JoomlaLock.com All4Share.net

ALLAH’IN HALİFESİ OLAN İNSAN

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a(cc), selâtu selam ve nihayetsiz ihtiram güzeller güzeli, ruhların tek matlûbu, değil yalnız mahlûkun yalnız, Hâlık’ın da mahbubuna (sav), nübüvvet bahçesinin diğer çiçeklerine, has bahçenin güllerine, sümbüllerine, o bahçede var olan, toprak olan, hayran olan, pervane olan, arzu ile kokusunu duyan, o kokuyu taşıyan, alan, satan bütün âşıklara olsun.

Hâce Hazretleri (ksa) Allah-u Teâlanın Âdem’i yaratırken tefeyyüz ederek halk ettiğini buyurmuştu. Yani kendi zâtındaki taşkınlığın bir neticesi olduğunu belirtmişti. Bu taşkınlığı aşk olarak anlamak belki en doğru yaklaşım olacaktır.

Âdem’den murad Efendimiz Hazreti Muhammed’dir (sav). Âlemler de, içindekiler de O’nun için yaratılmış O’na adanmıştır. O bu taşkınlığın, bu aşkın meyvesidir, bizzat aşkın kıblesi; aşkın kendisidir.

Hâce Hazretleri (ksa) Allahu Teâlâ’nın (cc) zatından zatına tecelli ettiğinde iki sıfatının açığa çıktığını buyurmuştu. Birincisi kibriyası ve ikincisi Vedüd (Seven ve sevilmeye en çok layık olan) esması. Kibriyası O’nun (cc) bilinmekliği ve bulunmaklığını getirerek Âdem’i yaratmasını, sevgisi ise bu tecellinin (Âdem) çoğalmasını sağladığını ifade etmişlerdi.

İnsan Allahu Teâlâ’ya kulluk yapmak, yeryüzünde O’nun halifesi olmak ve yeryüzünü imar etmesi için yaratıldığı bazı ayetlerde belirtilmiştir. Kulluk yapması Rabbi ile olan ilişkisini, halife oluşu insanların kendi aralarındaki düzeni ve hukuku, yeryüzünü imar etmesi ise insanın eşya ile olan ilişki ve uyumunu açıklamaktadır.

Yukarıda Hâce hazretlerinin belirttiği gibi insan: “Cenâb-ı Hakk’ın kendi zatını, güzelliğini, muhteşemliğini ve azametini görmek istediğinde yaratılan bir varlıktır. Adeta ilahi tecellinin bütün sıfatlarıyla kusursuz, pürüzsüz bir şekilde yansıdığı mir’attır.”

Allahu Teâlâ kendi varlığının ve bilinmekliğinin delilini insanına bağlamıştır. İnsana verilen değer hiçbir şeye verilmemiştir. İnsan kendisine verilen sırrı ve hazineyi bulmalı ve açığa çıkarmalıdır. İnsana verilen o kutlu sır, o kutlu hazine “İnsanı kâmildir.”

Hâce Hazretleri (ksa) mürşidini bulan kişinin kendi ufkunu, kendi ruhunu bulmuş olacağını ifade eder. Bugün herkes bir diğerine kendini anlatıyor, övüyor ve kendinden bahsediyor. İnsanı kâmil haricinde kimse insana kendi özünü ve sırrını anlatmıyor. Nasıl ve neden yaratıldığını, evvelini ve akıbetini kimse dile getirmiyor. Binlerce yıldır peygamberler ve veliler, insanı kâmiller Allahu Teâlâ’dan yansıyan bu tecellileri insanlara anlatmış ve bu manzarayı en güzel şekilde resmetmişlerdir.

Aziz ve Celil olan Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insan… Onu tanımak yaratılış hilkatini bilmek ve ona göre yaşayarak ölmeden önce ölerek, asli vatanına kavuşmak, vuslata ermek ve ölümsüzleşmek…

Dünyadaki en zor iş belki de insana, insanı anlatmak olsa gerek. Peygamberler ve insanı kâmiller bu zor işi üstlenmişler, yılmadan usanmadan yapmanın, başarmanın gayretine düşmüşlerdir. Hazreti Ömer ve Ali (ra), Efendimizin (sav) vasiyeti gereği Veysel Karâni (ra) hazretlerine giderek O’nun mübarek hırkalarını götürmüşler ve teslim etmişlerdir. Veysel Karâni hazretleri onlara Efendimiz (sav) hakkında bazı suallerde bulunmuşlar ve aldıkları cevap karşısında Hazreti Ömer Efendimiz için “Bu O’nu hiç tanımamış.” Hazreti Ali Efendimiz için ise “Biraz tanımış.” diyerek dünya gözü ile görmediği maşukunu O’nun yanından hiç ayrılmamış olanlara anlatmıştır. Aşk penceresinden insana ve âleme bakmak, aşkın nuru ile tanımak; insana verilen en büyük nimet, en büyük devlettir herhalde.

Veysel Karâni hazretlerini bir insan olarak anlamaya çalışıyorum. Dünya gözüyle görmediği ama gönül gözünün önünden hiç ayırmadığı sevgilisini nasıl tarif etti? Maşukunu bir portreye aktarmak istese nasıl çizerdi? Hangi renkleri kullanır, neyi öne çıkarırdı?

Bizi ezelde kabul eden, bizi ezelde bulup elimizden tutan maşuğumu kendime anlatmaya, gönlüme fısıldamaya çalışıyorum. Tarifte kelimelerin yetersizliğini görüyor, duyguların yoğunlaştığını kelimelerin düğüm düğüm olup boğazıma tıkandığını ve ancak yazıya aktarılacak şeyin birkaç damla gözyaşı olduğunu fark ediyorum. Herhalde duyguların en güzel ifadesi gözlerle yapılan anlatımdır. Gözyaşı ile dolu bir bakıştır. Paragrafların ve kompozisyonların anlatamadığını belki de birkaç satırlık beyitler ve şiirler meseleyi ne de özlü bir şekilde ifade etmiştir. Ama kesinlikle onun da yetersiz kaldığını düşünüyorum. İster istemez insanın bu sayfayı çeviresi ve kapatası geliyor.

Kokunun tarifi nasıl yapılabilir ki? Gözün gördüğü, varlık olan her şey bir nebze belki ifade edilebilir. Ama insanı cezbeden, kendinden geçiren bir koku nasıl anlatılacak, nasıl yazılacak?

Peygamber Efendimiz (sav) bir gün mescitten evlerine döndüklerinde Hazreti Aişe (ra) annemize burada Rahman’ın kokusunu aldığını söylemiş ve eve kimin geldiğini sormuşlardı. Eve, Veysel Karâni gelmişti ama Rahman’ın kokusu olan nisbet vardı. Gelen nisbetti. O koku dünyadaki kokulara asla benzemez, kıyas da edilemezdi. Aişe annemize (ra) gözlerine bakmasını, nazar etmesini istedi. Gören gözleri görmek istedi.
Aynı nisbeti Kâbe-i Muazzama’da Rüknü Yemani’de de almıştı. “Bu köşede Rahman’ın kokusunu alıyorum.” diye ümmetini müjdelemişlerdi. Ashabını överken, onlardan bahsederken onların sadakatlerini, teslimiyetlerini, hizmetlerini, samimiyetlerini ve fedalarını ifade ederken, âşıklarını kokularıyla anmışlardı.    

Kâinatın Efendisi (sav) “Sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi.” buyururken güzel kokuyu da zikretmişti. Saadatı Kiram Efendilerimiz kendi mürşitlerinin nereye gittiklerini bulabilmek için onların kokularını(nisbetlerini) arayarak buldukları birçok menakıpta anlatılır.

Hâce Hazretlerinin (ksa) mürşidleri olan Abdulhakim Hüseyin (ksa) hazretleri ile ilk tanışıp kucaklaştıklarında hissettiği o nisbet kokusundan sonra bir daha başka koku almadığı bilinmektedir. Gül üstüne gül koklanır mı? Yâr üstüne yâr sevilir mi?

Allahu Teâlâ’nın birçok sıfatı ve esması değişik eşyada ve mahlûkatta tecelli etmiştir. Lakin O’nun nisbeti ancak insanda, insanı kâmilde tecelli etmiştir. O nisbet anlatılamaz, yazılamaz. Ancak içe çekilir. Doyasıya koklanır ve kendinden geçilir. Kıpkırmızı bir gül bütün ihtişamı ile açmış olarak görüldüğünde seyretmekle kalınmaz, koklanır ve iştiyakla içe çekilir. Ondan uzak kalmamak, mahrum olmamak için onunla bir olunur, birlikte olunur. Gözün gördüğü, kulağın işittiği her şey ama her şey senden bir uzaklığı olsa da bir nefesle içe çekilen nisbetle sana yakın olur, o sen olur, sen de o olursun derler. Mevlâna gibi; Şems-i Tebrizi’nin ebedi olarak ayrılmasından sonra yazdığı her beyitin altına onun ismini(mahlasını) kullanması gibi.

Kırmızı gül, güllerin en güzeli bugün Resulullah (sav) Efendimizle özdeşleşmiştir. O’nu tarifte, O’nu göstermede hiç söze hacet bırakmadan çok şey anlatmaktadır. Anlatılması gereken hakikat, aktarılması gereken nisbet,  ancak daha önce geçtiği üzere gözle açıklanabilir. Bazen gözlerdeki bir bakış, bir nazar çoğu zaman ciltler dolusu kitapların, sözcüklere sığmayan ifadelerin yapamadığını ziyadesi ile yapar. Hâce hazretlerinin buyurduğu gibi: “Sohbet ancak gözle dinlenir.” sözündeki hikmet bu nisbetin aktarılmasındaki yolu ifade etmek olabilir. Sadırdan sadıra aktarmanın yolu bu bakışta gizli olsa gerektir. Âşıklar çoğu zaman bir bakışta gönüllerini kaptırarak âşık olmuşlardır.

Kâinatın Efendisi (sav) namaz için “Gözümün nuru” diye buyurmuşlardı. Rabbi ile olan özel ilişkisini tarif edebileceği, nasıl olduğuna dair ipuçlarını verdiği bir müjde idi. Hasan ve Hüseyin (ra) Efendilerimiz içinde aynı tarifi yapmışlardı. O nuru söndüremediler, zehirleseler de, kesseller de başı. Dökülen her kanlı yaş pişirdi o ilahi aşı. Alkanlara boyanmış gömlekler kalpten kalbe, gönülden gönüle açılan yol bir yol oldu, ulaştı zamanlara.

Hayatımız boyunca belki kaç defa o nisbet karşımıza değişik şekillerde ve yerlerde çıktı da,  Hacı Bektaşi Velî’nin Âşık Yunus’a sorduğu gibi bize de: “Buğday mı istersin, nefes mi?” diye sual etti.  Yunus murâd olmuşken bunu anlayamamak ne acı bir durum. Buğdayı tercih eden Yunus anladı kiminle karşılaştığını ve yoldan geri döndü ama nafile. O buğdayı tercih etmekle mürid olmayı istedi. Kırk yıl çalıştı, hizmet etti, doğruları topladı getirdi ormanda, eğri olan ne varsa bıraktı yabanda. Sonra baktı ki Allah’a (cc) kavuşmak böyle çalışmakla olmuyor. Tabduk hazretlerinin eşiğine başını koydu. Dört kitabın manasını o eşikte buldu. O gönüle girdi. Daldı deryalara, inci mercan çıkardı sundu insanlara. Gördü aşk adına söylediği şiirleri kim yazmış, meğer ki Tabduk taşmış, Tabduk yazmış. Okuması Yunus’a kalmış. Âlem şiire kandı, Yunus Subhân’a yandı. Herkes âşık olmak istedi, kitaplara daldı. Tabduksuz gönüller ayazda kaldı.

Nisbet bazen Şems olur gözükür Celâlettin Rumî’lere. Atar bütün kitaplarını zihnindeki bilgilerle havuza. Seni yapayalnız ve çaresiz bırakır celladına. Keser başını atar kör kuyuya. Şah damarından oluk oluk kanlar akıtır. Dokuz yurda tenini lime lime dağıtır. Yedi çakal sürüsünü vücuduna saldırtır. Geride kalanı yakar aşk ateşi ile önce kül eder, sonra savurur her hücreni bu âleme yok eder. Nihayet Şems’in lâtif sesi çağırır seni, yeniden yoğurur balçığını üfler kudsi nefesini. Her nefeste nefesi bir can olur, her nazarda nazarı bir kan olur. Doğurur seni âleme büyütür gelin eder sunar El-Kerim’e.

Bazen Âdem olur ağlar, bazen İdris olur güler. Bazen Zülkarneyn olur tozu dumana katar, bazen İbrahim olur ateşte yanar. Eyyûp olur sızlar, Yusuf olur kör kuyulara atılır körpe köle diye satılır. Yahya olur başı kesilir, Cerciş olur derisi yüzülür.  Musa olur konuşur kelâmını içirir, İsa olur ölüleri diriltir. Ebubekir olur ezelde seçtirir, Ömer olur serden geçtirir. Osman olur edep eder kendini gösterir, Ali olur vechini vechinde özletir.

Hâce (ksa) olur çağları dolaştırır. Her kâmildeki o kokuyu tattırır. Nefsini Zülcelâle sattırır. Gülü goncası ile getirir, tanıtır insanlara. Bülbülü olur, dili olur, kokusu olur anlayanlara. Size harîstim der, özledim de geldim. Hâcegân ehline sıfatlarımla değil zâtımla da geldim. Hâce her canlıya hayat verir. Allah’ı kullarına, kulları Allah’ına sevdirir. Fakirlere ikram olur, düşkünlere ihtiram. Yetimlere şefkat, kimsesizlere merhamet, müminlere izzet…

Hâce Hazretleri (ksa) her daim söyler: “Sözün aksın anlam katsın zihinlere hem fikirlere, gönlün taşsın, sırrın şaşsın, özün aksın müminlere…”

Her insan bir Yunus’tur, her biri birer Rumi... Er kişi ola kendi Tabduk’unu bula Aşık Yunus,  kendi Şems’ini bula Mevlâna ola.  

Ve âhiru’d-dâvâna eni’l-hamdülillahi Rabbi’l-âlemin. Ve sallallahu âlâ seyyidina Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ecmain.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « ASLÎ CENNET HÂCEGÂN YOLUNDA İRŞAD »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort