JoomlaLock.com All4Share.net

GEÇEN HER GÜN BİZİ ALLAH’A (cc) BİR ADIM DAHA YAKLAŞTIRIYOR

Geçen Her Gün Bizi Allah'a (cc) Bir Adım Daha Yaklaştırıyor - Yakub Hâşimî Hocaefendi

Sayı : 81 - Eylül 2014

 

Geçen Her Gün Bizi Allah'a (cc) Bir Adım Daha Yaklaştırıyor

 

İmam Efendimiz buyuruyorlar ki; “Mü’min odur ki Allah için bir iyilik yaptığında ondan dolayı mesrur olur. Bir hasene işlediğinde, bir güzel işte bulunduğunda o güzellik onu kuşatır, sarar ve huzur bulur; muhabbetlenir, şevklenir, gayrete gelir… Seyyiatıyla da, bir günah işlediğinde, hata yaptığında onu mahcubiyet sarar, mahzun olur ve Hakk’a karşı bir yanlış yaptım diye boynu/yüzü yerde olur. İşte bu neşe ve gayret, bu hüzün ve mahcubiyet imanın alametidir. Bu mü’minin Allah’a olan sevgisi ve hayâsının gereğidir.”

Arkadaşlar günler geçiyor… Suyun akışı gibi takvim yaprakları kopuyor. İçinizde genç yavrularımız var; Allah hepimize, onlara da hayırlı uzun ömür ihsan eylesin, doğdukları günü hatırlıyorum. İsimlerini vermiştim, bazılarının kulaklarına ezan-ı Muhammedî okumuştum. Bugün şimdi aranızdalar bakıyorum ki askerlik çağına gelmişler, iş güç sahibi olmuşlar. Ömür geçiyor… Geçen her gün bizi Allah’a bir adım daha yaklaştırıyor. Ölüm denilen terhise yaklaşıyoruz, adeta şafak sayıyoruz. Her gün kepin içine bir yıldız daha işaretliyoruz adeta. Ölüm de bir terhistir, dünyadaki askerliğimiz bitiyor. Ölerek vatan-ı asliyemize döneceğiz. İnşaallah cennete dönenlerden oluruz, buna gayret edelim. Gönülden âmin diyelim ama bilelim ki sırf âminle olmuyor. Âminlerimiz buna yetmez, bu uğurda gayret etmemiz lazım. Er geç buradan gitmekliğimiz muhakkaktır, gideceğiz. Nefeslerimiz sayılı, nakit para gibi hemen harcanıyor. Cenâbı Hak ne kadar ömür vermiş ise, enfâs-ı ma’dudemiz ne kadarsa bunlar bitince buradan ayrılacağız.

Bu gidiş iki türlüdür: Biri ihtiyaridir/irade ile gitmek. Adeta güle oynaya, koşarak gitmek… Ölüme koşarak gidilir mi? Evet, selef-i salihin, ashab-ı güzin, Âl-i Resûl… hep koşarak gitmişler. Ölüme böyle koşarak gidiş erbâb-ı saadete mahsustur. Onlar gidecekleri yeri adeta görmüşler daha burada dururlar mı…

Rivayet edilir ki Seyyidimiz Hazreti Ali efendimize (ra) bir keşiş diyor ki: “Biz de inanıyoruz Hazreti Muhammed (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) temiz bir şahsiyettir, güvenilirdir/emindir, yalan söylemez. O buyurmuş ki; “Dünya O’nun (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) dinine, şeriatına inanmayanların cenneti, mü‘minlerin zindanıdır.” Size göre biz inançsızız, biz Hazreti Muhammed’in şeriatına inanmıyoruz öyleyse dünya bize cennet gibi, size de zindan gibi olmalı ama şu hâlimize bak. Bir senin şöhretine, namına, saltanatına bak bir de bana bak, bir dilim ekmeğe muhtacım. Ben Hazreti Muhammed’in (asv) bu sözünü nasıl anlamalıyım.” 

O dönemde -hâşâ- Hazreti Ali’ye İsa aleyhi’s-selâm gibi Allah diyenler vardı. Yahudi bozması Abdullah ibni Sebe insanları Hazreti Ali’nin Allah olduğuna inandırmaya çalışıyordu, muvaffak da oldu. O gün başlayan fitne bugün Suriye’yi yakıyor. Esed, Ali’nin Allah olduğuna inananlardan, o taifeden. Nusayrilik Şia’nın gulat, aşırı, ehli ifrat kollarındandır ve Ali’nin Allah olduğuna inanıyorlar. Yetmiyor Esed keferesi kendisinin de Allah olduğunu iddia ediyor, tam bir firavun. Suriye’de muhalifleri Allah olduğuna –hâşâ- inanmaya zorluyor… 

Hazreti Ali efendimiz cübbesini o keşişin başına örtüveriyor, Allah’ın dilemesiyle bir anda basireti açılıyor ve Hz. Ali’nin ve kendisinin yerini görüyor… Feryad ediyor “Ya Ali kurtar beni!”, diyor. Hz. Ali “Ne oldu gördün mü bizim yerimizi?” diyor. Keşiş “Gördüm!” diyor. Ali efendimiz “Şimdi burası bize zindan mı?” diyor, “Ya Ali zindan! Orada yerinizi, makamınızı gördüm. Burası size zindan…”

إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ 

“Şüphesiz ki ebrâr, (güzel amel sâhibi, içi dışı tertemiz hayırlı insanlar) ni’met içinde (Naîm Cenneti’nde)dirler!” (İnfitâr; 13) buyuruyor Allah (cc). O ebrar olanlar, güzel olanlar, salih kul olanlar… Onlar nimetlerin içindedir, Naim cennetinde, Rıdvan bahçelerindedir…

Hz. Ali, “Kendi yerini gördün mü?” diyor. Keşiş “Gördüm!” diyor.

وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ 

“Ve şüphesiz kötüler de cehennemdedirler.” (İnfitâr; 13) Bakın kâfirler için de değil, “fasıklar” için, kâfir daha sonra… O facirler, günahkârlar, asiler, o fücur işleyenler var ya; o fitnebazlar, yobazlar o mürteciler var ya onlar ateşin içindeler, cehennemin katmanlarında/vadilerinde, gayya kuyularındalar… 

“Şimdi burası sana cennet mi?” buyuruyor Hazreti Ali efendimiz. Keşiş “El-Hak ben cennetteyim.” diyor ve “Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluh.” diyerek kurtuluyor. 

Şimdi ihtiyari gidenlerin, severek gidenlerin, yarışanların durumunu düşünün. Savaşmaya, Allah yolunda cihada gitmek için sahabeden baba oğul dövüşüyorlar… Resûlullah gençler Medine’de kalsın, onlar gelmesin diyor, gençler gelip Resûlullah’la mücadele ediyorlar adeta: “Ya Rasûlallah bizler genciz, ölmeye daha layığız. Niye bizi Allah’a kavuşmaktan mahrum ediyorsunuz? Biz babalarımızdan daha güçlüyüz, daha genciz, ölsek de önemli değil biz tecrübesiziz. Onlar yaşasın insanlık onların tecrübelerinden istifade etsin. Onlar İslâm’ı yaysın. Biz daha yolun başındayız yaşamışız yaşamamışız ne fark eder ama biz daha güçlüyüz, daha iyi çarpışır çok kâfir öldürürüz. Sonunda da ölür Allah’a kavuşuruz. Niye bizi engelliyorsun?..” 

Babaları da diyor ki; “Hayır ya Rasûlallah biz ömrümüzü tamamlamışız, onların daha yaşanmamış dünyaları var. Biz bunca sene yaşadık daha yaşayıp günah işlemeyelim onlar tertemiz, onlar Seninle yaşasın biz gidip Rabbimiz’den af dileyelim, biz ölmeye daha layığız. Biz o kâfirleri iyi tanıyoruz önceden onlarla birlikte, iç içeydik, onların tekniklerini, taktiklerini biz daha iyi biliyoruz, biz ölelim ya Rasûlallah…” Yarışıyorlar… Böyle bir koşuş saadet ehline, yerini görenlere, bilenlere mahsus, Allah’ı tanıyanlara mahsus, Resûl’ün sohbetini özleyenlere mahsus… 

Arkadaşlar bunlar gönlünüzü hoş yapmak için anlatılan hikâyeler değil, bunlar yaşanmış vakalar. Göğüslerini açarak ölüme koşmuşlar. Aslında ölüme değil Allah’a koşmuşlar. Bugünkü sıkıntı burada: Allah’ı tanıyamıyoruz. Layıkıyla Hazreti Allah’ı tanısak biz de koşarız. Uhud’da Bedir’de, Hendek’te, Tebuk’ta, Mute’de, Huneyn’de, Çanakkale’de, Sakarya’da, Yemen’de bu sırrı bilenler koşmuş. Biz şimdi ölmemek için ne çare varsa denemeye çalışıyoruz. Bir günlük beylik, beyliktir diyoruz bir gün daha yaşamaya çalışıyoruz. Yaşayalım, yaşayalım da neticesi gidiş değil mi? 

Bu saadet erbabı da ıstırari ölümle ölecekler, ölüm acısını tadacaklar. Onların da hücreleri çekilecek, ağızları kuruyacak, bedenleri muzdarib olacak. Bu sünnetullah. Fakat bu onlar için ölmek, yok olmak değil, bu sanki doğum sancısı gibidir. Bir anneyi düşünün doğum esnasında müthiş sancı çeker, kıvranır, çığlık atar, feryat eder, ne zaman ki çocuğunu, kendinden bir parçayı, Hakk’ın emanetini kucağına alır bütün o sancılar, feryatlar, ağrılar hepsi zevke dönüşmüştür. O anneye sorsanız “Bu kadar çileye değer miydi?” diye “Bu çocuğu bir kez bağrıma basmaya değer.” der. Anne bir tane doğurmuştur, baba dışarıda beklerken dokuz doğurmuştur. Babanın stresi, heyecanı endişeleri de çocuğunu kucağına aldıktan sonra geçer.

İşte bu insanların vefatları adeta böyle. Bedenleri acısa da, hücreleri çekilse de, ağızları kurusa da, adeta yatağa sığmasalar da, yerlerini makamlarını görerek, Allah’a kavuşacaklarını bilerek, şahadetle ruhlarını teslimiyetleri tüm o çilelere değer. Bu ölmek değil. 

Onlarınki fani âlemden başka bir âleme intikal etmek, mekân değişikliği. Anlayışları, imanları değişmiyor daha da kuvvetleniyor. Burada gayba iman etmişlerdi hiçbir şeyi görmüyorlardı. Allah (cc), “Var!” buyurduğu için iman ettiler. Cenâbı Hak “Cennet hak!” buyurdu elhamdülillah dediler. “Şefaat hak!” buyurdu, elhamdülillah dediler. “Hesap var, haşr var, mizan var!” buyurdu hepsine hak dediler… Hiçbirini tatmadılar, görmediler. Tam bir teslimiyetle iman ettiler. Orada daha yakîn kesbettiler, bunları adeta bizatihi gördüler. Cenneti, suali, haşrı, mizanı hepsini gördüler. Şimdi görüyorlar ki Mevlâmız ne buyurmuşsa hepsi hak, ehli imana ne vaad etmişse hepsi mutlak. Onları fiilen orada görüyorlar. Bu bilinçle oraya gidiyorlar. 

Biz de bunlara iman ediyoruz da gidişte biz bunları mı göreceğiz orası biraz karışık. Biz ondan korkuyoruz. Gittiğimizde bizi başka bir yere alırlarsa diye korkuyoruz. Hakk’ın cemali de var celali de var; kahrı da var lütfu da var… Yaşantımıza bakalım. Anadolu’da bir söz vardır, çocuklar için genelde bu tabiri kullanırlar; “Adam olacak olan büyük abdestinden belli olur.” Biz de Allah adamı olacaksak niyetimiz, amelimiz, fiilimiz düzgün olacak. Kişinin ayinesidir işi lafa bakılmaz. 

Beni etkilediği için hep bunu anlatırım, hoşuma giden bir tablo… Bir genel cerrah arkadaştan işittim, dedi ki: “Hocam biz ameliyat masasına hastayı yatırdığımızda Allah gecinden bu adam ölse cennete mi gider, cehenneme mi gider anlıyoruz.” Nasıl anlıyorsunuz, diye sorunca “Hocam hüküm zahirin, keşf sahibi olmaya gerek yok. Hastaya narkozu verdik mi hasta başlıyor Ordu’nun dereleri/Aksa yukarı aksa… Ölse Ordu deresini takip edecek dere boyu gidecek. Kimine de narkozu veriyoruz başlıyor “lâ ilâhe illallah…” demeye. O da öyle gidecek, tevhidin adamı götüreceği yer belli. Buradan anlıyorum.” dedi 

İnsanın işi, ameli, hali yansıyor. Bakın Kâinatın Efendisi (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) amcalarına çok yalvarıyorlar. Hizmeti olmuş, muhafaza etmiş, çocukluğundan beri evladı diye bağrına basmış, Peygamber’i kollamış kayırmış yetiştirmiş evlendirmiş… İnanmamış ama dinine de sahip çıkmış. Artık son devreleri, yükünü yüklemiş… Cenâbı Peygamber yalvarıyor; “Amca ne olursun bir kez lâ ilâhe illallah de!” Taassup peşini bırakmıyor. Diyor ki: “Ey Evladım, Muhammed’im (sallallahu aleyhi ve sellem)… Şu kavmimin dedikodularından korkmasam, ‘Ebu Talib ölümden korktu da Muhammed’e sığındı!’ diyeceklerinden korkmasam Sana iman ederim. Sende ben güzellikten başka bir şey görmedim. Senin dininde esenlikten başka bir şey görmedim ama ben öldükten sonra beni rezil ederler, hakkımda böyle konuşurlar, diyemem…” 

Bakın telkini yapan Peygamber (sav)… Efendimiz ısrar ediyorlar. O anda akrabalarından da ziyarete gelenler var, Resûlullah ısrar ediyor, bir yandan onlar da ısrar ediyor “Korkudan Muhammed’e teslim mi olacaksın, O’nun sözünü mü dinleyeceksin! Sen bu kavmin efendisisin, önderisin!” diyorlar, menfi manada tahrik ediyorlar. Resûlullah tebliğde bulunuyor (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) en son yalvarıyor, diyor ki: “Ey amca, şahadet söylemiyorsun hiç değilse de ki İbrahimin milleti, dini üzere ölüyorum. Bana teslim olmuyorsun Arapların peygamberi İbrahim’e teslim ol.” Ebu Talib “Alâ milleti Abdulmuttalib - ben Abdulmuttalib’in milletinin, dini üzere ölüyorum.” diyor. 

Demek ki kardeşim hâlimiz müsait değilse peygamber bile bize tebliğde bulunsa olmuyor. Cenâbı Peygamber çok üzülüyor, amcasına bir şey yapamıyor. Cenâbı Hak ayeti kerime ile Efendimiz’i hem ikaz buyuruyor, hem teselli buyuruyor:

إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي

مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ

“Ey habibim, Allah dilediğine hidayet eder Sen sevdiklerine hidayet edemezsin. Sen sadece tebliğ edersin, davet edersin Allah dilerse kalbine yerleştirir kalbini açar.” (Kasas; 56) Allah dilerse… 

Demek ki Allah’ın dilemesi için biz kalbimizi Allah’a açacağız. Kalbimizle, hâlimizle Allah’ı dileyeceğiz ki O da kalbimizi açsın, tevfik, tebliğ, hidayet bize tesir etsin. Yoksa Allah esirgesin Ebu Talib gibi biz de nasipsiz kalabiliriz. 

Çevrenize bakın binlerce insan Hak’tan, hakikatten habersiz yaşıyor… Namaz yok, niyaz yok, helal haram birbirine karıştırmışlar… Bunlar bizim babalarımız, amcalarımız, kardeşlerimiz, yakınlarımız, komşularımız, arkadaşlarımız, evlatlarımız… Biz şimdi buradayız acaba oğlumuz, kardaşımız nerede? Bunları düşünelim. Bunun için kendimizi ciddi manada bir değişime tabi tutalım. Rabbimiz’in bizi görmek istediği noktaya varmak için gayret edelim. 

“Cennet size iki adım: Birincisi nefsiniz -nefsinizin hevası, arzusu, istekleri- ikinci adım cennet.” buyuruyor Peygamber. Ama nefsinize kuvvetlice basmanız lazım, ezilmesi lazım. Biz hep nefsimizi kayırıyoruz. Nefsimize izzet atfediyoruz. Misal bir şey söylüyorsun ‘adamın izzeti nefsine dokundu’ diyor. Nefiste izzet olur mu yahu! Nefis zelildir, mahkurdur. Allahu Teâlâ ayeti kerimede;

…وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ… 

“İzzet Allah’ındır, Resûl’ünündür ve mü’minlerindir.” (Münafikûn; 8) buyuruyor. Nefis kâfirdir, izzeti yoktur lezzeti vardır. O lezzeti de terk etmedikçe Allah’ın ve Resûlü’nün izzetine ulaşamazsın. İmanın halavetini hissedemezsin, aşkın hararetini kalbinde duyamazsın!

İzzeti nefs derken nefsini azizleştiriyorsun, putlaştırıyorsun. Hâlbuki Mevlâmız ona emmare diyor. Emmare, kötülüğü, şerri, hasedi, fitneyi… emreden güç, şerrin başı. Sen ona izzet atfediyorsun. Nefsin aziz olunca sen ne oluyorsun o zaman? İzzet, şeref onun elinde olunca sen de onun kölesi oluyorsun. Efendimiz sürekli dua buyuruyor; “Allahu’m-mahfez min şerri’n-nefsi’l-emmare - Ya Rabbi beni emmare olan nefsimin şerrinden muhafaza et!” Peygamber dua ediyor ama senin benim nefsimin izzeti var. Biz izzeti nefis taşıyoruz. Nefis aziz olunca iman, İslâm zelil oluyor… Bakın seyrimiz nereye gidiyor, bunu anlayalım diye bunları söylüyoruz. Hayat seyrimiz, mânevî seyrimiz, istikâmetimiz hangi çizgide… 

Rivayet ediliyor ki Cenâbı Hak Zebur’da Hazreti Davud’a öyle buyurmuşlar: “Ey Davud nefsini bırak sonra Bize gel.” Hazreti Beyazıd-ı Bestami’ye (ks) soruyorlar da “Kemalatın yolu nedir?” Buyuruyor ki: “Ben nefsimi vahdet köşesine hapsedip teklik taşlarıyla/Allah’ın birliğiyle taşladım, hayâsız/zina yapan bir kadın gibi onu recmettim. Kemalin yolu bu…” Kümmelin-i evliyanın nefislerine bakışına bakın… 

“İzzeti nefsimiz!” Buyurun cenaze namazına… 

İradeleriyle Allah’a kavuşmak istemeyip yalnız ıstırari ölümle ölenlere gelince, şayet bunlar zahiri salih ameller işleyerek, imanlarını muhafaza ederek gitmişlerse; mü’min, muvahhid olarak Allah’ın huzuruna gitmişlerse Cenâbı Hakk’ın lütfu gereğidir ki cennete dâhil olabilirler. 

Ama sadece “Benim kalbim temiz.” diyenler değil, gerçekten kalbini temizleyenler cenneti bulabilirler. Ben inanıyorum, ben Müslümanım deyip de amâli salihâtı olmayanların işi Allah’ın iradesine kalmış. Rabbim dilerse bunları bağışlar, merhamet eder. Namaz niyaz yok, abdest yok, zikir fikir yok ama gıybet dedikodu çok. İbadet, Allah’ın yolunda hizmet yok ama isyan çok. Mü‘minlerle, İslâmî cemaatlerle birliktelik yok, camilere devamlılık yok ama işret meclislerine, kahvelere ne idüğü belirsiz yerlere abonelik çok. Mahallenin kahvesinden çıkmıyor ama mahallenin camisinde kimse onu görmemiş. Böyle insanların halini düşünün. Yine bunlara dua edelim Rabbim kurtarsın. Bunları tenkit için söylemiyoruz, ikaz için söylüyoruz.

Bunlar hakkında Cenâbı Hak nasıl davranacaksa O’nun paşa gönlü bilir. Kur’ân-ı azimü’ş-şan bu tip insanların cehennem ateşini ve çetin azaplar göreceklerini haber vermektedir. Eğer Allah bunları affeder mağfiret ederse ona da kimsenin bir şey diyeceği yoktur, kimse karşı çıkamaz. 

Yalnız Kur’ân’ın emirlerine, hükümlerine; Allah’ın tehditlerine, ikazlarına dikkat etmemek, kale almamak, kulak ardı etmek ve burada yapılmasıyla emrolduğumuz dini vazifelerimizi ihmal etmek, ertelemek, yavaştan almak, nemelazımcı olmak, Halıkımız’a, Mabudumuz’a hem karşı gelmede hem O’nun bizden istediklerini unutmada ısrarcı olmak her hâlükârda bilelim ki bizim aleyhimizedir.

Mesela inatla namaz kılmamaya devam etmek. Geçen haftalarda da söylemiştik “Musavvifler/erteleyenler helak oldu.” buyuruyor Peygamber. Bugünün vazifelerini yarına bırakanlar helak oldu. 

Şu halde bugünden tezi yok ciddi bir hayat programı yapalım. Düzenli namaz kılalım, kazaları eda edelim. Şu kısa günlerde oruç kazalarımızı tutmaya gayret edelim. Üstümüzdeki kul haklarından gücümüz nisbetinde kurtulmaya çalışalım. Çevremizdeki insanlarla hak hukuk varsa helalleşmeli, Müslümanlarla kaynaşmalı, mü’minlerle bir araya gelmeliyiz, dinimizi öğrenmeye çalışmalıyız. Düzenli bir okuma programız olsun; fıkıhtan, akaidden, siyerden, tefsirden, ahlâka dair tasavvufî eserlerden mütalaa edelim. Öğrendiklerimizi müzakere edelim. Bilmediklerimizi ehline soralım. Böyle sohbetlerin müdavimi olalım, dini meclislerin devamlısı olalım. Günlük zikirlerimiz, mânevî vitaminlerimiz olsun, ruhumuz, kalbimiz, zihnimiz bunlarla kuvvet bulsun, imanımız kemale ersin. Böyle bir programımız olsun ve hayatımızı bundan sonra da böyle düzene koyalım…

Bugüne kadar bizleri kandırmışlar artık Hakk’ı dinleyelim, Kur’ân’ı, Hazreti Muhammed’i (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) dinleyelim. Bu yaşadığımız kadar daha yaşamayacağız. Bizim için de aynı durum söz konusu biz de ya Ordu’nun dereleri aksa yukarı diyerek gideceğiz veya lâ ilâhe illallah diyerek. Buna kendimizi alıştırmazsak ölüm heyecanında, o son demde, o teşkalede diyemeyiz Allah esirgesin. Dilimizi gönlümüzü Allah’ın zikrine alıştıralım. Belli zevkleri, arzuları, dünyevi istekleri, tutkuları yavaş yavaş artık eksiltelim. Bu gafletten yorulmadık mı arkadaşlar. Futbol takımı tutmaktan, partizanlıktan, devlet kurup devirmekten… bu tip fuzuli şeylerden yorulmadık mı… Bunları bir tarafa bırakalım. Hakk’ı konuşalım, kendimizi konuşalım… 

Bir ayeti kerimeyle mevzuyu noktalayalım Secde Sûresi’nde Cenâbı Hak mealen Efendimiz’e buyuruyorlar ki: “Günahkârların, Allah’ın huzurunda ‘Ey Rabbimiz! Senin lütfunu, vaad ettiklerini, bize bildirdiklerini ebedi âlemde/âhirette gördük işittik aynı ile hepsi karşımızda. Şimdi bizi yeniden geri çevir, bize müsaade buyur, bize mühlet ver bizi dünyaya gönder de biz orada güzel amellerde bulunalım. Bize ne emretmişsen onları yapalım. Çünkü artık biz kat-i sûretle biz gerçek manada inananlardanız.’ diyerek baş aşağı olacakları, her şeyi kaybettikleri zaman Sen onları göreceksin.” (Secde; 12)

Bir söz var ya, Arap ölünce pilavı gözüne dök, derler… Bakın Rabbimiz haber veriyor bunu diyecekler. Bunu nerede diyecekler, âhirette. Âhirette demeyelim diye Cenâbı Hak bize burada bildiriyor ki siz böyle diyeceklerden olmayın. Hani derler ya Halep ordaysa arşın burada, şimdi siz dünyadasınız ne yapacaksanız yapın. Erkekliğiniz, delikanlılığınız nereye kadar hadi gösterin…

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort