JoomlaLock.com All4Share.net

İHTİLÂF ve İHTİLÂFA DÜŞENLER HAKKINDA SÜNNETULLAH -4 (İHTİLÂF KANUNU)

C- Fıkıhçılarla Tasavvufçuların İhtilâfı:

Sevimsiz tartışmalardan biri de fıkıhçılarla tasavvufçuların arasında görülen ihtilâftır. Bazen birinciler ikincilerin, kalbin halleri ve kalbin tezkiyesine dair bütün iddiâlarını ve delillerini inkâr ederken; tasavvufçular da fıkıhçıların zâhire tutunup onu sağlama aldıkları, bâtın ve bâtının (iç) hâl ve hükümlerine önem vermedikleri yönünde ithamlarda bulunarak fıkıh yolunun ölçüyü kaçırdığını söylerler. İşte, her iki taraf arasındaki böylesi bir uyuşmazlık çoğu defa parçalanmaya, aralarının bozulmasına ve birbirlerine kin ve nefret beslemeye kadar götürür. Bütün bunlar Allâh’ın dîninde haramdır. Harama düşmeye sebep olmamak, düşüncede de onu ortadan kaldırmak gerekir.

Bu İhtilâftan Korunmak:

Tarafların, kendilerine ait bilgilerini inkâr etmeleri, Yahudi ve Hristiyanlar’ın edinilmemesi gereken çirkin huylarındandır. Allâh Teâlâ onların bu özelliğini yererek şöyle buyurur; “Yahudiler; ‘Hristiyanlar, bir temel üzerinde değiller.’ dediler. Hristiyanlar da; ‘Yahudiler bir temel üzerinde değiller.’ dediler. Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların dedikleri gibi demişlerdi. Artık Allâh, ayrılığa düştükleri şeyde, kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir.” (Bakara; 113)
Taraflar için şu da söylenebilir: Onların fıkıhçı veya tasavvufçu oluşları, kendilerini savunmak için herhangi bir tenkid, saldırı ve inkâr hakkını onlara vermediği gibi, onları hatasız da kılmaz. Aksine onların, şerîatın hükmüne boyun eğmeleri, her söz ve davranışlarının da şerîatın hükmüne uygun olması gerekir. Böylece şerîatın câiz gördüğü câiz ve geçerli, câiz görmediği ise hatâ ve sakıncalı olmuş olur. Yani, onların söz ve eylemleri, hoşlansınlar veya hoşlanmasınlar, şerîatın hükmü gereği, ya vacip ya mendup ya mübah ya da haram özelliği taşır.

Taraflara şu da söylenebilir: Şerîatın zâhire (görünüre) yönelik olan hükümleri herkes için geçerli olup ondan mutasavvıflar istisnâ edilmemiş, onların da zâhire bağlı kalmaları istenmiştir. Bütün bu ve benzeri ifâdelerle, tasavvufçularla fıkıhçıların arasındaki ayrılığı gidermek, hiç olmazsa -Allâh’ın izni ve tevfikiyle- şerlerini azaltmak mümkündür.

17- Üçüncüsü: İslâmî Cemâatlerin İhtilâfı ve Bundan Korunmak:

İslâm memleketlerinde, İslâm’a dâvet eden, “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” vacibini yerine getiren cemâatlar bulunmaktadır. Bunların çalışmaları takdire şâyân olup -genel anlamıyla- Allâh yolunda cihad demektir. Fakat onların da aralarında uyuşmazlık bulunabilmektedir. O halde bundan korunmanın yolları nelerdir?

Cemâatleri Birleştirmek:

İslâmî cemâatler arasındaki uyuşmazlıkları kaldırmanın en doğru yolu, onları tekrar cemâat hâlinde birleştirmektir. Çünkü, hedef bir oldukça bu kadar çoğalmaya ihtiyaç yoktur. Hedef; İslâm’ın genel düsturlarını yaymak ve ona ters düşen ideolojileri ortadan kaldırmak sûretiyle dine hizmet etmektir.

Fakat ihtilâfın kalkmasına vesile gördüğümüz bu konu -ki bu İslâm’ın da istediği, özendirdiği ve kendisine dâvet ettiği bir husustur- gerçekte ve uygulamada mevcût değildir. Gelecekte de pek kolay gözükmemektedir.

İslâmî cemâatlerin birleştirilmesi gerçekleşmeyince, ihlâsla çalışmayı arzulayanlara İslâm için çalışma alanının cidden geniş olduğunu ve bunun aslâ dar tutulamayacağını anlatmak gerekir, ki hepsi de İslâm’a hizmet etmeyi arzulamaktadırlar. Onların, kendileri gibi İslâm için çalışan bir başkasını gördüklerinde sevinip memnûn olmaları, bu uğurdaki gayretlerinin içtenliğini gösterir. Bir başkasının çalışması ve İslâm için ortaya atılmasından rahatsızlık duymaları ise, onların ihlâs ve niyyetlerinin bozukluğuna delildir. İslâmî cemâatlerin geniş bir birlik dâiresi içerisinde kalmaları, ihtilâf izlenimi veren davranışlardan kaçınmaları, mescitte namaz kılan cemâatin çoğalması, ders ve zikir halkalarının artması gibi hususlara önem vermeleri gerekir. Ortaya koydukları değerli çalışmalarla birbirlerine rekabet etmelerinin bir mahzuru yoktur.

18- Dördüncüsü: Müslüman Cemâatin Üyeleri Arasındaki İhtilâf:

Cemâat olarak çalışma kolay bir şey olmayıp ferdî çalışmadan oldukça zordur. Fakat cemâat olarak çalışmanın bıraktığı tesir daha derin, daha bereketli ve faydalıdır. Bunun zorluk tarafı; cemâat olarak çalışmanın ölçülü, düzenli, hassas ve doğru bir atılıma ihtiyacı vardır. Bu, âdeta, bir ordunun hareket ve seyir hâline benzer. Sonra cemâatçe çalışma, iştirakçi kadronun sevinçlerini disiplinize etmeye ve bu sevinci cemâatin hedeflediği yöne kaydırmaya muhtaçtır. Çünkü cemâat böylesi bir tutumun sorumluluğunu taşıdığı kadar, onun sonuçlarına katlanmaya da mecbur ve mahkûmdur.

19- Müslüman Cemâat İçerisindeki İhtilâfın Zararları:

Cemâat olarak çalışmanın zorluğundan, hassasiyetinden, sevinçlerinin kontrol edilme ihtiyacından ve bu sevincin güzel bir şekilde yönlendirilmesinden bahsettik. Cemâat içerisinde ihtilâf, çok kötü izler bırakır ve fazlaca zarar verir. Hatta, çalışmasını durdurur veya geciktirir, güç ve gayretinin bir çoğunu bu ihtilâf yönüne ve bu ihtilâfın şerrinden korunma cihetine kaydırmaya mecbûr bırakır. Cemâati, aslî gayreti olan İslâmî çalışmadan alıkoyarak İslâm’ın ve kendisinin düşmanlarıyla karşı karşıya getirir. Kökten halledecek biçimde sür’at ve temkinle ihtilafın üzerine gidilmediği zaman çok tehlikeli ve nâhoş sonuçlara götürür. Bazı üyelerin cemâatten ayrılması veya ayırılması bu kötü sonuçlardan biridir. Çıkma ve çıkarılma, bir başka cemâatin oluşumuna sebep olurken, birinci, ana cemâate hîleyi amaçlayabilir. Bundan dolayı çoğu kez aralarında, İslâm düşmanlarıyla uğraşmaktan alıkoyacak husûmetler ve insanları dâvadan yüz çevirtecek suçlamalar meydana gelebilir.

Bu İhtilâftan Korunmanın Yolları:

Müslüman cemâat içerisindeki bu çirkin ihtilâftan korunmak, şu hususları gerektirir:

a- Allâh’a isyân olmayan şeylerde itâat edeceği emîrinin olması.

b- Emîrin  önemli ve dâvetle ilgili konularda, içerisinde şûrâ meclisi aracılığıyla cemâatle istişârede bulunması.

Kendisine itâat edilecek emîrin bulunması ve daha ilk şûrâ toplantısında ona bağlılığın arz edilmesiyle ihtilâfa düşmemek veya ihtilâfın az meydana gelmesi yahut düşüldüğünde zararının asgari düzeyde ve bırakacağı izin önemsiz olması ümit edilir. Böyle bir emîrin zarûretinden biraz bahsedelim.

20- Müslüman Cemâat İçin İhtilâfı Ortadan Kaldıracak Bir Emîrin Bulunması Kaçınılmazdır:

İslâm, şer’an yasak konusu olmayan gayelerle bir araya gelen en küçük bir cemâat için dahi lider tâyin etmeyi öngörürken, Müslüman cemâat için de bir emîrin bulunması gâyet tâbiîdir.

Ebû Dâvûd’un (202/275) Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet ettiği hadîste Hz. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:

“Üç kişi yolculuğa çıktığı zaman (aralarından) birini emîr (reis) tâyin etsinler.”

İmâm Hattâbî (388/998) şöyle diyor: “İşleri hep bir, görüşleri aynı olsun ve aralarında ayrılık meydana gelmesin diye Resûlullâh (as) bunu emretmiştir.”1

Ebû Dâvûd’un Nâfi’den, o da Ebû Seleme’den, o da Ebû Hureyre’den rivâyet ettiği diğer bir hadîste Resûlullâh (as) şöyle buyurmaktadır: “Üç kişi bir yolculuğa çıkacak olurlarsa (aralarından) birini emîr tâyin etsinler”. Nâfi diyor ki, biz de Ebû Seleme’ye  “Öyleyse sen de bizim emîrimizsin dedik.”

Bu hadîsin şerhinde: “Bir cemaat -ki en azı üçtür- bir araya gelince aralarından birini kendilerine reis tâyin etsinler.” denilmiştir.2

21- Emîrini Cemâat Seçer:

Hadîs, cemâat için emîr seçiminin meşrûiyetine, hatta bunun vacip oluşuna işâret etmektedir. Çünkü hadîs, “İçlerinden birini emîr yapsınlar.” diyor. Emirde aslolan vücûb ifâde etmesidir. Bu, en ufak bir gaye ve idealde birleşen küçük bir toplulukta söz konusu olursa, İslâm hizmeti dâvasıyla iştigal eden cemâat için nasıl olmasın? Üstelik, cemâat çalışmalarının daha çok tertip ve disipline ihtiyacı vardır.

Ayrıca hadîs, cemâatin bizzat kendisinin emîrini seçmesine işâret etmektedir. Yani, herhangi bir çalışma içinde olmayı arzulayanlar kendi emîrlerini seçerler. İslâm hizmeti için çalışmaya katılma hususunda istekli olanlar da bu idealle topluluk oluştururken aynı maksatla kendilerine emîr/lider seçerler. İster topluluğun tüm üyelerinin, isterse üyeler arasından seçilmiş “Cemâatin Şûrâ Meclisi” adı verilen bir topluluğun iştirakiyle olsun, emîr seçiminde değişen bir şey yoktur. Bu şûra, emîr seçiminde cemâatin yerine görüşleri alınan, dâvet konularında kendileriyle müşâvere edilen danışma meclisi konumundadır.

22- Cemâat, Seçtiğine İtâat Etmelidir:

Müslüman cemâatin emîr seçimi tamamlandıktan sonra, bütün fertlerinin ona itâat etmeleri, seçimi meşrû yollarla, hîlesiz, âdil ve temiz bir şekilde oldukça ve emîrlik şartlarının asgarisi kendisinde bulundukça herhangi bir gerekçeyle itâat etmeyip baş kaldırmaları câiz değildir. Çünkü bu durumda, başkasının değil de onun seçilmiş olması makbûl bir içtihâdî konudur. Öyleyse bu seçilmiş emîre karşı çıkmak ona ve onun temsil ettiği topluluğa isyân sayılır. Bu da gösterir ki onlarda Yahudi ve Hristiyanların özellikleri bulunmaktadır. O da, istemediklerinin peygamberliğini kabul etmemeleridir. Kitap ehline (Yahudi ve Hristiyanlar) benzeyiş kuşkusuz pek çirkin bir nitelik olup Yüce Mevlâ (cc) onların bu hallerini yererken şöyle buyrur:

“Ne zaman ki, bir peygamber, size canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini yalanlıyor, kimini de öldürüyordunuz.” (Bakara/87)

Bilinmelidir ki, Allâh’a dâvetle meşgul olan Müslüman cemâate tebelleş olan en çetin sınav, ayrılığın aralarına düşmesi, düşmanın işini, eziyet ve istismarını kolay kılacak bir biçimde fırkalara ayrılmasıdır. Bunun örnekleri bir hayli fazladır. Akıllı kimse, başkalarına ibretle bakıp ders çıkarır. Akıllı bir mü’minse, bir yılan tarafından iki kere sokulmaz.

1- Avnu’l-Ma’bûd, Şerhu Sünen-i Ebî Dâvûd, c. 7, s. 267.
2- age., c.7, s. 267.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort