JoomlaLock.com All4Share.net

İNSANIN YOLCU HÂLİ

İnsanın Yolcu Hali

İnsanın Yolcu Hâli - Veysel Özsalman

Sayı : 133 - Ocak 2019

 

İnsanın Yolcu Hâli

 

“Yürümek yeterli, sadece yürümek.

Davet edilenler yolu bulacaktır…”

İnsanın dünya sahnesinde bin bir türlü hali var. Bunlardan bazıları gelip geçici ve ömrünün belirli bir devresinde gerçekleşen hallerken bir kısmı da beşikten mezara kadar insanla birlikte var olan ve olmaya devam edecek hallerdir. İşte bu noktada bahsimize konu olan “yolcu” hali de insanı doğumdan ölüme kadar hiç bırakmayacak ve her daim onu nitelendirebileceğimiz hallerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

İster kelimenin gerçek manasıyla insanın bir yerden başka bir yere ulaşmak için aşması gereken mesafeleri ifade etsin isterse de mecazi manasıyla ferdin iç dünyasındaki sefere işaret etsin “yolculuk” daima insanın en mühim meselelerinden birisi olagelmiştir. Bu öneminden dolayı da felsefede, edebiyatta, mitolojide ve dinde bir metafor olarak sıklıkla kullanılmıştır.

Bir ağız alışkanlığı olarak insanın yolculuğu için “beşikten mezara” ibaresini kullandık fakat “beşik” ile “mezar” insan için sadece bu dünyanın ölçüleriyle bir başlama ve bitiş olarak kabul edilebilirler. Biz iman ediyoruz ki bu dünya insan için mutlak manada bir son olmadığı gibi benzer şekilde bir başlangıç olması da mümkün değildir. Öyleyse insanın yolculuğu da bu dünyada başlayıp bitmemektedir. 

Biz “yolculuğumuzun” bu dünyanın zaman ve mekân hudutları dışında seyreden kısmının sadece bize bildirilen kadarını biliyor ve anlamaya çalışıyoruz. “Bezm-i elest”i biliyoruz mesela, yolculuğumuzun ne kadar eskiye dayandığını görüyoruz ve ardından sonsuzluğu düşünüyoruz aklın sınırlı imkanlarıyla, yolumuzun uzunluğu aklımızı başımızdan alıyor…

Yolculuğun içerisindeki yolculuklar önümüze konuluyor sonra… Her biri bizim için ayrı bir ibret vesikası. Kendi yolculuğumuzda kaybolmamamız için birer pusula vazifesi görmekteler. Hz. Adem’in (as) dünyaya yolculuğu mesela, Hz. Nuh’un (as) gemisiyle çıktığı yolculuk, Hz. Musa (as) ile Hz. Hızır’ın (as) yolculukları ve Alemlerin Efendisinin (sav) miracı…

Ne çok şey öğretiliyor bu yolculuklar ile bize ve biz bu yolculuklara bizim için katlananlara ne çok şey borçluyuz… Elimizden geldiğince onlara teşekkür ediyor ve hayatımızı onlara göre şekillendirmeye çalışıyoruz. Mesela fani dünyanın zamanını bile Efendimiz’in (sav) mübarek yolculuklarını merkeze alarak ölçüyoruz. Hem yaşadığımız dünyanın işlerini hem de kendi iç dünyamızın işlerini onların mübarek yolculuklarıyla bir nizama kavuşturmaya çalışıyoruz.

Yolumuzu aydınlatanların mübarek yolculuklarından istifade ederek kendi yolumuzda ilerlemeye gayret ediyoruz. Bazen iç dünyamızdaki sefer bizi gerçek manada yollara düşürüyor bazen de yollara düşmemizin neticesinde iç dünyamızda bir sefere çıkma imkânı bulabiliyoruz. Bu imkanlar birleşip her iki cihette mesafe kat edilebilen ender zamanların arayıcıları olmaya azmediyoruz. Bunla-rın dışındaki yolculukların şuursuz koşuşturmacasında cezayı maalesef ayakların çektiğini, böyle yolculukların yorgunluktan başka kazancının olmadığını biliyoruz. Biliyoruz ama…

Ne yazık ki modern zamanların mührü her faaliyetimizde olduğu gibi “yolculuk”larımızda da belirgin şekilde görülür oldu. Sürekli tehir ettiğimiz ve aslında çıkmaya gönülsüz olduğumuzu bir türlü kendimize itiraf edemediğimiz manevi yolculuklarımız kaderine terk edilmiş vaziyette bir köşede bekletilirken dünyalık gezmeler ve gezintiler peşinden koşar olduk. İnsanın madde ve mana olmak üzere iki boyutlu bir varlık olduğunu kabul edip söylerken onu hep madde boyutuyla ele alıp insan olarak nitelendirilmesini sağlayan asıl boyutu ihmal ettik.

“Bir şeyi kırk defa söylersen olur.” şeklinde halk arasında yaygın olarak kullanılan ifadenin geçersizliğini ispatlamaya and içmiş gibi, günde en az kırk defa “bizi doğru yola ilet” diye yalvarırken yoldan çıkmayı başarabilen insanlar olduk. Bu sebeple modern zamanların sarhoşluğunun da tesiriyle “yolunu kaybetmiş”, “yoldan çıkmış”, “yolda kalmış” bir kul olmak ne yazık ki bizleri her zamankinden daha fazla tehdit eden bir mesele haline geldi.

Karşı koyamayacağımız vasfımız olan “yolcu” olma hali, zorunlu olarak bir yolda olduğumuzu ifade ederken mutlak manada doğru yolda olduğumuzun garantisini veremez. İyi yahut kötü herkes kendi seçtiği “yolun yolcusu”dur. Doğru yol ise ancak ve ancak “Göklerde ve yerde olan her şeyin kendisine ait olduğu Allah’ın yolu” (Şura 53) dur. İşte en önemli meselemiz “sırat-ı müstakim” denilen bu yolun yolcusu olabilmektir.

Bugün “doğru yol”u fark edebilmek her zamankinden daha güç bir hal almış, “arayış” içerisinde olanların işi ziyadesiyle zorlaşmıştır. Bu fark edişteki zorluk -haşa- yolun gizli, sisli, çetrefilli yahut karanlık olmasından değil modern zaman alışkanlıklarının bir katarakt gibi gözümüzün ferini söndürmesinden, ba-kan gözlerdeki fehimsizlikten kaynak-lanmaktadır.

Şu soruyu kendimize sormadan geçemiyoruz: Şahsi engellerimiz, ken-di eksikliklerimiz, her türlü kusur ve kabahatlerimiz “doğru yolu” görmemize, bulmamıza mani olurken nasıl olur da sırat-ı müstakime ulaşır, peygamberler, sıddıklar, salihler ve şehitler ile birlikte aynı yolda yürüyebiliriz? Bu soruya cevabımız ise şudur: Elbette onların yoldaki iz ve işaretlerini takip ederek. Bir âmâ en kalabalık şehirlerde trafiğin en yoğun olduğu caddelerde işaretleri, izleri, türlü vasıtaları kullanarak yolunu nasıl bulabiliyorsa bizim de aynı şekilde yoldaki izleri, işaretleri kullanmaktan başka şansımız bulunmamaktadır.

Üstad Necip Fazıl’ın “İşte iz, geli-niz” diye işaret ve davet ettiği bu iz, peygamberlerin, sıddıkların, salihlerin ve şehitlerin izidir. Bu izden kasıt bizi onlara kavuşturacak, onlara giden yolda bizi sevk ve idare edecek olan insan-ı kâmillerdir. Bu yolda el yordamıyla değil ancak onların önderliğinde ve rehberliğinde layıkıyla yürünebilir.

Bugün modern dünyanın bizi adeta itip kakarak ve sürükleyerek getirdiği “yol ayrımı”nda bir seçim yapmak zaten baştan kaybetmek anlamına geliyor. Çünkü bu tercihlerin hepsi çıkmaz sokak, bizi ulaştırabileceği bir son yok. İster kariyer basamaklarından tırman, istersen de kısa yoldan köşeyi dön… Hangisi nihayetinde Cenabı Mevla’nın ‘sırat-ı müstakimi’ne varır? Hiç birisi!

Bize öyle bir yol lazım ki attığımız adımları hem madde hem de mana dünyasında lehimize yazdırsın. Ayrı ayrı şeyler gibi görünse de birbirinin iz düşümü olan madde ve mana planında aynı anda ilerleme imkânı sağlasın. Böyle bir yol bulalım ki, bu yolda Cenabı Hakk’ın işaretlerine uyup maksadımıza erelim.

Cenabı Mevla bizi sırat-ı müstakimine iletsin ve ayaklarımızı bu yolda sabit kılsın. Bu uğurda bize yol gösterenlerin kıymetlerini bilerek, buna uygun davranabilmeyi, onlara layık olabilmeyi nasip etsin.

 

Yazar: Veysel Özsalman

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort