JoomlaLock.com All4Share.net

MEVLÂNÂ HÂCE YAKÛB-İ SÂNİ (KS) HAZRETLERİ’NİN ANLAYIŞI VE FİKRİYATI -14-

Kulunu kendine vasıl etmek için mahlûkat adedince yollar halk eden Allah’a (celle celaluhu) hamd olsun. Her bir yolu bir Peygamberinin şahsıyla ve ahlakıyla özdeşleştiren ve bütün bu yolları nihayette Kâinatın Efendisi’nde (sallallahu aleyhi ve selem) toplayan ve onu vesile kılan, bizleri onun irşadına ve şefaatine muhtaç eden Allah’a nihayetsiz hamdü senalar olsun. Salatü selam nuru ile kâinatı aydınlatan, sevgisi ile ısıtan, muhabbeti ile hayata vesile olan Efendimiz’e, (sallallahu aleyhi ve sellem) ehli beytine, ashabına ve etbaına olsun.

Hâce Yakûb-i Hâşimi (kuddise sırruhu) Hazretleri Hâcegân yolunda Allah’a (celle celaluhu) vuslatı ancak “Usul, Husul, Vusul” düsturu ile emir buyurmuşlar ve saadat-ı kiram efendilerimizin takip ettiği bu yoldan gitmenin, Hak talipleri için vazgeçilmez olduğunu ifade etmişlerdir. Bir sohbetlerinde “Bir dağ ne kadar büyük olursa ne kadar heybetli olursa olsun mutlaka ona çıkan, onun etrafında ona ulaşan bir yol bulunur.” diye Hakk’a vasıl olmak için gayret eden, bir yol arayan, ümit ile bekleyen müminlere böyle bir örnekle teşbihte bulunmuşlardır.

Allah’a ulaşmada her zaman bir yol bulunur, vuslat vardır. Allah’a ve Resûlü’ne iman eden her müminin buna inanması ve bu uğurda yaşaması ona farz kılınmıştır. Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu): “Allah’a vuslat olmasa (hâşâ ve kella) Allah olmaz. Onun ulûhiyetine böyle bir yaklaşım terstir.” buyurmuşlardır. Rabbimiz kendi bilinmekliğini murad etmiş ve insanı yaratmıştır. Hal böyle iken Allah’a (celle celaluhu) giden yolları kapatan, insanları ümitsizliğe sevk eden ancak kendi musavver ilâhını yaratmış ve ona tapınmakla kendini avutmuş olur ki, bu da önce helvadan put yapıp sonradan acıktığında onu yemek gibi bir şeydir. Hazreti Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) geldiği, yaşadığı bir kâinatta kıyamete kadar vusul vardır ve bu yol açıktır.

Hazreti Ali (radıyallahu anh) “Ben görmediğim bir ilâha ibadet etmem.” buyurmuşlardır. Söyleyenin kim olduğunu düşündüğümüzde sözün manasını anlamak bize daha kolay gelecektir. “Ali bendendir, ben Ali’denim.” (Tirmizi) “Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır.”(Cemu’l-Fevaid) gibi ve daha nice Allah ve Resûlü’nün iltifat ve övgüsüne mazhar olan “ Şah-ı Velâyet”, “Haydar-ı Kerrar.” İşte böyle bir zat aynı zamanda “Gözümden perde kalksa Rabbime olan imanımda zerre kadar artış olmaz.” buyurmuşlar. Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) bu dünya hayatını her zaman bir imkân âlemi olarak görmüştür. Ne varsa ne elde edilecekse burada olacağını ifade etmişlerdir.

Osman Bedrüddin Erzurûmî Hazretleri (kuddise sırruhu) de sohbetnamesinde “Burada Hakk’ı göremeyenler orada da göremeyecektir.” buyurmuşlardır. Bir kudsi hadiste kör olarak diriltildiği haber verilen kişi bu halinden şikâyet ederek dünyada iken kör olmadığını, niçin böyle olduğunu Rabbine sorduğunda, dünya da iken Hakk’ın emirlerine ve nehiylerine karşı kör ve sağır olduğu için böyle diriltildiği bildirilmiştir. Hatta mahşerde hesabı görülüp de ziyana uğrayanlar, “Ateşin karşısında durdurulup da ‘Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve müminlerden olsak’ dedikleri vakit (hallerini) bir görsen!” (Enam–27) bu imkân âleminin önemini nasıl da anlamışlardır. Bunu söylerlerken bu isteklerini Rablerine iletirken onun huzurunda bulunmakta oldukları ve onunla vasıtasız konuştukları halde böyle istekte bulunmaları, üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir husustur. Farz edelim ki bize bu fırsat verildi ve buradayız. İşte bunu değerlendirmenin tam zamanı, ne yapalım ne edelim de Rabbimize, Allah’ımıza (celle celaluhu) vasıl olalım bunun yolunu arayalım.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) Allah’ın zahir(görünen, aşikâr, besbelli) oluşunun şiddetinden batın (gizli, sır, esrar) olduğunu ifade etmişlerdir. Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) miraçta iken Hakk’ı görmüş ve müşahede etmiştir. Cenab-ı Hak ayet-i kerimede “Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.” (Necm–18) buyurarak sanki onun gözü önceden de başka hiçbir şeyi görmediği, ondan başkasına hiç bakmadığı, o yüzden şaşırmadığını ifade etmektedir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine lütfedilen her nimeti ümmetine açmış, onlarla paylaşmıştır. O’nun şahs-ı mânevisinde kendi varlığından geçenler aynı müşahedeyi O’nunla yaşamışlardır.

Niyaz-i Mısri hazretleri buyurmuşlar;
İşit Niyazi sözün
Bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak’tan ayan bir nesne yok
Gözsüzlere pinhan imiş

Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) görenin de görünenin de Hak olduğunu ifade eder. Bu görmeyi ancak insanın cahilliği, cehaleti engeller. Hâce Hazretleri: “Her şey bir şeydir, cahillik hiçbir şeydir.” buyurarak insanın Rabbine olan vuslatındaki engeli göstermiş olur. Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ya Rabbi! Beni cahillerden kılma.” diye dua buyurmuşlardır. Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) cahilliği okuma yazması olmamak olarak değil, Hakk’ı, hakikati, edebi, yolu, yordamı, büyüğü, küçüğü, nerede, ne zaman, ne yapacağını bilmeme olarak açıklar. Cehalet aynı zamanda gaflet, dalalet, hıyanet ile bir bedende, bir anlayışta, bir fikirde birleştiğinde olacak şey; bu kadar zahir olan Rabbini görmeyecek kadar kör eden şeydir.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) ayrıca, insanı bu vuslat nimetinden mahrum eden engellerin, din anlayışındaki farklılıktan kaynaklandığını işaret buyurur. Günümüz toplumunda üç değişik din anlayışı oluşmuştur. Bunlardan

Birincisi; bürokrasi dinidir. Bürokrasinin insana, topluma dayattığı bir din ki bunun helal ve haram diye bir kavramı yoktur. Her şey helaldir, mübahtır. Namaz salâttır. Salât da duadır. Dua ise her zaman her yerde yapılabilecek bir ibadettir. Belirli bir zamanı, mekânı yoktur. Böyle bir dinin birçok kitapsız, şeraitsiz peygamberleri bile vardır.

İkinci din anlayışı; adet haline gelmiş, örfîleşmiş, türbelere çaputların asıldığı, bezlerin bağlandığı, dileklerin tutulduğu, cinli, perili, medyumlu bir din anlayışıdır.

Üçüncüsü ise; bir avuç Müslüman’ın inandığı ve inancını hayatına aktarmaya çalıştığı ahireti ile dünyasını ayırmadığı, Kur’an’a ve sünnete göre yaşamaya çalışan insanların inandığı bir din.

Bu üç din anlayışının ilâhlarının sıfatları farklı olup ilk ikisindeki ilâhın mesela hiç azap edici, cezalandırıcı, intikam alıcı, adaletle hükmedici sıfatları yoktur. Her zaman affedici, bağışlayıcı, emirlerine itaat edilmeyip isyanda ısrar edenlere dahi rahmeti ile muamele eden bir ilâh anlayışı vardır. İlk iki din anlayışındaki ilâhlar insanların sıfatlandırdığı ilahlardır. Böyle sapık, çarpık bir din anlayışı ile Allah’a (celle celaluhu) vasıl olma imkânı var mıdır?

Bir hadis-i şerifte “Mümin müminin aynasıdır.” buyrularak Hakk’ı nerede aramak gerektiğine dair inanan insana yol gösterilmektedir. Hadisin zahiri manası çok açık olup dikkatle üzerinde tefekkür edilmesi gereken batınî manasıdır. İnsan fanidir. Bakî olan tek varlık Allah’dır. İnsan ancak öldüğünde bedeni toprak olup yok olduğunda Rabbine kavuşur, onun huzuruna ulaşır. Günahkârda olsa ateiste olsa onu Rabbinin huzuruna götüren şey ölümle gelen yokluktur. Bir de ölmeden önce yokluk vardır ki o da ancak kâmil bir mürşidin yanında usul, husul ve vusul ile elde edilir.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) yukarıdaki hadisi açıklarken “Mümin yanında olan ile kıymetlidir.” buyurur. Eğer müminin dostu müminlerse salihlerse âlimlerse kâmillerse onun kıymeti de dostu olduğu kimseler gibidir. Dahası var; müminin yanında melaike-yi kiramlar var. Hafaza melekleri, kiramen kâtibin melekleri var. Eğer Allah dostlarına yakınlığı varsa onları sevenlerdense mesela Abdulkadir Geylanîlerin, Şah-ı Nakşibendîlerin, Hasan-ı Şazelîlerin ve nicelerinin ruhaniyetleriyle ünsiyeti varsa o mümin dünya sultanlarını kıskandıracak bir zenginliğin sahibi gibidir. Peki, ya o mümin yanında ki Allah (celle celaluhu) ise kalbinde, gönlünde, sırrında hep Allah ile birlikte ise onun kıymeti ne kadardır? Bu kıymet ölçülebilir mi? İşte Hâce Hazretleri bahsi geçen hadiste ilk mümini insan, ikincisini ise El-Mümin olan Allah (celle celaluhu) olduğunu belirtir. İki kişinin olduğu yerde üçüncünün Allah olduğu söylenmemiş mi? Mümine bakıldığında Allah hatırlanır denmemiş mi? Kamil insan, olgun insan, münevver insan El-Mümin’nin aynasıdır. Şairin buyurduğu gibi;

Can gözüyle âleme bak ki
Nice manalar gözükür.

Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuş ki; “Beni gören Hakk’ı görmüştür.” O’nun yüzünün aydınlığı âlemi gündüze çevirir, güneşe ışık verir. Gecenin karanlığı onun saçının rengidir. Gülümsemesi ile kışlar bahar olur, bütün cansız varlıklar hayat bulur. O’nun dilsiz âşıkları nice hoş namelerle ona yol bulur. Hakk’ın bütün sıfatları ile tecelli ettiği, insana gözüktüğü pak aynadır o.

Hâce Hazretleri, Allah’ın aranması gereken yeri, yine bir hadis-i kudsiyle insana öğretir. “İnsan bizim sırrımız, biz insanın sırrıyız.” Mevlamız insanda saklamış kendini. Doğru yerde O’nu (celle celaluhu) aramak insanı vuslata taşır. O’nu camide, tekkede, Mekke’de arayanlar birazda aşığının, seveninin, mahviyet sahiplerinin, mahzun gönüllerin, hüzünlü gönüllerin içinde aramaları gerekmez mi?

Nasreddin Hoca’yı bir gece bir şey ararken görenler ona ne aradığını sormuşlar. O da: “Anahtarımı kaybettim onu arıyorum.” demiş.”Nerede kaybettin?” demişler. “Samanlıkta kaybettim”. demiş. “Hocam samanlıkta kaybettin ama dışarıda arıyorsun bu nasıl iş? demişler. O da: “Orası çok karanlık, burası aydınlık.” demiş. Bizim Hakk’ı arayışımız bu menkıbede olduğu gibi. Bulmak istediğimiz yerde, işimize gelen, kolayımıza gelen yerde onu arıyoruz. Bir türlüde bulamıyoruz.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) Cenab-ı Hakk’ın meleklere Âdem’e (aleyhisselam) secde etmelerini emrettiğinde; bu secdeyi ona mutabaat etmeleri, ona muhabbet etmeleri, onu sevmeleri, onu anlamaları ve onunla birlikte olun manasında emrettiği şekilde yorumlar. Çünkü Hazreti Âdem’in gönlünde Allah vardı. Melekler o gönülde olana secde ettiler. Müminin kalbi Allah’ın (celle celaluhu) beytidir. Allah şah damarımızdan bize daha yakındır.

Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruhu) buyurduğu gibi: “Gönül kırma, gönül köşkünü imar et.” Kimin kalbinde Allah (celle celaluhu) varsa iki cihanda onun dostu ve yardımcısı Allah’tır. Kimin kalbinde de Allah yoksa iki cihanda da hasmı, düşmanı Allah’tır. Rabbimizin bilinmekliği için yaratılmış olmamıza rağmen, O’nu her an kesintisiz müşahede etmek için her türlü donanıma sahip olmamıza rağmen, O’na vuslatımız neden hala olmamaktadır? Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) bunu bir ayet-i kerimeyle şöyle açıklar. “Hevasını ilâh edinenleri görmedin mi?” (Casiye–23) Bizde ki bu istekler, bu beklentiler, nefs ve heva oldukça işimiz zor gözüküyor. Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Sizden biriniz hevasını, (arzusunu) benim getirdiğime uyduruncaya kadar iman etmiş olmaz.” İşte insanın reçetesi burada. Hevasından, arzusundan kurtulan ancak esaretten kurtulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur. Onu yenen “abd” olur. Efendi olur. İşte Hâce Hazretleri (kuddise sırruhu) gönül gözünü kör eden, Rabbini görmesine, müşahede etmesine engel olan şeyi bu heva, bu enaniyet ve bu arzular olarak belirtir.

Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruhu) duasında buyurduğu gibi: “Rabbimiz bize feth-i mübîni nasip etsin. Kendi bedenimizde, kendi gönlümüzün fethini nasip eylesin. Rabbimizi kendimizde aramayı, kendimizde bulmayı ve anlamayı nasip eylesin. O fethi görmeden ölmemeyi nasip eylesin. Bizi bu fetihten engelleyen arzularımızı, hevamızı, kendi zatî muhabbetine ve aşkına, Kur’an’a ve Habibi’nin sünnetine uydursun.”

İstanbul gibi bir beldenin fethini gerçekleştirerek Allah ve Resulü’nün isminin zikredildiği bir mekân yapan Sultan Muhammed Hanı müjdeleyen bir peygamber, bilmem ki; Hakk’ın teşrif ettiği, nüzul edip nazar ettiği gönül şehrini fethedip heva ve heves putlarından temizleyip Hakk’ı davet eden mümine nasıl bir müjde verir?

Rabbimiz; bizleri, cömertliğini kendi zatından alan sultanlar Sultanının şefaatini, ancak O’nun sünnetinde, rızasında bulan; onu seven âşıklarının, dostlarının, sadıklarının hizmetinde ve sohbetinde bulunan, kâmillerle hem dem olan ümmetinden eylesin.

Ve âhiru’d-dâvâna eni’l-hamdülillahi Rabbi’lâlemin. Ve sallallahu âlâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort