JoomlaLock.com All4Share.net

15 TEMMUZ SÜRECİ SONRASI YOL HARİTAMIZ

15 Temmuz Süreci Sonrası Yol Haritamız -  Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 105 - Eylül 2016

 

15 Temmuz Süreci Sonrası Yol Haritamız

 

Bediuzzaman hazretleri buyurur: “Dine zarar verenler dinde ihmal gösterenlerdir.” İslamı yaşamada ihmalkar olanlar, dinin emirlerini ama bilerek ama bilmeyerek hafife alanlar belki din düşmanlarından daha çok dine zarar vermektedir. Zaten bu ihmali bilerek yapıyorsa Allah esirgesin...

Çünkü küfür her şeyiyle zahirdir, açıktır. Dolayısıyla insan küfre karşı tedbirini alır. Bilir ki küfür bu noktadan saldıracak, ona göre yapması gerekenleri yapar. Ama hem dindar görünümlü olup hem de dini savsaklayan bir toplum birçok musibete açık bir toplumdur. Cenabı Hak gerek imtihan kastıyla gerek -eğer o boyuta varmışsa- intikam kastıyla o topluma değişik musibetler isabet ettirir. 

Şimdi bu kadar şeyler olmuş, yaşanmış (15 Temmuz süreci kastediliyor) gerçekten oturup düşünmemiz ve şu ayeti kerimeden hemen dersimizi çıkarıp işe koyulmamız lazım:

“ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ - Şüphesiz Allah çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara 222)

Allah tevbe edenleri seviyor… Biz gönlümüzde Hakk’ın sevgisini kaybettik. Bizim gönlümüzde Hakk’ın sevgisi azalınca korku da gitti, Hakk’ın heybetini kaybettik. Dolayısıyla Hak’tan korkmayınca fütursuz işlere giriştik. Sanki dünya bize bırakıldı zannettik. Yanlışlara soyunduk. Biz o sevgiyi kaybettiğimiz gibi Hakk’ın yanında sevimliliği de kaybettik. Hakk’ın bize olan sevgisi de belki kayboldu. Adeta Cenabı Hak “Hadi ne haliniz varsa görün!” buyurdu. Şimdi biz geri dönüş yapmak durumundayız. Bunun için millet olarak tevbe ile işe başlamalıyız. Tevbe ederseniz Allah sizi sevecek.

Tevbeden kasıt yaptıklarınızı anlayıp da bir daha onlara dönmemek, böyle şeyler yapmaya tevessül etmemek ve küçüğüne büyüğüne bakmaksızın bütün günahlara tevbe etmektir. 

Günahın küçüğü büyüğü olmaz, sufilerin anlayışı budur. Günahın kime karşı yapıldığı önemlidir. Büyük bir makama karşı yapılan küçücük bir suç bile ciddi ceza gerektirebilir. Misal bizim birbirimize hakaretimizle Cumhurbaşkanına hakaret adalet önünde aynı kefeye konmaz. Bir insan kalksa Cumhurbaşkanına hakaret etse bunun ciddi cezası var, hapislik olmasa bile ciddi para cezası var, tazminat cezası var. Ama bir arkadaş başka bir arkadaşa sert bir söz söylemiş bundan dolayı bir ceza olmaz. Cumhurbaşkanında farklı olması onun makamıyla alakalıdır. Makamı muhatap almışsın, makama hakaret etmişsin. 

Şimdi insan Allah’a karşı suç işlerse bunun küçüğü olmaz. O makamın ulviliği ile makamın yüceliği ile ölçülür. Bu yüzden yaptıklarımızın küçüğüne büyüğüne hepsine birden tevbe edeceğiz ki Allah’a sevimli olalım. Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever, buyuruyor Cenabı Hak… İçimizi, dışımızı temizleyeceğiz, ama her türlü kirden… Yani günahtan, masiyetten, şehvetten, gafletten, dalaletten, bid’atten, batıl zihniyetten temizlendiğimiz gibi toplumu da temizleyeceğiz… İçimizde münafık, zalim, müşrik insanları barındırmayacağız. Temiz bir gönül, temiz bir zihin, temiz bir toplum… 

Bunun için Cenabı Hak bize buyuruyor ki;

“ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ  - Sadıklarla beraber olun.” (Tevbe 119) Siz Hakk’a karşı sıdk sahibi olanlarla, sadakat ehli olanlarla beraber olun. Hakk’ı gerçekten gönülden tasdik edenlerle, musaddık olanlarla olun. 

Hakk’ı tasdik; Hakk’ın bütün emirlerini bilâşek tasdik etmektir. Onun emrettiği şeyler üstünde anlama kastı, tefekkür manası ayrı, itiraz anlamında fikir yürütmek o emri kendi hayatınıza, kendi anlayışınıza uydurmaya çalışmak bu tasdik değildir, bu iman değildir, bu sıdk değildir. 

İşte bu yüzden temizlenmek gerekiyor. Allah temizlenenleri sever buyuruyor Cenabı Hak. Biz yeniden Allah’ın sevgisini kazanmaya gayret edeceğiz. Biz -Allah hepimizi bütün müslümanları muhafaza buyursun- Hakk’ın gözünden düştük sanki. 

Geçmişte farklı bir kalkışma olmuştu (28 Şubat dönemi kastediliyor) müslümanlarda, neticesinde çok ağır bedeller ödendi. O zaman da şöyle denmişti ki, la teşbih Cenabı Hakk’ın eteklerine bastı müslümanlar (Şeriatın emirleri çiğnendi anlamında). Bu çok ağır bedeller getirdi bize. Şimdi bir imtihana tabi tutulduk, eğer bunu anlamaz da farklı yanlış işlere girersek Hakk’ın gözünden düşeriz. O zaman bizi Hakk’a karşı kimse koruyamaz. Hak bizi her şeye karşı korur ama hiçbir şey bizi Hakk’a karşı koruyamaz. Bu yüzden sevimliliğimizi kazanmalıyız. Tevbe ile işe başlayıp temizlik ile devam etmeliyiz. 

Daha sonra hemen yönümüzü Cenabı Peygamber’e çevirmeliyiz. Çünkü Cenabı Hak buyuruyor ki;

“ لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ - Andolsun, Allah’ın Rasulü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 21) 

Sizin ihtiyaç duyabileceğiniz, size lazım olabilecek hayatınızın bütün parçaları, bütün şekilleri, planları, projeleri A’dan Z’ye hepsini biz Rasulullah aleyhissalatu vesselamda cem ettik. Siz her konuda O’na bakın, O’nu dinleyin, meselelerinizi O’nun onayına sunun. 

Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ve Allah’ı zikrediyorsa yani Allah ile bir ilişki kurmak, Allah ile bir irtibat kurmak istiyorsa mutlak Sultanul enbiya aleyhissalatu vesselam’a baksın. O’nun ölçülerini esas alsın. 

“ قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ - De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmran 31) Allah’ı seviyorsanız, sevme gayretinde iseniz, O da bizi sevsin diye uğraşıyorsanız mutlak Peygamber’e tabi olmanız lazım. Bu sadece ben peygamberlere iman ettim demekle değil; ittiba iledir. İttiba nedir, tabi olmak, o hali yaşamak, yaşama azminde gayretinde olmak… Eğer tâbi olursanız bilin ki o zaman Allah sizi sevecek. Muhammed’i (aleyhissalatu vesselam) sevdiği gibi sizi sevecek. O’nun hatırına sevecek sizi. O’na benzediğiniz için sevecek sizi. O’na özendiğiniz, O’na bezendiğiniz için Allah da sizi sevecek. 

Hani tevbe edip tevvabinden olmuştunuz; sıdkı ihtiyar edip salihlerle beraber olmuştunuz; Rasulü örnek almıştınız ya şimdi netice… 

“ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ -  Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmran 31)

Allah sizi mağfiret edecek, küçük büyük ne yaptınızsa vazgeçecek Allahu Teala. Şimdi siyasiler birbirlerinin davalarından vazgeçiyorlar, belli şeylere af çıkarıyorlar, vergi borçlarını kaldırıyorlar ya; Hakk’ın affı buna benzemez… 

Allah’ın yanında günah sayılan, hata sayılan her ne çeşit varsa… Allah’a karşı yapılmış olan ne varsa Allah onlardan geçecek, sizi bağışlayacak, temizlenmiş olacaksınız… Bakın yine bizi O temizliyor ama biz sebeplere yöneliyoruz.

“ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ” Aslında Cenabı Hakk’ın böyle yapmak yani affetmek, sevmek esasta en çok hoşuna giden şey bu… O bunu istiyor. İstiyor ki siz böyle sebeplere yönelin, tevbenizde sadık olun, iyileri tercih edin. Sultanul enbiya’ya ittiba edin ki O (celle celaluh) da bunları vesile kabul edip sizi affetsin. Sizi musibet eliyle değil de muhabbet eliyle tutsun. Aradaki rabıta, ikram, ihsan, in’am, ziyadeleşsin kat be kat… Ama bize bunların sebeplerini de buyuruyor. Yani böyle bir yol takip ederseniz… 

İki yüz elli kişi şehit oldu Allah rahmet etsin. Bunlar Hakk’ın şehididir ama biz bunları “Demokrasi Şehidi” diye yaftalıyoruz! Allah bunların hesabını sorar bize. Demokrasi demek batıl bir dava demektir, şeytan oyunudur. Nasıl demokrasi şehidi? Bu insanlar mukaddesatları için, vatanları için, kutsi bir dava için şehit oldular, demokrasi için şehit olmadılar. Olanlar varsa ayrı biz onu takdir edemeyiz ama bizim gördüğümüz bu. Şimdi biz bu insanlara demokrasi şehidi diyoruz. “Kim batıl bir dava için savaşır ve ölürse o bizden değildir.” buyuruyor Cenabı Peygamber aleyhissalatu vesselam. 

Asrı saadette bir savaşta bir kişi öyle mücadele etmiş ve kahramanca ölmüş ki sahabe ona gıbta etmişler. Şimdi o cennetin şurasındadır, cennetin burasındadır diye kendi aralarında ona yer beğeniyorlar. Efendimiz bunları işitiyor ve buyuruyor ki, “O şu anda ateştedir.” “Nasıl ya Rasulallah nasıl ateşte?” diyor ashab. “Onun gayesi Hak değildi. O kendi kahramanlığından bahsedilsin diye ve kendi kabilesini korumak için savaştı, Allah için savaşmadı. Onun için yeri ateştir.” buyuruyor Cenabı Peygamber.

Şimdi biz hem şehid diyoruz hem de kalkıp demokrasi yaftasını vurup adeta adamları cehenneme göndermek istiyoruz. 

Şimdi insanlar sokaklara çıkıyor keşke biz de şehit olsak diyorlar. Bu güzel bir arzu… Mevlana’nın güzel bir ifadesi var. Buyuruyor ki, sen sahabe dönemine yetişemedin, Cenabı Peygamberi göremedin diye üzülme, endişe etme. Gül mevsimine yetişip gül bahçesine giremedinse gül suyu dökün, gül suyundan gülün kokusunu almaya çalış… Peygamberin ashabına yetişemedin o hayatı yaşayan müminlere karış. Öyle bir cemaate karış… Gül suyu mesabesinde gül bahçesinde olmuş olursun. 

Şimdi savaşıp şehid olamadın adeta Cenabı Peygamber bu anlamda gül suyu sunuyor bize. Şehidlik, şehadet gül ise ve bu da bir ilahi nasip işiyse Efendimiz bize bir gül suyu veriyor:

“مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِي عِنْدَ فَسَادِ أُمَّتِي فَلَهُ أَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ”

“Kim ümmet içinde fitne, fesat, tefrika alıp başını gittiğinde bir sünneti ihya etmeye, bir sünnete ittiba etmeye çalışırsa; Peygamberin hayatından ahlakından, O’nun güzelliklerinden bir güzelliğe bürünürse, onu kendine şiar edinirse o sünnete intisap ederse bu kişiye yüz şehid sevabı vardır.”

Niye bunu yapmıyoruz? Ama meydanlarda şehid olmak istiyoruz. Orada şöhret var çünkü… Ama bir sünneti işlersen senin iç aleminde, haleti ruhiyende, senin amelinde yüz şehitlik var… Buna talip değiliz. Şimdi ne kadar inandırıcı olur bu? Buna talip olmayan bir insan gidip meydanlarda şehit olsun ne kadar inandırıcı olur. Dünyada belki buna inanılır, burada insanlar bizi kahraman yapabilir. Bu işin öbür tarafını düşünmek durumundayız…

Yine Efendimiz -mealen- buyuruyor hadiste… Bir şehidi Cenabı Hakk’ın huzuruna getirecekler Cenabı Hak ona soracak:

- Sen niye şehid oldun? 

- Ya Rabbi senin rızan için, vatan için, mukaddesat için şöyle cenk ettim, böyle kafir öldürdüm, böyle yara aldım vs. diyecek. Cenabı Hak ona buyuracak ki:

- Sen yalan söylüyorsun. Sen kahraman olmak için, millet senden bahsetsin diye yaptın. Adın gazetelere çıksın, televizyonlara çıkasın diye, programlarda seni göstersinler, bak böyle kahraman… desinler diye yaptın bunları. Bu karşılıklarını da dünyada aldın. Burada sana bir pay kalmadı. Yüzünün üstüne sürünerek buyuruyor Cenabı Peygamber o cehenneme gidecektir. Allah esirgesin… 

Buradaki hadisenin de çok bir önemi olmuyor o zaman. Önemli olan şey Allah’ın buyurduğu… O bizi tevbeye davet ediyor, temizlenmeye davet ediyor, sadıklarla beraber olmaya davet ediyor ve bunun neticesinde bizi mağfiret edeceğini, bağışlayacağını, bizi seveceğini müjdeliyor. Hak bizi sevdi mi de mesele tamam oluyor. O severse âleme sevdiriyor. 

Biz derdimizin ilacını Kur’an-ı Kerim’de ve Rasul’ün hayatında aramak zorundayız. Başka fikirler, başka anlayışlar bunların hepsi dedikodudur, hepsi zırvaat bunların. Cenabı Hak bunlardan uzak durmamızı emrediyor. Lokman Suresi’nde öyle buyuruyor:

“وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُواًۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ”

“İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.” (Lokman, 6)

Boş sözler, boş lakırdılar, dedikodular bunlar nerede yayılırsa yayılsın; ister böyle halk meclislerinde, ister basında, yayında, televizyonda ister siyasette… nerede yayılırsa yayılsın bunlardan uzak duracağız. 

“ وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ - O (müminler) ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (Müminun, 3) Dilinizi bu boş sözlerden muhafaza edin, yüz çevirin bunlardan. Size dünyada ve ahirette faydası olmayacak değerlendirmeler, fikriyatlar, sözde çözüm yolları… Bunlardan yüz çevirin. 

Çıkış:

“ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ - Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 28)

Gönüllerin huzuru değil mi istenilen… İnsanlık için istenilen insan kalbinin, insan zihninin itminana ermesi, huzur bulması, sekinete erişmesi değil mi?.. Bu ancak Allah’ın zikriyledir buyuruyor Cenabı Hak. O zikirden kasıt İslamdır. O zikirden kasıt Kur’an’dır. O zikirden kasıt Kur’an’ın ve İslam’ın bizden istediği ameliyedir, kulluktur. 

Çözüm buradadır. Biz bunu gidip başka şeylerde ararsak başımıza gelen meseleyi arttırırız. 

“ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ - Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 7) buyuruyor. Eğer siz Hakk’ı tanımazlık yaparsanız, nimeti başka yerlerden bilir başka sebeplere yönelirseniz azabınız artar, çoğalır, işin içinden çıkamazsınız. 

Şükürcü olmak lazım… Şükür, nimeti nimet sahibi adına kullanmaktır. Mun’imi/nimeti vereni unutmaksızın o nimeti O’nun yolunda, O’nun rızası için, O’na ulaşmak için vesile kılmaktır, şükür. Yoksa bu işin başka çıkışı olmaz. Bizim Allah’ın zikrinden başka, Kur’an’a dönüşten başka kurtuluşumuz yok. 

“ وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً - Her kim de Benim zikrimden yüz çevirirse mutlaka ona dar bir geçim vardır.” (Ta-Ha 124) buyuruyor Rabbimiz. Siz ne zaman ki Kur’an’dan uzaklaşırsınız, Kur’an’a sırt dönersiniz, Allah’ın hükümlerini hafife alırsınız, Hakk’ı tanımazlık yaparsınız, Allah’ın zikrini terk edersiniz; bu zikri ihya etmeye çalışan, Allah’ın zikrini hayata geçirmeye çalışan cemaatleri tenkit edersiniz, bunlara karşı cephe alırsınız sizin için dar bir geçim, zor bir hayat, sıkıntılı dönemler vardır buyruluyor. 

Cemaatler de zikrin bir parçasıdır. Kur’an insanla tev’emdir. İnsan için vardır Kur’an. Öyleyse sen Kur’an’ı alıp insanı öldürürsen Kur’an’ı yaşatamazsın. 

Hani bir İslam âlimi diyor ya eğer Allah ile berabersen, Allah sana yar ise Yusuf misali zindan da olsan saraydasın. Zindanlarda olsan senin gönlün Hakk’ın izzet sarayı. Huzurlusun, rahatsın... Ama Allah’a yar değil de ağyar isen Allah’tan uzaksan, Allah’tan gafilsen sen sarayda olsan zindandasın. O saray seni sıkar, daraltır, bunaltır… 

Dar bir geçim var… İşari tefsirlerde “ضَنْكا” ifadesini yedi başlı bir canavara teşbih etmişler ki yedi makamlı nefsdir demiş sufiye hazeratı. Yani Cenabı Hak seni nefsinle baş başa bırakır, perişan olursun. Emmare olan nefs altından girer, üstünden çıkar. Nefsinle baş başa kalırsın... Allah Rasulü ne buyuruyor “Gözümü açıp kapayıncaya kadar dahi Ya Rabbi beni nefsimle bırakma!” Geçmişi geleceği bağışlanmış, masumiyetin merkezinde olan Habib makamına, sevgili makamına gelmiş bir insan buyuruyor ki; beni nefsimle baş başa bırakma Ya Rabbi!..

Efendimiz’in habib-sevgili oluşu Kur’an’da yok ama vakıada var. Ayetlere de baktığımızda Hakk’ın en sevdiği insan… Zayıf bir hadistir, halkın lisanında, halkın kelamında olan şeyler Hakk’ın kudret kaleminden çıkmıştır. Eğer bunu bu Müslümanlar söylüyorlarsa “Habibullah” diyorlarsa O’na, demek ki Allah O’nu o makama getirmiş ve bize O’nu öyle tanıtıyor, öyle sevdiriyor, gönlümüze öyle geliyor. Zahiren mecaz bir mana Habibullah, mahbubiyet makamına getirmiş Efendimiz aleyhissalatu vesselamı. Elbette ki O’nunla birlik olanlar, O’nunla beraber olanlar O’nun hürmetine, O’nun hatırına değişik nimetlere nail olacak…

Böyle bir konumda olan bir insan buyuruyor ki; beni nefsimle baş başa bırakma Ya Rabbi. Şimdi düşün ki sen azgın nefsinle baş başa kalsan… Beş vakti zor kılıyoruz yahu, insaf edelim… Namazı zor kılıyoruz bir çare, bir çözüm bulsak da kılmasak… Bazı böyle reformist kişilerin verdikleri fetvalar da hoşumuza gitmiyor değil: Takdim tehir, toptan kılma veya Fetönün verdiği fetva; ima ile kılma… Hoşumuza da gidiyor bunlar, nefs bunlardan gıdalanıyor. Bir de düşün ki bütün bütün bu nefsinle baş başa kalsan… Cenabı Hakk’a karşı “Sen sensin, ben benim!” demiş bir varlık sana neler demez. 

İşte bu yüzden kal’a-i ilahi olan Allah’ın zikrine koşacağız. Kur’an’ın kalesine gireceğiz, Kur’an’ın korumasına gireceğiz.

“طٰهٰۜ مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ”

“Ta-Ha. (Ey Muhammed!) Biz Kur’an’ı Sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah’ın azabından) korkacaklara bir öğüt (bir uyarı) olsun diye indirdik.” (Ta-Ha, 1-3)

Ey Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)! Sana Kur’an-ı Kerim kendine eziyet edesin diye, teşkale edesin diye veya sırf mücadele aracı olarak verilmedi. Şimdi biz Kur’an’ı sadece cedel meselelerinde kullanıyoruz, Kur’an bunun için verilmedi. Ancak kim huşu isterse, kim Allah’tan korkmayı arzularsa Allah’a dönmek isterse, Allah’a yakin olmak isterse onu temizlemek için, tezkiye etmek için; ona bir zikir olsun, nasihat olsun, öğüt olsun, ölçü olsun, temizleyici olsun diye verildi. Kur’an’la temizlenmemizi istiyor Cenabı Hak. Kur’an’ı kılıç gibi kullanmamızı istemiyor. Kur’an’la amel etmemizi istiyor, Kuran’ı zikretmemizi istiyor. Onu hiçbir şekilde unutmamamızı istiyor. Unutmamak sadece ezberde tutmak değil, hayatta tutmaktır… Rabbimiz bizden bunu istiyor. İşte cihad, mücadele, hizmet… Her ne diyorsanız, bu yolu açmaktır. Bu yolu açıp insanları bu yola davet etmektir. Bunun dışındakiler lehvelhadis kavlindendir, hepsi boş sözdür, hepsi marazdır. Yüz çevrilmesi gereken şeylerdir. 

Biliyorsunuz Cenabı Hak melekleri Âdem’e secde ettirmiştir. İbadeten değil, hürmeten ve itaaten meleklerin secde etmesini istemiştir. Bu Âdem’in kemalini bize anlatır. Ademiyetin ne demek olduğunu anlatır. Âdem’den kastımız insan… Burada konu olan peygamber olan Âdem değil. Âdem’in peygamberliği değil ademiyeti… Âdemin kemalini anlamak için Cenabı Hak bunu emir buyurmuş, İnsan bu kadar kıymetli; melekleri ona secde ettiriyor. Ve o Âdem’e nübüvvet veriyor. Meleklerine vermediği bir görevi veriyor. Beşeriyetin hayal dahi edemeyeceği bir görev; nübüvvet tacını giydiriyor, Âdem’e nasip oluyor bu. Niye? İnsanlar ona itaat etsin diye. Sonra dönüp Kur’an ifadesiyle buyuruyor ki;

“ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ - Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin!” (Nisa 59) Allah’a itaat ettiğiniz gibi Rasul’e de itaat edin. Başka bir fermanında Cenabı Hak:

“اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً - Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de O’na salat edin, selam edin.” (Ahzab 56) buyuruyor. Teslimiyet üzere, ihlas üzere, müthiş bir samimiyet üzere O’nu selamlayın. O’na sevginizi, muhabbetinizi bildirin. O’na imanınızı bildirin. O’na itaatinizi bildirin. O’na saygınızı, bağlılığınızı, sevginizi, hürmetinizi, hizmetinizi gösterin. Salâvattan böyle farklı manalar çıkıyor. 

Bu teslimiyet oradan başlıyor ve bakın misal biz namazda bir kişinin bir insanın (imamın) ayaklarına adeta secde ediyoruz. Onunla birlikte hareket ediyoruz. Bir cemaat niyetinde imama uymayı kast etmeden imamın arkasında namaz kılsa namazı olmaz. Cemaatle kılmış sayılmaz. Bakın niyet, bir teslimiyet alametidir. Türkçe’de “uydum imama” diyoruz. Uydum imama demezse imamın arkasında namaz kılsa bu kişinin namazı olmaz. 

İmam Şafiî bu meseleyi biraz daha güzel izah ediyor, teslimiyete bir bilinç katıyor. Diyor ki; bir kişi sadece “نَوَيْتُ اَنْ اُصَلِّي - Ben namaz kılmaya niyet ettim.” dese imama uymak için bu kâfi değildir namazı olmaz, niçin imama uyduğunu söyleyecek. O yüzden “Âlemlerin Rabbi için ben namaz kılmaya, imama uymaya niyet ettim.” diyecek. Yüce olan, ibadete müstehak olan, ilah olan, ma’budi hakiki olan Allah için ben namaza ve imama ittibaya niyet ettim, diyecek. Bu, bilinçli bir teslimiyettir. Niyet de aslında bu bilinci insanın içine yerleştirmek içindir. 

Şimdi deniliyor ya körü körüne teslimiyet… Bu müminin hali değildir zaten. Mü’min şuurludur, mü’min bilinçlidir, mü’min firasetlidir. “Onun bakışından korkun, Allah’ın nuruyla bakar” buyuruyor Cenabı Peygamber. Mü’min üstündür, anlayışıyla üstündür. 

“ وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ - Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Âl-i İmran 139) buyuruyor Allahu Teala. 

Siz müminseniz, iman etmişseniz, imanın farkındalığına varmışsanız; İslam’ın, müslüman olmanın farklılığını anlamışsanız, aidiyet hissine Allah’a ait olduğunuz hissine sahipseniz siz üstünsünüz, yücesiniz. Öyleyse mü’min bilinçlidir, mü’min firasetlidir, mü’min basiret sahibidir. Eğer bunlarda sıkıntı varsa imanında sıkıntı var zaten bu kişinin. 

Ama bu teslimiyet olmaksızın da hayat yürümez. Allah için itaat duygusu olmazsa hayat yürümez. İmama iktida etmezsek, itaat etmezsek namaz olmaz. “Sizden olan emir sahiplerine itaat edin.” buyuruyor Cenabı Hak. O emir sahiplerine itaat olmazsa fitne olur, fesat olur, savaş olur, ihtilaf olur. Masiyet olmadıkça, Hakk’a isyan olmadıkça, zulüm olmadıkça teslimiyet ve itaat gerekir, hürmet gerekir. 

Kavramları karıştırarak ve İslam’ın yaşanmışlığını bin beş yüz senelik kültürü, birikimi yok sayarak bir yere varmaya çalışmak bizi yanlışa götürür. Sanki dinin yeniden yorumlanması, modern bir yorum getirmek bizi fetullahlaştırır. O da buna gayret ediyordu. Yeni yorumlar getirmeye çalışıyordu. İnsanların anlayış kodlarıyla oynuyordu. 

“Her şey aslına döner.” Aslımıza dönmek durumundayız. Asıl nedir, ahkâmı ilahi, sünenatı Peygamberi aleyhissalatu vesselam ve İslam ümmetinin, İslam büyüklerinin tecrübeleri ki bunlar da Kur’an’ın tefsiri, sünnetin yorumu sayılırlar. Çünkü Rabbimiz buyuruyor ki;

“ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ - Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar huşu duyarlar.” (Fatır 28) Allah’ı en iyi âlimler bilebilir. Öyleyse bizim Allah’ı tanımak için, Allah’ın ilmini öğrenmek için, hakikatleri öğrenmek için âlimlere ihtiyacımız var. Allah buyuruyor ki, onlar biliyor. Huşu onlarda, huzur onlarda… Allah’tan gereği gibi huşu sahibi olan, korkan, titreyen, dikkat eden, kullarımızın içinde kendilerine bilgi verilenlerdir. Bu bilgi sadece kitaptan okumayla öğrenilmiyor. Allah onu dinde fakih kılacak, ona bir hayır verecek, bir hikmet verecek, gönlünü açacak…

“ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ - Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (Nahl 43 ) buyuruyor Cenabı Hak. Biz birçok meseleyi bilmiyoruz çünkü Rabbimiz buyuruyor ki; “Size az bir ilim verildi.” Biz hiçbir şey bilmiyoruz o zaman. Melekler diyorlarsa ki biz bilmiyoruz, Kâinatın Efendisi buyuruyorsa ki, “Seni gereği gibi ben bilemedim, ben bilmiyorum.” biz hiçbir şey bilmiyoruz. Öyleyse “Sorun!” buyuruyor Cenabı Hak. Bilmediklerinizi sorun. Kime; bilenlere, Allah’ın bildirdiklerine. Size acayip, garaip gelen şeyleri Cenabı Hakk’ın ulema dediği, huşuyu kalplerine lütfettiklerine sorun. 

Yani bu işler niye böyle oldu diye kafanıza göre oturup meselelerinizi yorumlamayın. Sorun bunları. Hazreti Selman buyuruyor ki, “Biz Rasulullah’a ayakkabımızın bağını bile soruyorduk ki yeşil mi olsun, sarı mı olsun.” Sorun buyuruyor Rabbimiz. Dininizi sorun, Rabbinizi sorun…

Hazreti Cibril bunu öğretiyor, geliyor imanı, İslam’ı soruyor, ihsanı soruyor, kıyameti soruyor Allah’ın Rasulü’ne. Bize sormanın edebini öğretiyor. Sormamız gereken şeyleri öğretiyor… Ne buyuruyor Rasulullah o huzurdan ayrıldıktan sonra, “O kardaşım Cibril idi, size dininizi öğretmeye geldi…” Sorularıyla size dini öğretmeye geldi. Demek ki bu dini öğrenmek için sormamız gerekiyor. Kime; gerçek bilenlere… Huşuya ermiş insanlara. Hakk’ın kendilerine hikmet verdiği insanlara, dinde fakih kıldığı insanlara… Rasulullah öyle buyuruyor; “Allah kimin hakkında hayrı murad ederse onu dinde fakih kılar.” Onun anlayış ufkunu açar, ona sadece kitaptan değil, kâtipten de ilim verir. 

İşte bu da itaati gerektirir. Hazreti Ömer, Hazreti Cibril’in en ince ayrıntısına kadar tarif buyurmuş. O huzura gelişi, şekli, şemaili, oturuşu… bütün bunlar bir edep manzumesi… Hadisten bunu anlıyoruz. Hazreti Ömer diyor ki: “Geldi Rasulullah’ın huzurunda iki diz üstü oturdu, Bir tıflı edib/edebli bir çocuk gibi… Ellerini uyluklarının-baldırlarının üstüne koydu… Ve Rasulullah’a o kadar yanaştı ki neredeyse dizleri dizlerine değecekti, o kadar yakın oldu Cenabı Peygambere. Huzurunda böyle oturdu ve O’na sorular sordu ve cevabı aldıktan sonra “Saddakte ya Rasulallah” dedi, tasdik etti.” Yani sıdkını bildiriyor, inandım tamam, bu anlattığına kaniyim, teslimim, itaatkârım, anlamında… 

Ömer efendimiz buyuruyor ki, “Biz şaşırdık. Hem bilmiyor soruyorsun hem de sonra dönüp ne doğru söyledin diyorsun, sanki imtihan edercesine…” Hâlbuki orada Hazreti Cibril itaati, ihlâsı öğretiyor. İlmi tasdik etmemiz gerektiğini, şüpheye düşmememiz gerektiğini, yersiz tartışmalara, ilmi mütalaalara girmemiz gerektiğini bize öğretiyor. 

Hz. Ömer devam ediyor, “Sorularını sorduktan sonra huzurdan geri geri, edeple çıktı.” Rasulullah Efendimiz buyuruyor, “Bakın ne tarafa gitti.” Ashab dışarı çıkıyor, bakıyorlar dışarıda kimse yok. Medine düzlük bir yer, nereye çıksa görülecek. Kimse yok dışarıda. “Ya Rasulallah dışarıda misafir yok.” Rasulullah buyuruyor ki: “O kardaşım Cibril’di, dininizi öğretmeye geldi. Dinin inceliklerini, güzelliklerini size öğretmeye geldi.” 

Şimdi bizde öyle bir şüphe hastalığı yerleşmiş ki; bir meseleyi misal bir Hocaefendiye soruyor bir cevap alıyoruz ama kani olmuyoruz, başka bir Hocaefendiye gidiyoruz. Kendi içimizde bile bakıyorum adam misal geliyor meseleyi bir Mustafa Efendi’ye soruyor, Hacı Mustafa Efendi’nin verdiği cevap onun nefsine ağır geliyorsa onu kabullenemiyorsa Bana geliyor. Bizden aldığı cevap da ona uymuyorsa bizim Hacı Ahmed’e gidiyor. Niye “Saddakte” diyemiyoruz. Yani bunu “Bizim sözümüz olduğu için kabul edin anlamında” söylemiyorum. Eğer delille bize bir şey söyleniyorsa Kitap’tan ve sünnetten bize bir şey söyleniliyorsa biz ona itaat etmek durumundayız. Acaba Hacı Ahmed, Hacı Vahdet, Hacı Mustafa farklı bir şey söyleyebilir mi, bize uygun bir şey söyleyebilir mi diye araştırıyoruz. 

Bu şüpheden kaynaklanıyor, bu gafletin ta kendisidir. Buna bir anlayış farklılığı diyemeyiz. İslam’ın temel meselelerinde anlayış farklılığı olmaz. Çünkü bu anlamda din birdir. Âdem’den günümüze din İslam’dır; birdir. Ve bu dinin temel prensipleri olan tevhid, risalet ve ahiret değişmemiştir. Peygamberler bu konularla ilgili farklı şeyler söylememişlerdir. Şeriatlarda farklılıklar vardır, bu da insanın kolaylığınadır. Zaman, mekân değiştikçe Cenabı Hak bazı hükümlerini değiştirmiştir. 

Eğer daha güzelini öğrenmek için bir gayret varsa ayrı, bu güzel bir şey. Yani azimete doğru bir çaba varsa bu güzel eğer yok sürekli ruhsatlara yöneliş varsa bu bizdeki ihlâsı, samimiyeti, muhabbeti öldürür. 

“Sizin kıymetliniz, takvayı da aşıp etkaya da ulaşanınızdır.” buyruluyor ayeti kerimede, mübalağa var ayette. Allah bizi etkaya davet ederken bizim hala ruhsatları aramaya çalışmamız bizim ne kadar gaflette olduğumuzu gösterir… 

Allah bize aşkı nasip etsin inşaallah. Zatına karşı, Rasulü’ne karşı, emirlerine karşı, dostlarına karşı, birbirimize karşı bize aşk versin ki o zaman bu iş kolay. 

Her kime bir nefes aşk selam eyledi, Gönlü ulaştı Hakk’a, anda karar eyledi…

demiş şair. 

Aşkın zerresi gönlümüze damlasa o zaman bîkarar olmaktan, kararsız olmaktan kurtulup bir karar oluruz, o zaman sabitleniriz.

“ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ - Ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed 7) buyuruyor Cenabı Hak. O zaman ayaklarımız Hakk’ın bizi istediği noktada sabitleşir. 

Allah bizi sabitkadem eylesin.

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort