JoomlaLock.com All4Share.net

BEN HZ. MUHAMMED’İN MÜ’MİNİ HZ. HÜSEYİN’İN MUHİBBİYİM

Sual: Efendim kâinatta Hz. Adem’in oğlu Habil ile başlayan tabiri caizse bir zulüm/zalim geleneği var. Bu zulümlerin belki aktörleri değişmiş ama senaryoları hemen hemen aynı. Bugünlerde  de Kerbelâ hadisesi, Dersim isyanı gündemi bayağı bir meşgul ederken biz bütün zulümleri birbiriyle bağlantılı düşünebilir miyiz? Kerbelâ Vak’ası’nı önceliğe alarak soruyoruz, bu zincirin kopuş yeri tam olarak neresidir?..

Cevap: Kerbelâ hadisesi ile birlikte 31 Mart vak’ası, Şeyh Said kıyamı, Menemen komplosu, Dersim isyanı ve aradaki bazı ufak tefek tiyatrolar; 60 İhtilali, 71 Muhtırası, 12 Eylül, 28 Şubat ve Güneydoğu’da devam eden PKK hadisesi… Bunları da ayrı düşünemeyiz, aynı zincirin halkaları. Bu zincirin koptuğu yer neresi? Zaten o kopuştan sonra bu dağınıklık, bu keşmekeşlik başlıyor.

Kerbelâ bu zulmün nirengi noktasıdır. Diğer zulümler Kerbelâ zulmünden daha az mıdır; belki daha çoktur. Daha ziyadesi ile zulmedilmiştir ama Kerbelâ’da çok hassas noktalara dokunulmuştur. Adeta Cenâbı Peygamber’in (aleyhi’s-selâtu ve’s-selâm) “Gözümün nûru, gözümün bebeği” dediği gözlerine, göz bebeklerine; Peygamber’in ciğerlerine kılıç sokulmuştur. Bu, hiçbir hadise ile mukayese edilemez. Kerbelâ bu noktada zirve yapmıştır ve bu yönüyle bütün ehli imanı ilgilendirir.

Diğer hadiseler insanlık hadisesidir, insanlığı ilgilendirir ama Kerbelâ’nın hususiyeti ehli imanı ilgilendirmesidir. Çünkü birebir imana, Kur’ân’a, İslam’a, Nübüvvet’e, Risâlet’e bir saldırı vardır. Adeta İslam’ın ismetine, izzetine, haremine bir tecavüz vardır Kerbelâ hadisesinde. Bunun bu denli yakıcı olması, bu yaranın bugüne kadar savmamış olması, kıyamete kadar da savmayacağının nedeni budur.

Biz başa dönüp zincirin koptuğu noktayı tesbit etmeye çalışalım. Biliyorsunuz Cenâbı Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Veda Hutbesi’nde özetle iki noktaya dikkat çekiyor. Veda Hutbesi’nde evrensel insan haklarını beyan ediyor ve adeta bu hukuku iki kanatla kanatlandırıyor. Ve buyuruyor ki: “Size iki şey bırakıyorum: Birisi Kur’ân-ı Kerim, birisi Ehli Beytim’dir.” Asıl ihanet bu noktada; Allah Resûlü’nün beyanını değiştirerek başlamıştır. “Ehli Beyt” ifadesini değiştirmişler “Sünnetim” ifadesini getirmişler. Bu kargaşalardan, bu keşmekeş hadiselerden sonra Ehli Beyt’in yerine Sünnet’i kaim kılmaya çalışmışlardır. Ama aslolan ifade, asıl metin Ehli Beytim’dir.

Size iki şey bırakıyorum bunlara sarıldığınız, sahip çıktığınız, bunların izinde, bunlarla beraber hareket ettiğiniz müddetçe her türlü tufandan halas olacaksınız. Nedir bu iki şey; birisi Kur’ân-ı Kerim, ikincisi Ehli Beytim’dir…

Kur’ân-ı Kerim Allah’ın dinidir, dini vaaz eder. Ve tamamlanmıştır. Daha ne bir eksiltme ne bir ilave kabul edecek durumda değildir. “Dinimi tamamladım.” buyrulmuştur.

Ehli Beyt de Allah’ın nûrudur. Nur da onlar ile tamamlanacaktır. Onlara olan sadakatle, muhabbetle, medevvetle, ünsiyetle… Bu nur da bunlarla tamamlanacaktır. Ve onlar dinin uygulayıcısıdır. Kur’ân’ın uygulayıcısı, yaşatıcısı, yaşayıcısı, Kur’ân’ın vitrini Ehli Beyt’tir. Bu iki emaneti bize Cenâbı Peygamber bırakıyor.

Baktığımızda, asrısaadetten sonraki ‘Ben Müslümanım!’ diyen toplum bu iki emanete de gereği gibi sahip çıkamıyor. Hadise buradan kaynaklanıyor. Kur’ân’dan uzaklaşıyor, beşerî zihniyetler, siyasetler baş göstermeye başlıyor, Kur’ân’ı farklı şekilde yorumluyorlar. Tarihsel süreç içinde Kur’ân’ın Emevî yorumlanması, Abbasî yorumlanması, Fâtımî yorumlanması,

Selçuklu, Osmanlı yorumlanması… Her dönemde kimin kayığı yürüyorsa, o kayığını Kur’ân denizinde kendince yürütmeye çalışıyor.

Emevîler döneminde de Abbasîler döneminde de Ehli Beyt istenmeyen kişiler ilan ediliyor, ta ki Selçuklular, Osmanlılar onlara sahip çıkıncaya kadar.

Zincir burada kopuyor. Dolayısı ile kurtuluş vesilesi, saadet, selamet sebebi olması gereken unsurlar insanlık için bu sefer felaket sebebi oluyor. Din tamamlanmış ve bize teslim edilmiş. Mütemmim bir halde, mükemmel bir halde bize teslim edilmiş... Kur’ân’ın bizden istediği, bize öğüdü neydi?

Bir; Dini muhafaza etmek… Kur’ân’ın bütünlüğünü, evrensel mesajını muhafaza etmek.

İki; Canı muhafaza etmek… İnsan mukaddestir, insan mübarektir, insan Rahman’ın suretinde yaratılmıştır, insan Allah’ın en büyük ayetidir, en mükemmel eseridir. Öyleyse onu muhafaza edin. Ama bu zikredilen konumda insanı muhafaza edin…

Üç; Nesli muhafaza etmek… İnsanın meyvesi, çekirdeği olan toplumların, varlık âleminin istiklâli ve istikbâli olan, geleceği, ümidi, umudu, huzuru olan nesli muhafaza edin...

Dört; Aklı/zihni muhafaza etmek… Akıl insanın kompitürüdür. O kompitür olmazsa insan sıhhatli çalışamaz, insandan verim alınamaz. Muhatap akıldır, onu muhafaza edin. Onu çıldırtacak, cinnete sevk edecek, maaşa dönüştürecek her türlü oluşumdan, seyirden uzak durun.

Beş; Malı muhafaza etmek… Bu insanın doğup büyüyeceği, yaşayıp gelişeceği, kendisini isbat edeceği, neslini devam ettirebileceği, rızkını temin edebileceği, yerinde kutsiyet atfedip vatanlaştıracağı, mülkiyyeti toprağı, araziyi muhafaza edin…

Dini muhafaza, canı muhafaza, nesli muhafaza, aklı muhafaza, malı muhafaza… Bu bütün dinlerin adalet sisteminin temelidir. Nahl Sûresi’nin 90. Ayetinde: “Allah size adaletle hükmetmeyi, adalet üzere yaşamayı ve adaletle emretmeyi emreder.” ayetinden anlaşılması gereken bu. Her cuma imamlar hutbenin sonunda tekrar ederler: “Allah size adaleti emreder…” İşte adaletin gereği budur, adalet budur. Bu beş şeyin korunması, devamlılığı, muhafazası, bozulmaması… Yeryüzü bununla âbâd olur.

Bize bırakılan Kur’ân’ın, bizden istediği buydu ve aynı Kur’ân bize Ehli Beyt hakkında da “Onların tertemiz olduğunu” buyuruyor. “Allah Ehli Beyt’ten kiri gidermiştir.” buyuruyor. Diğer insanlara nisbetle onları korumuş, tertemiz kılmıştır. Cenâbı Hak ayeti kerimede Efendimiz’in dilinden “Allah sizden Bize ve Ehli Beytim’e sevgi ve muhabbetten başka, hürmetten başka bir ücret taleb etmemektedir.” buyuruyor. O nûra karşı da bizim hürmet ve hizmetimizi, muhabbet ve sadakatimizi istemiş. Birinde din birinde nur. Şimdi biz bize bırakılan bu emanetlerin, Kur’ân’ın ve Ehli Beyt’in açılımlarını bu bahsedildiği şekilde muhafaza edebilmiş miyiz? Yok, edememişiz. Bugüne kadar da edemedik. İşte bu zincirlerin kopuşu, bu hadiselerin yaşanmasına zemin oluşturdu.

Bunların tümünü birleştirdiğimizde ortaya şu kavram çıkar: Zulüm… Bu zulmün nirengi noktaları, kırıldığı noktalar tamam, ama genel olarak ortada insana yakışmayan, insanın yapmaması gereken, yapamayacağı diye düşündüğümüz bir zulüm var. Bu beş şeyi muhafaza edemediğimizden ve adalete riayet edilmediğinden adaletin zıttı olan zulüm ortaya çıkmıştır ve el’an da devam etmektedir. Evet, bugün bütün yeryüzü sistemleri, şu anda yeryüzünde insanlığı sözde idare için, insanlığın mutluluğu için, insanlığı muasır medeniyete taşımak adına kurulmuş, uygulanan bütün rejimler -Bakın İran da, Suudi Arabistan da buna dâhil, sözde İslam rejimleridir.- yeryüzünde mevcud olan bütün rejimler zulümdür. Ne dinin tamamlanmasına yardımcı ne de nûrun tamamlanmasına yardımcıdır.

Adaletin olmadığı yerde zulüm olacaktır, başka bir şey bulamazsınız. Zulümden zulûmat neşet edecektir. Karanlık, cehâlet, dalâlet, taassub neşet edecektir. Peki, böyle bir dalâlet, böyle bir cehâlet, böyle bir zulûmat, karanlık neye hücum edecektir? Nûrâniyyete… Nûru söndürmeye, inkıtaya uğratmaya çalışacak. Tarih boyunca böyle olmuş. Yeryüzüne bakın, her yerde gerçek Müslümanlar veya “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.” hesabı İslam’ı temsil etmeye çalışan insanlar, bugün bile hep o zulümle karartılmaya çalışılmakta, üzerlerine bombalar yağdırılmakta…

Ama zincirin koptuğu yer o en baş... Kitabullah ve Ehli Beyti Resûlillah  (sallallahu aleyhi vesellem). Bu iki emanete biz sahip çıkamadık ve bu emanetlerle adaleti tesis edemedik, temin edemedik. Dolayısıyla zulüm cihanı sardı, zulümden zulûmat doğdu, o zulûmat nûru, nûraniyyeti boğmaya çalışıyor. Mücadele bunun mücadelesi.

Ne zaman biz tekrar o başa döner, işe oradan başlarız, kaybolan değerlerimizi yeniden anlarız; nasıl ki arkeologlar tarihi bir yapıyı, dokuyu meydana, gün ışığına çıkarıyorlar, bunun gibi biz de ne zaman öz mirasımız, imanımız, dinimiz olan, asıl kimliğimiz olan bu dokuyu meydana çıkarır ve bunların üzerinde yapılan tahribatları, tahrifatları düzeltir aslıyla buluştururuz, işte o zaman Allah’ın vaadi gerçekleşir.

“Allâhu veliyyu’l-leżîne âmenû yuḣricuhum mine’z-zulumâti ile’n-nûr.”

Mü’minler, asli vazifesini yerine getirenler   Allah’ın dostlarıdır. Allah taraftarıdır, Allah’ın yandaşlarıdır. O hakikat yolunun, sırat-ı müstakimin yoldaşlarıdır, Ehli Beyt’in kardaşlarıdır. Allah, dostlarını ve kendi taraftarlarını karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İşte o zaman da nur tamamlanır. Zulüm biter nûraniyyet neşet eder, tecelli eder, tamamlanır. Allah da dostlarını nûrlu bir ortama, huzurlu bir ortama kavuşturur.

Bu zulüm ne adına olursa olsun… Mesela bizi ilgilendiren boyutundan baktığımızda Kerbelâ Vak’ası için ciğerimiz yanıyor. Ama biz aynı yangını, aynı acıyı Dersim için de hissediyoruz. “Ya Dersimliler bizden değildi, şöyle böyleydi…” Hayır, insandılar ve kendilerince, batıl da olsa, yanlış da olsa bir inancı/inanışı temsil ediyorlardı. İnanç adına bir hareket yaptılar. Ve Kerbelâ hadisesi gibi Dersim hadisesi de bizi üzer.

Evet, belki onlar bir isyan yaptılar, elbette ki böyle bir isyanı bastırmak devletin görevidir ama zulmetmek devletin görevi değildir. İsyanı mantıkla, makul bir şekilde bastırırsın. Masum insanları, çocukları yakarak, Alevî olsun, Sunnî olsun, kâfir olsun insanları yakarak bir zulüm bastırılmaz. Ateşten çıkmaya çalışanlara ellerinde kalaslar, başlarına vurarak kundaktaki bebekleri yakmışlardır. Ne farkı var bunun Kerbelâ’dan?

Hz. Hüseyin susuzluktan derisi gerilmiş evladını kaldırmış, karşı saftakilere gösteriyor: “Düşmanınız bu çocuk mu? Susuzluktan kavrulan, ölümün eşiğine gelmiş olan bu çocuk mu?” diye çocuğu ellerinin üstünde havaya kaldırıyor. Ben söyleyecek söz bulamıyorum… Elindeki oku çocuğun boğazına fırlatıp babasının kucağında, ölmek üzere olan çocuğu öldürüyorsun… Bu Kerbelâ.

Ateşte mısır patlağı gibi patlayan o çocuklar ateşten çıkmak istediklerinde odunla başlarına vurup onları ateşe basıyorsun… Burası Dersim.

Zulüm hiçbir zamanda değişmemiştir. İnsanlık asıl bunu konuşmalıdır. Kerbelâ bunun ayrıntısıdır. Şeyh Said bunun ayrıntısıdır. Saydığım o halkalar, tarihten bugüne bu hadisenin detaylarıdır, konuşulması gereken şey zulümdür. İnsanlığa yapılan zulüm. Bunu kim, ne adına yaparsa yapsın. Bir şey zarar vermeye başlarsa, zarar noktasına gelirse engel olunur.
Bir insan düşüncesinden, anlayışından dolayı -bunu sen tasvip edebilirsin, etmeyebilirsin- suçlu sayılamaz, cezalandırılamaz. Konuşulması gereken bu. Kerbelâ hadisesi buna ışık tutmalı. Yoksa Kerbelâ bitmiş değil. Bunun için güzel bir ifadedir; “Bizim için her gün Aşura, her yer Kerbelâ’dır.” demişler.

Daha önce de söylemiştim, sürekli Kerbelâ’yı konuşmak bana biraz duygu sömürüsü gibi geliyor. Hz. Hüseyin’i, Hz. Hasan’ı, oradaki masum Ehli Beyt’i kullanarak onların üzerinden duygu sömürüsü yapmak, farklı bir rant beklentisine girmek yanlıştır. Konuşacaksak zulmü konuşacağız. Ehli Beyt zulmün mağdurudur. Cehâletin şehididir, tassubun şehididir Ehli Beyt. Konuşacaksak taassubu konuşacağız, cehâleti konuşacağız, gafleti konuşacağız, zulmü konuşacağız, insanlıktan, insanî değerlerden mahrumiyeti konuşacağız. Hz. Hüseyin’in akmış o kanını adeta her yıl akıtarak bir yere varamayız.

Dediğim gibi alınması gereken dersleri alıp, başa dönmek… Biz Müslümanız, bunu unutamayız. Ve bizim için bu gerçeği hiçbir şey örtmemeli, değiştirmemeli. Biz Müslümanız. Bugün bizim için Hz. Hüseyin’in şehâdetinden daha acı Hz. Muhammed’in şeriatı, Hz. Muhammed’in bize miras bıraktığı hakikatler öldürülüyor, katlediliyor. Biz bunu nazara vermeliyiz. Tilkiye tut, tazıya kaç hesabı, alaverelerle asıl gündemi, asıl kulluk görevimizi, yapmamız gereken şeyleri kimse bize göz ardı ettirmemeli. Adeta bugün Hz. Muhammed katlediliyor (aleyhi’s-selâtu ve’s-selâm). Evet, öldürmüşler O’nu. Ölü bir Peygamber… Bu bizim için Hüseyin’in şehadetinden daha ciddi bir hadise. Hayatımızda O’ndan kalan bütün güzellikleri almışlar, hayatımızı nurlandıracak bütün eserleri elimizden almışlar. Bu konu hiç gündeme gelmiyor. Habire Hüseyin’in yarasını kanatmaya çalışıyoruz, habire o güzel insanların üzerinden politika yapmaya çalışıyoruz.

Eğer bu anlaşılmazsa Kerbelâ’yı anlamış sayılmayız. Bunları konuşmayacaksak Kerbelâ’yı konuşmanın bir anlamı yok. Bunları konuşmayan insanların, bunları örtmeye çalışanların tamamı benim nazarımda yeziddir. Benim nazarımda ömer ibni Sa’d’dır. Benim nazarımda ubeydullah bin ziyaddır.

Ben Hz. Muhammed’in mü’miniyim, buna iman etmişim. Hüseyn’in muhibbiyim, Hüseyin’e sevgim var.

Sual: Efendim şöyle diyebilir miyiz? Efendimiz (aleyhi’s-selâtu ve’s-selâm) nübüvvetini izhar edince O’nu öldürmek isteyen Mekke’li müşrikler ve sair İslâm düşmanları bunu başaramamış, ama altmış yıl sonra O’nu ve O’nun getirdiği hakikatleri katletmeyi Kerbelâ’da Müslümanlar başarmıştır…

Cevap: Evet, Müslümanlar bunu başarmışlar. O günün ben Müslümanım diyen insanlarını, Ya Rabbi düşünmek bile istemiyorum… O günkü o Kûfe halkını, bırakın sadece Kûfe halkını Mekke, Medine halkını düşünmek bile istemiyorum…

Sual: Hasan Basri Hazretleri’nin bir sözü var: “Ashab sizi görseydi bunlar nasıl Müslüman?” derdi. Onun anlayışıyla bugünün Müslümanlarına nasıl bakabiliriz?

Cevap: O’nun bu sözü buyurması ashabın takvasından, Allah’ı ve Resûlü’nü anlayışından dolayı. Tabi kastettikleri birinci dönem ashabı. Bizâtihi Resûlullah’ın rahle-i tedrisinde bulunmuş insanlar.

Cemaati, Hz. Hasan Basri’yi, Hz. Ebu Bekir ile mukayese ediyorlar. Cemaati “Sen Resûlullah zamanında yaşasaydın Ebu Bekir gibi olurdun. O’nun Ebu Bekir’i olurdun.” deyince o da böyle buyuruyor: “Siz Ebu Bekir’i görseydiniz deli derdiniz, onlar sizi görseydi sizin dininizden şüphe ederlerdi.”

Dinin özünden, hakikatinden kopuşu, uzaklaşmayı bu şekilde ifade etmiş mübarek. Yüz sene sonra ki Hz. Hasan Basri (rahmetullahi aleyh) tabiindendi, dört yüz sahabe-i kirama yetişmiş, onlardan ilim öğrenmiş, hadis öğrenmiş, hakikat öğrenmiş bir insan. Yüz sene sonra o insanlara buyuruyor ki: “Onlar sizi görseydi dininizden şüphe ederdi.”

İşte bunlar bu hadiselerin hemen sonrası. Kerbelâ hadisesinin hemen akabi, o dönemler. Bugün de aynı olmuyor mu? Bugünün Müslümanlarına bakın.

Varlık âleminden yaratılmışların en hayırlıları olan, cennet kadınlarının efendisi Hz. Fatıma’dan neşet eden, Hz. Fatıma’nın meyvesi, risaletin meyvesi olan bir varlığı, bir şahsiyyeti, nurun şulesi, reşhası olan Hz. Hüseyin’i; ömrünü fuhuşla geçirmiş bir fahişe olan mercanenin oğlu ibni ziyadı –afedersiniz sizleri tenzih ediyorum, binler kez özür diliyorum- bir piçi, Hz. Muhammed’in meyvesi olan Hüseyin’e tercih ettiler. Bunlar Müslüman… Onun parasına, dağıttığı altınlara kanarak imanlarını sattılar.

Bugünkü Müslümanlara bakın daha önceki seçimlerde DSP ile anlaşıp DSP’ye oy veren Müslümanlar vardı. Hepiniz biliyorsunuz. İşte bu dönemde MHP’ye hem de manen Peygamber’den emir aldık diye, MHP’lileri   Allah’ın Peygamberi’nin aslanları diye göstererek açıktan beyanat veren Müslümanlar var. Bunların belgelerini sizlere okumuştum… Bir fark görebiliyor musunuz şimdi? Tarih tekerrürden ibarettir. İnsan imanı, İslam’ı anlamayınca neyi konuşursan konuş.

O gün de bu bir seçimdi, bir tercihti. Arşın Efendisi olan bir şahsiyyeti seçmediler, nesebi dahi belli olmayan bir soysuzu seçtiler. Onun arkasında saf tuttular. Bugün de aynen öyle. Müslümanların tercihlerine bakın. Tarih boyunca çok fazla bir şey değişmemiş. “Şöyle ilerledik, böyle yol aldık, böyle olduk.” sözleri biraz kendi kendimizi kandırma. Çok fazla bir yere gitmemişiz.

Sual: Efendim o günlerle bu günleri birbiriyle irtibatlandıramayan bir Müslüman doğruyu bulabilir mi?

Cevap: Doğruyu bulamaz. Oturup şimdi Hüseyin’e gözyaşı dökmek; bu yalancılıktır, kezzablıktır. Eğer Hüseyin’in safında değilsen, Hüseyin için canını veremiyorsan veya Hüseyin’in canını verdiği değerler için canını vermeye hazır değilsen Hüseyin’e ağlama hakkına da sahip değilsin. Çünkü Hüseyin’i şehid eden bu tür riyakârlar olmuştur. Hüseyin bu gözyaşlarında boğulmuştur. O gün o insanların oturup Hüseyin’e ağlamaları bir anlam ifade etmiyor. Şimdi yine o aynı insanlar, o aynı kafada/mantıkta olan insanlar bugün televizyonlarda bakın bir seyredin Allah için. Hiçbir Müslüman toplulukla, gerçekten Hüseyin’e canını verecek insanlarla birlikte değiller. Cem evlerine gidiyorlar, orada ‘biz biriz beraberiz, kardeşiz’ diyerek  çalıp ‘Ya Ali, Ya Ali’ diye oynuyorlar. Birlik mesajları veriyorlar, kardeşlik mesajları veriyorlar…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort