JoomlaLock.com All4Share.net

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK

İslâmı bizim için seçip dinini tamamlayan ve böylelikle insanın kendi seyrinde kemâl bulması için türlü türlü amelleri bize öğreten Allah’a nihayetsiz hamd-u senalar olsun. Selât-ü selâm bu seçilmiş dinin nasıl yaşanacağını ve hayata tatbik edileceğini en güzel şekilde bize öğreten mürşitlerin Efendisine(sav), Onun pak soyuna,  bu pak soydan gelip insanları bu yola çağırmada üstün gayret sarf edenlere, ashâbına ve etbâına olsun.

Din insanın kemal bulması ve ruhen tamamlanarak Hak(cellecelaluhu) ile muhatap olmasını sağlayan hakikat vasıtasıdır. Bu vasıtadan istifade ederek vuslata ermek ancak Cenab-ı Hakk’ın(cellecelaluhu) mübarek kitabındaki emri şerifleri ve bunlardan iki mislisini bize bildiren Kâinatın Efendisi(sallallahu aleyhi vesellem)’ne uymakla mümkün olur. İşte Rabbimizin bizim için seçtiği ve beğendiği din beş ana temel üzerine inşa edilmiştir. Bu beş temelden biriside hac’dır. Hac ve umre ibadeti insanın irşadında, anlayışında ona çok farklı kapılar açar. Rabbi ile ilişkisinde ufkunu genişletip daha geniş bir bakış açısıyla kendini ve dünya Müslümanlarını tanıma fırsatını verir.

Rabbimizin lütuf ve keremi ile Ramazan ayında umre için mübarek beldelere gitme şerefine nail olduk. Hâce Yâkûb-i Haşimi(kuddise sırruh) hazretlerinin bizlere öğrettiği anlayış ile bu ziyareti yapmaya çalıştık. Bu hususların sizlerle paylaşılmasında gayret bizden, tevfik Âlemlerin Rabbi’nden.

İslam’ın her bir emri şüphesiz insan fıtratı üzerinde onun tekâmülünde görünen ve görünmeyen etkilere sahiptir. Hâce hazretleri(kuddise sırruh) İslam’ın beş ana şartlarının tam olarak anlaşılması ve yaşanmasına ayrı bir önem verir. İdealinde her biri için ayrı bir enstitü kurmak ve burada âlimlerin bu konular üzerine sürekli olarak araştırma yapması ve insanları aydınlatmasını arzular. Hac ve umre ibadeti insan üzerinde yalnızca kişisel gelişim ve değişim yapmaz. Aynı zamanda ümmet olmanın idraki ve bunun gereklerinin icrasını yapmak için en uygun zemini hazırlar. İslam’ın ne kadar muazzam bir din olduğu bu ibadetin icrasında çok açık olarak görmek mümkündür.

İnsanın ruhunda ve bedeninde olacak ve adeta devrim olarak niteleyebileceğimiz bu yolculuk aylar öncesinde niyet ile başlar. İşte Kâinatın Efendisi (sallalahu aleyhi vesellem) “Ameller niyetlere göredir.” buyurması ile ilk dikkat etmemiz gereken ve amelimizin seyrini etkileyecek hususu böylece emir buyurmuşlardır. Hâce hazretleri (kuddise sırruh) ibadeti Rabbimizin yalnızca mübarek zatı için ve ona olan aşkımızın, muhabbetimizin artması için yapmamızı tavsiye ederler.

Maddi imkânların seferberliği, bedeni meşakkatin getireceği yükler ile bütün dünyalık olarak sayılan eş, evlat ile maddi ve manevi değere sahip varlıkların terki bu ibadetin özünde insana vermeye çalıştığı mesajlardır.”Ölmeden önce ölünüz.” hadis-i şerifi bu yolculuğun manasına işaret ederek nihayetteki hedefi insana verir.

Hâce hazretleri bu ibadeti insanın ölüp sonra tekrar diriltileceği günün provası olarak görür. İnsan bu provaya ne kadar aşina olsa ne kadar tecrübe etse azdır. Peygamberlerin dahi “nefsi, nefsi” diyeceği o günde ancak hayatta iken ölmeden önce ölenler; Allah ve Resulünün emr-i şeriflerine uyup yaşayan, nefsinin arzularına uymayanlar Rahmanın merhametiyle güvende olacaklardır.

Yolculuğa çıkmadan önce gusül etmek, ihram giymek ve ihram namazı kılmak ile mikat sınırına gelindiğinde niyet etmek ve telbiyelerle Kâbe-i Muazzama görülünceye kadar bu zikirlere devam etmek ölen bir insanın halleri gibidir. Cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, üzerine kılınan namaz ve kabre konuluncaya kadar geçen yolculuk ve kabre konuş… Hâce hazretleri kendinizi(nefsinizi) Harem-i Şerifte öldürün ve oraya defnedin. Allah’ın kudretiyle tekrar dirilin ki bu diriliş ebedi olsun. Çünkü “Her nefis ölümü tadacaktır.” ayeti kerimesiyle bir kez ölenler, nefsinden geçip Hakk’a teslim olanlara ikinci kez ölüm olmaz. İkinci ölüm ancak Mevlana (kuddise sırruh) hazretlerinin ifade ettiği gibi Şeb-i Arus (düğün) dur, sevgiliye kavuşma günüdür. Tekrar dirilirken anlayışımızda, ahlâkımızda, yaşayışımızda ve inanışımızda Kâinatın Efendisine olan bir benzeyiş ile dirilmek esastır.

Hac ve umre ibadeti insan bedenin ve ömrünün bir şükrü olarak görülür. Bilim adamları Allah’u Teâlanın insan bedenindeki hücrelerin tamamını veya büyük bir kısmını her yıl yenilemekte olduğunu keşfetmişlerdir. Her yıl bize yeni bir beden ve ömür bahşeden Rabbimize karşılık her yıl imkânlar dâhilinde umre yapmak bizim için elzemdir. Zaten ömrün bedeli olarak en az bir kez yine imkânlar ölçüsünde Hac yapmak insanın üzerine farzdır. İşte bu anlayış ile bu seyahati gerçekleştirmek insan üzerinde olumlu etkilere neden olacaktır.

Bilinçli Müslüman’ın ibadeti kime ve niçin yaptığını bilmesi şarttır. Hac ve umre de yapılan ibadetlerin özü insanın samimiyetle Hakka yönelmesi ve teslimiyettir. Allah-u Teâlâ yapılan o fiillerden razı olması ve bunu tüm insanlığa örnek olarak göstermesi bu ibadetlerin temelini oluşturur. Hazreti Âdem(aleyhisselam) Kâbe-i Muazzama’yı Rabbini anmak ve zikretmek için yapmıştı ama Allah (cellecelaluhu) bu samimiyete karşı o yapıta “evim” diye hitab ederek şereflendirdi. Arafat yine onun ve Havva validemizin samimiyetle tövbe ettikleri ve kabul gördükleri yer idi. Ama Allah (cellecelaluhu) orayı da onların samimiyeti karşısında kutsadı ve bu fiillerini de insanlığa ibadet olarak seçti. Aynı şekilde Hacer validemizin Hz. İbrahim(aleyhisselam)’e karşı gösterdiği itaat ve teslimiyet ile oğlu İsmail (aleyhisselam)’a su ve yiyecek bulma çabası Allah (cellecelaluhu)’ın beğenisine mazhar olup onun kudretinden zemzem suyunun fışkırmasına sebep oldu. Müzdelife’de kurban edilmek üzere götürülen Hazreti İsmail (aleyhisselam)’in Hazreti İbrahim (aleyhisselam)’e teslimiyetinin, Mina’da yine Hacer validemizin şeytan ile yaptığı mücadele tüm insanlığa örnek gösterilmiş ve övülmüştür. Bütün bu menasiklerinden bizim anladığımız sonuç şudur ki; eğer bizim de yaşamımız içinde Rabbimize karşı göstereceğimiz samimi ve içten fiiller onun rızasına ulaşacaktır. Hoşnut olunan bu fiillerin neticesinde Allah (cellecelaluhu) kudreti ile marifetzemzemini bizim gönlümüzden çıkartacak, kendimizin ve insanlığın istifadesine sunacaktır.

Allah’ımızın (cellecelaluhu) bizim için seçtiği ve irade ettiği ibadetler bizi doyurmalı, bizi doldurmalıdır. O doyuş öyle olmalıdır ki ibadetleri yaparken arzularımıza yer bırakmamalıdır. İbadeti yapmak buna muktedir olmak bizim için en büyük şeref olmalıdır. Düşünün ki Kâinatın Efendisi (sallalahu aleyhi vesellem)’in yaptığı bir ibadeti yapmak, O’nun ayaklarının değdiği topraklara basmak O’nun dokunduğu Hacer-ül Esved’e dokunmak veya öpmek O’nun mübarek alnının secde ettiği yerlerde secde etmek, O’nun nazarlarının değdiği Beytullah’ı seyretmek… Diğer peygamberlerin, Ashab-ı Kiram ve Saadat-ı Kiram Hazeratının yaptıkları fiil ve ibadetleri yapmak bizi doldurmalı, coşturmalıdır. Çünkü bütün peygamber ve kümmeli evliyanın ruh ve ruhaniyetleri orada her daim hazır olduğu bize öğretilmiş ve onların huzurunda bulunurken edepli ve bilinçli bir şekilde kalbimize ve bedenimize sahip çıkarak vazifelerimizi yapmamız emredilmiştir. Boş hayaller ve beklentilerden uzak bir şekilde her ibadette ve fiilde tevhidi yakalamak esasımızı teşkil etmiştir.

İnsanın sevdikleriyle, özellikle mürşidiyle oraya gitmesi ve bu ibadetleri onlarla yapmaları elbette ki idealin de ötesinde bir istektir. Fakat onlar zahiren yanımızda bulunmasa da onların ruhaniyetlerini Harem-i Şerifte, Kâbe’de, Makam-ı İbrahim’de, Hicr-i İsmail’de, Rüknü Yemani’de, Hacer-ül Esved’de, Mültezem’de, Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da aramak, bulmak ve tevhide ermek… Bunca üzerimizde ki emek ve gayretlerden sonra bu ruh ve bu bakışla uzakları yakın etmek, yakine ermek… Bizim beklentilerimizin değil büyüklerimizin bizden beklentilerinin gerçekleşmesi için gayret etmek…

İşte bu duygularla Münevver (nurlu) kılınmış şehre; Kâinatın Efendisine gitmek, O’na hicret etmek, varlığımızı O’nun mübarek varlığında yok etmek ve O’na benzemek için yapılan ikinci seyahatimiz gerçekleşti. Huneyn gününde düşman baskısından dağılan ashabına “Bana gelin, bana gelin.”diye hitab buyurması ve onları kendi yakınında toplaması gibi bizde bu çağrıya uyarak O!na koştuk. Kendimizi O’nun şefkatine, merhametine attık. Cenab-ı Hakkın “Şehitlere ölü demeyiniz, onlar diridirler siz bilmezsiniz.” Emri şerifini hatırlayarak şehitler bile ölmezken Kâinatın Efendisinin hay olduğunu bilerek O’nun huzuruna O’na muhtaç olarak, mahzun olarak, özlemle, aşkla ve O’nun yetimi ve garibi olarak kabul edilmemiz için yalvardık, yakardık. Tek beklentimiz O’nun bizi şerefli ümmetliğine kabul buyurması ve huzuruna kabul etmesidir. Peygamberlerin dahi O’nun ümmeti olmak için Allah-u Teâlâ tazarru etmeleri, hatta Ulul-Azim peygamberlerin dahi değil O’nun ümmeti olmak O’nun mübarek ayakkabı bağı olmak istemelerinin yanında biz O’ndan ne isteyebiliriz. Zaten bize verilecek şey bizim yaratılışımızda O’nun ümmeti olmakla verilmiştir. Bize düşen bu nimeti anlamak ve buna göre yaşamaktır. Hâce hazretleri Medine-i Münevvere’de bulunmak Efendimizin soluduğu havayı solumak, O’na temas eden havaya temas etmek, O’nun ayaklarının değdiği topraklara basmak ve onun yaşadığı mekânlarda bulunmak aynı O’nu görmek, O’na temas etmek, O’nunla yaşamak gibidir buyurmuşlardı. O’nu o kadar çok seveceğiz, seveceğiz, seveceğiz ki… Bu sevgide o kadar aşırı gideceğiz ki aşırı kelimesi dahi bu sevgiyi ifade etmekte zorlanacak. Hâce hazretlerinin anlayışında O’nu sevmekten mahrum kalanlar, O’na âşık olmadan hayatını tamamlayanlar sanki hiç yaşamamış gibidirler. Aynı ruh ve bakışla O’nun Ehl-i Beytini ve Ashabını ziyaretlerimiz de bizi sanki o zamana taşıdı ve bindörtyüz yılı aradan kaldırdı.

Hâce Yâkûb-i Haşimi(kuddise sırruh) hazretlerinin bize öğrettiği bu anlayış ve bakış ile tamamlanan seyahatimiz ve oralara olan sevgimiz bizim oraya ait olduğumuzu, tabiatımızdaki çamurun oralardaki topraklardan yoğrulduğunu, asli vatanımızın oralar olduğunu göstermiş oldu. Her ne kadar dönmek zorunda da olsak oralardan hiç ayrılmadan, oraları hiç terk etmeden gelmenin yollarını aradık. Yine mürşidimizin bize öğrettiği anlayış ile sevgi ve aşk ile bu kutsal mekânları gönlümüze sığdırıp memleketimize hem kendimiz, hem de oralara gitmek isteyip te gidemeyenlerin istifadesi ve özlemini gidermesi için taşıdık. Evimizin bir odasını sanki Mekke-i Mükerreme, başka bir odasını da Medine-i Münevvere görerek bu özlem ve sevgimizi bu şekilde gidermenin yollarını bize öğreteni de sürekli olarak yâd etmeye çalıştık.

Abdulhâkim Hüseyni (kuddise sırruh) hazretleri ile onun kayınbiraderi Abdülmecit efendi hazretlerinin yapmış oldukları hac vazifesinde Gavs hazretleri sorar ki:”Abdülmecit efendi siz kabe’den mi daha fazla istifade ettiniz, yoksa Ahmed Haznevi hazretlerinden mi? Abdülmecit Efendi cevap vermekte zorlanır. Bir tarafta büyük şeyh efendisi, diğer tarafta Allah-u Teâlanın beyt-i şerifi. Sonunda soruyu sorana yönelterek siz hangisinden daha fazla istifade ettiniz efendim, der. Gavs hazretleri:”Mürşidimden daha fazla istifade ettim. Beytullahın hakikatini ve sevgisini bize o öğretti. Hak Teâlâ onun dilinden bize tecelli etti.” Buyurmuştur. Bu hakikati unutmadan kimden istifade ettiğimizin ve beslendiğimizin her an bilincinde olarak seyahatimizi(seyrimizi) tamamlamak nasip oldu.

Hac ve umre ibadetinin insana vermek istediği ana esaslardan olan siyasi yönleri, orada oluşan dostluk ve paylaşım gibi konuları ve burada zikredemediğimiz diğer yönleri inşallah hac ayındaki sayımızda anlatmaya çalışacağız.

Ve âhiru dâvâna enilhamdülillahi Rabbil âlemin. Ve sallallahu alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort