JoomlaLock.com All4Share.net

KİMSE MÜHENDİS, DOKTOR, HUKUKÇU OLMAK İÇİN YARATILMADI, HERKES KUL OLMAK İÇİN YARATILDI

Kimse Mühendis, Doktor, Hukukçu Olmak İçin Yaratılmadı, Herkes Kul Olmak İçin Yaratıldı - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 114 - Haziran 2017

Kimse Mühendis, Doktor, Hukukçu Olmak İçin Yaratılmadı, Herkes Kul Olmak İçin Yaratıldı

 

İmam Hasan Basrî hazretleri bir gün yolda yürürlerken yüksek sesle gülen bir genç görmüşler. Artık ne görmüş de gülmesine vesile olmuş bilmiyoruz ama hazreti imamın dikkatini çekiyor ve ona soruyor: 

-Evladım sana ahirette sırat köprüsünü geçtin diye bir müjde mi geldi? 

-Yok efendim, diyor genç. 

-Peki, seni cehennemden halas ettik, sana cehennem hiç göstermeyeceğiz; böyle bir haber mi sana ulaştı?

-Hayır efendim, öyle bir haber de gelmedi. 

-Sen cenneti kazandın, seni Cenabı Hak cennetine koyacak; böyle bir müjde mi aldın?

-Hayır efendim, öyle bir müjde de gelmedi.

-Peki, yavrum bu gülmenin, bu kadar neşeli olmanın sebebi nedir, böyle kahkaha ile gülüyorsun, çok sevinçlisin, bunun sebebi nedir? 

Genç kalıyor. Ve rivayet ediliyor ki; Basra’da ondan sonra o genci görmüşler, ömrü boyunca o genç bir daha gülmemiş. Yürürken başını yerden kaldırmamış, bir daha gülmemiş… 

Tabi insan hayatın ölçüsünü öyle insanlardan almalı. Bu inanan insan için… Hasan Basriler, İmam Azamlar, Cüneydi Bağdadiler vesaire o emsali zevatı kiram, inanan insanlar için örnektirler. Biz hayatımızın ölçüsünü onlardan değil de dünya adamlarından almaya kalkarsak onlardan sanki bir ateş almış oluruz. 

Düşünün insan misal bir tefeciden borç alsa o pisliği temizleyemez. Çünkü sürekli ona faiz ödemek zorundadır. O tefeci onun kanını, iliğini kurutur. Habire borcun üzerine borç bindirir. 

Şimdi insan dünya insanlarına; dünyevileşmiş, ahiret endişesi olmayan insanlara baksa, sanki onlardan bir ateş almış gibi olur, bütün hayatını yakar. Çoluk çocuğunu yakar, perişan olur. Allah’ın emrinden uzaklaşır. Sıratı müstakimi bırakır. Ne farz bilir ne sünnet bilir. Ne helal bilir ne haram bilir. Çünkü dünya adamlarının böyle ölçüleri yoktur. Onların tek ölçüsü vardır; kazanmak. Bunun nasıl olduğu, şeklinin nasıl olacağı önemli değildir. Bu zulümle mi olur, hırsızlıkla mı olur, vurgunla mı olur… Önemli değil. Önemli olan tek şey kazanmak… 

Ama müslüman bilir ki kazandığı her şeyin hesaplaması var Allah’ın yanında. Günlerce aç kalmışlar Sultanu’l-Enbiya (aleyhissalatu vesselam) ve ashabı. Karınlarına taş bağlamışlar, ayakta durabilmek için, yıkılmamak için karın boşluklarına birer tuğla, kerpiç koyuyorlar... 

Sahabeden birisi bahçesine davet etmiş, bir hurma ikram edecek. Ömer efendimiz çok acıkmışlar demek ki; hemen acele ile bir hurmayı alıyor, ısırıyor. Yarısı elinde yarısı ağzında… Cenabı Peygamber buyuruyor ki: “Ya Ömer! Yediğini iyi düşün, o hurmayı düşün, yarın ondan dolayı hesaba çekileceksin!” 

Hazreti Ömer bir karnındaki taşlara, açlığına bakıyor, bir elinde o yarım kalan hurmaya bakıyor, bütün takati kesiliyor. Ağlayarak o yarım hurmayı Efendimiz’e gösteriyor: “Şu yarım hurma için de mi ya Rasulallah? Yarım hurma için de mi Allah bizi muhasebe edecek?” 

Efendimiz buyuruyor ki: “Evet, ya Ömer! O yarım hurma için de hesaba çekileceksin!” 

İmam efendimiz buyuruyor ya: “Tam bir hesaba çekilsek azaptan kurtulanımız olmaz.” Allah’a sığınırız. Eğer Cenabı Hakk’ın merhameti olmasa, inceden inceye bizi muhasebe etse -peygamberler müstesna- azabı olmayan kimse olmaz. 

İnsan öyleyse düşünmeli; yaptığım şey bana mükafat mı getirecek, yoksa beni cezaya mı müstahak edecek? İşimi, aşımı, eşimi seçerken, düzenlerken, tercihte bulunurken neyi ölçü aldım? Bunları neye göre yaptım? “Keyfime göre, aklıma göre, canımın arzusuna göre…” Böyle de diyebilirsiniz. Peki, ne kadar geçerli bunlar? Burada geçerli olabilir ama burası fani, üç gün buradasın: Doğduğun gün, doyduğun gün, öldüğün gün… Üç gün buradasın, dördüncü günün yok. Dünya üç günlük, doğdun, doydun, İnna lillah öldün… 

Burada canının isteği, aklının kesmesi, eşin dostun tavsiyesi senin için bir gerekçe olabilir, peki Cenabı Hak demez mi ki: “Peygamber niye geldi sana? Sen canının istediğini yapacaktın, niye biz peygamber gönderdik?” Sorasın diye... “Sen aklının kestiğini yapacaktın, niye Kur’an nazil oldu? Niye kitap geldi?” Ona bakasın, meselelerini ona göre halledesin diye. Sen bu ikisine de sormadın, danışmadın. Ne kitapla bir işin oldu ne peygamberle bir işin oldu. Yedin, içtin, güldün oynadın; vur patlasın çal oynasın, bu hayat böyle geçer, geçti? 

Böyle mi geçmeli? 

Bunları yine inandığımız için bize söylüyorlar. Büyükler öyle derlerdi ki üç kişi kurtulursa hesaptan kurtulur… Bir, deli. Deli hesaptan kurtulabilir. Aklı yok, bir şeyden mesul değil. Günahı da yok, sevabı da yok. 

İkincisi veli… Allah’ın velisidir, dostudur, dikkat etmiştir. Yaşantısında en ince ayrıntıya kadar -Allah’ın yardımıyla- dikkat etmiştir. Kurtulursa bu da kurtulabilir hesaptan. Yanlış bir muamelesi yoktur inşaallah. 

Üçüncüsü kafir. Onun da bir hesabı yok. Hesaba gerek yok yani. 

Şimdi biz bunlardan hangisiyiz? Deli miyiz, veli miyiz, Allah esirgesin üçüncü sınıftan mıyız? Veli olmak isteriz. İsteriz de istemekle olmuyor, velilik gayretle oluyor. Kılı kırk yarmakla oluyor. Bazen helalden, meşru şeylerden bile feragatle oluyor. Velilik böyle… 

Delilik… Akıllı zannettiklerimizin belki birçoğu delidir. İstikameti bulamamış insanlar, Hakk’a teslimiyet gösterememiş, Hakk’ın ipine yapışamamış insanlar, kârın ve zararın ne olduğunu bilmeyen insanlara akıllı denemez. Cenabı Hak sizin akıllı zannettiklerinizin birçoğu akılsızdır, buyuruyor.

“بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ- Fakat onların çoğu akıllarını kullanmazlar.” (Ankebut 63)

Akılları yok. Niye? İnce düşünce yok. Biraz önce Hasan Basri hazretlerinin örneğinde olan genç gibi… Niye güler insan?.. Bunca derdin içinde insan, niye güler? Bunca sıkıntının içinde insan niye güler? Çevresindeki yakın ülkeler kan gölüne dönmüşken, ateş çemberi olmuşken, kendi memleketinde bu kadar polisi, askeri, vatandaşı öldürülürken insan niye güler? Bugün misal Mardini’nde, Siirti’nde, Şırnakı’nda, Hakkarisi’nde terör var. 

Gidin Bodrum’a, Kuşadası’na, Marmaris’e cehennem tabakaları; buralarda fuhuş var. Evet, açıktan fuhuş var. 

Doğumuz böyle, Batımız böyle ortada kalmışız. Neye gülelim şimdi? Ne tarafa bakıp gülelim? Batı’ya mı bakalım gülelim, Doğu’ya mı bakalım gülelim, nereye gülelim? Oturup düşünelim. 

Eğlenen de, Allah’a isyan eden de rahat değil. Beşiktaş’ta (Reina Saldırısı) ölüm geldi, onları pavyonda buldu. Onlara ölmeden bir dakika önce sorsaydık ne diyeceklerdi bize? Ne güzel eğleniyoruz... Kafaları iyi, bardakları devirmişler, şişeler devrilmiş… Sorsaydık “Ne güzel eğleniyorduk!” diyeceklerdi. Subhanallah… Ecel böyle… Cenabı Hak eceli de gösteriyor bizlere onların üzerinden. Cani onları önceden tespit etmiş değil, ecel onları tespit etmiş. Geliyor yüzüne bakıyor, kafasına sıkıyor. İşaretlemiş onu, birileri onun işaretini vermiş ona. Yabancılar vardı içlerinde, toprakları bol olsun. Müslümanlar da vardı. İsimleri Muhammed olanlar vardı. İsmi Muhammed, ismi Habib böyle isim sahipleri vardı içlerinde. Ecel orada yakaladı onları… 

Şimdi imkan olsa sorsak onlara: “Eğleniyor musunuz?” Eğleniyorlar mı acaba? 

Dünya böyle bir yer… 

Şimdi biz ne tarafa bakalım? Biz Kur’an’ı bırakıp da ne tarafa bakalım? Biz Hazreti Muhammed’i (aleyhissalatu vesselam) bırakıp da ne tarafa bakalım? “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” (Ankebut 64) buyuruyor Cenabı Hak. Niye bunu buyuruyor; bu oyuna aldanmayın yani bu oyun ve eğlenceye kendinizi kaptırıp da niçin dünyadasınız bunu unutmayın diye… 

Çocukluğunuzda sizler de yaşamış- sınızdır. Anneleriniz, babalarınız elinize üç lira, beş lira para verir; git, bakkaldan şunu al gel, derler. Bakkala gitmek için evden çıkarsınız, sokağa çıkınca oynayan arkadaşlarınızı görürsünüz. Ne yapıyorlar diye onlara bakayım derken oyun sizi içine çeker, oynamaya başlarsınız, o oyuna dahil olur, yapacağınız işi unutuverirsiniz. Evde belki acilen bekliyorlar; misal sofrada bekliyorlar sizden ekmek istemişler, bakkaldan ekmek al gel. Siz oyuna dalmışsınız, ekmek alacağınızı unutmuşsunuz, ekmek almamışsınız... Anneniz camdan size sesleniyor: Oğlum Ali, Veli, hani ne yaptın ekmeği? Siz ne yapacağınızı da bilmiyorsunuz… Belki o dalgınlıkla oynarken o parayı da kaybettiniz. Oynarken ya bir yere koydunuz ya cebinize koydunuz; onu da unuttunuz, ondan da haberiniz yok... Şimdi eve gelince anneniz sizi biraz okşasa haksız mı? 

Su testisi suyolunda kırılır, Cenabı Hak bizi testiyi kırmadan evvel uyarıyor. Buyuruyor ki: “Dünya hayatı bir oyun ve eğlencedir.” Siz dünyaya kamil iman, salih amel almaya, Allah’ı tanıyıp O’na kul olmaya gidiyorsunuz. Oyuna dalıp bunu unutmayın. 

Adın müslüman senin… Adın Muhammed, adın Ahmed, adın Mustafa, adın Mahmud. Bu isimler bile sana bir şeyler hatırlatmalı. Niçin bu isimleri değiştiriyorlar? Moda isimler var şimdi, bizi aslımızdan uzaklaştırmak için. İsimler bir şeyler hatırlatıyor ya, hatırlatmasın diye isimleri değiştiriyorlar… Taş, Kaya, Toprak, Eylül, Ekim… koyuyorlar. Mekke-i Mükerreme’de karşılaştığım birisine “İsmin ne?” dedim, “Ogün” dedi. “Hangi gün?” dedim, adam kaldı… Hangi gün birader? Tabi onun bir suçu yok, büyükleri koymuş. Onun suçu, Kabe’ye gelmiş bunu anlaması lazım. 

Geçen de ifade etmiştik hadisi şerifi: Rasulullah Efendimiz buyuruyor ki: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız, öyleyse isimle- rinizi güzel yapın.” (Ebu Davud, Edeb, 69) İsminize dikkat edin. İsimde asliyet var, isim bir hüviyet… O hüviyeti bozmak için kimliği, kişiliği bozmak için ismi değiştirdiler. Yazıyı, takvimi, saati hasılı hayatı değiştirdiler. Hayatımızda İslam standartları yok, İslam ölçüleri yok; Kopenhag kriterleri var. Batı medeniyetinin kriterleri var. Hayatımızı bunlar çevreliyor. Kapital bir ekonomi, laik bir siyaset, demokrat bir din. Hayatımızı bunlar çevreliyor, hayatımızda İslam yok. 

Şimdi bu minval üzere ahirete gittiğimizi düşünün. Her an gidebiliriz, hepimiz sıradayız. Ol dedi, oldurdu; öl dediği an öldürür. Keyfinin kâhyası yok hiç. 

Nasreddin Hoca, cennetmekan, bir gün komşusundan kazan almış. İhtiyacını gördükten sonra içine tencere koymuş iade etmiş. Komşu demiş ki:

-Hocam, bunu içinde unuttunuz herhalde bunu alın. Hoca

-Yok yok demiş, kazan bizdeyken doğurdu, o onun yavrusu…

Adam pek inanmasa da menfaat var diye anayı da alıyor, yavruyu da alıyor. Hoca bu, doğurdu diyorsa kazanı doğurtmuştur, diye düşünmüş. 

Aradan bir zaman sonra Hocaefendi diyor ki:

-Komşu o kazanı bir daha verir misin? Adam:

-Tabii hocam diyor, hiç ikiletmiyor… Çünkü Hocanın evi bereketli, gidince doğum oluyor. Kazan yine doğurabilir. Bu sefer ikiz de doğurabilir. Kazanı veriyor, aradan üç beş gün geçiyor, belki daha fazla, kazan gelmiyor. Komşu diyor ki: 

-Hocam hani kazan vermiştik. Bizim kazanı unuttunuz herhalde. İşi bittiyse, ihtiyaç kalmadıysa onu alsak. Nasreddin Hoca da:

-Sorma komşu sizlere ömür, kazan öldü, diyor. Adam:

-Hocam ne diyorsun sen kazan ölür mü? 

-Birader sana doğurdu dedim inandın, sevindin. Doğan, doğuran varlıklar neticede ölürler. Doğumuna inandın da ölümüne niye inanmıyorsun? 

Şimdi “Ol!” dedi olduk. “Öl!” dediğinde de öleceğiz, var mı itirazı olan. Hayır, ben ölmem diyebilecek bir babayiğit, bir pehlivan var mı? 

Sıradayız… Kulağımız hep o seste olsun. Acaba bize mi dediler “Öl!” diye? 

Yani hazırlıklı olalım, bu oyun eğlenceye dalmayalım. Aklımıza göre deyip iş yapmayalım. Dünya adamlarına bakarak iş yapmayalım. Peygamber’e bakalım, ashabına bakalım, dostlarına bakalım… Kabristanlara bakalım. Gazetelerdeki şehit haberlerine, vefat haberlerine bakalım, bunların her biri birer mesaj, birer ibret. 

Ve bunlara baktıktan sonra dönüp kendimizle muhasebe olalım. Kendimize soralım ki; “Ey nefsim sen gerçekten müslüman mısın, değil misin? Sen veli misin, deli misin, kafir misin?” Bunu soralım nefsimize, çekinmeyelim, ezberden cevap vermeyelim. Bunu hakaret kabul etmeyin, derdim sizi rencide etmek değil. Bunu ben de kendime sormaya çalışıyorum. Soralım kendimize ki; biz bu üç sınıftan hangisindeyiz. Yoksa hesap zor… 

Bulanık su, duru sudan ayrılacak. 

“وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ - “(Allah, şöyle buyurur) Ey suçlular! Ayrılın bu gün!” (Yasin 59)

O gün mümin ile mücrim, mümin ile günahkar birbirinden ayrılacak. Mümin imtiyaz sahibi, hali belli. Mücrimin de belli… O gün diller tutulacak. Belki sen çok şey anlatmak isteyeceksin ama bilinmeyen bir şey yok ki; hepsi kayda geçmiş.

“الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ - O gün biz onların ağızlarını mühürleriz.” (Yasin 65)

Dudakların hatmolacak/mühürlene-cek. Sana söz hakkı verilmeyecek.

“وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ - Elleri bize konuşur.” (Yasin 65)

Ellerin konuşmaya başlayacak.

“وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْْ - Ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yasin 65)

Ayakların şahitlik yapacak, azaların dillenecek. Yaptıklarını o zaman sen nasıl yalanlayacaksın ki? Elin söylüyor, ayağın söylüyor, kalbin konuşuyor, gözün konuşuyor… Bütün azaların dil olmuş hangi birini yalanlayabilirsin? 

Şimdi gençler üniversite imtihanla- rına girecekler ilk imtihanlar herhalde, öyle iken gençlerde yine bir çalışma var. En azından bir düşünce var: “Ne yapacağız?” Dünya imtihandır. Kimse mühendis olmak için yaratılmadı arkadaşlar, daha önce de ifade etmiştim. Kimse doktor olmak için yaratılmadı, hukukçu olmak için yaratılmadı. Herkes kul olmak için yaratıldı. Kulluk daha güzelleşir mi diye mühendis olmak lazım. Kulluk daha güzel olur mu diye hukukçu, avukat, hakim, doktor olmak lazım. Her şeyden önce iyi müslüman olmak lazım, Allah’ı razı etmek lazım. Bunun için de çalışmak gerekiyor. O ayrım günü gelmeden, mücrim ile müminin seçim günü gelmeden biz burada amelimizi, ahlakımızı, zihniyetimizi, düşüncemizi, yaşantımızı seçmemiz lazım. Pirincin taşını ayıklamalıyız. Burada bunu yaparsak orada bunun büyük faydasını inşaallah göreceğiz. 

Bize ecelin ne zaman ve nerede geleceğini bilmiyoruz, her an bizi bulabilir. Peki, seni nerede bulsun istiyorsun, bunu iyi düşün? Ecel seni nerede bulsun? Çünkü Rasulullah buyuruyor ki: “Nasıl ölürsen öyle dirileceksin. Nasıl öldün öyle kalkacaksın, nasıl kalktın Allah’ın huzuruna varacaksın.” 

Hani şimdi bir yerde bir kaza olur, trafik kazasında bile savcı gelmeden bir şeye dokunamıyorsun. Onların hepsi delil, ortada olan her şey delil hükmünde, hiçbir şeye dokunamıyorsun, yerini değiştiremiyorsun; suç bu. Savcı gelecek, yerinde onları inceleyecek ki sıhhatli bir karar verebilsin. 

Melekler de hiçbir şeye adeta dokunmuyorlar. Yani Azrail seni nerede buluyorsa öyle öldürüyor, canını alıyor. Münker-Nekir seni öyle sorguluyor, mahşere getiriyor. Hiçbir delili kaybetmiyorlar, hiçbir şeye dokunamıyorlar. Öyle olduğun gibi Alemler Padişahı’nın yanına getiriyorlar seni ve karar veriliyor. O Mahkeme-i Kübra’da senin hakkında karar veriliyor. 

Hani yüzdelik hesabı yapıyorlar ya trafik cezalarında, karşı taraf ve sen… Karşı taraf haklı çıksa sen cezalı oluyorsun onun da zararını sana ödetiyorlar. Orada adilane bir karar çıkması için yaşadığın gibi ölüyorsun, öldüğün gibi diriliyorsun. 

Şimdi seni nerede bulsun ecel; meyhanede mi, Beşiktaş’takiler gibi Reina’da mı bulsun seni; Ravza’da mı bulsun seni? Tercih senin. Bunu sen seçeceksin. Ölüm seni esfelesafilinde mi, Reina’da mı bulsun; Ravza’da mı bulsun? Hayatını ona göre yaşa… 

Gönlünü Ravzalaştır, tecelliyi orada gör, gönlünü Kabeleştir, Mekkeleştir, tekkeleştir gönlünü, mescide çevir; bütün azaların da ona şahitlik etsin. Elin, ayağın, gözün kulağın böyle şahitlik etsin. Adam demiş ya; Halep oradaysa arşın burada. Hadi bakalım, yiğidin eli tutulmaz. Allah hepimizin yolunu açık tutsun inşaallah.

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort