JoomlaLock.com All4Share.net

İNSANIN FİİLLERİ VE İRADE -1-

1- İNSAN FİLLERİ
Kader kavramı Kur’ân’da insan ile ilgili olarak geçtiği gibi, tarifinden de anlaşılacağı üzere, kâinatın (kevnî) düzeni ile ilgili olarak da kullanılmıştır. Ancak, biz, kaderin insanla ilgili boyutunu ele alacağız.

Kuşkusuz biliyoruz ki, kâinatta var olan her şey Allâh’ın yaratması (mâhiyet vermesi) ile varlık sahasına çıkmıştır. Nitekim Allâh (cc) bu gerçeği değişik âyetlerinde vurguladığı gibi,1 “Her şeyin yaratıcısı Allâh’tır.” (En’âm/102) âyetinde de aynı gerçeği dile getirmektedir.

Âyette vurgulanan “her şey”in, istisnâsı olmayan genel bir ifâde olduğu açıktır. İnsandan sâdır olan fiiller de bir “şey” olduğuna göre bu ifâdenin vurgu alanına girmektedir. Buna göre insanın, irâdesi dâhilinde yapıp ettiklerinin yaratıcısı da Allâh olmuş olmaktadır. Zaten Ehli Sünnet âlimlerinin kanaati de bu istikamette yoğunlaşmaktadır.2

İnsan fiilinin Allâh tarafından yaratılması, insanın irâde ve ihtiyârı ile hiçbir gücü olmayan âciz ve sorumsuz bir varlık olması anlamına gelmez. Neticede kul, fiilinin “yaratıcısı” değil, “yapıcısı”dır. Bütün fiillerini sonucuna katlanmak şartıyla kendi hür irâdesi ile seçer ve yapmaya karar (azim) verir. Fiilin iyi ve kötü olarak ahlakî ve hukukî nitelik kazanması Allâh’ın kanununun emrettiği ve yasakladığı ile münasebette olmak sûretiyle insanın hürriyetine bağlıdır.

İnsan hür seçimiyle fiili kendisine sıfat yapar. Fiil iyi ise insan iyi insan; fiil kötü ise insan kötü insan olur. Kâfir insan, mü’min insan, âsi insan, günahkâr insan, hayırsever insan, namaz kılan-kılmayan insan... gibi. Fakat insanın yaptığı işlerin iyi ve fena oluşunu ilahî kanun tâyin ve tespit eder. Bu fiillerin ahlakî ve hukukî değer kazanması insanın elindedir. İnsan cüz’î irâdesiyle fiillerinin iyi ve fena olanını seçme hürriyetine sahiptir. Ama bu fiiller Allâh’ın kanunu tarafından belirlenmiştir.3

İnsanda iki türlü fiil/iş vardır:
İhtiyarî, Izdırarî...

İhtiyarî; yeme, içme, bakma, konuşma gibi irâdeye bağlı olarak (psikolojik olmaktan çok) ahlakî bir şuurla (bilinçli ve özgür bir seçimle) yapılan fiillerdir ki, insan bunlardan sorumludur. İnsanların bu kabil fiil ve hareketleri, kendi irâde ve ihtiyârlarına dayandığı için zorlama (cebr) lâzım gelmez. Bunlarda Cenâbı Hakk’ın irâdesi insanların cüz’î irâdelerine tâbidir ve kader ve kazâ devrededir.

Izdırarî fiiller ise, dünyaya gelişimiz, fizyolojik ve psikolojik niteliklerimiz, reflekslerimiz, kan dolaşımı gibi irâde ve tercihimiz dışındaki zorunlu olan hareketlerimizdir. İnsan irâdesinin bu fiillerin oluşumunda en ufak bir rolü olmadığı için kişi, bunlardan sorumlu tutulmaz.4

2- İNSAN İRÂDESİ
Bütün canlıların hareketleri, tropizm (içsel uyarıcıların motivasyonu ile yönelim) ve içgüdülerle mekanik olarak düzenlenmiş olduğu hâlde, insan ‘irâdeli’ olarak yaratılmış; ‘otokritik’ kabiliyeti olarak ona akıl, şuur ve zekâ verilmiş ve kendi tercihlerinden sorumlu tutulmuştur. Bir bakıma, insanoğlu için hayat bir nevi ‘doğru-yanlış, emir-nehiy, iyi-kötü’ testinden ibarettir. O, bir ömür boyu, böyle bir sınava tâbi tutularak ‘yücelmenin’ veya ‘alçalmanın’ yolunu tutacak, nihâyet ‘büyük hesap gününe’ hazırlanacaktır.5

İrâde, kısaca harekete geçme gücü ve yeteneği demek olup insanın yapabildiği (mümkün nitelikteki)6 bilinçli seçenekleri / tercihleri ifâde eder.

İnsan, fiilin gerçekleşmesinde belirleyicidir. Hiç şüphesiz bu tercihi yapabilecek kudret ve hürriyette yaratılmış olduğu için insan iştiyak, kast, eğilim, sevgi... gibi şuurlu davranışlarından sorumlu tutulmuştur. Bunun için, insanın fiil ve hareketlerini anlamlı kılan, şuurlu bir irâdenin eseri oluşlarıdır.

Evet, kul, hür bir irâdeye sahiptir ve bu hür irâdenin, fiilin meydana gelişinde ve insanın kaderine yön vermede tesiri vardır. Ancak fiillerin yaratıcısı Allâh`tır (cc). Yani 'Kul diler, Allah yaratır'. Allâh Teâlâ kulların şuurlu ve irâdeli fiillerini, insanların irâde ve seçimlerine uygun olarak irâde eder ve yaratır. Bunun böyle olması Allâh’ın, fiilleri kulların irâde ve seçimlerine göre yaratmaya mecbur olduğundan değil, âdetullâh ve sünnetullâh adını verdiğimiz tabiî kanunlarını ve Rabbânî geleneğini bu şekilde düzenleyip icrâ ettiğindendir.7

Atlamadan ifâde edelim ki, kullara nispet edilen irâdeye cüz’î irâde de denilmektedir. Bu terkipte kullanılan 'cüz’î' kavramı, sayısal anlamda azlık değil, muayyen/belirli demektir. Küllî ise bunun tersine muayyen olmayıp hâriçte (dış âlemde) varlığı olmayan, fakat çok sayıda insan fertlerine kapsamı bulunan zihnî ve itibarî bir kavramdır.

Meselâ, zihindeki insan tasavvuru/kavramı küllîdir. Bütün insanlığı kapsar. Hâriçteki fertleri (Ali, Veli...) ise cüz’îdir. Buna göre, insandaki küllî irâde, insanın bir işe başlamasından önce çeşitli işlere sarf edilebilecek özelliktedir. Yani bir insan, kendi irâdesini okuma, yazma, yürüme gibi fiillerden her birine kullanabilecek potansiyelde olduğundan, kulda bi’l-kuvve mevcut olan bu "irâde" gücüne küllî denilmektedir. Fakat bir işe karar verdiğinde artık irâdesi cüz’îleşmiş (müşahhas hâle gelmiş), belli bir yöne yönelmiştir.8

Ehli Sünnet`in temsilciliğini yapan iki ekolden biri olan Mâturidî düşünce sistemi, insanın cüz’î irâde sahibi olduğunu kabul etmektedir. İnsan, karşılaştığı seçimlik bir iş karşısında, bütün ihtimâlleri düşünerek cüz’î irâdesini kullanır ve bir seçimde bulunur; alternatiflerden birini tercih eder. Ama Allâh tercih edilen bu fiili yaratmaya mecbur değildir. Çünkü O’na hiçbir sûrette mecburiyet yüklenemez. Şu kadar var ki, insana fiilinde bir hürriyet alanı vermek için âdeti gereği, insanın istediği fiili yaratarak ona yardım etmekte, böylece fiillerinde hür ve bağımsız olarak davranmasına vesile olmaktadır. Şunu hemen ifâde edelim ki, insan, bir şeyi yapmayı istemekle (azim), Allâh’ın yaratmasını tâyin ediyor değildir. Ama kul kesbiyle (kazanımıyla, irâdî yönelimiyle) kendi kaderine yön veriyor. Allâh bu durumda, insanın istediği fiili yaratmayabilir. Fakat insana bir sorumluluk yüklediği için, imtihan gibi bir takım sırlar ve hikmetler sebebiyle, onu belli bir alanda serbest bırakmış, ona yardım etmek sûretiyle istediği fiili yapmasına (kesb) imkân vermiştir.9 Burada ne bir zorunluluk, ne de Allâh’ın irâde ve yaratmasını yönlendirme vardır. Tam tersi Allâh’ın yaratıcılığı, insanın da hür irâdesi ile bir şeyi seçmesi ve yapması söz konusudur. İşte bu izahla hem Yüce Allâh’ın yaratıcılığına gölge düşmez10 hem de insan için herhangi bir baskı ve zorunluluk söz konusu olmamış olur.11

Allâh’ın irâdesi göz önüne alınmakla birlikte, insanın irâdesi vardır; ama insanın irâdesi hem küfre hem îmana yönelebilir. Fakat insan, kendi cüz’î irâdesini kullanarak küfrü tercih etmekte, îmanı tercih etmemektedir. Allâh, insan için küfrü dilerken, insanın aynı anda îmana gücü vardır. Eş’arîler ise, genelde insana irâde tanırlar; ancak onlar bu konuda daha hassas davranarak insan irâdesini, Allâh’ın karşı konulamaz ve her şeyi çepçevre kuşatan mutlak irâdesinin yanında bir hiç mesabesinde tutarlar. Böylece sorumluluk ilkesini aklî temelden yoksun bırakırlar.12

İnsanların cüz’î irâdeleriyle Âdil-i Mutlak’ın emir ve yasaklarını tercihte serbest bırakılmaları, Cenâb-ı Hakk’ın adâletinin de gereğidir. Buna göre Allâh’ın irâdesini ispat adı altında ferdin irâde ve hürriyetini13 kısıtlamak, yok saymak doğru değildir. Ehl-i Sünnet’e göre Allâh’ın irâdesi mutlaktır, zâtı ile kâimdir, ezelîdir; hâdis (sonradan var olma) değildir, her şeyi kuşatıcıdır. Onun irâdesi olmadan hiçbir şey vukua gelmez. Dolayısıyla herkesin îman veya küfrünü dileseydi, şüphesiz herkes toptan mü`min veya kâfir olurdu.14 Ancak, bu söz konusu irâde tekvînî irâdedir. Her şeye tesir ve taalluku olup beşerî tesirlerle değiştirilmesi kabil değildir. Bir de, bir şeyi sevmesi ve hoşnut olması anlamına gelen teşriî irâde vardır ki, bu anlamdaki dinî/teklifî irâdesi ile bir şeyi dilemiş olması, o şeyin meydana gelmesini gerektirmez.15

1- Bak. Mü’min/62, Zümer/62, Ra’d/16.
2-Bak. DİA, c. 25, s. 304-5. Temel hedefleri putperestliğin reddi olan bu tür âyetlerin kulların fiillerini değil, nesnelerin yaratılışını konu edindiğini göz önünde bulunduran âlimler, bu istidlâli sağlam bulmamışlardır. Bak. DİA, c. 13, s. 63. Bak. DİA, c.13, s. 63.Ayrıca bak. M.Sait Yazıcıoğlu, İslam Düşüncesinin Tarihsel Gelişimi, s. 248-258. 3-Şerafeddin Gölcük, İslâm Akaidi, s. 220
4- Bak. Kırkıncı, Kader Nedir, s. 36; DİA, c. 24, s. 63
5- Bak. S. Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, c. 3, s. 160-61
6-Bu seçme gücüne daha çok kelâmî literatürde “ihtiyâr” denilmektedir. Sadece psikolojik bir fonksiyon, meleke olmayan irâde, ‘ihtiyâr’dan daha kapsamlıdır. İhtiyâr, bir dış zorlama olmadan kişinin kendi inanç ve kararına göre en uygun, en iyi ve doğru bulduğu şeyi seçip (‘hayr’ kelimesinden) ona yönelme kararıdır. İrâde de çoğu zaman bu anlamda kullanılır. Ancak insan mümkün olanların yanında mümkün olmayanları da ister, halbuki sadece mümkün olanı seçer. Şu hâlde her ihtiyâr irâdedir, fakat her irâde ihtiyâr değildir. Bak. DİA, c. 22, s. 381
7- Bak. Abdulkerim Zeydan, Rabbânî Gelenek (ter. Nizamettin Saltan), s. 6; A. Saim Kılavuz, Ana Hatlarıyla İslâm Akaidi ve Kelâm’a Giriş, s. 100.
8- Bak. Kırkıncı, age., s. 31
9-Kesb teorisi hakkında bak. DİA, c. 22, s. 383-4; c. 25, s. 304-5
10-Böylece Mu’tezile açmazı çözülmüş olur. Çünkü Mu’tezile mezhebi ve rasyonalistler, Zâtında bir olan Allâh'ın icraâtında da yegâne olduğunu savunan, dolayısıyla ne Ulûhiyetinde, ne de Rubûbiyetinde Allâh'a eş ve ortak koşmaktan çekinen Ehl-i Sünnet anlayışının tersine, fiilin yaratıcısı olarak insanın bizzat kendisini kabul ederek insanın yaptığı işlerde Allâh’ın irâdesine hiçbir rol vermemiştir. Onlara göre, insanın sorumluluğu da, kendi işini kendisi yaptığı içindir. Bak. Sait Yazıcıoğlu, İslâm Dini Esasları (Îman Esasları - Ahlak Esasları), s. 42-44.
11-Böylece de Cebriye açmazı çözülmüş olur. Zira Cebriye, insana hiçbir irâde ve seçme hakkı vermez, onu Allâh’ın irâdesi karşısında, âtıl bir varlık, rüzgarın önündeki irâde ve kudreti olmayan bir tüy gibi kabul ederler. Bu sebeple insan, hiçbir işte serbest olmadığı için Allâh’ın irâdesine göre şekillenmek durumundadır. Bak. Sait Yazıcıoğlu, age., s. 42-44. Ehl-i Sünnet âlimlerinin kanâatine göre “kâfir küfründe ma’zur olmadığı gibi mü’min de îmanında mecbur değildir”. Dolayısıyla ihtiyarî fiillerin ilahî irâdenin zorlamasıyla gerçekleştiğini söylemek Allâh`ın adâlet, rahmet ve hikmet sıfatlarıyla bağdaştırılamaz; ayrıca peygamber göndermek suretiyle insanları buyruklarına uymakla yükümlü tutmasına ve sonuçta uymayanları cezalandırmasına hem nasslar hem de apaçık aklî ilkeler açısından savunulabilir bir açıklama getirmek de mümkün değildir. Zira kullarına rahmetle muamele ettiğini beyân eden (Enâ`m/12) Allâh`ın, insanları îman ve itaati sağlayacak irâde ve kudretten yoksun bıraktıktan sonrinkâr ve isyânları sebebiyle cezâlandırması adâlet ve rahmet anlayışına aykırıdır. Bak. Aliyyu’l-Kârî, Şerhu Fıkhu’l-Ekber, s. 77; DİA, c. 7, s. 207.
12-Bak. age., c. 7, s. 226; c. 11, s. 454
13-“Kul irâdesinde hürdür” demek “fiilinin yaratıcısıdır” demek değildir. Sahibi ve tek sorumlusudur, demektir.
14- Gölcük, age., s. 223
15- Âlimler, Allâh’ın tekvinî (kevnî) ve teşriî olmak üzere iki irâdesinin varlığından söz ederler. Tekvinî irâde, Allâh’ın yaratmasıyla, "ol!" emriyle (Yâsîn/82); Teşriî irâde ise, uysunlar diye insanlara gönderdiği tâlimatla, sevip râzı olmasıyla ilgilidir. Allâh’ın bir şeyi sevmesi vuku bulacağı mânasına gelmez. Ancak tekvinî irâde ile meydana gelmesi istenirse o zaman vuku bulması gerekli olur. Tekvinî irâde, uyulması zorunlu olanıdır (zorunlu kader). Burada beşer irâdesinin tesiri yoktur. Teşriî irâde karşısında ise insanlar tamamen hür ve serbest bırakılmışlardır. Buna uymak onların seçimi çerçevesindedir. Bu irâdenin yerine gelmesi, insanın gayretine bağlıdır. Allâh yalnızca istekli olanları yola getirir (Kehf/29; Ra'd/27; İbrahim/4). Tekvinî irâde daha geniş kapsamlıdır. Allâh’ın dilemesi sonucu vuku bulan şer’î irâde aynı zamanda kevnî irâdedir. Mümin kulun îman etmesi kevnî irâde sonucudur. Fakat Yüce Allâh’ın kulunun îman etmesini sevdiği ve istediği için îmanının vukuu şer’î irâdedendir. Öyleyse her kevnî irâde şer’î irâde değildir. Yani Allâh kevnî olarak yarattığı her şeyi sevip, olmasını dilemek zorunda değildir. Bu kâfirin küfretmesinin Allâh’ın kevnî irâdesi sonucu olup, Yüce Allâh’ın küfrü sevmediği için küfrün vukuu şer’î irâde değildir. Ebu Bekir'in (r.a) îmanı hem kevnî hem de şer’î irâde gereğidir. Fakat Ebu Leheb’in küfrü sadece kevnî irâde sonucudur. Yüce Allâh onun küfrünü yaratmıştır ama ondaki bu küfür hasletini sevmez, râzı olmaz. Bu sebepten onun küfrü şer’î irâde sonucu değildir. Yüce Allâh bu kâinatta günahları yaratmış ama kullarından günah işlemelerini istememiştir. Bak. Kılavuz. age., s. 87. Ayrıca bak. İ. Hakkı İzmirli, Anglikan Kilisesi-ne Cevap, s. 15; Uludağ, İslâm’da İnanç Konuları ve İtikadî Mezhebler, s. 160; Hayati Ülkü, İslâm Dini Akaidi, s. 77-78.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort