JoomlaLock.com All4Share.net

HAYATIN MANASI RESÛL’ÜN TEBESSÜMÜNDE GİZLİDİR

Enes b. Malik (ra) nakleder: “Resûlullah (aleyhisselam) oturmakta iken birden bire dişleri görünecek kadar güldüğünü gördük. Ömer sordu: “Anam babam hakkı için söyle ya Resûlullah, seni güldüren şey nedir ?”    Allah (cellecelaluhu) hayatı ve ölümü en güzel ameli işleyenin açığa çıkması için var ettiğini bizlere bildirmiştir. En güzel Allah (cellecelaluhu) ve Resûlü'dür (aleyhisselam). En güzel Efendimizin gülümsemesidir. Hayat bizlere en güzelle yaşama, en güzellerin ahlâkıyla ahlâklanma imkânı verilmiştir. Peygamber Efendimiz hayatın, yaratılışın gayesidir. Bundan dolayı hayatıyla ilgili en küçük ayrıntılar bile atlanmamış bizlere kadar nakille ve gönülle ulaştırılmıştır. Efendimizin mutluluğu hayatın gayesinin gerçekleştiğini bizlere gösterir. Bir de bu mutluluk dişleri görünecek kadar onları tebessüm ettiren bir mutluluk ise mutlak surette öğrenilmeli ve asıl cennet olan Efendimizin gülümsemesini gerçekleştiren böyle bir amelle bezenilmelidir. Hazreti Ömer (ra)’in böyle bir gerçeği öğrenmedeki aşırı isteğini Allah'ın (cellecelaluhu) insana meccanen bahşettiği doğal hakları vesile ederek sunması Allah'ın Resûlünden bir şey öğrenmenin en güzel yolunu bizlere göstermektedir. Anneye ve babaya sırf anne ve baba olduğu için müşrik bile olsa maruf ile muamele etmeyi, Mü’min ise Allah'tan (cellecelaluhu) sonra onlara teşekkür edilmesi gereği, yaşlandıklarında “üf” bile denilmemesi gereği… gibi Allah tarafından birçok haklar verilmiştir. İşte Hazreti Ömer Allah’ın verdiği bu hakları vesile ederek sunuşunu gerekleştirmiştir. Belki de sırf kendi isteğini dile getirse Efendimizin iç âlemiyle alakalı bu hadiseyi öğrenmeye gerçek zemin bulunamayacaktır. Bir gün Şah-ı Hazne (ksa), kabz (darlık) halindeyken hanımlarını yanlarına çağırmışlar, hanımlarının ellerinden tutup Allah’a yönelip dua etmişler. Belli bir süre sonra tebessüm etmişler, gülümsemişler ve kendilerinde bir bast hali (rahatlama) olmuş. Hanımları bu işi merak edip kendilerine bu hali sorduklarında, kabz halinden çıkmak için tertemiz bir vesile ile Allah’a yönelmem gerektiği kalbime ilka edildi. Seni de bana Allah helal (tertemiz) kıldığı için Allah'ın (cellecelaluhu) temiz kıldığı bir ilişkiyi vesile ettim, kabul buyruldu diye açıklama yapmışlardır. Ataullah İskenderî’nin Allah'ın (cellecelaluhu) kuluna seslenişinde naklettiği gibi Cenab-ı Hak buyuruyor ki “Kendin için istemeyi bırak ki, her istediğini sana vereyim.”
Hazret-i Peygamber cevap verdi:    
“Ümmetimden iki kişi, izzet sahibi olan Rab Teâlâ’nın huzurunda diz çökmüşler, birisi şöyle diyor: “Ya Rabbi kardeşimden benim hakkımı alıver.”
Allah (suçlanana): “Kardeşinin hakkını ver !” buyurdu.
“Ya Rabbi, dedi, iyiliklerimden (ona verecek) hiçbir şey kalmadı.”
“Ya Rabbi, öyleyse günahlarımdan bir kısmını yüklensin, dedi(şikâyet eden).”
Allah’la beraber olmak mekânla alakalı değil, sıfat ve ahlâkla alakalıdır. Kimileri bu beraberliği yakalamak için inzivaya çekilmiş, kimileri nefisleriyle büyük mücadelelere girişmiş, kimileri ibadetlerini çoğaltmaya çalışmış… Peygamber Efendimiz ise “Kişi sevdiği ile beraberdir.” buyurarak beraberliğin sevda ile gerçekleştiği, sevda amelleri ile gerçekleştiğini bize buyurmuşlardır. İslam büyüklerinin buyurdukları gibi Allah insanı sevip yaratmıştır. Bundan dolayı Allah ile beraberliğin yeri sevilen insandır. Nakşibendî büyüklerinin halkın içinde Hak ile beraber olmak düsturu böyle bir tarifin açılımlarından sayılabilir. Efendimiz Allah ile beraberliğini, iç içeliğini ashabı ile beraberken sürdürmüştür. Kıyamet günündeki bir hadiseden Cenab-ı Hak bahsetmektedir. İlaha göre gelecek olmaz. Fakat insan tarafından kendisinin bilinmek sırrının anlaşılması insana göre gelecekle ilgili bir hadisenin bizlere açılması sağlanmıştır. Peygamber geleceği anımıza getiren insandır. Hazret-i Hasan'a cennetten üzüm vermemiş midir? Nakşibendî büyükleri bundan dolayı ânı yaşamak esastır buyurmuşlardır. Hazret-i Muhammed (sav) olmuş, olacak her şeyden bir kesit bize ulaştırmıştır. Hedefi de ânımızı en güzelle, en güzel şekilde yaşamamızdır. Allah kâinattaki her şeyi insana hizmetkâr kıldığı gibi geçmiş ve gelecekde bundan nasibini alıyor. Yeter ki insan yaradılış gayesini bilip, Rabbine hizmetini gerçekleştirsin.
Hadisimize dönersek, insan Hak ile baş başa kalınca dizlerinde güç, derman kalmaz, dizleri üzerine çöker. Kişilerin birbirleri üzerinde hakları varsa ne olursa olsun hangi koşullar geçerli olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın; hak sahibinin hakkını istemesi eleştirilemez, hak sahibi hakkını istediği için kınanamaz. Cenab-ı Hak, kişi hakkını kardeşinin iyiliklerinden istediğinde müdahale etmemiş vizrinden (günahından) kardeşine yüklenmesi istediğinde onu şaşkına çevirecek bir nimet sunarak müdahale etmiştir.
Ümmetten olmak kardeş olmak, kıyamet günü gibi bir güne bu vasıflarla ulaşmak insanı adaletten kurtaramaz. Şefaat, Allah'ın (cellecelaluhu) rahmetiyle adaleti sağlamasıdır.
Efendimize ümmet olabilmek öyle şerefli bir nimettir ki Allah o kişilerle özel ilgilenir. Ümmetten olabilmeye iyilikler hanesinde hiçbir iyiliğin kalmaması engel değildir. Devreye onlara ait ne girerse girsin bu aidiyetten dolayı Allah katında ilgi ve alaka bulur, görür.
Bu sırada Resûlullah (aleyhisselam)’ın gözleri yaş ile doldu. Sonra şöyle buyurdu: ”Bu gerçekten korkunç bir gündür. Öyle bir gün ki, insanlar günahlarından bir kısmının (başkası tarafından) yüklenilmesine ihtiyaç duyacaklardır.”
Peygamber Efendimiz ilk başta hadisenin bu kısmında içinden ağlamış, neticesinde ashabının göreceği şekilde gülümsemişlerdir. İnsanların ayıpları, fedakâr olamamaları, ihtiyaç halinde, zorunluluk durumunda neler yapabilecekleri… gibi eleştirilmeyi hak ettikleri, en azından övülemeyecek ameller işledikleri yani kısacası küçük düşebilecekleri durumlarındaki halini ifşa etmemiş. Fakat Allah'ın (cellecelaluhu) kuluna olan düşkünlüğü, kuluna en zor durumundaki yardım şekli… gibi konulardaki duygularını hemen belli etmiştir. Buradan da anlıyoruz ki insana yakışmayan, yaraşmayan haller örtülmeli, Allah'ın (cellecelaluhu) kuluna muamelesi her zaman dillendirilmelidir.
”Sonra şöyle devam etti: “Aziz ve Celil olan Allah şikayet sahibine şöyle diyecek:” “Başını kaldır ve Cennet bahçesine bak!” O başını kaldıracak ve haykıracak:
­-Ya Rabbi, gümüşten şehirler ve incilerle süslenmiş altından köşkler görüyorum. Bu hangi peygambere, hangi şehide aittir?
Cennet kulu için Rabbinin hazırladığı bir yerdir. Böyle olunca cenneti gören kuldaki cezbe, sarhoşluk aslında Rabbinin kendisi için neler yaptığını anlamasının hâlidir. Cennetin kendisi değil cenneti hazırlayanın kendisini nasıl düşündüğünü görmesi kulu cezbeye iter. Ya âlemlerin Rabbi bir de kendisini kuluna hazırlamışsa.. Ya bir de  Rabbimiz bizleri bekliyorsa...
Kul kendini cennete layık görmez. Fakat burada iki zümreden bahsediliyor. Kul onları cennete layık görüyor. Cennet için Peygamberlerin mesire yeridir, buyurmuş büyüklerimiz. Şehit olmak yani kendini feda edebilmek, kendinden geçebilmek Peygamberlerle birlikte anılmayı kulun hatırına getiriyor. Bize vekiliniz Allah iken, dostunuz Allah iken, koruyucunuz Allah iken… Kendiniz adına, kendiniz hesabına, kendiniz için yaşamayın, diye buyruluyor. Bu öyle muazzam bir gerçektir ki, bu öyle azim bir ameldir ki Peygamberler ile birlikte anılmanızı sağlar. Bir kula yolunda gitmeye çalıştığı Peygamberiyle birlikte anılması mutluluk olarak kâfi gelmez mi?
-Bana bedelini verenindir! diyecek. (Allah)
Demek ki Peygamberlerin ve şehitlerin verdiği bedel gümüşler ve altınlarla karşılık bulmaz. Onlar neyin uğrunda yaşadılar, kimin uğrunda öldülerse karşılıkları O’dur. Bu köşkler ise bedelini verenindir.
-Peki, buna kim sahip olabilir, Ya Rabbi?
Kul burada Rabbinin kendisine yol göstermesini anlamış ve açılan yolda sorularıyla devam etmesini bilmiştir. Demek ki Rabbimiz her zaman bizlere karşı yol açıcıdır, çözüm sunucudur. Takip edebilen yolda yürür. Bu çözüm insanlığın tümünün en zorda kaldığı vakit olan kıyamette böyleyken hayatımızda hayli hayli böyledir.
-Ona sen sahip olabilirsin!
Rahmet insanı affı ve lütfüyle şaşkına çevirir. Zekeriya aleyhisselam benim mi çocuğum olacak, Sara annemiz benim nasıl çocuğum olur, Meryem annemiz bana kimse el sürmemişken nasıl çocuğum olur dememiş midir? Rahmet Peygamberleri bile şaşırtmışken bizler kimiz ki...
-Nasıl Ya Rabbi?
Bir Allah dostunun “Allah’ım bana annemin baktığı gibi bak” duasında ifadesini bulan dostluk yönü Rab kavramıyla tam karşılığını bulur. Şeytan bile kovulduktan sonra ya Rabbi, diye seslenmiş Allah onu bu seslenişten ötürü dinlemiş, isteğini (kıyamete kadar ertelenmesi) kabul etmiştir. Sanki kul ya Rabbi derken aidiyet kulvarını kullanır. Allah’a ait olmak, Allah’ın olmak, Allah’tan gelmek… Bütün bunlar kulun tercihleri arasında bulunmaz. Böyle olmasını Allah dilemiştir. Bundan ötürü İslam büyükleri “şeyhlik kapısını kapatın dostluk kapısını açın” buyurmuşlardır. Yaşamımızın anlamı Hâce hazretlerinin “Allah çöpünden vazgeçmez” diye buyurması kul ile Rabbi arasındaki bağı ne güzel ifade etmektedir. Netice itibarıyla kul Ya Rabbi dediğinde ”ey sevgili, ey dost, ey aslım, ey özüm, ey geldiğim yani vatanım, ey döneceğim yani vuslatım…” tarzındaki ilişki ağını dillendirmiş olur.
-Kardeşini affederek!
Yeryüzündekilere merhamet etmeyen Allah’tan nasıl merhamet bekler. Sen hakkın bile olsa kardeşine altında ezildiğin yükü yüklerken nasıl Allah’tan af beklersin. Affa uğrayanlar af edenlerdir. Allahın kuluna muamelesi kulun kula muamelesinin aynasıdır. Ama Allah’ın rahmeti devreye girdi mi, Rabliği devreye girdimi kulunu bu davranışa öğreterek, eğiterek ulaştırır. Terbiye edici kulunu en zor durumunda bile eğiterek, yolunu açarak, ona yapması gerekeni göstererek kurtarır. Demeki kurtuluş bir öğretim, eğitim işidir. Salt affetme, silme işi değildir. Kul silmeyi kendisini kemâle erdirecek davranışı bulmakla yapar. Heyhat! Bu günkü himmet anlayışı ne kadar da bu eğitime uzaktır.
-Affettim gitti ya Rabbi!
Yolu açılan, yapması gerekenleri Rabbinden öğrenen insan işte öyle yapar. Bugün Müslüman kimliğini öne çıkartan kişilerin en büyük nakısiyeti burada yatmaktadır.  Ne yapacağını  Rabbinden öğrenememek! Peygamberimiz Hazret-i Ebu Bekir için “Sende Allah’ın üç yüz ahlakının tümü mevcuttur.” buyurarak dünya hayatında yolumuzu açacak mercii bizlere göstermişlerdir. Bizler yaşamımızda Allah’ın eğitimini ancak Allah’ın eğittiklerinden alabiliriz. Bu, Allah’ın (cellecelaluhu) eğitim tercihidir. Kul Allah’ın (cellecelaluhu) tercihini tercih etmezse konuşulacak, paylaşılacak ortada ne kalır. İnsan, kendisini Rabbi eğittiğinde insandır.
Bunun üzerine yüce Allah buyuracak ki: “Kardeşinin elinden tut ve onu cennete koy!”    
Kendisi asıl Cennetle karşılaştı. Allah o kuluna affını, fedayı, yardım etmeyi, kendinden geçebilmeyi… öğretti. Kul ikinci cennetle tanıştı, kula ikinci Cennet açıldı. Kul da güzel takip etti, Cennetle buluştu. Peygamberin tebessümü ikinci cennetin yüzdeki ifadesiydi. Ebubekir Sirâceddin kalp cennetinden, ruh cennetinden, aşk Cennetinden bahsetmişlerdi bir konferanslarında. Yaşamın anlamı Hâce Hazretleri Kur’anda ki Cenneteyn (iki Cennet) ifadesini açıklarken “Allah’ın rızası, likası, kurbeti, veçhi… İfadeleri ikinci cenneti anlatır.” buyurmuşlardı. Allah'ın (cellecelaluhu) kuluna Rabliği neticesinde erilecek kemâl kulu “Kardeşinin elinden tut cennete koy.” buyruğuna muhatap kılar. Allah’ın terbiye ettiği kişilerde Cennetle karşılaşamayanlar, iki Müslümanın arasını bulmada kullanılan Cennette Allah’ın hangi ahlâkıyla karşılaşacaklar. Cenneti Resûlünün gönlünde bulamayan, öyle bir gönülle temas kuramayan, gönülün eğitimine, rehberliğine... teslim olamayan ne bulabilir, neye ermiş sayılır.
Kardeşinin elinden tut çünkü Allah senin elinden tuttu. Artık el nasıl ve niçin tutulmalı anladın. Allah sana bunu en müşkül, en zor durumda elini uzatmasıyla gösterdi. Allah’ın el uzatması kulunu eğitmesi, yolunu açması, kuluna öğretmesidir. İmam-ı Rabbani “Bizim yolumuz öğrenmek ve öğretmektir” niçin buyurmuş sanırsınız.    
Resûlullah  (aleyhisselam) devamla şöyle buyurdu: “Allah’tan ittika edin, aranızdaki münasebetleri düzeltin. Şüphesiz Allah kıyamet gününde müminlerin arasını düzeltir.” (Beyhaki )
Yarın kıyametin kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı toprağa dikin buyruğuyla hayata sarılan, hayatı yaşama tarzını böyle bir ölçüye göre oluşturmak zorunda olan bizlerin, bugün İslam coğrafyasının her yerindeki yangılar, zulümler karşısında ne yapmamız gerektiğini en güzel bir örnekle bizlere sunan bu hadisi şerifi çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Bugünler inancımıza göre kıyamet gününden daha zor ve şiddetli değildir. En zor günde bizlerden kardeşlerimiz ile aralarımızın ıslah etmemiz isteniyor. Müslümanın bütün kuvvet ve gücü tevhidde gizlidir. Sosyal tevhidimiz aralarımızdaki ihtilafları, bozuklukları, yanlışlıkları… ıslah etmemizle gerçekleşecektir. Allah ile arasını sulh edemeyenler kendi aralarını nasıl ıslah edebilir.
Ey dünya Müslümanları ittika ile Allah’ın eğitimine girin. Bu eğitimin neticesinde aranızdaki münasebetleri ıslah edin. Allah’ın eğitmenleri, dostlarıdır. Gelin akan kanları durdurmak için, gelin kendi hakikatinizi bilmek için, gelin nuru tamamlamak için...
Bilinmelidir ki; Resûlün tebessümünü, aldığımız eğitim kadar görebiliriz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort