlerin ümmetleriyle beraber her zamanda batıl karşısında hakkı kaldırma gayretlerine şahit oluruz. Bunun için gerektiği zaman mallarından vermekten gerektiği zaman da canlarından vaz geçmekten bir an daha geri durmamışlar. Bunlardan bir kısmını Kur’an-ı Hakim bizlere bildirmektedir: Hazreti Davud’un Calut ile olan mücadelesi, Hazreti Musa’nın Firavun’la olan mücadelesi, Hazreti Zülkarneyn’in mücadeleleri, bir manada Mekke halkının Ebrehe ile mücadelesi bizlere bildirilmiştir. Anlatılan kıssalardan ibret almamız, gerektiğinde hak için adalet için her şeyimizden vazgeçmemiz gerektiğini bizlere bildirilmiştir. Yine Efendimiz aleyhisselam ve ashâbı kiramın hayatına baktığımızda Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te vesair seriye ve kazalarda yapılan mücadelenin Allah katında ne kadar kıymetli olduğu; hatta “Bu uğurda anlarından vazgeçenlerin ölmeyecekleri Allah katında bizim anlamayacağımız şekilde rızıklandırılacakları” (Bakara 154) bildirilmiş, şehitlerin makamının peygamberlerden sonra müstesna bir makam olacağı vurgulanmıştır. Bu hakikatler şühedanın nasıl bir nimete mazhar olduğunun en büyük göstergesidir.

Zaten şehadet kelimesini Arapça olarak düşündüğümüzde gözümüze hemen iki mana çarpar: Bunlardan birincisi “hayat iman ve cihaddır” düsturu mucibince Allah yolunda canından vazgeçebilme keyfiyetidir. İkincisi ise yine bu manayı teyit eder mahiyette şahitlik manasına kullanılır. Zaten hakiki manada şehit olanların da itikatta ve amelde aslolan meselelere şahit oldukları onları bi hakkın bildikleri rahatlıkla söylenebilir. Şehitliğin yüce mertebesine vasıl olanların şuurlu bir mümin olduklarında hiç şüphe yoktur. 

Hepimizin neticede Allah’a vasıl olacağımıza, istesek de istemesek de huzuru Rabbi’l-Âlemine duracağımıza bu dünyada yapıp ettiklerimizin hesabını Allah’a vereceğimize imanımız vardır. Lakin şehid olmak için can atan, en önde küffar ile cenk eden, Allah’ın da kendilerine hayırlı olanı ihsan ettiği bu kutlu zümre, ebedi olan ahiret hayatında nimetlenmek, Rabbimizi razı etmek ve cemaline kavuşmak için bu dünyada bir takım fedakârlıklar yapmanın gerekli olduğunu idrak etmişlerdi. Öyle ki bu idraki eğer kıyısından köşesinden anlama gayretimiz olmazsa Allah yolunda cihad eden mücahitlerin yaptıklarına hayret etmekle yetinir, belki de insanların bu kadar kolay nasıl can verebildiklerine bir türlü akıl erdiremeyiz. 

Nitekim sahabe kiram efendilerimizden Saad b. Muaz’ın (ra) Bedir Savaşı’nın öncesinde Rasulullah Efendimiz’i (sa) rahatlatmak için söylediği “Ya Rasulallah, biz İsrailoğulları’nın Musa aleyhisselama yaptığını sana yapmayacağız. Ne var ki onlar karşıdaki düşmanın gücünden ve kuvvetinden korktular da ‘Sen Rabbinle git, onlarla savaş. Biz seni burada bekleyeceğiz!’ diyerek peygamberlerini düşman karşısında yüzüstü bırakmışlardı. Eğer Sen bize denizi gösterip yürüsen biz de Seninle beraber o denize yürürüz!” ifadesi ile “Allah ve Resul’ünün rızasının az bir bedelle, dünya, karşılığında satılmasına” (Bakara 41) razı olmadıklarını ve neticesi ne olursa olsun buna katlanmaya hazır olduklarını haber vermişlerdi. Bu hadiseden birkaç sene sonra Hendek Savaşı’nda kolundan aldığı bir yara ile şehid olan Saad b. Muaz’ın bu davasının kabule şayan olduğunu gösterircesine Efendimiz aleyhisselam, vefat haberini aldığında onun kabrine inip yatmış, kabir onu sıkmasın diye Allah’a dua etmiş ve onu henüz kabri başında iken cennetle müjdelemiştir.

İnsanın bu kadar dünyevileştiği, dünyaya kalbini bu derece bağladığı, bir manada Rabbini unuttuğu bu dünyada anlaşılması hakikaten çok güç, bu mümkün değil, bu kadar da olur mu dedirtecek cinsten fedakârlıkları vardır ashabı kiramın. Hangi birini anlatalım ki? Saad b. Rebî’yi hatırlıyoruz. Uhud’da tükenmek üzere olan son nefesleriyle ashabı kirama ve ondan sonra kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlara öğüdü şu oldu; “Dikkat edin, biz Rasulullah’a söz verdik. O’nun canını kendi canımızdan aziz bileceğimize, davasına kanımızın son damlasına kadar hizmet edeceğimize söz verdik. Sizlerin göz kapakları açılıp kapanmaya devam ettiği müddetçe yani hayatta kaldığını sürece Rasulullah’ın başına bir iş gelecek olursa bunun hesabını Allah’a veremezsiniz!”

Hazreti Hanzala’yı hatırlıyoruz. Evlendiği günün hemen ertesinde Rasulullah Efendimiz’in Uhud’a hareket ettiğini duyunca gusletmeye bile vakit bulamadan Efendimiz aleyhisselamın peşine koşmuş, ona yapılan hamlelere evvela kollarıyla sonra da adeta vücuduyla süper olarak ağır yaralar almış ve neticede şehit olarak Rabbine vasıl olmuştur. Öyle ki Efendimiz, onun bu halinden dolayı melekler tarafından karşılanıp yıkandığını, cünüplükten kurtulduğunu ve Rabbi Rahimi’ne yürüdüğünü bizatihi haber vermiştir. Mute’de Hazreti Zeyd b. Harise’nin, Cafer b. Ebi Talib’in ve Abdullah İbni Revaha’nın kahramanlıkları ise hepimizin malumudur. Allah yolunda şehit olacaklarını bilerek, yüreklerinde zerre miskal endişe ve kaygı taşımadan adeta ölüme koşarcasına savaş meydanına gidip bütün orduya, inanan ve inanmayan herkese örnek olacak bir fedakârlıkta bulunmuşlardı. Çünkü onlar o meydanda vefat etmeyi Rablerine kavuşmak olarak telakki etmişlerdir. Aslında şunu demek de mümkün: şahadet kavramını her yönüyle anlayabilmek için bu müşahhas örnekler yakinen görmek/anlamak lazım. Çünkü bu kavram her yönüyle esas manasını müminlerde bulmuştur. İnanıyoruz ki dün şehit olanlar için de bugün vatan ve millet adına dünyanın her yerinde İslam’a hizmet etmek isteyenler için de kıyamete kadar gelecek nesiller için de aynı müjdeler açık birer nimet olarak zikredilmiştir. 

Fakat aynı hissiyatla Allah ve Rasulü’nü razı etmeye çalışanlar için unutulmaması gereken bir şey daha vardır ki Allah için yaşamak da ölmek kadar kıymetlidir. Netice de o da Allah içindir. Esasen dikkat edilmesi gereken niyetin tashihidir. Nitekim eğer bu meselenin içi doldurulamamış, yani Allah ve Rasulü uğruna değil de herhangi bir gaye için insan canını vermeye kalkmışsa bu boşu boşuna bir ölümden ibarettir. Şehadet bir bilgi, amel ve aksel gaye sacayağından teşekkül etmiş bir nimettir. Yani ne olduğunu idrak, bunun için elinden geleni yapmak ve neticeyi ilahi rıza olarak hedeflemek gerekir. Aksi takdirde can vermek bile olsa yapılan işin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü insan bir takım psikolojik telkinlerle, alınan ilaçlarla inandığı batıl davası için de canını hiçe sayabilmektedir. Canlı bomba olarak, cephede savaşan asker olarak karşımıza çıkan teröristler ile müminlerin, bizim askerlerimizin arasındaki fark kalplerinde taşıdıkları iman, şehadet şuurları ve neticede ilahi Rıza’yı hedeflemeleridir. 

Cenabı Hak cümlemize şehadeti her yönüyle kavrayabilmeyi, yalnızca ölmek olarak anlamamayı, esasen Allah katında nimetlenmek olduğunu idrak edebilmeyi nasip etsin.

 

Yazar: Abdülkadir VİSÂLİ

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort