JoomlaLock.com All4Share.net

KERBELA ŞAHİDİ HZ. ZEYNEB BİNTİ ALİ -1-

Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin dördüncü çocuğu olan Hz. Zeyneb hicretin 5-6. yıllarında Medine’de doğdu. Beş yaşına kadar Hz. Fatıma annemizin şefkatli kucağında, Allah Resûlü’nün (sav) sevgisi ile büyüdü. Ne olduğunu çok fazla anlamasa da üç yaşında adını aldığı Hz. Zeyneb, dört yaşında iken de Hz. Ümmü Gülsüm teyzesinden ayrıldı. Allah Resûlü (sav) vefat ettiğinde henüz beş yaşında olan Hz. Zeyneb, her zaman kendini seven, şefkatle kucağına alıp okşayan sevgililer sultanı dedesini kaybetti. Bütün sahabeler gibi onun da gözyaşı sel oldu. Önce Efendimiz’in (sav) sevgi ve şefkatinden, altı ay sonra da hanımların en faziletlisinin en nadide çiçeklerden daha güzel kokan ana kucağından ayrıldı... Küçük yaşta yetim kalması onu çok etkiledi. Kalbi mahzun oldu, gözyaşları dinmedi. Annesinin vefatı ile büyük acılar yaşayan Hz. Zeyneb annemiz ve kardeşleri, Hz. Ali’nin gözetiminde sahâbe annelerimizin, özellikle Hz. Ümâme Hatun’un eğitimi ile yetişip büyüdüler.

Her yönden mükemmel olan, son derece akıllı, ahlaklı, dirayetli, duygulu, hitabeti çok güçlü bir hanım olan Hz. Zeyneb, gençlik çağına geldiğinde pek çok talibi oldu. Ancak Hz. Ali onu başından beri arzu ettiği bir ailenin oğlu ile evlendirdi. Bu Allah Resûlü’nün (sav) evinde, O’nun terbiyesi altında yetişen kardeşinin oğlu Abdullah b. Cafer’di. Abdullah b. Cafer, şiirlere konu olacak kadar cömert biriydi. Hiçbir zaman evinden misafir eksik olmazdı. Eşi Hz. Zeyneb gelenleri en güzel şekilde ağırlar, hizmette kusur etmezdi. Abdullah b. Cafer ile mutlu bir evlilik yapan Hz. Zeyneb’in, ondan Ali, Avn, Abbas, Muhammed, Ümmü Gülsüm adlarında beş çocuğu oldu. Çocukları onları Allah’a daha fazla yönelmeye ve bu eşsiz lütuflarından dolayı O’na hamd etmeye sevk etti.

Evliliği ve çocuklarının doğumu ile mutluluğu daha da ziyadeleşti. Bu mutluluk, fitne hareketlerinin başlaması ile birlikte yerini huzursuzluğa bıraktı. Münafıkların yaktığı fitne ateşi dört bir taraflarını çevirmiş, alevleri her geçen gün biraz daha büyüyor, insanların canını yakıyordu. Hz. Ömer’in (ra) şehadeti ile başlayan bu fitne hareketi, Hz. Osman (ra) döneminde kendini ciddi bir şekilde hissettirerek devam etti. Hz. Osman’ın (ra) şehadeti ile toplumsal travmaya dönüşen fitne, bundan sonra Allah Resûlü’nün (sav) ailesine yöneldi. İşte o andan itibaren Hz. Zeyneb’in yüzü gülmez oldu. Otuz beş yaşına geldiğinde babası Hz. Ali (ra), Hz. Ömer (ra) gibi suikasta maruz kalarak şehit edildi. Ard arda yaşadığı acı günlerden sonra, babasını kaybetmesi onu çok ama çok üzdü. Bundan sonra gözyaşları hiç dinmedi.

Ortam, ilk bakışta hep aynı ortam ve yüzeysel düşünenler için de ortalık süt liman. Çünkü görünürde kimse Peygamberimiz’e (sav) ve getirdiklerine somut olarak karşı çıkıcı sözler söyleyememektedir. Kimse çıkıp da Kur’ân’ın hükümlerini reddetmeye cesaret edememektedir. Camiler tıklım tıklım dolmakta, fütuhatlar yapılmakta, mal varlığı üst üste yığılmaktadır. Kısacası bu öyle bir geçiş dönemidir ki ne suçlanacak bir kimse ve bir suç, ne de huzur ve onur duyulacak bir gidişin öncülüğünü yapanların yokluğu çekmektedir dikkatleri.

İslâmî hilafetin saltanata dönüştürüldüğü evrede Hz. Ali (ra) ve oğlu Hz. Hasan (ra) öldürülmüştür. Sırada İslâmî hilafetin savunuculuğunu canı ve kanı pahasına savunacak olan; Peygamberimiz’in (sav) diğer torunları, torunlarının çocukları, hanımları vardır. Peygamber Efendimiz’in (sav) omzunda gezdirdiği, öpüp koklamaya kıyamadığı torunları birbirleri ardı sıra İslâmî kıyamlarından taviz vermemek için öldürüleceklerdir. Hz. Zeyneb gibi öldürülemeyenler ise kötü muamelelere maruz kalacaktır.

Muâviye vefat edince oğlu yezid, saltanat makamına geçer. Hilafet makamını gasp etmeden önce de çeşitli haksızlıklar yapan birisiydi. Halk zorla be’yat ettirilmiş, etmeyenler acımasızca öldürülmüş ve tehdit edilmiştir.

Hz. Hüseyin de Medine valisi Velid tarafından yezide bey’at etmeye davet edilir. Aksi halde boynu vurdurulacaktır, yezidin emri budur. Müslümanların kıyamete kadar unutamayacağı, yürekleri yakan başka bir fitnenin ilk kıvılcımı oldu.

Hz. Hüseyin bey’at etmez ve Velid de tüm tahriklere rağmen Hz. Hüseyin Efendimiz’i (ra) serbest bırakır, O’nun kanını akıtmanın vebalinden çekinir. O dönemde Medine ve çevresinde Hz. Hüseyin ve kardeşleri için hiç de güvenilecek bir hava esmemektedir. Kûfe’liler çıkan olaylar karşısında, Hz. Hüseyin’i (ra) memleketlerine çağırdılar. Hz. Hüseyin Efendimiz (ra) fitneden uzak durmaya çalışıyordu ama Kûfe’liler O’na mektuplar yazarak Kûfe’ye gelmesini, kendisine be’yat edeceklerini yazıyorlardı. Bazı kaynaklarda bu mektupların torbalar dolusu olduğu bildiriliyor. Hz. Hüseyin Efendimiz (ra) Müslim b. Âkil’i durumu yerinde incelemek üzere Kûfe’ye gönderir.

Müslim b. Âkil Kûfe’ye gittiğinde Kûfe’liler’in gönderilen mektuplarda yazıldığı gibi Hz. Hüseyin’e biat için hazır olduklarını görür. Kısa zamanda 18.000 Kûfe’li Hz. Hüseyin adına Müslim b. Âkil’e be’yat ederler. Müslim b. Âkil, Kûfe’de olanları bir mektupla Hz. Hüseyin’e (ra) bildirir. Hz. Hüseyin Efendimiz (ra) Kûfe’den gelen bilgiler doğrultusunda sefer için hazırlıklara başlar. Hz. Ümmü Seleme (ra) O’nun Irak’a gitmesinin önüne geçmek ister. Hz. Hüseyin de kardeşleri de neler olabileceğini aşağı yukarı kestirmektedirler. Hz. Ömer’in oğlu Hz. Abdullah da Peygamber torunlarının kafilelerle yola çıkmasını önlemek ister ama olacağın önüne kim geçebilir ki?

Bu arada yezid, Basra valisi ubeydullah b. ziyad’ı vali olarak Kûfe’ye gönderir. Zamanın Kûfe Valisi ubeydullah b. ziyad, zulüm ve dalaverelerle yönetimini sürdürme gayretinde olan Emevilerin desteklediği biridir. Halk bu valinin yaptığı haksızlıklardan ve İslam dışı uygulamalardan bıkkınlık geçirmiş ve Müslim b. Âkil’in varlığını fırsat bilerek valiliği kuşatırlar.

Fakat İbn-i Ziyad’ın entrikalarına kanarak, altını, gümüşü tercih ederler. Akşama kadar kuşatmaya devam eden Kûfe’liler verdikleri bütün sözleri unutmuşçasına, akşam olunca Müslim b. Âkil’in bütün uyarılarına rağmen dağılıp evlerine giderler. Müslim b. Âkil’in yanında yalnızca otuz kişi kalır. Bir süre sonra onlarda dağılıp evlerine giderler. Kûfe’liler Hz. Hüseyin’e, Hz. Zeyneb’e ve bütün Müslümanlara verdikleri sözü unuttular. Kûfe’de tek başına kalan Müslim, İbn-i Ziyad tarafından tutuklattırılarak kafası kesilecek, kesilen bu kafa saltanatın durumunu sergilercesine sarayın çatısından aşağı atılacaktır. Gericilik, zulüm ve baskının defterine kaydedilecek bir rezalettir bu.

Son gelişmelerden haberdar olmayan Hz. Hüseyin Efendimiz (ra), çocukları, hanımı, yakınları, kız kardeşi Zeyneb annemiz, diğer kardeşleri ve bir grup Medine’liyle artık Kûfe yolundadır. Hepsi birlikte Medine’den ayrılarak Mekke’ye gelmiş ve oradan da kafileler halinde yola devam etmiştir.

Kervan Kûfe’ye doğru yol alırken, Kûfe’den Medine’ye gitmekte olan bir şair, “Kûfe’lilerin kalbi seninle, kılıçları yezidledir.” şeklinde bir beyit okur. Hz. Hüseyin’le kardeşleri, Müslim’in şehit edildiğini, Kûfe’lilerin sözlerinden döndüklerini öğrenirler. Ama geri dönmezler. Kimse bu gidişe itiraz etmemektedir kervanda. Hz. Zeyneb her ne olursa olsun kardeşini bırakmamaya kararlıdır. Zaten bu sadece Hz. Hüseyin’in değil, onun da, yanındâkilerin de kıyamıdır. Amaç ne saltanat ne de kuru bir askerî başarı... Sadece Allah’ın (cc) hükümlerinin uygulanması ve Peygamberimiz’in (sav) sünnetinin korunmasını sağlamaktır...

Kervan Kûfe yakınlarındadır. Kervanın yöneticileri Hz. Hüseyin bin Ali, Zeynel Abidin ve kız kardeşi Hz. Zeyneb, fedakârlık ve mücadele dolu saatlere sessizce hazırlanmaktadır. İbn-i Ziyad’ın ordusu çok geçmeden karşılarına çıkar. Ordu komutanı Hürr bin Yezid Riyahi’dir. Hürr, Hz. Hüseyin’i Şam’a götürüp yezide be’yat ettirmekle görevlendirilmiştir ve Hz. Hüseyin’e (ra) durumu bildirir. Artık kervan Kûfe yolundan ayrılmak zorunda kalmıştı. Hürr, Hz. Hüseyin’e saygılı, onu incitip gücendirecek herhangi bir hareket yapmaktan şiddetle kaçınarak kervan ile birlikte hareket eder. Fırat nehri kenarına doğru yaklaşırlar. İbn-i Ziyad Hürr’e bir mektup göndererek, kafileyi durdurmasını, onların su ve ottan uzak kalmalarını sağlamasını emreder. Hürr bu emri yerine getiremeyecektir. (Hürr şehit edildiği günün sabahı, erken saatlerde ekibiyle Hz. Hüseyin’e katıldı. O da o gün şehit oldu.)

İbn-i Ziyad durumu haber alarak Kerbelâ’ya doğru 30 bin kişilik bir ordu gönderir. Kumandan Ömer bin Sa’d’dır. -Sahabelerden Sa’d bin Ebu Vakkas’ın (ra) oğludur.- Bu ordu Hürr’ün yapmadığını yapar ve Fırat nehri kenarını tutarak Hz. Hüseyin ve Hz. Zeyneb’in kafilesini sudan mahrum bırakır. Hz. Peygamber’in (sav) öpüp kokladığı yüzler susuzlukla sararıp solmakta, dilleri damaklarına yapışmaktadır ve son gece yani perşembe gecesi son yüz kişi kalırlar. Hz. Hüseyin efendimiz (ra) onlara: “Ben sizi dava etmeyeceğim hakkımı size helal ediyorum. Bey’atınızı bozabilirsiniz. Çünkü bu işin neticesi yok. Gündüz utanırsanız gitmeye gece karanlıkta gidin sizi kimse görmesin, utanmamış olursunuz. Mahcup da olmayın, gece çekilebilirsiniz.” buyurdu. Onlardan yirmi yedi tanesi de geceden gidiyor ve en son yetmiş üç kişi kalıyorlar.

Hz. Hüseyin efendimiz (ra) o gün meselenin artık bittiğini, sona gelindiğini anlıyor. Muharrem ayı günlerden cuma, oğlu Hz. Zeynel Abidin, ki çok rahatsız, yani onu da öldürmemelerinin sebebi, (cilve-i Rabbani) onun rahatsızlığı, o bu rahatsızlığından ölür diye bırakıyorlar. Hz. Hüseyin, Zeynel Abidin’i o hasta haliyle Hz. Hasan’ın bir kızıyla nikâhlıyor ve Allah’a (cc) neslinin onlardan devam etmesi için dua ediyor ve Cenâbı Hak onu muhafaza ediyor. İşte o nikâhtan “Ehl-i Beyt” devam ediyor.

Hz. Zeyneb ise olacakları düşünerek sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştır. O ana kadar omuz omuza yürüyerek Kerbelâ’ya varma kararını birlikte alan kardeşinin bu halini görünce Hz. Hüseyin şunları söyleyecektir: “Ne oluyor bacım? Korkarım ki duygularımız ve şeytanî güçler inancımız ve sabrımızdan ağır basacak.” Hz. Zeyneb ise kardeşinin bile bile ölüme gitmesi karşısında dayanmanın, metin olmanın güçlüğünü ileri sürer ve Hz. Hüseyin de, “Allah böyle diliyor!” karşılığını verir. Ne var ki Hz. Zeyneb’i teselli etmek artık mümkün değildir ve Hz. Hüseyin der ki: “Ey Zeyneb!.. Allah’tan kork. Teselliyi Allah’ın merhametinde ara. Her insan ve her yaratık kesinlikle ölecektir. Bu dünyada her şey ölümlüyken, ölüm düşüncesiyle bunca üzüntü ve keder niye? Peygamber’in (sav) hayatı her Müslüman için bir örnektir. Bu örnek bize neyi öğretiyor? Sabır ve metanet sahibi olmamız gerektiğini, değil mi? Hem, Allah’a (cc) güvenmemizi ve Allah’ın (cc) iradesine teslim olmamızı da öğretiyor. Biz bu prensipten ayrılamayız.”

Artık söylenecek söz kalmamıştır. Hz. Zeyneb, kalbinin değil beyninin sesini dinlemek ve meseleye geniş açıdan bakmak zorunluluğunu bir kez daha duyacaktır kendisinde. Kardeşlerini ve bütün yakınlarını meydana gelecek olaylara hazırlamayı üstlenecektir. Söz bitmiş, yerini eyleme bırakmıştır. Gece dua ile ibadet ile geçer ve düşman askerlerinin çemberi altında kanlı olaylara sahne olacak 10 Muharrem’in sabahına varılır.

Ömer b. Sa’d komutasındaki saltanat ordusu karşısında, Hz. Hüseyin’in yetmiş üç kişiden oluşan ordusu. Savaş başlamıştır artık. Hz. Hüseyin Efendimiz’e tâbi olan Hüseyniler; şehâdet aşkıyla, iman aşkıyla, İslâmiyet ve din için savaşıyorlardı. Karşılarındaki Yezîd ordusu ise; Hz. Hüseyin’i şehit etmek, İslâmiyet’i ve dini ortadan kaldırmak için savaşıyordu. Bu ordu tam bir zalimler topluluğu idi. Hz. Hüseyniler’den her biri Yezîdîler’den bir kaçını öldürmeden şehit olmuyordu. Biri şehit olurken, diğerine; “Hz. Hüseyin’i bırakmamasını” vasiyet ediyordu. Savaş bütün hızıyla sürüyordu. Sırayla Hz. Hüseyin’in ve Hz. Hasan’ın çocukları şehit ediliyordu. Şehit olmak sırası askerin sancaktarı, Hz. Ali oğlu Abbas’a gelmişti ve birkaç zalimi öldürdükten sonra şehit oldu. Hz. Abbas’ın şehâdetinden sonra, şehitlik sırası Hz. Hüseyin’e ve evlâtlarına gelmişti. Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Ekber, o zamanlar on sekiz yaşındaydı. Ali Ekber, Resûlullah’a (sav) çok benzerdi ve “Ehl-i Beyt” Resûlullah’ı (sav) görmek istediler mi ona bakarlardı. Hz. Hüseyin evlâdının şehâdetini görmemek için silahlandı, meydana doğru yürüdü. Oğlu Ali Ekber, Hz. Hüseyin’e yalvardı, izin istedi ve Hz. Hüseyin, kendi mübarek eliyle savaş aletleri hazırladı ve oğlunu meydana saldı. Ali Ekber, bir nâra savurarak; “Allah’a ibadet fidanının çiçeği benim, Ali Murtazâ oğlu Hüseyin’in ciğer köşesi benim işte.” dedi ve kendisini düşman askerinin ortasına atıp, savaşa başladı. Yezîd ordusundan birçok zalimi öldürdü. Sonunda; “Ey baba, susadım, susadım!” dedi Hz. Hüseyin nemli gözlerinden kanlı yaşlar akıtarak; “Ey ciğer köşem!” dedi; “Sabret! Senin için Kevser şarabı hazırlanmaktadır.” Ali Ekber bu müjde ile yine meydana döndü. Düşman askeri ona hücum ettiler, vücudunda çok yaralar açtılar ve Ali Ekber atından düştü; “Babacığım, beni bul!” diye bir nâra savurdu. Hz. Hüseyin, o narayı işitince, meydana atılıp, Ali Ekber’i çadıra getirdiler ve şehadet şerbetini içti.

Hz. Zeyneb ve diğer kadınlar ağlıyor, feryat ediyorlardı. Onları bu halde gören Hz. Hüseyin; “Ey iffet perdesi ile örtülü kadınlar! Sabredin, tahammül gösterin. Sabır ve tahammülün sonu ahrette cennet bahçeleri, dünyada kıyamete kadar izzet ve tazimdir. Sakın benden sonra yakalarınızı yırtıp saçlarınızı yolmayınız. Bu, düşmanların sevincini artırır. Fakat gözyaşı dökmekten sizi alıkoyamam. Çünkü mazlumun gözünden akan su, rahmet bahçesini sular.” Hz. Hüseyin bunları söyledikten sonra, evlâtlarını büyüklere emanet yolu ile teslim etti. Hepsini de Allah’a (cc) ısmarladı. Sonra onlara veda edip, bütün heybetiyle ve imanının gücüyle gaza meydanına yürüdü

*Hâce Hazretleri, Tevzihu’l-Hakaik.
*M. Asım Köksal, Hz. Hüseyin ve Kerbela Faciası, Karaca Yayınevi, İstanbul, 2008
*Serpil Özcan, Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Server İletişim, 2009.
*Hilal Kara, Abdullah Kara, Hanım Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları, 2008.
*Cihan Aktaş, Hz. Zeyneb, Beyan Yayınları, İstanbul, 2004

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort