JoomlaLock.com All4Share.net

İmam Efendi Kimdir

HACE HAFIZ OSMAN BEDRÜDDİN ERZURUM’İ HZ. HAYATI (1856–1924)


Erzurumlu Şeyh Bedrüddin Efendi kim bu zat
Saha-i İrşadda bir pir-i par temkin idi
Etti vaktaki üffül ol pir-i peygamber – zemir
Rumi üçyüz kırktı, tarih evvel teşrin idi

Hâce Hafız Osman Bedrüddîn Erzurûmi (kuddise sırruh) hazretleri dünyayı şereflendirdikleri devrede, Allah’a takarrub ve vuslata talib olan nice kulları, müstesna sohbet ve irşatlarıyla gayelerine ulaştıran bir büyük zat-i kerim’dir. Osman Bedrüddin Hazretleri 1856 yılında Erzurum’da doğmuştur. Babası, ilim ve fazileti ve tasavvufi konulardaki liyakatiyle tanınmış Selman Sükûti Efendi, valideleri ise Esma Hatun’dur.
Henüz dokuz yaşında iken Kuran’ı Kerim’i bütünü ile ezberleyip, hıfzını ikmal eden Osman Bedrüddin; 10 yaşından itibaren o devredeki öğrenim usulüne uygun olarak sarf, nahiv, esil, bina, maksud, avamil, izhar, hadis ve tefsir gibi öğrenim safhalarını başarı ile tamamlayarak, hafızlığı yanında, ilim adamlığı hüviyetini de iktisap etmeye başlar.
1877–1878 yılında Erzurum üzüntülü günler yaşamaktadır. 93 harbi diye anılan çarpışmalar, arzu edilmeyen bir seyir takip etmekte ve Ruslara karşı, Ordu Kumandanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa Erzurum Kalesi’ne çekilerek, bir müdafaa hattı tesisine çalışmaktadır. Harbin neticesine büyük ölçüde tesir edecek olan bu müdafaa ile sonunda düşündüğü taarruz için Erzurum halkının maneviyatını yükselterek, ordu ile birlikte onları da topyekûn bir karşı koyuşa hazır hale getirmenin gayreti içindedir. İşte böyle bir gün ve ortamda, halkta beklenen heyecan patlamasını meydana getirecek bir kıvılcıma ihtiyaç duyulmaktadır. Nihayet, 8 Kasım 1877 günü sabah namazı vakti yaklaşmaktadır. Ayazpaşa Cami-i Şerifinin Minaresinden okunarak dalga dalga bütün Erzurum’a dağılan bir ezan sesi, beklenen kıvılcımın rolünü oynamıştır. Her zamankinden çok farklı bir şekilde okunan ve tesir eden bu sabah ezanı ile Erzurum galeyana gelerek, evvela Ayazpaşa Camii’ne koşarak ve namazdan sonra da evinde ne bulursa; tüfek, tabanca, tahra, bıçak ve kılıç alarak cepheye koşar. Erzurum’a kadar gelmiş Rus kuvvetlerine karşı galeyana gelmiş olan Erzurum Halkının da katılmasıyla, ordumuz mukabil taarruza geçerek, onları müzmahil ve perişan bir şekilde geri çekilmeye ve kaçmaya mecbur bırakır. O gün, sabah namazı vakti, okuduğu ezanla Erzurum halkını ateşleyen; tahmin edileceği üzere, Hafız Osman Bedrüddin’dir. Kendisi de Erzurum halkının en önünde bu çarpışmalara katılır. O günkü taarruzda gösterdiği gayret ve aşırı cesareti ile nazar-ı dikkati çeken Osman Bedrüddin, Gazi Ahmet Muhtar Paşa tarafından 28.Alay’ın 3.Tabur İmamlığına tayin edilir. Böylece o güne kadar Hafız Osman Bedrûddîn diye anılırken, o günden sonra İmam Efendi diye anılmaya başlanacaktır. Harp sonrası taburu ile birlilkte Diyârıbekir havâlisine ta’yin olunan İmam Efendi gördüğü bir rüya üzerine El’aziz’in Palu kazasına giderek büyük veli ve Nakşî şeyhi Seyyid Mahmud Sâminî Hazretlerini ziyaretle, çok özel sohbetlerine katılır Bu ilk tanıma ve tanışma devresinde, muhatab ve müşahid olduğu bazı. Hal ve buyruklarının mânevi tesiriyle, o ana kadar içinde bulunduğu tereddüdünü aşarak, Seyyid Mahmud Sâminî Hazretlerine intisâb eder. Tasavvufi konularda, muhterem pederi ile, evvelki hocalarından Seyyid Ahmed Merâmi’nin himmetleriyle iktisab ettiği bilgi ve rûhi kıvamını, bu defa yaratılışındaki müstesna kabiliyeti ve büyük mürşid Seyyid Mahmud Sâminî Hazretlerininhimmet vfe sohbetleriyle kısa zamanda gelişerek (seyr-i sülûkünü) ikmâl eder. Bir müddet sonra, izinli bulunduğu ve o Palu’da iken Çemişgezek ilçesine nakledilen Tabur’una avdet eder. Artık O, talip olanları irşad ve manen terbiye etmeye, Mürşidi Mahmud Samini Hazretleri tarafından memur ve mezun kılınmıştır.
Çemişgezek ve civarında İl ve İlçeler halkına, üzerinde mezun ve memur bulunduğu nice hakikati 15 sene müddetle anlatan; ilim, irfan ve hakikat yüklü sohbetleriyle onları ikaz ve irşad eden İmam Efendi, 1909 yılında Tabur İmamlığı vazifesinden emekli olur. Bunun üzerine doğru Mürşidi Mahmud Samini Hazretlerinin mübarek ve huzur dolu mekânına, Palu’ya avdet eder. Bir müddet sonra da Mürşidinin işareti üzerine, irşad vazifesini ifa temek üzere, o gün için Doğu Anadolu’nun ilim ve irfan merkezi durumundaki Harput’a nakl-i mekân eder. Vefatının vuku bulduğu yıl 1924 ay Teşrin-i Evvel ve mekân Harput’tur. İnsan denilen muazzez varlığın ulviyet ve yüceliğini; hakiki manada insan olabilmenin, yolunu ve usulünü bildirebilmek yolunda, bütün bir ömrünü kendilerine vakfettiği binlerce insanın omuzlarında, fani bedeni Harput’un Meteris Kabristanına taşınırken; azizi ruhu bir ömür boyu aşk’ı ile yandığı varlığı ilahiye Ruh’u Peygamberi’ye kavuşur. Şimdi birazda Gülzâr-ı Sâminî Sohbetler adlı eserden İmam Efendinin bazı görüşlerini aktaralım Osman Bedrüddin Hazretlerinin elinde sohbet, âdetâ ölü canlara can bahşeden bir iksirdir. Sohbetle¬rinde ençok üzerinde durduğu konu, bir Mürebbi-i hakiki eliyle nefs-i terbiye ederek, insan varlığı için zararlı bir unsur olmaktan çı¬karıp, nefis bir hale getirmektir. Çünki Nefs, bize Rabbimizi unut¬turmaya; Ruhumuz ise, bizi Rabbimize yöneltmeye memur iki unsur¬dur. Birinin zararlı faaliyetini kontrol altına alır ve zararsız hale geti¬rirken, diğerinin makbul olan memüriyyetini kolayca ifã edebileceği bir güce kavuşturmak, insanın nihãi kurtu1uşu konusunda hayãti bir ehemmiyet taşır.
Ve gene Osman Bedrüddin Hazretlerine göre: insanın bütün niyet ye davranışları, ancak Allah için olmalıdır. çünki ortaya Allah icin konulmayan her niyet ve harekette nefsin payı vardır. Yâni Allah için olmayan herşey nefs içindir. Bu itibarla, kaynağı münhasıran bedeni arzu ve isteklerimiz olan niyet ye davranışlarımızın, bizi dün¬yevi ye uhrevi perişanlığa sürüklemesi mukadderdir. Böyle korkulu bir perişanlıktan her iki âlemde de kurtulabilmenin yolu ve tek çaresi, mevhum varlığımız ve bu varlığa ait istek, arzu ye taleplerimi¬zi, Hakk’ın Mutlak Varlığı karşısında ifnâ etmek sûretiyle, yalnız Al¬lah için yaşayan, Allah için niyet ye hareket eden biri olabilmektir. Dünyâ Hayâtı, Hazret’e göre, işte yalnız bu yönüyle insan için mühimdir. O’nun dünyâya gönderilişinde, bu hikmet gizlidir. Ve insan bu hikmete bağlı şekilde yaşarsa, dünyã hayatı onun ãlemdeki saadet ve huzûra açılan müstesnâ bir kapıdır. Bu hikmetten uzak şekilde yaşandığı takdirde ise, Dünyâ Hayatı, bunalımlara, felâket ve perişanlığa, kıvrantı ve tedirginliklere açılan bir kapı olur. Yãni idrak ye yaşayış şeklimize göre Dünyâ; ya huzur ve saadetimize, veyâ perişanlık ve felâketimize sebeb olur. Oyleyse âkil olan, Allah’ın bahşettiği bu imkânı, felâketinde değil, huzur ve saádetine vesîle olacak şekilde değerlendirmeli ve aldatıcı şeyler peşinde harcayarak, heder etmemelidir.Bunu yapabilmek ise, tabiî ki, incelik ve derinliği bulunan bazı konuların bilinmesine onları, hayat ve yaşayışımızın vazgeçilmez prensipleri haline getirmemize bağlıdır. Böyle olabilmek ve böyle davranabilmek insan için pek büyük bir hünerdir. Böyle bir hünerin elde edilebilmesi ve hedeflenen neticeyi hasıl edebilmesi ise, insanın kendi kendine Iahakkuk ettirebileceği bir şey değildir.
Bir mütehassıs Doktor’un tavsiyelerine uygun olmayan,tarifesiz bir şekilde gelişigüzel kullanılacak olan, bir ilaçtan herhangi bir fâidenin elde edilemiyeceğini söyleyen. Osman BedruddinHazretleri: “Cenâb-ı Hakk’ın tárifi, Peygamber (sav.) Efendimiz Hazretlerinin ve O’nun hakiki vãrisi durumunda bulunan evliyáullahın bizzat yaşayış, buyruk ve tavsiyelerine uygun bir şekilde öğrenilip yaşandığı takdirde, Dünya Hayatı, Mâ’rifetullah ve Vuslat-ı ilahiyyeye vesîle olur. Böyle değil de yerinde olmayan bir şekilde kullanılırsa, ahlaksızlığa ve Hakk’dan yüz çevirmeye sebeb olur. Hatta insanı zevali iman’a kadar sürukleyip götürür” diye buyurduktan sonra; bir kalp’de hem Allah hem de mahluk korkusunun birleşemiyeceğini anlatır.
Birgün müridânından birinin suâline cevap olarak şöyle buyurur “Tasavvuf kitap satırlarndan okunarak elde edilen bilgi değildir. Tasavvufa dair kitaplar, yalnız usul ve Adaba taalluk eden şeyleri öğretir. Tasavvufun bizâtihi kendisinin tahsili, ancak bir mürşid-i kâmil’den amelî ve tatbîki bir yolla, kişinin kendi vücut kitãbını okumasıyla mümkindir,”
O’na göre: Tasavvuf kitab ve sünnet-i Seniyyeye dayanan ilâhî Ve Rabbânî hikmet’in adıdır.. Mevzuu ise: Gafletten sakındırıb, insa¬na, huzûr-u dâimi hâlini kazandırmaktır. Bu yolla kişiyi Nefs’in kötü huylarından arındırıp, Mevlâ’ya lâyık bir kul haline getirmektir.
Bu hüviyyeti ile Tasavvuf iş, yaşayış, hal ve ahlâk’tır, Bu işi, hâli ve ahlâk’ı öğrenmenin zaruriI yolu ise, bir öğretici ve eğiticiye müra¬caattır. Nitekim sahabe-i kirâm efendilerimiz, Kur’án-ı Kerim ellerin¬de ve önlerinde olduğu halde, nefs1erinin tezkiyesi ye ruhlarının tas¬fiyesi ile, o yüksek ahlâkı, yalnız Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Fem-i Saadetlerinden ve Sünnet-i Seniyelerinden aldılar. Onlar seve¬rek, dinliyerek, görerek ve yaşayarak öğrendiler ve öğrettiler. ve sonra da şöy1e buyurur: “Câlib-i dikkattir ki onlar, Peygam¬ber (s.a.v.) Efendimize: “Yâ Rasulâllah, ne yapalım ki daha cok sevâba nail olabilelim?” diye değil, “ne yapahm ki Muhabbetullah ve muhabbet-i Rasülillâh’a daha çok mazhar ve muhatap olalm” diye sual ederlerdi.”

Ahmet BAŞAR

Bu kategoriden diğerleri: Derneğin Amaçları »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort