JoomlaLock.com All4Share.net

NAMAZ -3-

Soru: Efendim misal  namazdaki şekillerden bahsetmiştiniz. Namazın toplumsal meselelerle münsebeti, toplumun ahlâki yapısına etkisi var mıdır?

Cevap: Namazın zahir şekilleri kıyam, kıraat, rükû, sücûd vb. görsel olan hareketler insan anatomisi ile alakalı. Beyne kanın düzenli pompalanması, dolayısıyla bu hem tansiyonu düzenleme açısından hem zihinsel faaliyetlerin gelişmesini sağlama açısından eklemlerin hareketleri, âzâların hareket etmesi; sıhhat açısından eklemlerin hareketli olması, kireçlenmeden, siyatikten insanı koruma amacıyla, kasların gelişmesi, hazmın kolaylaşması… Bunların birçok zahir sebepleri var. Dedik ki bunları incelemek, araştırmak ve namazın bu yönlerdeki faidelerini tespit etmek tıbbın işi.

Namazın bir de sosyal/toplumsal yönü var. Belki ferden yapılan bir ibadet ama ferdi eğittiği, terbiye ettiği, kâmil manada ahlâklanmasını sağladığı, ayeti kerimede de bildirildiği üzere namaz insanı “bütün kötülüklerden” alı koyduğu ve dolayısıyla ona mükemmellik kazandırdığı için topluma örnek, önder, hayırlı, faideli bir insan, bir birey haline getiriyor. Dolayısıyla da toplumdaki çökmeyi, kokuşmuşluğu, her türlü ahlâksızlığı, nemelazımcılığı, ‘hep bana’cılığı ortadan kaldırmış oluyor namaz. İnsanın ahlâkında bunlar değiştikçe, insan mükemmelleştikçe, bu mükemmelliğini çevresine, hayatına taşıyor; ticaretinde, muamelesinde, muaşeretinde, muhakematında bir mükemmellik ortaya çıkıyor. Herkes namaza böyle düzenli devam ettiğinde toplumda bir düzelme, bir iyileşme aşikâr bir şekilde görülebiliyor. Bu da namazın sosyal yönü. Sıhhî yönü bir cephe, sosyal yönü bir cephe.

Bunlarla birlikte namazın emredilmesindeki aslolan şey ise kul ile Rabbi arasındaki o rabıta. Dolayısıyla da bu görünen şekillerin arka planı bu noktada gündeme geliyor ki bunu tarif ederken Cenâbı Hak: “Vele zikrullahi ekber-O en büyük zikirdir.” diye ifade buyurmuş. Namaz en büyük bir zikirdir. Namazı bu kadar büyüten, en büyük zikir haline getiren özellik ne? Biz burayı konuşacağız.

Mesela Cenâbı Peygamber: “Efdal zikir tevhiddir.” buyurmuş “Lâ ilâhe illallah” demek en efdal zikir. Hatta biz İslam’a, imana bununla giriyoruz. Anahtar bu kelime, şifre bu. “Lâ ilâhe illallah” demeden namazın da bir anlamı olmuyor. Bir insan namaz kılsa, “Lâ ilâhe illallah” demese namaz kılmasının manası yok. Ama bakıyoruz ki mukayese ettiğimizde “Lâ ilâhe illallah” efdal, faziletli; namaz ekber, bütün faziletlerin üstünde. Sadece faziletli değil? İkisi de zikir. Efdal zikir “Lâ ilâhe illallah”, ekber zikir “Es-salâh.” Namazın bir büyüklüğü var.

“Lâ ilâhe illallah” umumi bir kelime, genel bir kayıt diyelim. Yani İslam medresesine genel bir kayıt. Namaz bu medresede branşlaşmayı gerektiriyor. Namaz ihtisas. Namaz aynı zamanda “Lâ ilâhe illallah” kelimesinin şablonu. “Lâ ilâhe illallah” mücmel bir kelime, namaz bunun mufassalı, açılmış, açık seçik bir hali. “Lâ ilâhe illallah” bir söz veriş, namaz bu sözün uygulanışı. Namazda bu sözün tatbiki var, sade sözde değil. Biz insanların özünü bilemeyiz, mesela bir insan dili ile “Lâ ilâhe illallah” dedi mi yeterli. Bunu işittik mi hüsn ü şahadette bulurunuz ki bu Müslüman. Ama namaz özü yansıtan, özü gösteren bir uygulama. Sadece yat kalk hesabıyla namazı kurtaramasın veya eğer özüne inmezsen yatıp kalkarak ortaya bir şey koymuş sayılmazsın.

Allah Resûlü ashabdan birini görüyor namaz kılarken ötesiyle, berisiyle oynuyor. Cenâbı Peygamber o namazı kabul etmiyor buyuruyor ki: “Eğer bunun huşûsu olsaydı o huşu âzâlarına da sirayet eder, âzâları sekinet içinde olurdu.”

Hâlbuki insan çok hareketli bir varlık. Vücudu yüzlerce eklemden müteşekkil. Cenâbı Hak öyle yaratmış ki rahat hareket edebilsin diye her yer katlanıyor, kırılıyor, bükülüyor. İnsan vücudu elastikî bir yapıya sahip. Kaslar bunu sağlıyor. Bu kadar eklemli, bu kadar elastikî bir yapıya sahip olan insan; bir ters hareket yaptığında beli, boynu kilitleyebiliyor, bir darbede omuriliği kilitleyebiliyor, bütün hareket kabiliyetini yitiriyor. Bu kadar hareketliliğin içinde çok dikkatli hareket etmesi gerekiyor. Dikkatsizce yaptığı bir şey hayatına mal olabiliyor. Namaz böyle, bunu anlatmak için bu örneği verdim.

İnsan namazda da belli hareketler yapıyor; eğliyor, kalkıyor, elini bağlıyor, salıyor vs. Eğer bu hareketleri namaz ile bütünleşiyorsa namazdan sayılıyor. Namazın dışından yapacağı bir hareket namazı götürüyor. Mesela bir adam namazda okurken kıraatte yanılsa, yanıltısını düzeltmek için tekrar tekrar baştan alsa o tekrarlar da kıraatten sayılıyor, namazı bozmuyor, bir zarar vermiyor. Veyahut karıştırsa; bir sûreden okuyordu, o sûreyi okurken o ayetin benzeri başka sûrelerde de var Kur’ân’da böyle birbirine benzer ayetler var. diye karıştırarak başka bir sûreye geçse söylediği şey Kur’ân’dan olduğu için namazına zarar yok, kıraati bozmuyor. Aynı adam namazın içinde bir harf olacak kadar bir ses çıkartsa; misal gayri ihtiyarı “A” dese bir harf, “A” dese namazı bozulur. “Ya o kadar şaşırdı, yanıldı, düzeltti, okudu bu namaz bozulmuyor, hariçten ‘A’ dedi namazı bozuldu.” Niye? O söylediği harf, namazın, Kur’ân’ın dışındandı. “Kur’ân’da elif sesi yok mu canım?” var ama namazın dışında…

Efendimiz döneminde (asv) namazda sahabiden biri hapşırdı. Yanında, safta duran sahabi Efendimiz’den duymuş, sünnet, dua o hapşıranca “Yerhamükallah” dedi ona. Hapşırana  -“Elhamdulillah” derse “Yerhamükallah” demek sünnet. Hapşırdı, Allah Resûlü’nden duyduğu bir ameli uyguladı sahabi, ona “Yerhamükallah” dedi. Selam verdiler, Cenâbı Peygamber döndü, buyurdu ki; “O ‘Yerhamükallah’ diyen namazını iade etsin, onun namazı bozuldu.” Niye? Namazda, namazın içinde böyle bir dua, böyle bir okuma, böyle bir kıraat yok. “O namazını iade etsin.” buyurdu. Sahabi namazını iade etti. Birkaç gün sonra yine namaz kılınıyor, Sultanu’l-Enbiya namaz kıldırıyor. Firavunla ilgili, Firavun’u anlatan,  onun zihniyetini anlatan bir ayeti kerime geldi. Namazda kıraatte cehri namaz ya akşam, ya sabah, ya yatsı yani misal Firavun dedi ki: “Ben sizin haşa en büyük rabbinizim Ene rabbukumula’la” Hz. Ömer bunu işitince bağırdı, namazda yüksek sesle bağırdı ki;  “Ben onun zamanında veya o benim zamanımda olsaydı. Vallahi kılıcımla  onun boynunu vururdum. O kim ki yani kainatın Rabbi olacak. Ben onun boynunu uçururdum.” Sahabi nefesini tuttu, bekliyorlar. Şimdi  namaz bitince Resûlullah ona da diyecek ki; “Ya Ömer! Namazını iade et, senin namazın olmadı.” Selam verildi, Sultanu’l-Enbiya, Ömer’e bir şey  demedi. Sahabi başladılar fısıltıya; “Ya dün, işte evvelki gün bu arkadaş ‘Yerhamükallah’ dedi; bu peygamberin duasıydı, bir duaydı, hayırlı bir duaydı, ona namazı iade ettirdi. Ömer hiddet, şiddet gösterdi namazda, ‘Ben onun zamanında olsaydım kellesini vururdum.’ dedi. Bu ne dua, ne zikir, efendim ne peygamberden gelmiş, kaynaklanmış bir şey. Kendi hiddetini, şiddetini bildirdi, onun namazı bozulmadı, yani ona denmedi; “Namazını iade et.” Arz ettiler bu durumu Resûlullah’a; “Ya Resûlallah! Arkadaşınki bozulmuştu, dua söyledi namazda. Bu, bu kadar şiddet gösterişinde bulundu, namazda kılıç kullandı, onun namazına bir şey olmadı. Efendimiz buyurdu ki; “Ömer’in o çığırışı ilahi bir cezbeydi, imanın gayretinden, Allah’a duyduğu  aşkın şiddetinden  onda bir cezbe meydana geldi. Bu imanın gayretinden, namazı bozmaz. Bakın öbürününki niye namazı bozdu; mantıksal bir düşünceydi. O hapşırdı, dedim ki: “Ona dua etmem lazım, arkadaşıma dua etmem lazım.” Mantıkla düşündü bunu, ona dua etti; “Yerhamükallah” dedi. Öbürü iradesinin dışında imanı galeyane geldi, imanı gayrete geldi. Bir ses, bir harf namazı bozuyor Bu peygamberden gelme bir dua bile olsa. Ama imanın gayretinden gelen bir cezbe; “El-Cezbetü, Câzibetü’r-Rahman” buyrulmuş, “O cezbe ki Rahmanî câzibelerden birisidir.” ve başka bir hadiste “Rahman’ın cezbelerinden bir cezbe insin ve cinnin ameline denktir.” buyuruyor Cenâbı peygamber (sav). İşte hareketli bir insanın yanlış bir hareketi onu nasıl kilitliyorsa namazda baştan başa zikir olmasına rağmen her şeyiyle bir zikir. Yani kıraati bir zikir, tesbihler zikir, hep zikir, ama buna rağmen nefsinden söyleyeceğin bir şey, nefsânî bir duyguyla yapacağın bir zikir namazı bozuyor. Yine Allah Resûlü işte buyuruyor ki; “Huşûsu olsaydı onun azaları sekinet üzere olurdu.” İşte şimdi bu anlamda baktığımızda namazın çok ciddi bir hususiyeti var, bu hususiyet onu ekber hale getiriyor. Efdaliyetten alıyor, ekberiyete ulaştırıyor. Bunu ekberiyete ulaştıran şey; günde beş vakit emredilmiş, beş vaktin aralarında da  nevafiller yerleştirilmiş, yirmi dört saati böyle muhasebe etsen sanki günün her saatinde bir namaz var yani. İşte şimdi itikaf da bunu uygulamaya çalışıyoruz. Sabah namazından bir saat sonran diyelim işrak namazı var, ondan bir saat sonra kuşluk namazı var, ondan bir saat sonra öğle namazı geliyor, işte arada kazalar kılabilirsin, abdest tazeledin mi abdest şükür namazı. Yani her halin değiştiğinde gerek senin halinin değişikliğinde, gerek tabiattaki değişiklikte namaz var. Abdest aldın; abdest şükür namazı kılıyorsun, bir nimete    eriştin; şükür namazı kılıyorsun; günah işledin; istiğfar namazı kılıyorsun, dua edeceksin; hacet namazı kılıyorsun, işte üstünde kul hakkı var; kul hakkı namazı kılıyorsun, tabiatta değişiklik oldu, güneş tutuldu, ay tutuldu; küsuf namazı kılıyorsun, efendim yağmur yağmadı, kuraklık oldu; istiska namazı kılıyorsun yağmur duası yapmak için, efendim sefere çıkacaksın, sefere niyet edip; sefer namazı kılıyorsun, seferden döndün, salimen döndüğün için şükür namazı kılıyorsun, Kur’ân dinledin, secde ayeti geldi; tilavet secdesi yapıyorsun. Fazların dışında bakın sanki yirmi dört saatin her saatine bir namaz yerleştirilmiş. Akşamı kıldın; evvabin kılıyorsun, bir saat sonra yatsı geliyor efendim, yatsıdan sonra işte teheccüd var vs. sabaha geliyorsun. Vitir var, gece biz yatsıdan sonra kılıyoruz da vitrin aslı gece namazıdır yani. Bu kadar yapılmasına rağmen, kılınmasına rağmen belki bir bu kadar da yapılsa, kılınsa Cenâbı Hak yok, geliyor demeyecek namaz da. Mesela onun dışında Kur’ân-ı Kerim’de zikretmiş; “Hasta olan tutmasın, seferde olan tutmasın, emzikli kadın tutmasın, işte yaşlı olan tutmasın” Misal fırsatlar vermiş; “Tutarsanız hayırlı ama zorluk varsa Allah kulları hakkında zorluğu murad etmez.” buyuruyor oruçla ilgili ayetlerde. Kolaylık diler, tutmayacak durumda olanlar bunu tutmasın. Namazda böyle bir şey buyurmuyor, yani hasta namaz kılmasın, yolcu namaz kılmasın buyurmuyor. Ayakta durabilecek iktidarı olan ayakta kılsın, ayakta duramıyorsa oturarak kılsın, oturarak kılamıyorsa yatarak kılsın,  başıyla-imayla kılsın, sefere gidiyorsa kılsın, savaştaysa kılsın, kılsın. Hasta kılmasın, yolcu kılmasın, emzikli kılmasın buyurmuyor. Anlatabiliyor muyum? Oruca bu kadar kolaylıklar  tanıyor, birçok mükellefiyetlere kolaylıklar tanıyor, işte adam hacda bir suç işledi diyelim, bir kusur işledi, ceza gerekti, “Kurban kessin!” buyuruyor. Kurban kesecek parası yok, kurbanı kesemedi, efendim, oruç tutsun buyuruyor, yedi gün oruç tutsun. Üçünü orada tutsun, Mekkeyi  Mükerreme de; dördünü memleketine döndüğünde tutsun, gene kolaylık tanıyor. İşte adam bir cinayet işledi, yanlışlıkla yani, hata etti, kazaen bir cinayet işledi. Bir köle azat etsin buyuruyor; köle azat edemedi, parası yok köleyi satın almaya, iki ay oruç tutsun buyuruyor, kefaret tutsun; oruç tutmaya da muktedir olmadı altmış fakiri doyursun buyuruyor  Cenâbı Hak, altmış kişiye yemek yedirsin. Kolaylıklar tanıyor ama namazda bunların hiç birini göremezsin. Yani namazın yerine de şunu yapsın, fakir doyursun, oruç tutsun, kurban kessin namazın yerine yok. İlginçtir, işte savaştaki namazı tarif ediyor Cenâbı Hak Sûre-i Nisâ’da olsa gerek, yanlış hatırlamıyorsam, savaş anında bile Cenâbı Peygambere buyuruyor ki; “Orduyu ikiye böl, imam ol. Bir grup gelsin,  ordunun bir kısmı savaşa devam etsin, cephede onlar savaşa devam etsin. Bir kısmı gelsin sana uysun, birinci rekatı kılsınlar iki rekat kılacaklar zaten seferdeler, savaştalar onlar birinci rekatı kılsın, cepheye gitsin, birden sonra hemen selam versin, cepheye gitsin. Cephedekiler gelsin ikiyi kılsın, sana uysunlar. Bak bir de bu var yani, yani o birinci gelenler geldi, seninle kılsın namazı kâmilen bitirsin, gitsinler; öbürleri gelsin, kılsınlar yok. Hepsi Resûlullah’ın arkasında bir rekat olsa kılacaklar, orada da Resûlullah’ın büyüklüğünü görüyoruz. Onlar biri kılsın cepheye gitsin, cephedekiler gelsin, senin arkanda ikiyi kılsın gitsinler, ikiyi kılanlar tekrar cepheye geri dönsün, cephedekiler gelsin kılamadıkları ikiyi kılsınlar, o arada namaz bozulmamış sayılıyor. Gidiyorlar, savaşıyorlar, geliyor, ikiyi kılıp namazlarını tamamlıyorlar. Onlar gitsin, cephedekiler, biri kılamayanlar gelsin, biri kılsınlar. Çok ilginç bir namaz uygulaması var, ama namazı terk etmesinler, silahlarını da alsınlar. Özellikle de bunu belirtiyor Cenâbı Hak “Silahlarını da tutsunlar.” buyuruyor. Silahları da, onların silahları da yanlarında olsun,  silahlarını da tutsunlar ellerinde kılarken. Silahı da bıraktırmıyor, ama namazı da bıraktırmıyor. Yani şimdi siz savaştasınız, üstünüze ok yağıyor, kılıçlarla size saldırıyorlar vs. ya burada şimdi namaz kılınır mı, kılsınlar buyuruyor. Ya, oruçta hamileye tutturmadın, oruçta sefere gidene tutturmadın; savaşta namazdakine namaz kıldırıyorsun. Niye? Ekberiyetiyle alakalı. Ne diyecek: “Allahu Ekber” Onu kılsınlar. Ashabı kiram buyuruyorlar ki; “Allah Resûlü’nun ashabı,  onlardan sonra gelenler namazın terki hariç hiçbir günahı tekfir etmemişler, ama namazın terkini, bunu anlıyoruz yani, küfür saymışlar. Namazı terk etmek ashabın anlayışında küfür olarak telakkî edilmiş. Önce ben çevresini doldurmaya çalışıyorum yani, namazın anlaşılması  için. Yoksa bunlar bilinmeden o şekillerin arka planını anlayamayız. Namazın mukaddimesi bunlar, bu mukaddime bilinmeli, yani namazın önemi anlaşılmalı, namazın niçin “ekber” olduğu anlaşılmalı ve niçin göz bebeği olduğu buyuruluyor peygamber? Namaz gözümün bebeğidir. En hassas organını teşbih ediyor Cenâbı peygamber. Namaz mirastır, namaz bir an Allah’a ulaşan, Allah’a ulaşan bir tüneldir. Zaman tüneli mi diyeceksiniz buna, kurgu bilim filmlerinde oluyor ya işte o namazın arka planı anlaşıldığında namaz böyle, bir tünel seni miraca ulaştırır. Şimdi buradasın misal, seccadenin üstündesin şimdi “sidretü’l-müntehâda”sın, böyle bir tünel. Adeta sende “kâbe kavseyn”  sırrını namazda yaşayabilirsin, “sidretü’l-müntehâ”nın eşiğine başını koyarsın, oraya secde edersin. Hele hele o ayette, savaştaki  tarif edilen namaz misali, namazını Sultanü’l-Enbiya’nın arkasında kılarsan...Kılamamışlar zaten. Adam hafızmış da, efendim, gecede iki rekat namaz kılıyor, Kur’ân’ı hatmediyor. İki rekatta   Kur’ân-ı Kerim’i hatmediyor öyle hafız. Şeyh efendimiz ona ders teklif etmiş, buyurmuş ki; “Gel ders al.” Demiş ki; “Sen bana Kur’ân’dan daha faziletli bir ders verebilir misin? Ben  gecede onu, iki rekatta okuyorum. Senin bana vereceğin hangi ders onu karşılar, Kur’ân’ı karşılar. Benim virdim bu, başka bir derse ihtiyacım yok.” Buyurmuş ki; “Nasıl namaz kılıyorsun yani?” “Böyle hatim ediyorum.” Buyurmuş; “Bugün git, Hz. Ebubekir  Sıddık’ı düşün, kendince öyle hayal et, de ki; ‘Sıddıku’l-Âzam imam, ben onun arkasında cemaatim. Kur’ân’ı ondan takip et. Onun okuduğunu farz et. Gel, ne kadar okuyabilirsen Kur’ân’dan, bana söyle.” Duruyor, Hz. Ebubekir’i imam yapıyor, geliyor, diyor ki; “Üçte birini okuyabildim, Kur’ân-ı Kerim’in üçte birini okuyabildim, kalana takatim yetmedi, sıkletim çekmedi, artık okuyamadım.” Diyor; “Git, bu gece de Sultanü’l-Enbiya’yı imam et kendine, O’nun arksında kıl.” Gidiyor, Sultanü’l-Enbiya’nın arkasında duruyor, geliyor diyor ki; “Sadece Sûre-i Kevser’i okudum, Kevser Sûresi’ni okudum, başka okuyamadım.” Diyor; “Git, bu gece de Cenâbı  Hakk’ın Cemâl-i bâ-Kemâli’ni kıble edin kendine, mihrap edin, O’nun cemaline dur, cemaline yönel, ne okursan gel, söyle.” Gidiyor, namaza duruyor, “iyyâkena’budu” derken yanıyor. Ertesi gün ikindiye kadar namazda böyle ölmüş, duvara yaslanmış vaziyette ayakta duruyor, içindeki bütün kalbi, sırrı yanmış, infilak olmuş. ”İyyâkena’budu-Yalnız sana ibadet ederim” derken bitiyor. Gelip haber veriyorlar. adam yanmış.  Nasıl iş yani? Her gece senelerdir, hatimle namaz kılarken bu nasıl oluyor? Buyuruyor ki o “Zorlama işte, bizim dersimiz bu.” O zorladı, kelebek gibi kendini ateşe attı. Eğer derse razı olsaydı, biz adeta bu yoğunluğu sulandıracaktık yani,     enerjiyi düşürecektik, trafo vazifesi görecektik. O kibre kapıldı,  biz de onu Keban’a bağladık. Namazı böyle kılarsan, işte bize şunu öğretiyorlar; yani o ışınları, o füyüzatı nefsimizi yakmak için kullanacağız biz. Nefsin kütlelerini eritmek için, nefsin katmanlarını eritmek için. İşte rabıta bizi böyle bir namaza hazırlıyor, Ebubekirin arkasına hazırlıyor bizi, Sultanü’l-Enbiya’nın arkasına hazırlıyor, Cenâbı Hakk’ın Cemâl-i bâ-Kemâli’nin karşısına hazırlıyor bizi. Rabıta aynı zamanda, oradan gelen diyelim o çok yüksek dozdaki ışıkları, manevi şuayı bizim için zararsız hale getiriyor. Anlatabiliyor muyum? Şimdi rabıtasız bir namaz, işte o şekillerin arkasına adamı geçirmez. “Yerhamükallah”la başlıyoruz; o rabıta, Ömer’in imanını gayrete getirip namazını kurtarıyor.

Şimdi burada namazın şekillerine gelelim. Bu mukaddimeden ve böyle bir rabıta anlayışından, efendim,  gelelim namazın şekillerine. Tabi namazın dışındaki şartlar var, onları inşaallah bir başka gün konuşalım. Namaza girmeden önceki haces, neces taharet, setrü avret...Bunlar da önemli. Niye önemli? namaz ….55:09 Dedik ya, namaz ekber, o ekberiyetle alakalı her şey, en az o namaz kadar önemli. Madem ki onu mükemmelleştirmek için bunlar, o ekberiyeti sağlamak için bunlar, bir ön hazırlık. Namaz kadar önemli bunlar, es geçilecek şeyler değil yani. Bugün eğer namaz insanı kötülükten alı koymuyorsa Müslümanları, Müslümanların nefsini yakmıyorsa, nefsini terbiye etmiyorsa Ha direkt şunu diyemeyiz; “Belki namaz kılmıyorlar bunlar, belki mükemmel namaz kılmıyorlar ama niyetleri halis, Allah için kılıyorlar. peki noksan nerede, işte o namazın evvelinden yapılması gereken şeyler irdelenmeli, incelenmeli onlar da noksan olmamalı. Mesela bir ilaç belki çok kuvvetli bir ilaçtır ama ayranla alınmaz, sütle alınmaz. Mesela bazı ilaçlar var ki  bana da doktor tavsiye etmişti geçmişte işte greyfurt içme, bu kadar vitamin sen ilaç kullanıyorsun greyfurtla o ilaçlar karıştı mı zehirleyebilir, dolayısıyla ilacın tesirini yok edip zararlı hale getirilebilir, etkileşim yapıyor. Şimdi, işte adamın belki namazı güzel de ama namazdan evvelki altyapı olmadığı için, namaz da o şeylerin üstüne bina edilince  sağlam olmayan altyapı üzerine bina edilince namazdan istenilen bereket, istenilen rahmet elde edilemiyor.

Bu da anlaşıldı mı? Onu  başka bir gün konuşacağız. Namazın dışında bir şey yok yani, namaz hayatımızı çepeçevre kuşatmış, namazın dışında bir şey yok. Her şey namazın içinde, her şeyin dışında namaz var. Biraz da şöyledir; her hâl ve değişiklikle de namaz var. Namaz hayatımızın her şeyi ve hiçbir şeyde de namaza bir ruhsat verilmemiş, terkine müsade edilmemiş. Öyleyse namazın dışında bir şey olmaz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « HAKK’A İNTİKAL ETMEK NAMAZ -2- »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort