JoomlaLock.com All4Share.net

HÜRRİYET

Evvela hürriyet ile özgürlüğü aynı anlamda kullanmadığımızı belirtelim. Günümüzde özgürlük, “kişinin kendi sınırları içinde kalmak şartıyla, sınır tanımaksızın yaşamasıdır.” İnsanlık tarihi “Temel Hak ve Özgürlükler Beyannamesi’nin” kabulünden önce birbirleriyle savaşmayı, birbirlerinin ellerindekini almayı özgürlük sayıyordu. İnsan tecrübesinin vardığı son noktada ise özgürlük; birileri ile savaşmadan, birilerinin ellerindekine göz dikmeden, bireysel alanda herkesin dilediği şekilde yaşamasıdır. Bu durumda başkalarının temel hak ve özgürlüklerine tecavüz edilmediği sürece, hesap verme söz konusu olmaz. Batılı ve batı taklitçisi insanı, bencil, acımasız, menfaat düşkünü ve sömürgen yapan bu özgürlük anlayışıdır. Bunun örneklerini çevremizde çokça görmek mümkün. Irak’ta sözde özgürleştirme adına yapılanlar hepimizin malumudur.

Bireysel anlamdaki bu sınır tanımaz özgürlük anlayışını İslam, “nefsü hevaya kulluk” olarak tarif eder. Efendimiz’in (sav) “Hevasını benim getirdiğim ölçülere uydurmayan iman etmiş olmaz.” buyurduğunu hatırlarsak, böyle bir özgürlük anlayışının Müslümanlar için geçerli olmadığını anlarız.

İman; ilâhî teklifi kabulleniştir ve özünde feragat vardır. Nefsi emmarenin taleblerini, dünyanın aldatıcı süslerini terk etmek gerekir.
İslam uleması, zulmü; kişinin Allah (cc) hukukuna, kul hukukuna ve kendi nefsine zulmü olmak üzere üç sınıfa ayırmıştır. Kişinin başkasına zarar vermeden işlediği her çeşit günah üçüncü sınıfta yer alır. İşte bu nokta, Müslümanın hürriyet anlayışı ile modern mânâda özgürlük anlayışının farklılaşma, ayrışma noktasıdır.

Eşyaya ve olaylara, İslamî pencereden bakma anlayışımız dumura uğratıldığından, hürriyet anlayışımız da bozulmuş. Mânâ bozulunca kelime de değişmiş, hürriyet, özgürlük olmuş. O zaman nedir hürriyet?

Hürriyet; Allah’tan (cc) başka hiç bir sebebe bağlanmamaktır. Yani kendi nefsi veya başkalarının hesabına değil; söz, hareket, niyet ve özde yalnız Allah (cc) hesabına olmaktır. Umum işlerde sebeblere değil, Müsebbib’e dayanmak kul için ilk kurtuluş kapısıdır.

Hâce Hazretleri (ksa) sohbetlerinde, üstadlarından naklen sık sık buyururlar; “Bizim görevimiz çözmek ve bağlamaktır.” Hürriyetin en güzel tanımı da kanımca budur. Çözmekten maksat, sizleri nefslerinizin arzu ve isteklerinden, dünyanın aldatıcı süslerinden, makam ve mevkilerinden kurtarmak, bunlarla olan irtibatınızı, bağlarınızı çözmek, bunun neticesi olarak da sizleri    Allah’a (cc) bağlamaktır.

Hepimiz “esfele safilin” denilen dünyada yaşıyoruz. Yaşamın gereği olarak da mâlî, ahlâkî, ve siyasî olaylarla iç içeyiz ve onların tesiri altındayız. Bunlardan kendi hoşumuza giden, menfaatlerimize uygun olanları benimsiyoruz. Hükmü hissiyatımız ve dünyevî menfaatlerimiz doğrultusunda veriyor sonra da hükmümüze uygun deliller arıyoruz. Dayandığımız deliller ışığında, şu veya bu cemaate bağlanıyor, şu veya bu hareketin güya hür tercih edicisi oluyoruz. Aslında hissiyatımızın ve menfaatlerimizin esiri oluyoruz da farkına bile varmıyoruz.

Kur’ân-ı Kerim; üç kişinin şahsında üç önemli noktayı nazara vererek, bunlara çok dikkat etmemiz gerektiğini buyuruyor. Bunlara kölelik yapmamamızı emrediyor. Firavun’un şahsında iktidar sahiplerine, Karun’un şahsında sermayeye, Bel’am’ın şahsında da din sömürücülerine karşı uyanık olmamızı emrediyor. Günümüzde üçüncü sınıf çok sinsi ve tehlikeli. Çünkü bizde araştırma, hakikati arama gayreti yok. Düşünme zaten yok. Dolayısıyla imanımızı ve dinimizi bir şekilde birilerine ısmarlamış durumdayız. Dinimiz birilerinin elinde esir. Artık kimi seversek, menfaatlerimize, çıkarlarımıza neresi, hangi cemaat uyarsa, o cemaatin dininden oluyoruz. Bu cemaatın yaptıkları İslam’la ne kadar bağdaşıyor, yanlışları yok mu, diye bakmıyoruz. Evet! Bel’am bin Baura da çok salih bir zattı. Derler ki; o kadar âlim ve salih bir zâttı ki ondan açığa çıkan ilimleri ve hikmetleri yazmak için bin tane katibi vardı. Dini, nefsü hevası ve dünyevi istekleri için araç yapınca geldiği noktayı Cenâbı Hak şöyle nazara veriyor. “Onlara şu kimsenin haberini de oku ki, kendisine ayetlerimizi verdik de (o inkâr ederek) onlardan sıyrılıp çıktı; bunun üzerine şeytan onu peşine taktı; böylece azgınlardan oldu. Halbuki dileseydik onu onlarla (verdiğimiz ayetlerle) elbette yükseltirdik; fakat o, dünyaya meyletti ve nefsinin arzusuna uydu. İşte onun misali, köpeğin misali gibidir. Üzerine varsan da dilini çıkarıp solur, onu bıraksan da dilini çıkarıp solur.” (Araf/175-176)

Hürriyeti elde etmek için hür insanlara ve onların talim ve terbiyelerine ihtiyaç vardır. Hür insanın olmadığı yerde hürriyet olmaz, din, iman da olmaz. Hür insan; nefsin arzu ve isteklerinden sıyrılmıştır. Şeytanın hile ve desiselerine aldanmaz. Her hâl ve kârda Rabbi’ne kulluk vazifesini yerine getirir. Hiçbir şey onun Rabbi’ne karşı olan kulluğuna mani olamaz. Böyle güzide zâtlar, şahsiyet sahibi, aklı ve imanı hür kimselerdir. Bu zatı akdesler tanınmadıkça, iman da, İslam da anlaşılmaz.

Hür olmanın tek yolu, hürriyeti elde etmiş mânâ erlerinin talim ve terbiyesi altına girerek, şahsiyetimizi, kimliğimizi oluşturmaktan geçer. Şahsiyet tamamen ahlâkî değerlerden oluşur. Merhamet ve adelet duygusu, şeref ve haysiyet duygusu, sevgi ve hakikat aşkı gibi ahlâkî değerlerin toplamı şahsiyeti oluşturur.

Bizlere bu ahlâkî değerleri aşılayarak kimliğimizi kazandıracak, mes’uliyet şuuru oluşturacak insan lazımdır. Bizleri, her türlü saadetten yüz çeviren Efendimiz (sav) gibi “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz yine de bu davadan vazgeçmem.” diyen mânâ erleri kurtaracaktır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort