JoomlaLock.com All4Share.net

EL KARDA GÖNÜL YARDA

Dinin emirlerinin, içerisinde yaşanılan zamana göre yeniden anlaşılması ve uygulamada insanların eline daha yarayışlı materyallerin verilmesi her zamanda olduğu gibi şu zamanımız için de olmazsa olmazlar arasındadır. Bu ifadelerimiz asla din-i mübînin revize edilmesi, reforma uğraması noktasında anlaşılmamalı. Hâcegân’ın anlayışına müntesib her ferd gibi biz de dinin deforme olmadığına/olamayacağına elbette ki mûtekidiz. “Yeniden anlaşılması”ndan kasdımız; Allahımız’ın ayetleri ve Efendimiz Aleyhi’s-Selâm’ın hadislerinin, büyüklerimizin tecrübelerinin yaşadığımız memlekete, içerisinde bulunduğumuz zamana, teknolojik gelişmelere, küresel değişikliklere paralel olarak izahının yapılması ve muhatabına –tabir-i caizse- daha elle tutulur, gözle görülür bir din algısının kazandırılmasıdır. Bunun için hem şeriate, hem tarikate, hem de hakikate dair bazı önemli kavramların bugüne bakan yüzünün anlaşılması gerekir.

Mutasavvıfların, özellikle de tarîkat-i Hâcegân’ın “zühd” anlayışını yani bu ayki merâmımızı, ashabı kiram efendilerimizin ifadeleri, Efendimiz’in (sav) bu meyandaki hadisleri ve ayeti kerimelerin konumuzu ilgilendiren tarafları ile izah etmeye çalışacağız inşaallah. Gayret bizden, tevfîk ve inayet âlemlerin Sahibi’nden (cc).

Her ne kadar Cenâbı Hakk’a vuslat yolunda şeriat, tarikat, hakikat ve bunların da ötesi diye bir takım kilometre taşları tarif edilse de bu menzilleri birbirinden ayırmanın yanlışlığı, birini sıkı sıkıya tutup diğerlerini hor/hakir görmenin sakıncası bu ay 66. sayısını hazırladığımız dergimizi takip eden ve bu takip neticesinde bizim hadiselere bakışımızı benimseyen herkes tarafından anlaşılmıştır diye düşünüyoruz. O yüzden bunları tek tek ele almaya burada lüzum hissetmiyoruz. Bunlar, birine uğranmadan diğerine varmanın mümkün olmayacağı duraklardır ki aksini düşünmek akla ziyandır.

Zühd de bu manada ele alındığında onun şeriate, tarikate, hakikate vs. taalluk eden cihetlerinin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Biz, burada, kendisini şeraitten müstağni görmeyen, hakikatle uygunluğun sancısını içerisinde taşıyan bir tarikate göre “zühd”ü ele almaya çalışacağız.

Sözlükler zühd için; kendisini dünyadan ve dünya ile alâkalı şeylerden uzaklaştırmış sûfînin içerisinde bulunduğu manevi hâldir diyorlar. Bu ifade gayet doğru bir tarif olmakla birlikte eğer tartılırken kantarın topuzu iyi ayarlanamaz ve elden kaçırılırsa maalesef bu el, etek çekiş fâili çok zor durumda bırakabilir. Madalyonun öbür yüzünde de “Canım bunlara ne gerek varmış, kıl beşi bitir işi…” gibi bir dengesizlik de insanı ciddi sıkıntılara sokabilir. Müslümana yakışan Efendimiz’in (sav); “Hayrü’l- umûru evsatuhâ- Hayır ortada/orta yoldadır.” ifadesine mutabaatla itidalli hareket etmektir. Her üç sınıfın örneklerini sahabe efendilerimizin hayatlarında görmek mümkündür. Bir yanda çalışmadan, hiçbir gayrette bulunmadan, dünya ile maişet için dahi meşguliyeti hoş karşılamadıklar için rızkını Allah’tan bekleyenleri, Hz. Ömer, müteekkil-hazır yiyici diye tenkid etmiş ve onların anlayışlarının yanlışlığına vurgu yapmıştır. Bir yanda dünya ile meşguliyetin, paranın, malü melâl sevgisinin kendisini helak ettiği salebe; öte yanda ise vasat bir yol tutarak; “Kim bu dünyada Allah için bir şey verirse Allah daha dünyada iken ona misli ile mukabelede bulunur.” hadisi kutsîsinin müjdesine mazhar olmuş ve meşru yollarla elde ettiği sermayeyi yeri geldiğinde “Allah ve Rasûlü bize yeter.” diyerek gözünü kırpmadan sarf edebilmiş Hz. Ebû Bekir (ra).

Evet, ayeti kerimeler ve ehadisi nebeviyye dünyanın kötülüğüne, ondan uzak durmanın güzelliğine vurgu yapıyorlar amma bu maişeti terk etmek, geçimle ilgilenmemek, para kazanmamak/biriktirmemek gibi anlaşılmamalı. Nitekim Allah’ın peygamberlerinin arasında Efendimiz (sav) gibi karnına taş bağlayacak, Hz. Musa (as) gibi elinde mukabele edecek techizâtı bulunmadığı için düşmanından ancak kaçarak kurtulabilecek kadar zor durumda olanlar olduğu gibi; Davut ve Süleyman (as) gibi hem dünya hem de ukba sultanı olan ve ellerindeki metaı Allah yolunda sarf etmelerinden dolayı Cenâbı Hakk’ın kendilerinden övgüyle bahsettikleri de var.

Büyüklerimizin dünyadan uzak durmak ile ilgili ifadeleri dünyaya duyduğumuz sevgi, muhabbet, hırs ve tamah ile ona bağlanışı gönülden çıkarma ve ona gerektiği kadar değer verme manasındadır. Çünkü dünyayı bu yönüyle terk etmemizi arzulayan sâdâtımız, aynı duygularla ukbanında terkini arzu etmişlerdir. Hatta Cenâbı Hakk’ın azameti ve mutlak varlığı karşısında kendi benliğimizin kıymetsizliğini anlamamızı, en sonunda da bu “Terk ettim.” düşüncesinin bile bırakılması gerektiğini tavsiye buyurmuşlardır.

Efendimiz’in (sav); “Dünya leştir, leşin de talibi köpeklerdir.”, “Dünya üzerine atlas örtülmüş bir çöplüktür.” ifadeleri de aynı hikmete işaret etmektedir. Allah’ın Zâtı’na vuslat için adeta bize fırsat olarak sunulmuş bu dünyayı, gerektirdiği şekilde değerlendiremezsek bizim için de bir lâşeden, çöplükten farkı olmaz. Cenâbı Hak da Tâ-Hâ Sûresi’nde “Her kim de Allah’ın zikrinden yüz çevirirse ona dar bir geçim vardır.” buyurmuştur. Ayeti kerimede geçen “dankâ” ifadesi bazı tefsirlerde nefse teşbih edilmiş ve yedi başlı bir canavar olarak tasvir edilmiştir. Yani zikirden yüz çevireni, başka bir deyişle Allah’tan gafil olarak bu dünyayı -yine ayeti kerimenin ifadesine göre- “oyun ve eğlenceden ibaret” göreni Cenâbı Hak nefsiyle baş başa bırakır ki Efendimiz (sav) bile; “Ya Rabbi! Bir an dahi Beni nefsimle yalnız bırakma!” diye dua ederek bu hâlden Allah’a sığınmıştır. İnsanın zaten nefsiyle böyle sıkıntısız(!), problemsiz(!) bir ilişkisinin olması onu mahvetmeye yeter de artar bile. Allah bu hâlden cümlemizi muhafaza buyursun.

Buradan insanların özellikle de mü’minlerin sefil bir hayat yaşaması gerektiği anlaşılmamalıdır elbette. Hem ashabı kiram efendilerimizden hem de onlardan sonra din-i mübînin saffetini muhafaza ederek bize ulaşmasına gayret eden büyüklerimizden hatırı sayılır derecede variyete sahip olanları biliyoruz. Mekke zenginlerinden biri olduğu halde Allah için hicret etmiş ve şartlar gereği her şeyini Mekke’de bırakmış Abdurrahman bin Avf’ı hatırlayalım. Medine’ye geldiğinde adeta sıfırı tüketmiş vaziyette. Kendisiyle koca bir serveti paylaşan kardeşinden istediği bir parça iple ticarete başlamış ve Allah’ın rızkını bereketlendirmesi ile vefat ettiği dönemde büyük bir mülk geride bırakmıştır. Geride bırakması yanlış anlaşılmamalı. Bıraktıkları, hayatta iken Allah’ın arzuladığı mâlî ibadetleri kâmilen yerine getirdikten sonra bereketle geride kalandır.

İmamı Âzam Hazretleri’ne; “Ya İmam! Ben fakir bir insanım. Üç beş tane hayvanım var. Sen ise zenginsin. Belki sayısını bile bilemeyecek kadar sürülere sahipsin. Nasıl oluyor da sen benden daha takvalı, Allah’a daha layık olabiliyorsun?” diye sorduklarında buyurmuşlar ki; “Ben hayvanlarımı ahıra bağlıyorum. Sen ise onları gönlüne bağlıyorsun.”

Tarikat-i Hâcegân’ın büyüklerinden Hâce Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin de zenginliği dillere destandır. Ziraatle uğraşmışlar. Binin üzerinde tarlaya sahip olduğu rivayet edilir ki bazı tarlalarında da binden fazla kimse çalışırmış. Bir gün yanında değerli birkaç kitap bulunan bir molla Hazret’in medhini çok işittiğinden onu ziyaret etmek ister. Dergâha geldiğinde büyüğümüz onu da yanına alıp işlerini kontrol etmek, gezmek için yürümeye başlar. Molla bir taraftan Ubeydullah Ahrar Hazretleri gibi büyük bir velinin bu kadar mal mülk edinmesini anlayamazken bir taraftan da dergâhta bıraktığı o değerli kitaplarının akıbetini merak edip durur. “Acaba başlarına bir iş geldi mi, yerinde duruyor mu?” diye sürekli bir al-ver içinde dönüp durur. Hazret; “Belki bu kadar malımız mülkümüz var amma biz onu hiç gönlümüze sokmadık. Allah’la aramıza girmesine müsaade etmedik. Sen ise iki kitaptan vazgeçemedin, onları gönlünden çıkaramadın.” buyuruyorlar. Önemli olan ne olursa olsun sahip olduklarımızın Allah ile ilişkimize halel getirmemesidir. Büyüklerimizin ifadeleriyle “El kârda olsa da gönlün Yâr’dan ayrılmamasıdır.”

Burada Hâce Hazretleri’nin “Allah bugün bana verdi. Onun yolunda harcamaya, emrettiği şekilde kullanmaya gayret ediyorum. Çocuklarıma servet bırakacağım diye Allah’ın isteklerinden kırparak dünyamı ve ahiretimi harab etmeye hiç niyetim yok. Rabbim bugün bana verdi, yolunda kullanmayı nasip etsin. Çocuklarıma da verirse onlarda O’nun (cc) yolunda rızası doğrultusunda kullansınlar, buna duacıyım.” ifadeleri hadisede dengenin korunması açısından gayet mühimdir. Mal, mülk sahibi olacağız, evlatlarımızı, eş-dost, yârânımızı rahat ettireceğiz diye dinimizin emirlerinden geri kalmayacağız. Büyüklerimiz kibar-ı kelamlarında ne güzel ifade buyurmuşlar; “Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden/Bir de baktık ki hem dünya hem din gitti elimizden.” Denge kurulamazsa -Allah muhafaza- her ikisinden de mahrumiyet kaçınılmazdır.

İşte büyüklerimiz özellikle de ilk dönem sûfîleri bu tehlikeye düşeriz korkusuyla riyazâtı kendilerine ihtiyâr etmişlerdir. Büyüklerimiz riyazâtı tamamen hayattan kopmak olarak algılamamışlardır. Nefsin arzu ve isteklerini asgari seviyeye indirgemek ve hazzını değil de lüzumu kadarını ona verebilmek için bir eğitim sürecidir. Bu süreçten sonra tekrar halkın arasına karışmış, tabiri caizse eski hâllerine göre daha kuvvetli bir manevi yapıyla hayatlarını idameye gayret etmişlerdir. Aksi hâlde tamamen hayattan kopmak belki işi ruhbanlığa götürür ki bu dinimizce de yasaklanmıştır. Bu manada evlenmeyeceğini, her gününü oruçla, her geceyi ibadet ve taat ile geçireceğini beyan eden sahabilerini Efendimiz hoş karşılamamış; “Bu sözleri söyleyen sizler misiniz? Bakınız, Allâh’a yemin ederim ki, içinizde Allah’tan en çok korkan ve O’na en çok saygılı olan Benim. Fakat Ben bazı günler oruç tutar, bazen de tutmam. Gece hem namaz kılar hem uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren, Ben’den değildir.” (Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5; Nesâî, Nikâh, 4) buyurmuşlardır. Bu manada Efendimiz’in (sav) ashabı da bu dengeyi korumuş, kimi ticaretle, kimi zanaatle, kimi ziraatle meşgul olarak hayatlarına devam etmişlerdir. Ancak Allah’ın ve Rasûlü’nün emirlerini hiçbir zaman bu işlerinin ardına da düşürmemişlerdir. Bu mütevazi/ölçülü hayatlarının neticesinde de “Rabbimiz onlardan, onlar da Allah’tan razı” olarak iki cihan saadetine kavuşmuşlardır.

Hâcegân anlayışına göre insanın dünya ve ehli dünyanın muhabbetinden kurtulup batınını temizlemesi demek olan “zühd”ü elde etmenin yolu sadece bunlarla alâyişi kesmek değildir. Nitekim büyüklerimizin; “Eğer İbrahim bin Edhem, bir Hâcegân sâdâtı ile karşılaşsaydı, o, onu tacı tahtı terk ettirmeden de irşâd ederdi.” buyrukları mes’eleyi gayet açıkça özetlemektedir. Ğavs Hazretleri Abdulhakim el-Hüseynî Hazretleri’nin; “Halvette şöhret vardır.” ifadeleri de aynı hakikatin başka bir izahıdır. Abdulhâlık Gücdüvânî Hazretleri’nin sekiz esasından birisi olan Halvet-Der-Encümen esası bizim anlayışımızın temel hususiyyetlerindendir. Yani asıl kemâlât, halk ile birliktelik halinde dahi Hak’tan (cc) gafil olmama keyfiyetidir. Bizim büyüklerimiz müridlerini bu yönlü bir gayrete sevk etmiş ve böyle yetişen sâliklerin yukarıda da örneklendirmeye çalıştığımız dengeli anlayışa daha uygun işler yapacağına kanaat etmişlerdir. Üstelik, dedik ya zamana göre tekrar gözden geçirilmeli diye. Bu anlayış bu zamanın Müslümanları için çok daha geçerli bir uygulamalıdır. Çünkü zaman, ne gerisinde kalınacak kadar huzurlu, ne evlenilmeyecek kadar güvenli, ne de gündüzleri saim, geceleri kâim olabilecek kadar müsaittir. Onun için büyüklerimizin ifadesiyle bugün zaten doğal bir riyazat olan bu hayatın içinde; “Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar…” (Âl-i İmrân; 191) ayeti fehvasınca mânen yüzlerini Cenâbı Hak’tan bir an dahi çevirmemişler, mâzâga’l-basar (hiç gözünü ayırmadan bakan) Efendileri (sav) gibi Rableri’nin emir ve yasaklarından müteşekkil hududullahı çiğnememişlerdir.

Zühd ile bir hayat yaşama gayretinde olan mü’minlerin yapmaları gereken en mühim şey Efendimiz’in (sav) getirmiş olduğu şeraite/fıkh-ı zâhire itaat ettikleri gibi fıkh-ı bâtın demek olan tasavvufî terbiyeye de muhakkak önem vermektir. Ancak bu iki yönlü çalışma birlikte sürdürülebilirse Cenâbı Hakk’ın; “…Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.” (Bakara; 222) ayetinde müjdelediği sevgili kulları arasına girer. Yapmış olduğu bütün hayırlı işlerin kabulü, tuttuğu güzel niyetlerin muhafazası ve arzuladığı ulvî hedeflerin anahtarı insanın kalbine gösterdiği dikkat ve rikkat ile mümkündür. Kalbin tahliyesi ve nefsin tezkiyesi ise varis-i etemm olan insanı kâmil terbiyesi ile mümkündür. Çünkü onlarla münasebeti olan insan her şeyden önemlisi şuurlu bir Müslüman olma melekesi kazanacaktır. Rabbimiz’in bizden istediği, Efendimiz’in ümmetinden arzuladığı ve büyüklerimizin ihvânından/yâranından beklediği de bundan başkası değildir. Allah’ın kâmil kulları ile beraberlik, şer-i şerîfin tatbiki ile âdeta Efendimiz’in (sav) suretine tâbî olan ümmet-i Muhammed’i; fıkh-ı bâtına mutabaat ile içi dışı pâk olmuş bir şekilde Hz. Peygamber’in (sav) sîretine rabtetmektir.

Böyle canlı bir hayat ancak ve ancak yaşayan bir varis-i Peygamberî ile mümkün olabilir. Çünkü insana faide ancak insan eliyledir. Çevremizde oturulmayan, içerisinde insanların meskûn olmadığı yapılara şöyle bir göz atalım. İster yeni yapılmış olsunlar, isterse eski bir zamanda yapılsın eğer metruk ise yok olmaya, çürümeye mahkûmdur. Ancak hâlihazırda insanlar tarafından kullanılıyor, içerisinde oturuluyorsa yani zaman zaman bile olsa insanla teması varsa orada hayat vardır ve belli şartlar müstesna o bina ayakta kalmaya devam edecektir. İnsan gönlü de tıpkı o haneler gibidir. Zühd gibi, huşû gibi bir takım güzellikler insanın gönlüne inşâ edilmiş yapılardır. Bunların orada temekkûn etmesi, âdeta yıkılmadan ayakta kalması insanı kâmil ile temasın devamı ile mümkündür.

Cenâbı Hak cümlemize bu rabıtayı kurabilmeyi ve hem bu dünyada hem de ukbâda devam ettirebilmeyi nasib etsin. Bizleri her iki cihanda da zümre-i sâlihînden, âşıkînden ve ârifînden ayırmasın.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: SIFAT, ZÂTIN NE AYNI NE DE GAYRIDIR »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort