JoomlaLock.com All4Share.net

KÂİNATTA HİÇ BİR ŞEY HİKMETSİZ DEĞİLDİR. BÜTÜN HİKMETLER DE SEBEPLERE BAĞLIDIR.

Kâinatta Hiç Bir Şey Hikmetsiz Değildir. Bütün Hikmetler de Sebeplere Bağlıdır -  Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 101 - Mayıs 2016

 

Kâinatta Hiç Bir Şey Hikmetsiz Değildir. Bütün Hikmetler De Sebeplere Bağlıdır

 

Kâinatta hiçbir şey hikmetsiz olmadığı gibi bütün bu hikmetler de bir sebebe tabidir, sebepler dairesinde cereyan eder.

“فَاَتْبَعَ سَبَباً كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ مِنْ وَاٰتَيْنَاهُ - Biz ona her şeyden bir sebep verdik. O da bir sebebe/yola tabi oldu .” (Kehf 84-85) buyruluyor. Biz buna adetullah veya sünnetullah diyoruz.

Allahu Teala kudretini çok farklı şekillerde sergileyebilir. Fakat işlerlik durumunda olan bütün eşya ve hadiseye baktığımızda bunların sebepler dairesinde olduğunu görürüz. Dolayısıyla kudretin farklı şekillerde sergilenmesi şaz hükmündedir, yok denecek kadar azdır. Şu halde kainattaki bütün eşya, bütün varlık zincirleme halinde birbirine sebeptir. Birbirini hikmetine, hakikatine, menziline ulaştırmak için bir vesiledir. Peygamberler de (asv) bu anlamda bir sebeptirler, vesiledirler. Cenabı Hak ayeti kerimede:

“يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ - Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 35) buyuruyor. Müminlere, bizlere hitaben Rabbimiz buyuruyor ki Allah’tan gereği gibi korkun. Yani Allah ile aranızı açabilecek her şeyden sakının.

Fakir -net anlaşılsın diye- bunun altını sürekli çizmek istiyorum; takva konusu günümüz müslümanları tarafından yanlış anlaşılmış bir hadisedir. Bizler, takvalı denilince çok namaz kılan, çok oruç tutan, Kur’an-ı Kerim’i elinden düşürmeyen, tesbihi hiç kenara bırakmayan kişileri algılıyoruz. Kur’an’ın zikrettiği takva bu değil. Kuran’ın zikrettiği takva bunları yapmaz anlamında değil; Kur’an’daki takva kavramı “sakınan” insan içindir. Kur’an; günahtan sakınan, Allah’ı incitmekten korkan, Allah’ın rahmetinden, mağfiretinden, hidayetinden uzak kalmaktan korkan insan için takva ifadesini kullanır. Yoksa takva/ittika kavramı Allah’tan veya Allah’ın azabından korkmak anlamında değildir. Yarın Allah’ın huzurunda O’ndan utanacak bir iş yapmaktan korkmak demektir. Mahşerde Allah’ın huzurunda seni utanca sevk edecek, sana rüsvalık getirecek bir işi yapmaktan korkman; işte takva budur.

İnsan namaza bu sebepten ağırlık verir; Allah’tan uzak kalmamak için… Zikre bu sebepten dikkat eder; Allah’a yakîn olmak için…

Mesela adamın tesbihi elinden hiç düşmüyor, sürekli namaz kılıyor ama dilinden de gıybet eksik değil; bu adam takva değil. Keşke bu adam emredildiği gibi namazını beş vakit kılsa ama gıybet etmese, malayanide bulunmasa, boş işlerle uğraşmasa.

Cenabı Peygamber’in (sav) bir bedeviye yani Arap yerlilerinden birisine ifadesi meşhurdur. Bedevi, İslam’ı öğrenmek için Peygamber’e geliyor ve: “Bana İslam’ı tarif, talim et ya Rasulallah?” diyor. Efendimiz de ona İslam’ın beş şartını; namazı, şahadetin manasını, orucun muhtevasını anlatıyor, haccı, zekâtı ona bahsediyor. O sahabe de güzelce dinliyor ve sonunda: “Bu kadar mı ya Rasulallah?” diye soruyor. “Evet, yapabilirsen bu kadar.” buyuruyor Efendimiz. O kişi de: “Ya Rasulallah, ben bu buyurduklarınızdan ne bir şey eksiltirim ne de buna bir şey eklerim. Bu dediklerinizi harfiyen yapmaya gayret ederim.” diyor ve kalkıyor oradan ayrılıyor. Efendimiz yanındaki arkadaşlarına buyuruyor ki: “Eğer bu kişi bu ifadesinde samimi ise, gerçekten böyle yapacaksa; cennetlik görmek istiyorsanız ona bakın.” İşte takva bu… Sakınmak… Emredileni yapmak kalan hadiselerden aşırı sakınmak…

Biz şimdi belli ibadetlere verdiğimiz önem kadar günahlara önem vermiyoruz. Toplumun rahatsızlığı bu… İbadetleri yaparken haramları terk etmiyoruz, şüphelilerden sakınmıyoruz, malayaniyi bırakmıyoruz. Bu sefer bu yanlış işler yaptığımız doğruları götürüyor. Cenabı Peygamber müflisi tarif ederken: “Ticarette kaybeden insan müflis değildir. Müflis kendinde bir şey var olduğuna inanıp da, mahşerde o var olduğunu zannettiği şeyler hak sahiplerine dağıtıldığında veya yanlışları, doğrularını götürdüğünde orada kendini gören, perişanlığını anlayan insandır.” buyuruyor.

Mesela adamın hanı, hamamı vardır ama sonradan kaybetmiştir. İhtimal ki kaybettiği şeyleri yeniden kazanabilir. Allah imkan verir yeniden apartmanları olur, hanları, hamamları olur, sermayeyi yeniden kazanabilir. Müflis ise; benim namazım, orucum, haccım var zannedip de mahkeme-i kübraya geldiğinde yanlışları doğrularını götürmüş, teraziye girecek bir doğrusu olmayan kişidir. İşte takva/müttaki bu duruma düşmekten sakınan, çekinen insandır. Okuduğumuz ayeti kerimede Cenabı Hak öncelikle bunu tavsiye buyuruyor. “يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ” Ey müminler imanınızın muhafazası için, imanın hep kâra dönüşmesi için Allah’tan korkun, sakının, ittika edin. İmana zarar verecek şeylerden kaçının. “وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ” Eğer Allah’a rağbetiniz varsa ve bu rağbeti arttırmak, Allah’a ulaşmak, kavuşmak, yaklaşmak istiyorsanız bir vesile ittihaz edin, kendinize bir vesile bulun. 

İman bir vesiledir, ilim bir vesiledir, bu ilimle amel bir vesiledir, Peygamber’e mutabaat bir vesiledir. Bunlar bizi Allah’a ulaştıran sebeplerdir, sırat-ı müstakim dediğimiz o yolun taşlarıdır. Dolayısıyla bizi temiz ilme, salih amele, Rasul’ü dürüst bir şekilde tanımaya ve O’na ittiba etmeye, İslam’ı güzel bir şekilde anlamaya sevk edecek bütün sebepler; alimler, kamiller, fadıllar, salihler hep birer vesiledir. Cenabı Hak böyle bir vesileye yönelin buyuruyor.

“وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ” İşte bu vesilelerinizle, sahip olacağınız bu değerlerle Allah yolunda mücadele edin. Korunmak, sakınmak, kaçınmak ve güzellikleri yapmak için mücadele edin. Buradaki mücadele etme, gayret anlamındadır. Sizler sebat edin, gayret gösterin, hizmet edin. Umulur ki böyle yaparak Allah’ın size vaat ettiği kurtuluşa erersiniz, selameti bulursunuz. İşte bu anlamda vesile gerekli. 

Fakat hiçbir zaman şu vesile de bu değil, diyemeyiz. Mademki hiçbir şey hikmetsiz yaratılmamış o halde her şey birer vesiledir.

Misal ne soğuk sebepsiz ne sıcak sebepsiz; ne yağmur sebepsiz ne kar sebepsiz… Öyleyse “Ben yağmurun rahmet olarak geldiğine inanıyorum çünkü yeryüzünü canlandırıyor. Ama kar felakettir, ben kara taraftar değilim, kar Allah’ın değildir.” diyebilir misin? Mademki her şeyin sahibi, hâlıkı, râzıkı, mâliki Allah’tır (azze ve celle), öyleyse o şeyi O’na karşı vesile edebiliriz. Kaldı ki eşref-i mahlûk olan, bütün halâyıkın/yaratılmışın en şereflisi olan insan ve bu insanın içinde de onun kâmili, mükemmeli olanlar elbette birer vesiledir. İnsanı kâmiller de Allah’a ulaşmamızda vesiledir. Onlar Peygamber yolunun yolcuları, kılavuzlarıdır. Bir ayeti kerimede o yolun taşlarını, işaretlerini bize haber veriyor Cenabı Hak:

“وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاً 

Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa 69)

Allah’ın nimetine ermiş, kendilerine Allah’tan bir nimet, bir fadlı ilahi, bir manevi kuvvet gelmiş o peygamberler ki bunlar o vesilelerin birincisidir. Allah’a giden yolun yolcuları ve takip etmemiz gereken insanlar… Yüz yirmi dört âlâ rivayet iki yüz yirmi dört bin peygamber var bu yolda, Allahu âlem.

“وَالصِّدّ۪يق۪ينَ” Ve o peygamberlere sadakatini ispat etmiş, sıdk ile onlara bağlanmış sahabeyi kiram (r.anhum ecmain). “وَالشُّهَدَٓاءِ” Allah için canlarını seve seve feda etmiş şehitler, Allah Rasulü’nün ehli beyti… “وَالصَّالِح۪ينَۚ” Sonra onları takip eden, ihsan sırrıyla onlara uymuş, onların haliyle hallenmiş, nübüvvetin/risaletin incilerinden üzerlerinde taşıyan, o güzellikleri bünyesinde toplayan salihler, veliler, kamiller… Bakın Cenabı Hak o yolun taşlarını, işaretlerini bize haber veriyor. 

“وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاً” Eğer anlarsanız, kadir kıymet bilirseniz; bunlar güvenilecek, uyulacak, tabi olunacak, vesile kılınacak ne güzel arkadaşlardır, ne güzel dostlardır.

Güzel arkadaş insanı güzelliğe götürür. Rasulullah (asv): “Kişi arkadaşının dinini üzeredir.” buyuruyor. Eğer biz de onları arkadaş edinirsek, onların hali üzere oluruz. Allah da onların güzelliğini tasdik etmiş.

Şimdi şunu sorabilirsiniz; şu A şahsının veya B şahsının Kur’an’da zikredilen güzel arkadaşlardan olup olmadığını ne bilelim? Yine Kur’an buna cevap veriyor:

“اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ” Agâh olun, dikkat edin, iyi bilin ve anlayın ki sizin aranızda, yeryüzünde Allah’ın velileri vardır. Allah’ın, sizden farklı sevdiği, seçtiği, farklı bir nazarla baktığı insanlar vardır, dostlar vardır.

“لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ” Allah onların üzerinden korkuyu, hüznü, kederi kaldırmıştır. Onlar ahiret hayatının emin insanlarıdır. Nasıl anlayacağız bunu?

“اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ” Onlar öyle müminlerdir ki, Allah’a öyle inanmışlardır ki: “وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ” İşte onlar gerçek takva sahipleridir. Onlar azami derecede ittika ederler, sakınırlar, kaçınırlar.

Sahabe Peygamberimiz’e soruyor: “Biz hangi alametlerinden bunların o ittika sahipleri, Allah’ın velisi olduklarını anlarız?” Efendimiz buyuruyor ki: “Onlar görüldüklerinde Allah hatıra gelir.” Onları görseniz, onlarla hemhal olsanız size Allah’ı hatırlatırlar. Yani vesile olur sizi Allah’a ulaştırırlar. Kalbinizde Allah muhabbeti, Allah aşkı, iman gayreti belirir, hizmet duygusu oluşur, sakınma anlayışı yerleşir. İşte Allah’ı hatırlatma böyle… Cenabı Hak bu vasıflara sahip insanları yeryüzünün velileri ve insanlığın en güzel arkadaşları olarak tarif buyuruyor.

Şimdilerde birileri bunları bize şirk aracı olarak göstermeye çalışıyor. Eğer bu güzel arkadaşlar vesile değilse, bu kendilerinden korku ve hüzün giderilmiş insanlar vesile değilse, vesile kim? İşte bunlar bizim -eskimeyen tabirle- pîşuvâlarımız, hakikat yolumuzun kandilleri… Bu yüzden hatm-i şerifin sonunda bir silsile okuyoruz. Yolumuzu aydınlatan o kandilleri zikrediyoruz. Peki, kim bunlar? Hazreti Nebi diye; Allah’ın Peygamberi, Peygamberler Peygamberi diye başlıyor silsile. O:

“وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ - Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107) müjdesine ve yine;

“وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً - Seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe 28) müjdesine nail olmuş olan;

“وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً - Seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle O’nun yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” emriyle de bütün bu insanlığa ışık ve kandil olarak, hidayet ve rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdir, elhamdulillah. Bu yol O’nunla başlıyor. Hemen akabinde “Sıddık” dediğimiz Ebu Bekir Sıddık (ra) geliyor. Çünkü Allah ona ayeti kerimede; “ثَانِيَ اثْنَيْنِ - iki kişinin ikincisi…” diyordu. O hicrete çıkan iki kişinin ikincisi idi. Allah ona Peygamberinin diliyle buyuruyordu ki:

“لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ - Sen üzülme (ey Ebu Bekir)! Allah bizimle birliktedir.” (Tevbe 40) Allah onunla olduğunu söylüyor. Öyleyse ben layık olmadığım halde iftihar ediyorum ki; ben Hazreti Ebu Bekir’le birlikteyim. Ben bugün onun yolunun yolcusu olmaya gayret ediyorum. Tozu olsam öpüp başıma koyacağım ama toz da olsam, taş da olsam onun yolunun yolcusu olmaya çalışıyorum ve yine onu vesile kılıyorum Allah’a ve Peygamberi’ne… Çünkü Allah buyurdu ki; biz onunlayız.

Nebi, Sıddık var, daha sonra Selman (ra)… Allah Rasulü’nün güzide sahabilerinden. “Selman ibn’ül-İslam - Selman İslam’ın oğludur” buyuruyor Cenabı Peygamber. Yine “Selman min ehli beytî - Selman benim ailemdendir” buyuruyor ve onu manevi evlat ediniyor. Bu bizim vesilemizdir, yolumuzun kandilidir. Daha sonra Kasım geliyor silsilede. Hazreti Ebu Bekir Sıddık’ın torunu… Kasım’dan sonra Hazreti Cafer gelir. Hazreti Ali, Hazreti Hüseyin, Hazreti Zeyne’l-abidin, Muhammed Bakır’ın oğlu olan ve İmam Cafer Sadık diye bildiğimiz İmameynden, ehli beytin büyüklerinden olan zat… 

Bunlar bu yolun kandilleri. Allah’ın yaktığı bu kandilleri kim söndürebilir? Ve bunlara tabi olan kim hidayete ulaşmaz ki? Bunları arkadaş edinen, bu güzel arkadaşlarla birlikte olmak isteyen kim Allah’a ulaşmaz ki?… Yeter ki samimi olsun. Silsile böyle devam ediyor…

Rabbimizin “وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ” emriyle işaret buyurduğu bu insanları vesile ediyoruz. Allah’ı tanımak, sevmek, O’na layık bir abd-i mahz olmak için bu insanlarla hemdem olmaya çalışıyoruz. Bu insanların nasihatlerini, vasiyetlerini, sohbetlerini, muhabbetlerini, menkıbelerini bilebildiğimiz kadar, kaynaklarımızdan ahzedebildiğimiz/alabildiğimiz kadar hayatımıza tatbik etmek istiyoruz ve yalvarıyoruz;

Ya Rabbi, sen bizi onlar ile haşreyle! O peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, salihlerle haşr eyle!

Eğer onları sevmek, onlara bağlanmak, onlarla rabıtalı olmak, onları vesile edinmek onlardan ilim-irfan almak şirk ise, -Allah şahid olsun, kâinat şahid olsun, hepiniz şahid olun- en büyük müşrik benim. Ben bu insanlara iman derecesinde bağlanmışım. Ben bu insanların Allah’ın yanında, Peygamber’in yanındaki kadru kıymetine inanmışım. 

İşte vesile edinmek ve kâmillerin bizi Allah’a ulaştırma yönleri, yöntemleri bu…

Cenabı Hak benim dünyaya gelmeme anne-babamı vesile kılmış ve bana ayeti kerimede Allah’a şükrettiğin gibi anne-babana da şükret diye emir buyurmuş (Lokman 14). Annem babam beni bu fani dünyaya, bu karışık ortama, bu sıkıntılı gurbet diyarına getirdi bıraktı. Böyle iken onlara şükretmem emrediliyor ve kimse de buna itiraz etmiyor. Şükür Allah’a olur anaya-babaya şükür küfürdür, demiyor.

Mürşidim ise Allahımızın “اَسْفَلَ سَافِل۪ينَ” diye tarif buyurduğu bu fani, bu alçak dünyadan beni alıyor ve âlâyı illiyyîne, ötelerin ötesine götürüyor. Bana arşa açılan yolu tarif ediyor ve beni tekâmül ettiriyor. Şimdi ben nasıl ona şükretmeyeyim/teşekkür etmeyeyim, nasıl onu sevmeyeyim? Ben mürşidi kâmil vasıtasıyla adeta hakikat âlemine gerçek doğumu gerçekleştiriyorum. Annem babam beni bu fani dünyaya doğurmuş, onlar beni baki hayata doğuruyorlar. Onların ruhaniyetlerinden, ilimlerinden, himmetlerinden, feyizlerinden ben kulluğu öğreniyorum, istikameti öğreniyorum, gerçek hayatı ve bu hayatın sahibini tanıyorum. Bunun hakkı nasıl ödenir ki?

Anam babam -Allah esirgesin- müşrik olabilir, kâfir olabilir ama böyle iken bile Cenabı Hak: “فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا - Sakın onlara “of!” bile deme, onları azarlama.” (İsra 23) buyuruyor. Kaldı ki -la teşbih- bize manevi baba hükmünde olan o mümin ve kâmil insanlar… Cenabı Hak onlara; “Onlar iman üzeredirler.” “Onlar takva üzeredirler.” buyuruyor. Biz buna hüsnü zan ediyoruz. Onlar bizi Allah’a ulaştıran, Allah ile aramızı düzelten sebeplerdir. Onlara teşekkürümüzü, mutabaatımızı, muhabbetimizi, hizmetimizi bu şekilde ifa edeceğiz.

Rabbim sevenleri bu yolda muvaffak kılsın. Sevmeyene, nasibi olmayana bizim söyleyecek bir sözümüz yok. İmam Efendi de buyuruyor ya: “İnsanlar kabul ederlerse birlikte hareket ederiz, beraberce bir yola gireriz; etmeyene söyleyecek bir sözümüz yok.” 

“لَـكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ” (Kafirun 6) Onun anlayışı ona bizim anlayışımız bize… Ama dediğim gibi aciz de olsam, garip de olsam ben bu yönümle, bu halimle iftihar ediyorum ki; şu ahir zamanda bir Allah dostuna tabi olma şerefini Allah bana bahsetmiş, beni dostlarından birine ulaştırmış. Ben adam olmadımsa o ayrı, o benim meselemdir, benim suçum, benim eksikliğimdir. Ama ben Hakk’ın dostlarından birini gördüm, Allah beni ona kavuşturdu, ona yetiştim. Onun eliyle bana Kendini tanıttı, bana dinimi öğretti. Adeta ben bu dinin besmelesini ondan öğrendim; Allah’a nasıl iman edilir, Peygamber’e nasıl tabi olunur, namaz nasıl kılınır ondan öğrendim.

Medreselerde okutulan ilimler on iki ilim diye bilinir toplumda. Ben değil on iki, belki yirmi iki ilimden ihtisas derecesinde, doktora derecesinde icazet aldım. Ama namaz kılmayı, abdest almayı, Allahu Teala’yı nasıl sevmemiz, Peygamber’e nasıl bağlanmamız gerektiğini o insanlardan öğrendim. İnsanlara nasıl muamele etmemiz lazım, arkadaşlık-dostluk-kardeşlik ne, hak-batıl ne, hidayet-küfür ne o insanlardan öğrendim. Ama ben bütün bunların kitaplarını yazacak derecede okumuştum ama okuduklarımı kendime yazamıyordum, bunlar bende yazılı değildi.

İmam Gazzalî gençlik dönemlerinde içi tefsir, hadis, fıkıh kitaplarıyla dolu büyük bir çuvalla bir seyahatteyken yolda haramiler tarafından durdurulur. Kervanda kimin parası, altını, mücevheratı, kıymet eden herhangi bir şeyi varsa getirsin, diyorlar. İmam çuvalı yanına almış, bir türlü bırakmıyor. Eşkıyaların reisi geliyor; senin çuvalında ne var, niye bu kadar sıkı tutuyorsun, diye soruyor. İmam Gazzalî de; bu sizin işinize yaramaz. Bunda kumaş yok, mücevher yok, para yok, diyor. Eşkıya resi ne var peki, diye soruyor. Bunda kitap var. Ben hocayım-âlimim kitaplarım var, diyor İmam da. Tamam, kitap olsun da niye onu bu kadar sıkı tutuyorsun, diye tekrar soruyor bu sefer eşkıya reisi. Kitaplarımı alırsanız, onlar zayi olursa ben bir şey yapamam, diyor İmam.

Bunun üzerine eşkıya asılıyor çuvala, alıyor bundan ve “Sakın bir daha kimseye ben âlimim yalanını söyleme. Şu âlemde senden cahili yok. O ilimler kitapta, sende bir şey yok. Sen nasıl âlimsin ki kitap olmasa bir şey yapamıyorsun? Sen kendine bir şey yazmamışsın, her şey kitaplarda yazılı. Sen âlim değilsin, hadi git yoluna…” diyor.

Bu cevabı alan İmam, Şam-ı Şerif’te Cami-i Emeviyye’nin minaresine giriyor ve on iki sene boyunca o kitapları kendine yazıyor. Kendine yazmayı anlayabiliyorsunuz, inşaallah. İlmi kendine yazıyor ve bugün İmam Gazzalî dünyanın her yerinde kabul görüyor.

Bizler de okumuştuk ama kendimize yazamamıştık. Kendimize nasıl yazılır bundan habersizdik. Millete rahat rahat anlatıyorduk; kitapta böyle diyor, şöyle yazıyor diye. Ama kâtipten haberimiz yoktu. O zatları, o kâmilleri, o salihleri görünce kâtibi tanıdık. Bir cümle, bir satırcık da olsa bize yazdılar, elhamdulillah. İşte biz de sizle o yazıyı okuyoruz; belki heceliyoruz ama okumaya çalışıyoruz.

Rabbim kimseyi nasipsiz bırakmasın. Belki bir insan için Allah’a imandan sonra en güzel nimet o; imanı işleyebilecek, cevhere çevirebilecek bir manevi zanaatkâr, bir kâmil insan bulmak… İman herkeste var, kimsenin imanını tartışmıyoruz. Elmas kömür madeni gibidir, altın kaya parçasıdır; işlenmezlerse kıymet ifade etmezler. Bizdeki imanı işleyecek olan o sarraf, o zanaatkâr da insanı kâmildir. Allah bizi onlardan mahrum bırakmasın. Onların sebebiyle, onların vesilesiyle bizi Kendisine layık kılsın inşaallah. Burada o iman cevherini işleyerek kaşıkçı elmasına çevirelim ve huzuru mahşerde o şekilde Rabbimize sunalım; kömür halinde değil.

“كل مولود يولد على الفطرة - Her doğan (İslam) fıtratı üzere doğar.” buyrulmuş. Her dünyaya gelen insan imanla dünyaya geliyor, Allah herkesi mümin yaratıyor. Ebu Cehil de mümin yaratıldı. Onda da iman vardı ama o imanını işlemedi, imanı kömür kaldı ve neticede mahrum oldu. Hazreti Ebu Bekir ise onu Muhammed sarrafına (asv) götürdü orada işletti. Ve neticede peygamberlerden sonra güneş onun üzerine doğduğu gibi kimsenin üzerine doğmadı. Allah Rasulü onun hakkında: “Ebu Bekir’in imanı bir kefede, bütün insanlığın imanı bir kefede olsa; Ebu Bekir’in imanı ağır gelir.” buyurdu. O imanını Peygamber’in nübüvvet tezgâhında işletti ve hiç kimse onun imanına yetişemedi. Biz de buna gayret edelim, bu insanları vesile edelim böylece imanımızı işlesinler, cevhere çevirsinler ki yarın ruzi mahşerde bir mahcubiyet yaşamayalım. 

Yunus Emre, Abdulkadir Geylanî’yi anlatırken şöyle buyuruyor:

Benim şeyhim beni Hakk’a götürür,

Bütün müşküllerim anda bitirir.

Muhammed’in sancağını götürür,

Abdulkadir gibi bir er bulunmaz.

O kâmiller öyle bir kafiledirler ki kervanlarını sessiz sedasız Allah’a ulaştırırlar, buyrulmuş.

Bugün hatırınızda, hayalinizde, bilginizde bana İslam büyüğü olarak söyleyebileceğiniz -günümüzün modern şaşkınlarından olmayan- şair, fakih, muhaddis veya müfessir olan her kim varsa, mutlaka bir tasavvuf, bir kâmil tezgâhından geçmiştir. Kâmilin tezgâhından geçmeyende manevi hayat olmaz.

Bizim tabi olduğumuz İmamı Azam’lar, İmamı Şafii’ler, İmamı Hanbel’ler hep sufidir ve büyük sufilere mülaki olmuşlardır. Onlardan ihlâsı, verayı öğrenmiş, zühd elde etmişlerdir. İmamı Hanbel, sahrada koyun çobanlığı yapan bir Allah dostuna tabi olmuş. İmamı Azam efendimiz, Rasulullah’ın torunlarından İmam Cafer’e tabi olmuş. Ondan manevi ilimler öğrenmiş. Aklımıza her kim gelirse böyle…

Meselenin şirk olma, afyon olma boyutuyla ilgili söylenenler bugün tartışılmaya başlanan ve içimize sokulmuş tehlikeli, imana zarar ifadeler.

Artık bu sözleri söyleyenlerin bazıları da reddedemiyor, kabul etmek zorunda kalıyorlar. Günümüzde radikal diye bildiğimiz anlayışın temsilcilerinden birisi -gıybete kapı açılmasın diye ismini vermeyeceğim- diyor ki: “Şeytan İslam’a karşı dünyaya iki din getirmiştir; birisi tasavvuf birisi de Şii’liktir. Bunlar şeytanın dinidir.” Hem bunu söylüyor hem de Abdulkadir Geylani’ye sahip çıkıyor ve diyor ki: “O bizim imamımızdır. Büyük bir muhaddis ve Hanbelî fakihidir. O zahiddir.” La havle ve la kuvvete illa billâh. Düşünün…

Kabul edersiniz ya da etmezsiniz ayrı bir konu ama bunu bir kardeş tavsiyesi olarak size söylüyorum, bunca senelik yaşantımdan elde ettiğim bir tecrübedir ki; kim böyle bir insanı kâmile, böyle bir hak dostuna yetişemeden, onunla sohbetleşmeden, onunla hemdem olamadan bu dünyadan ayrılırsa kendini yaşadım saymasın. O yüzden fırsat eldeyken, henüz hayattayken bu insanları arayalım, bulalım. Eskilerimiz ayaklarına demir çarık, ellerine demir asa alıp “Eğer gerekirse bunlar aşınana kadar o kâmili arayacağım.” diye karar kılmışlar. Ve diyar bi diyar gezmişler. Hayatın manasını anlamak için…

Yine Yunus’un güzel bir ifadesidir;

Yunus Emrem bunda bir mana var dedi,

Sen de bir kâmil mürşide var dedi.

Hazreti Musa’ya Hızır’ı bul dedi,

Bir kâmil mürşide varmazsan olmaz.

Âlimler, danişmendler cümle geldiler,

Kitaplar ellerinde bir yere koydular

Sen bu ilmi nerden aldın dediler,

Bir kâmil mürşide varmazsan olmaz.

Allah bizi kâmillerden ayırmasın…

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort