JoomlaLock.com All4Share.net

BU RAMAZANI KENDİMİZE AYIRALIM

Bu Ramazanı Kendimize Ayıralım -  Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 102 - Haziran 2016

 

Bu Ramazanı Kendimize Ayıralım

 

Rahmet mevsiminin son ayı, rahmet halkasının son halkalarından olan ramazanı şerifin arifesine geldik. “Her geceyi Kadir bil, her insanı Hızır bil.” buyurmuşlar. Malum, bin aydan hayırlı olan o gece sene içinde özellikle de ramazanı şerif içinde saklı. İnşaallah hepimiz ramazanın her gecesini bir Kadir Gecesi şuuruyla, huzuruyla ihya etmeye çalışırız. Yine temenni edelim ki inşaallah receb ve şabandan beri ramazana hazırlanmışızdır. Cenabı Hak bizleri şimdiden onun şefaatine nail kılıp şikayetinden emin buyursun.

Bu mübarek ayların da bir ruhaniyeti, bir nisbeti, huzuru ve bereketi var. Malum, evveli rahmet ve bereket, ahiri cehennemden azat olma diye buyrulmuş. Yine şeytanların bağlandığı ay olarak nitelendirilmiş. Bu ayda yapılacak bir iyiliğe, bir güzelliğe/haseneye en az onla mukabele edileceği bildirilmiş. Nimetler oldukça çok. Ama inşaallah bizler de nimetin değil de rızanın, hakikatin talibi olarak Hazreti Mevla’ya gönül verip ramazanı değerlendiririz.

Bu ayda yapacağımız iftar da sahur da övülmüştür. İslam fukahasının bir kısmına göre iftar farz, sahur sünnettir. Yine bir kısmına göre sahurda abartılı yesen ve vefat etsen; şehit hükmünde olursun. Peki, niçin bu fetvalar? Oturun çok yiyin, patlayın anlamında değil elbette. Orucun sıhhati açısından.

Orucumuza çok dikkat edelim arkadaşlar. İnanıyorum ki hiçbirimiz Mevla unutturmadıkça, bilerek bir şey yiyip içmeyiz; bilinen haramları, bilinen günahları yapmayız. Ramazanda ve ramazan sonrasında bu konulara dikkat ediyoruz. Ama bilmeden, önemsemeden yaptığımız hatalar ramazanımıza halel getirebilir. Ne dünyaya ne ahirete yarayan boş, lüzumsuz ve çok konuşmalar; fuzuli yere çarşı-pazar dolaşmalar, işimizin haricinde dışarıda çokça oyalanmalar oruca zarar verebilir. Şeytanın bayrakla gezdiği yerlerdir çarşı pazarlar. İşimiz yoksa mümkün mertebe oralarda bulunmamalıyız. Mümin halveti, uzleti, inzivayı tercih etmeli. Mahzun yerleri, hüzünlü mekanları tercih etmeli; asude, mümtaz, sade mekanları mesken edinmeli.

Bu gezmelerden, tozmalardan hiç değilse ramazanda salim kalalım. Gözdür bu illa ki bir tarafa kayar; dildir bu bir mevzu açıldı mı o da karışmak, konuşmak ister. Nefesler sayılı, sınırlı ve bizler de bunları nereye harcadığımızdan sorumluyuz.

Hoca-ı Gucdevanî hazretlerinin düsturları olan kelime-i mübareke-i semaniyeyi (mübarek sekiz kelime) hatırlayalım. Bunlardan “Hoş der-dem” ilkesi hepinizin bildiği bir kaidedir. Alıp verdiğimiz nefesi nasıl alıp veriyoruz, bu nefesleri nerelere harcıyoruz bundan haberdar olmalıyız. O nefesi uyanık ve rabıtalı bir şekilde zikir ve tefekkür süzgecinden geçirerek alıp vermeliyiz. Bu nefesleri bozuk para gibi harcayamayız.

“Nazar ber-kadem” Gezerken bile ayakucuna bak demişler. Çarşıda pazarda ayakucuna bak yani kendine nazar et, başkasına bakma; kendinde ara kendinde bul. Sen, sende seyredemezsen başka bir yerde göremezsin. Kendinde temaşa edeceksin. Ayetelkübrâ (en büyük ayet) sensin.

Nakşîlerin seyri enfusîdir, afakta pek bir şey aramazlar. Aradıklarını özlerinde, kendilerinde aramışlar. Bu yüzden yolları kısa olmuş onların.

Hazreti Bestamî buyuruyor ki: “Bir gün hacca niyet ettim ve yola çıktım. Giderken bir meczup ile karşılaştım. Nereye diye sordu. Hacca gidiyorum, Allah’ın beytini ziyaret edeceğim dedim. Meczup da bana dedi ki; sen aradığını Bestam’da bırakmışsın, dışarıya gidiyorsun. Senin aradığın senden yabanda, senden uzakta değil. Sende bulamamışsan, ne Kabe’de ne Arafat’ta ne şurada ne burada bulabilirsin.”

Onun için ramazanı kendimizle uğraşarak geçirelim, bu ramazanı kendimize ayıralım. Başka bir şeylere meyletmeyelim. Çünkü yarın kıyamette Cenabı Hak bize önce bizi soracak, sağı, solu değil. Evet, daha sonra sorgulamada karşımıza onlar da gelecek ama öncelik biziz. O yüzden bu ramazan kendimizle uğraşalım. Samimi ve tarafsız olarak bir şeyin arkasına gizlenmeksizin adamlığımızı da ademliğimizi de her yönümüzle ortaya koyalım. Samimi olarak kendimize diyebilelim ki; sen şusun.

Nefsimizi emmarede araştıralım, bu merhaleden başlayalım. “Canım biz iman etmişiz?” demeyin. Neye iman ettin sen, nasıl iman ettin sen? İman ettiğin şey hakkında ne biliyorsun? Bunca sene masal okudun durdun, göz yumdular sana. Bir türkü var diyor ki; “Tello gider, yan gider Tello/Açma yaram kan gider Tello” Anlayacağınız bu konuyu açarsak kan gider, açmayalım.

Emmarede kendimizi bir arayalım, bakalım ki ne durumdayız, hangi sıfatlarla muttasıfız? Hangi mahluka benziyoruz ve üzerimizde hangi mahlukatın özellikleri, sıfatları, ahlakı var? Buna cehd edelim ve koyun oluncaya, kuş oluncaya kadar değiştirelim bunları. Kuş derken kartal, akbaba, şahin, atmaca gibi yırtıcı olanlar değil; güvercin gibi, muhabbet kuşu gibi, yusufçuk gibi… Çok zorlanacağız bunda. Çünkü kendimizi öyle yerlerde biliyoruz ki, bize göre biz nefsi safiyye makamına ermişiz.

Her konuştuğumda da aklıma gelen bir hadise var, Allah nefsime hidayet etsin, elimden tutsun. Bir yerde birisi konuşma yapıyordu, diyordu ki: “Bendeniz, acizane nefsi safiyye makamında bir kardeşiniz olarak…”

Hazreti Yusuf (as)… Allah ona ilmi, hikmeti, sırrı vermiş… Diyor ki:

“اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ- Nefs aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf 53) Ayetteki manadan şu çıkıyor ki ben nefsi emmaredeyim. -Haşa ve kella, tenzih ederiz bütün enbiyayı zişan hazeratını- Yusuf gibi bir gönül sultanı ben emmaredeyim derken, bizler kendimizi safiyyede görüyoruz.

Nefslerin başlangıcı emmaredir… “اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ” buyuruyor Hazreti Allah. Ancak Allah merhamet ederse, lütuf buyurursa, kerem desti ile seni tutarsa bu müstesnadır; Allah’ın merhamet ettiği, gönüllerini nazargah kıldığı, murad ehli olanlar müstesnadır.

Oruçlarımızı O’nsuzluk ile, Hak’tan ve hakikatten uzaklıkla zedelemeyelim. Oruçlu iken evde kendi ailelerimizle bile malayaniye düşmeyelim. Bütün bedenimiz, ruhumuz, sırrımız, zikrimiz oruçtaki hikmeti anlasın ve oruçla bereketlensin. Açlığı ama yemeğin-suyun açlığını değil, ihsanın, irfanın, hakikatin açlığını bütün iliklerimize kadar hissedelim. Acıkalım, ferimiz kesilsin ve Hazreti Allah ile, O’nun aşkıyla, O’nun şevkiyle, O’nun cezbesiyle, O’nun istiğrakıyla, O’nun vecdiyle iftar edelim. O’na acıkalım ve O’nunla iftar edelim. Ramazanı böyle geçirmeye gayrete delim. Bir çeşit mutekif hayatı yaşayalım, sanki itikaftayız…

Ailelerimizden yana da perhiz yapalım, itikafa girelim. Orucun bir anlamı da bu; orucun şehvet üstünde de bir etkisi olmalı. Ama biz ramazanda öyle yiyoruz ki maalesef daha da azgınlaşıyoruz. Hep söyleriz “Bu ramazan kilo aldık!” Nasıl oluyorsa! Açların halinden anlayalım, bir sosyal eşitlik olsun diye Cenabı Hak orucu bize emrediyor, hikmetlerinden birisi bu. Ama biz kilo alıyoruz, şişmanlıyoruz. Yahu niye bizim her şeyimiz böyle tersine işliyor anlamıyorum ki? İşte bu yüzden acıkamıyoruz… 

Çok yiyince çok uyuyoruz. Uyku da ayrı bir derdimiz. İstisnalar kaideyi bozmaz içimizde on saatten aşağıya uyuyan yok. Yazık bize!

Derviş kısmına dört saat uyku kafi, seni zinde tutar. Hadi iki saat de benden olsun altı saat yat uyu. Ama on saat… Ömrü uykuda geçirmişsin. Ondan sonraki vaktin de yemekte, tuvalette ve laklakta geçiyor. Geriye bir zaman kalmadı kardeşim, elbette vazifelerini yapamazsın.

Mute’de Allah Rasulü’nün verdiği listeye göre Hazreti Zeyd ile başlayan o şehitler silsilesi Hazreti Cafer ile devam ediyor ve sıra Abdullah ibn Revaha’ya geliyor (ra); elinin parmaklarını götürüyorlar bir kılıç darbesiyle. Sallanıyor parmaklar kopmamış, canı çok yanıyor. Perişan bir vaziyette ağrıya dayanamıyor ama Allah Rasulü buyurmuşlar ki; “Zeyd bin Harise de şehit olursa İbn Revaha sancağı alsın, orduya liderlik yapsın, kumandanlık yapsın.” İbn Revaha ağrıdan bir şey yapamıyor, parmaklarının derdine düşmüş. Bir anda aklını başına topluyor; “Alemlerin Efendisi bana güvendi, beni öne geçirdi, ben parmaklarımı öne geçiriyorum. Hayır!” diyor, elini ayağının altına koyuyor, bastırdın mı “Ya Allah Bismillah!” diyor koparıyor. Acı bu kadardı, diyor. Ondan sonra acımıyor daha parmakları ama başka yeri acıyor, gönlü acıyor, kalbi, ruhu acıyor. Daha elinin acısını hissetmiyor.

Hocam başım ağrıyor, dişim ağrıyor, şuram ağrıyor diyorlar... Başın bir gün ağrır, dişin bir gün ağrır. Ertesi gün ağrıyan yerlerinin ağrısını hissettikçe başınla meşgul olmazsın.

Bu meydanda nice başlar kesilir

Hiç soran olmaz

diyor Yunus. O sese kulak verirsin, başım feda olsun dersin. Senin şu anda kalbin ağrımadığı için, ruhunun sancılarını hissedemediğin için, ümmetin iniltilerini duyamadığın için senin başın ağrıyor, senin dişin ağrıyor, karnın ağrıyor, ondan uyuman gerekiyor hep… Uykusuz cephede sürünenleri bir görsen, seyretsen… Hazreti Ömer misali hutbeden İran’ı seyrettiği gibi bir de sen seyretsen; Irak’ı seyretsen, Filistin’i, Çeçenistan’ı seyretsen bak uykun kalır mı?

Ağrıyacak yerlerimiz hiç ağrımıyor, kırılası başımız ağrıyor, şuramız ağrıyor, buramız ağrıyor. Neremiz ağrısa canımız orada… Midemiz biraz guruldadı mı hemen koşalım yemek yiyelim. Bu yüzden hiç nafile oruçla aramız yok. Tefekkür etsen ki; Kainatın Efendisi üst üste taşları karnına bağlamış, bak daha guruldar mı karnın? Hazreti Ali, Hazreti Fatıma cennet gülleri, bu kainatın gerçek sahipleri…

“اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ- Yere muhakkak benim salih kullarım varis olacaktır.” (Enbiya 105) buyuruyor Hazreti Allah, onlar için. Arzın gerçek sahipleri üç gün, dört gün su ile iftar-sahur ediyorlar ne karınları gurulduyor, ne bir yerleri… Bir parça hurmaları var, tam iftar edecekler kapı çalıyor. Bir fukara diyor ki; “Şu kadar gündür ağzıma bir lokma girmedi, Allah için!” Fatıma annemiz veriyor hurmaları; “Bizim suyumuz var elhamdulillah!” buyuruyor. Sofralarımızı düşünelim; kuş sütü kuru üzüm eksik… Hurmayı veriyorlar ve su ile iftar ediyorlar. Sahur oluyor, Alemlerin Efendisi haber gönderiyor; “Bir misafirim var ama evde ikram edecek bir şey yok. Onlarda bir şey varsa versinler, misafire ikram edeyim.” buyuruyor. Kainatın Efendisinin evinde iftar edecek bir şey yok… Canım çıksın, benim evimde bir senelik erzak dolu, gözüm etmiyor ki birisine vereyim. Muhammed’in (sav) şerefi hepimizin şerefidir, diyorlar hurmalarını veriyorlar ve yine suya kalıyorlar. Sahurda yine su içiyorlar.

Şimdi biz böyle şeyleri cezaevi mahkumlarından işitiyoruz. Ceza evlerinde açlık grevi yapıyorlar. “Dünya müminin zindanıdır.” buyuruyor Peygamber. Bize de şu dünya bir cezaevi değil mi? Biz de bir ceza evindeyiz, yarı açık bir cezaevi bu dünya bize…

Ertesi gün farklı bir şeyle karşılaşıyor Hazreti Ali. Hasılı üç gün, dört gün boyunca su ile iftar-sahur ediyorlar. Cenabı Hak haklarında ayeti kerime inzal buyuruyor, onları ayet ile müjdeliyor. Onlar o kadar memnunlar ki bir mümin ile paylaşmaktan dolayı… Bir kardeşlerine verdiler diye çok memnunlar, huzurlular. Karınlarının gurultusu da o yüzden zikirden sayılıyor.

Ramazan, imtihan ayı ramazan… Herkesin akının karasının önüne düştüğü bir ay ramazan… Rabbim biz niyet ediyoruz bu ramazanı Seninle geçirmeye, bizi dostluğuna kabul buyur ya Rabbi. Ramazanı Seninle geçirme şerefeni bize lütfeyle. Geçmiş ramazanlarımızdan farklı olmasını lütfeyle ya Rabbi. Geçmiş ramazanlar geçti; ömür geçti... Geride ne kadar var bilmiyoruz. Ne kadar bir sermayemiz kaldı bilmiyoruz arkadaşlar. Ömrümüz geçti, hiç değil kalanını Allah ile geçirelim. Kalanını; Rasulullah ile, zikrullah ile, hazreti Kur’an ile, müminlerle, cemaatle geçirelim.

Elbette size demiyorum ki her şeyinizi terk edin; meseleleri böyle anlamayın. Eliniz kârda gönlünüz yarda olsun. Çalışın ama kendiniz için değil yine Allah için çalışın. Çalışın; işyerlerinizde patron değil işçi gibi çalışın. Kendinizi o işyerinin elemanı olarak görün, sahibi olarak görmeyin; bu işyerinin sahibiyim diye bakmayın. Oranın bir personeli gibi ol, gönlün böyle olsun, mütevazı ol. Sen Hakk’a tevekkül kılar, Hakk’a teslim olursan Hak senin kefilin olur, sahip çıkar sana. Sen sahiplenirsen sana bırakır, hiçbir şeyine ilişmez. Sen Hakk’a tevekkül kıl, Hak her şeyine sahip çıksın.

Herkese minnetin var arkadaş. Ticari ilişkin gereği birçok insana minnetin var ama bir türlü Allah’a minnet etmeyi öğrenemedin. Borç aldığın kişilere minnetin var, mal aldığın kişilere minnetin var, sana yardımcı olan kişilere minnetin var… Ama bütün şu kainatın Razık’ı, Halık’ı, Mucid’i Hazreti Allah’a minnet duyamadın bir türlü. O’nu minnet altına almak istiyorsun, sanki O sana hep borçlu... Sanki sen her istediğinde sana vermeye mecbur, her yorulduğun yere bir han yapmalı sana… Allah’a minnet duymayı, Hazreti Allah’tan istemenin usulünü öğrenemedin. “Nasıl istenir?” Bunun edebini bir türlü öğrenemedin, öğrenemediğin için de riayet edemedin, hukukunu bilemedin Hazreti Mevla’nın, O’nun hukukunu gözetmedin. İşinde yükselmek için devletin veya ticari çevrelerin koyduğu bütün şartlara uymak, onların koyduğu kuralları takip edebilmek için elinden geleni yaptın. Oyunu raconuna göre oynamak istedin ama Rabbine karşı hiç böyle bir mesuliyet hissetmedin. O’nun kurallarına riayet edecek bir hayat sürmek için çabalamadın.

Mesela bir ürün üretiyorsan TSE belgesi almak için, İSO kalitesine gelmek için dünya standartlarına girmeye uğraştın, uğraştın… Çünkü daha garantili satacaktın malını. Peki, niçin kamil bir mümin olmak, rızaya kavuşmak, vuslata ermek ve O’na kurbiyet kesbetmek için ilahi standartları yakalamıyorsun? İman için TSE belgesi, ameller için İSO kalitesi yok mu acaba? Uğraşman gereken alanlar bunlar değil mi, bunlar için yaratılmadın mı? Yaratılış gayen bu değil mi?

“وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ- Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)

“وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ - Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 99)

Ramazan deyince bende bunları çağrıştırıyor, bunlar hatırıma geliyor. Ramazan’ın başka çok daha rumuzları, gizli sırları var ama onlar lisan ile ifade edilmiyor. Bu söylenilenlere riayet edersen ramazan kendini sana açacak. Şehru’l-hüda - Hidayet ayı ramazan, Şehru’l-Kur’an - Kur’an Ayı ramazan, Şehru’l-Furkan - Hakla batılın birbirinden ayrıldığı ay ramazan… Ramazanda Kur’an’ın sırrına nail olabilirsin. Kur’an’ın esrarına, hakikatine vakıf, varis ve tev’em olabilirsin. Kur’an’la bütünleşebilirsin. Bunun için tekrar ediyorum bu ramazanı kendimize ayıralım, kendimizle meşgul olalım. Seyri enfusîye gayret edelim, yolumuzu hatırlayalım biraz; biz nasıl bir yolun yolcusuyuz, bunu düşünelim.

Pirimiz Abdülkadir Geylanî (ks) hazretlerinin üç aylar ve faziletine dair ufak bir risalesi var. Mütaala edelim, okumaya gayret edelim. İnce bir risale yormaz bizi. Bu ramazanda onu şöyle bir gözden geçirelim. Seyyid Ebu’l-Hasan en-Nedvî’nin (rh), Cenabı Hak derecesini âli kılsın, makamını cennete ulaştırsın, bedenini mübarek etsin, “Namaz, Oruç, Hac ve Zekât” diye İslam’ın temel dört rüknuna ait yine ufak bir risalesi var, okuyalım. Orucun hikmetini, faziletini orada görelim.

Her amelin ecri belirtilmiş hadisi kudside ama oruçlunun ecri bize aittir, buyuruyor Cenabı Hak. Oruçlunun ecrini bizatihi kendi üzerine alıyor Mevlamız. Bir tahdid yapmıyor, bir hudut, bir rakam belirtmiyor; şu kadar sevap, bu kadar sevap buyurmuyor, “Bize ait…” buyuruyor. Demek ki Cenabı Mevla oruçlularla hususen ilgileniyor. Biz de biraz hususiyet arz etsek, Allahımızla ilgilensek “فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ- Öyleyse yalnız Beni anın ki Ben de sizi anayım.” (Bakara 152) sırrı tecelli edecek. Siz ilgilenirseniz, anarsanız, beraber olmak isterseniz; ilgilenilirsiniz, anılırsınız, beraber olursunuz. Cenabı Hak hepimizi şuurlandırsın, ramazanın bereketiyle bereketlendirsin.

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort