JoomlaLock.com All4Share.net

MÜMİNLER ANCAK KARDEŞTİR

Hepimizin malumu olduğu üzere her kabulün şartları olduğu gibi İslam’ı kabul etmenin ve böylelikle tevhidin de muhatabına yüklediği belli sorumluluklar ve çizdiği belli sınırlar vardır. Kişi yahut kişiler bu sınırların içine girerek adeta belli taahhütlerde bulunur ve o dairenin içerisinde kalmak da ancak bu kuralları benimsemek ve onları canü gönülden yerine getirmekle mümkün olur. Orada şahsi tercihler ve fıtrattan kaynaklanan bazı hususiyetler olsa da “ben” kavramından çok “biz” kavramı hatta onunda ötesinde “o” kavramı bizim için ilk planda olmak zorundadır.

Bizler İslam ile şereflenmenin ve Müslümanca bir yaşam sürdürmenin hayatımızdaki maddi yahut manevi bütün kıymetlerin üstünde olduğu bilicindeyiz. Çünkü hidayeti ancak dilediğine veren Allahü Zü’l-Celâl Hazretleri’nin bizi de imandan nasibdâr etmesi hem dünyada hem de ukbada sahip olabileceğimiz en büyük saadet vesilesidir. Hâlıkımız tarafından bizim bu seçilmişliğimiz nimet-i uzmâdır. Eğer meselenin bu kısmı iyi idrak edilebilirse bundan sonraki her farklılığımız bir ayrışmaya sebep olmak şöyle dursun bilakis zenginliğimiz olarak bir araya geldiğinde bizi kuvvetlendirecek birer unsur haline gelecektir.

Her şeyden önce yaratılışta bizim için yapılan tercihe razı olmalı, bundan dolayı bir üzüntü duymamalı insan. Yaratılan insanın hangi milletten olacağı, cinsiyeti, rengi, dili vs. diğer bütün fıtrî farklılıkları Cenâbı Hakk’ın bizim için yapmış olduğu bir tercihten ibarettir neticede. Yapmamız gereken iş, bu tercihlerin bize yüklemiş olduğu sorumluluklar ne ise bunları en güzel şekilde yerine getirerek şükrünü îfâ etmeye çalışmaktır. Bu bağlamda hadiselere göre sabrı mucib halde sabır, şükrü mucib bir halde şükür, fikretmek gerektiğinde tefekkür edebilmenin en doğru yolu kâmil bir imana sahip olmaktır ki bunun için herkesin “Muhammedî olmak” ortak paydasında buluşması gerekir. İşte bu payda da buluşmanın bize yüklediği en büyük vazifelerden bir tanesi de “İnneme’l-mü’minûne ihve - Mü’minler ancak kardeştir…” (Hucurât Sûresi; 10) ve “Onlar düşmandır, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın!” (Munâfikûn Sûresi; 4) gibi daha pek çok ayeti kerimeyle sınırları çizilen İslam Cemaati ve bu cemaat içerisinde ümmet olma bilincidir.

Burası iyi idrak edildikten sonra mü’minler için adeta bir miheng mesabesinde olan bu bilince diğer unsurlar vurularak onların kıymet-i harbiyyesi anlaşılır. Hadisenin bu cihetiyle ilgili gerek peygamberler tarihinden gerekse ashabı kiram efendilerimizin hayatlarından birçok örnek vermek mümkündür. Hz. Nuh’un iman etmeyen oğlunu Rabbimiz; “Ey Nuh, o senin ailenden olamaz!..” (Hûd Sûresi; 46) diyerek reddetmiş ve “Ancak Ona tabi olanları selamlayarak, bereketle faydalandıracağı” (Hûd Sûresi; 48) emri ile de üst kimliğini kendisine ait olan alt kimliğine tercih etmiş, yani inancının ve bu istikametteki vazifesinin ona yüklemiş olduğu sorumluluğa dikkat çekmiştir. Hz. Ebubekir’in Bedir günü karşı safta olan oğluna (Bedir’den daha sonraki zamanda Müslüman olmuştur.) sormuşlar; “Babanla karşılaşsaydın ne yapardın? Cevaben demiş ki; “Hemen orayı terk ederdim.” Aynı soruyu Hz. Ebubekir’e yönelttiklerinde ise o; “Hiç düşünmeden kellesini uçururdum.” buyurarak hakiki aidiyyetin neseben değil, haseben olduğunu bizlere bildirmiştir. Yine ashabın önde gelen isimlerinden Mus’ab bin Umeyr’le ilgili bir vakıa da meselenin ciddiyetini ve tercihin nelere göre yapılması gerektiğini bizlere bir kez daha göstermektedir. Bedir Savaşı’nda Hz. Mus’ab’ın kardeşi de mücahidler tarafından esir alınır. Kardeşinin esir alındığını gören Hz. Mus’ab, onu esir alan sahabiye dönerek; “Ona iyi sahip çık. Çünkü annesi çok zengindir. Karşılığında sana yüksek bedeller öder.” der ve bırakın milliyetçiliği, kavmiyetçiliği, söz konusu Allah’ın dini ve O’nun Sevgili olunca en yakın kan bağının bile önemli olmadığını bizlere bir kez daha gösterir. Müşriklerin Efendimiz’i (sav) üzen her hareketinde Hazreti Ömer’in en yakın akrabalarından başlayarak onlara hesap sorma arzusu da onun dini hassasiyetini ve İslam’ın kendisine kazandırdığı yüceliği koruma gayretini gösteriyor.

Bu hadiselerden de gayet iyi anlıyoruz ki insanların milletleri, kavimleri, kabileleri, dilleri, yaşadıkları bölgeye bağlı olarak şekillenen renkleri hatta en yakın akrabalık bağları bile asla bir taassub vesilesi olmamalıdır. Bu ancak birbirlerinin tekâmüllerine yardımcı olsunlar, birinin yapamadığını diğeri yapsın ve ayeti kerimenin ifadesine göre de; “tanışıp kaynaşmamız” (Hucurât Sûresi; 13) için Hâlıkımız’ın bizim adımıza tercih ettiği güzelliklerdir. Çünkü en güzel boya “Allah’ın boyası”dır. Müslüman bu boyayla boyanıp kendisine sırat-i müstakîm caddesinde bir yol bulabildi mi, daha onun için biiznillah korku yoktur.

“Allah her şeyden evvel Benim nûrumu kendi nûrundan yarattı.” hadisi şerifine göre yaratılan ilk şey Efendimiz’in nûrudur. Aynı hadisin devamında Hz. Âdem’in arş-ı a’lâda nûr ile yazılmış “Ahmed” ismini gördüğü. “Yâ Rabbi! Bu nûr nedir?” diye sorunca Allahu Teâlâ’nın; “Bu, ismi gökte Ahmed ve yerde Muhammed olan ve senin zürriyetinden bir peygamberin nûrudur. Eğer O olmasaydı, seni yaratmazdım.” buyurduğu da ifade edilmiştir. Ayeti kerimede de; “Ruhum’dan üfledim.” (Sâd Sûresi; 72) buyrulmuştur. Buradan anlıyoruz ki Hz. Âdem’in evlatları olarak da her insanda Allah’ın ruhundan bir parça ve Efendimiz Muhammed Mustafa’nın (sav) nurundan bir cüz bulunmaktadır. Bu iki değerli cevher her insanın mayasında vardır. Kendisine hidayet erişen kimse evvela Allah’ın inayeti sonra da kendi gayreti ile bu kıymetleri açığa çıkarıp bunlarla ziynetlenmiş; kâfir de bu hakikatlerin üzerini örtmekle bedbaht olup gitmiştir. Hâce Hazretleri (ksa) bu bağlamda; “Ben o kadar âlim, şeyh, velî gördüm fakat Ğavs Hazretleri gibi insana yalnızca insan olduğu için değer veren başka kimse görmedim.” buyurarak insanın önce insan olarak muhatap alınması gerektiğini vurgulamışlardır. Şairin;

Kamûnun Hâlık’ı birdir,
Niçin bazısı kâfirdir
Bu ne hikmet, bu ne sırdır?
Bilen gelsin bu meydâna

mısralarıyla dikkat çektiği bu sır, kainat kuruldu kurulalı en bilinmez muammalardan biri olmuş ve sadece ârifler bu sırra vakıf olmuşlardır.  

Milliyetlerini, renklerini, kavimlerinin şerefini(!), zenginliklerini öne sürerek İslam dinini kabul etmeyenlerin ahmaklıklarına karşın; tâ Fars diyarından kalkıp gelen ve bu yolda nice meşakkat çekerek, sonunda köle olmak gibi ciddi bedeller ödeyen Hz. Selmân-ı Fârisî’nin şanı ne yücedir. Ashabı kiram bir gün kendi aralarında oturmuşlar her biri Hz. Peygamber’e olan akrabalık bağlarıyla, ona kaçıncı dereceden yakınlıklarıyla -haklı olarak- övünüyorlar. Hz. Selmân da oradalar. Kendileri Fars diyarından, akraba olmak şöyle dursun, Arab bile değiller. Bu kutlu sahabî, oradaki ashaba bakmış ve haline üzülmüş, mahzun olmuş. O sırada Cenâbı Peygamber teşrif etmişler. Hz. Selmân’ın bu halini görünce sebebini sorup hadiseyi baştan sona dinlemişler ve O’na oradakilerin alt kimlikleriyle (milliyet, kavmiyet, akrabalık vs.) erişemeyecekleri bir kıymeti bahşetmiş; “Selmân ehli beytimdendir.” buyurmuşlardır. Başka bir zamanda da “Selmân İslam’ın oğludur.” buyurarak adeta ona bir basamak daha öteye geçtiğinin müjdesini vermişlerdir.

Bizler insanların milliyetlerini, asliyyetlerini inkâr etmeleri gerektiğini söylemiyoruz. Bilakis insanların meşru sınırlar içerisinde bunlarla övünmeleri gerektiğini vurguluyoruz. Hâce Hazretleri, etrafında bulunan her milletten insana, Türküne, Kürdüne, Arabına, Lazına vs. kendi kültürlerine sahip çıkmaları, örf, âdet, gelenek ve göreneklerini öğrenmeleri ve anadillerini iyi bilmeleri gerektiğini ifade buyururlar. Efendimiz’in, “Üç hasletten dolayı Arabı seviniz: Çünkü ben Arabım, Kur’ân-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur ve cennet ehlinin konuştukları dil Arapça’dır.” (Feyzü’l-Kadîr 1:178 Hadis no: 225) buyrukları da insanın aidiyyetiyle duyduğu sevincin en güzel misallerinden bir tanesidir.

Bununla beraber kendilerini diğer ırklardan üstün görmek, bütün insanların soylarının Türkler’den neşet ettiğini öne sürmek ve “Güneş Dil Teorisi” gibi meskürat meclislerinde onaylanmış saçma tezlerle dünya dillerinin bile Türkçe menşe’li olduğu iddiasında bulunmak tamamıyla banazlık olarak ifade edilebilir. Aynı bağlamda Efendimiz’in (sav) büyük dedelerinden Hz. İbrahim’in Türk olduğunu iddia ederek Hz. Peygamber’i bile Türkleştirme gayretinde bulunmak gözü dönmüşlükten başka bir sıfat kabul etmez herhalde.

Hâlbuki uhrevi saadetin yolunu gösterme meziyeti şöyle dursun, bugün batının ehli insaf bilim adamlarının bile “dünyanın ilk evrensel insan hakları beyannamesi” olarak kabul ettiği Efendimiz’in (sav) “Veda Hutbesi”nde bu üstün görünme çabası her vechesi ile reddedilmiş, “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arab olmayana, Arab olmayanın da Arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur…” ifadeleri ile insanın kendisini üstün görmesi –tabiri caizse- en yetkili ağız tarafından yasaklanmış ve “Haberiniz olsun ki Allah yanında ekreminiz en takvalınızdır...” (Hucurât Sûresi; 13) ayetiyle de Allah indinde geçer akçenin takva, hatta onun da ötesinde etkâ olduğu ilan edilmiştir. Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin ifadelerine göre de bu geçer akçeyi elde etme hususunda; “Yedi yaşındaki bir sabî ile yetmiş yaşındaki bir pîr-i fânî eşittir.”

Hâce Hazretleri (ksa) buyururlar ki; “Ayeti kerimelerin de işaret ettiği gibi kâfirlerin aklı kıttır. Bu yüzden oyunlarını bir türlü değiştiremiyorlar. Aynı oyunları temcid pilavı gibi ısıtıp ısıtıp farklı planlarla önümüze getiriyorlar.” Hakikaten öyle. Siyonizmin uşakları dün milliyetçilik zırvalarıyla Selçuklu’yu, Osmanlı’yı nasıl parçalamışlarsa bugün de Kürttü, Arabtı, Acemdi diyerek ittihâd-ı İslam’a çomak sokmanın gayreti içerisindedirler. “Müslüman aynı delikten iki defa ısırılmamalı.” (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.) buyurur Efendimiz. Mü’min şüpheci olmalı ve kendilerine “Bir iyilik dokununca üzülüp, bir musibet gelince buna da sevinien” (Âl-i İmrân Sûresi; 120)  ve “Apaçık düşmanımız” (Nisâ Sûresi; 104) olan kâfirlere fırsat vermemelidir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort