JoomlaLock.com All4Share.net

REFAH SEVİYESİ YÜKSELDİKÇE TOPLUMDAKİ FISKA, TOPLUMDAKİ GÜNAHA RAĞBET HIZLA BÜYÜYOR

Refah Seviyesi Yükseldikçe Toplumdaki Fıska, Toplumdaki Günaha Rağbet Hızla Büyüyor - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 115 - Temmuz 2017

 

Refah Seviyesi Yükseldikçe Toplumdaki Fıska, Toplumdaki Günaha Rağbet Hızla Büyüyor

 

Belli ayeti kerimelerden de anlaşıldığı üzere toplumda refah seviyesi yükseldikçe, insanların imkânları genişledikçe, insanlar dünyevi olarak rahatladıkça, elleri bollaştıkça, her şeye rahat ulaşabilme imkânına kavuştukça fısk da o oranda toplumda artıyor. Günah oranı, azgınlık, isyan -bunu nasıl değerlendirirseniz- yükseliyor. Refah seviyesinde günahlar da yükselişe geçiyor. 

Bunu günümüz toplumunda çok net bir şekilde müşahede edebiliyoruz. İnsanlarda çok geniş imkânlar var bugün. Adam oturduğu yerden elindeki gelişmiş telefonuyla belki dünyanın en uzak ülkesiyle ticaret yapıyor, mal alışverişi yapıyor, sipariş veriyor, en ince ayrıntısına kadar tarif ediyor, bankalar üzerinden transfer yoluyla parasını yatırıyor. Oradan gelen malını kontrol ediyor, ona göre karşı tarafa para aktarılıyor… Artık her şey çok gelişmiş. Bakıyorsun adam çok küçük bir şey imal ediyor; imal ettiği şey çok basit, misal bir liralık bir şey. Ama o bir liralık şeyin piyasadaki değeri çok yüksek. Bir liraya ürettiği malı on liraya, on beş liraya satabiliyor, müşteri bulabiliyor. Bu da bir anda o insanı müthiş zenginleştiriyor. Emeksiz bir kazanç… O şekilde elde ettiği parayı düşün ki götürüyor herhangi bir bankadan belli geceliklerle repoya koyuyor, bir de oradan üstüne geliyor; adam bir anda hiç hak etmediği bir sermayeye, bir servete kavuşuyor. Her şey bu kadar gelişmiş. 

Böyle olunca da adamın içindeki arzu ateşi alevleniyor; ailesiyle yetinmez oluyor, haram ona cazip gelmeye başlıyor. Gidiyor mesela Türki Cumhuriyetlerden birinde sözde imam nikâhıyla bir eş ediniyor kendine... Bakın bu işin zahir şeklinin dini kalıplara uygun olması sizi yanıltmasın, bu fuhuştur. Ve bunun daha tehlikelisi adam bu fuhşu Allah adına yapıyor, İslam’ı kullanarak yapıyor: “Ben nikâh kıydım.” diyor. O da meselenin ne kadar yanlış olduğunu biliyor ama kendini avutma; seni, beni, karşı tarafı sözde ikna etmek için bu tip yollara başvuruyor. 

Televizyon kanalizasyonlarına çıkan hocalardan birine bunu soruyorlar, soruyorlar, böyle bir nikâh caiz midir? Adam ikinci bir evlilik yapmak istiyor, eşine hiç danışmadan, eşiyle konuşmadan; eşinden, herkesten gizli böyle bir imam nikâhı yapsa o kadınla da birlikte olabilir mi? Hoca da diyor ki dinen bunun bir mahsuru yok, olur. Dinen caizdir diyor… Ama zahiren eşi duysa belki onu boşar diyor. 

Bu meselenin İslam toplumunda nasıl karşılanacağı, nasıl bir örneklik teşkil edeceği, ne tür yanlışlara sebebiyet vereceği, önceki devamlı nikahı altında olan eşinin veya ondan olan çocuklarının dinden nefret etme, dini inkar etme, onları küfre sevk etme durumu… bunların hiçbirini o hoca düşünmüyor, kalkıp diyor ki bu dinen caizdir, olabilir, dini açıdan bir şey diyemeyiz. Zaten adam meselenin dini boyutunu soruyor, dünyevi boyutunu göze almış. Buna biz de cevaz veriyoruz, caizdir diyoruz; hadi bakalım fuhuş meşrulaşıyor. Hoca dörde kadar alabilir, diyor. Adam bu sefer her gittiği yerde bir tane imam nikahı kıyıyor. “Dört tane hocadan müsaade, dört de ben eklesem kim ne soracak ki ?” demeye başlıyor. Refah seviyesi yükseldikçe toplumdaki fıska, toplumdaki günaha rağbet hızla büyüyor. 

Mesela oruç tutmama hastalığı… Özellikle daha büyük şehirlerde -belki Erzurum’da çok göremeyebiliriz, olsa da açıktan yenilmiyor- daha karışık toplumlarda hiç mazeretsiz oruç tutmama yaygınlaşmış… Ayriyeten bu artık oruç tutanlarda da Ramazanın genel eğlencesi haline gelmiş ki beş vakit farz namazları kılmayıp teravih kılma… Bayanında erkeğinde teravih nostaljiye dönüşmüş. Camiye gelme, camide teravih kılma hoşa gidiyor. Adam oruç tutuyor, namaz kılmıyor. Vakit namazlarını kılmıyor, teravihe geliyor… Bunlar ilginç şeyler. 

Şimdi buna da tabi biz cevaz buluyoruz: “Hiç olmazsa! Canım hiç olmazsa adam teravihe geliyor…” Adam demiş ya oruç tutmuyoruz, sahura da kalkmayıp külliyen kâfir mi olalım?.. Hiç olmazsa teravih kılıyor… Her şeyin kılıfı hazır. 

Şimdi haberlerde okuyoruz evli bir kişi zihinsel ve bedensel özürlü bir bayanla zina yapıyor. Bu nasıl bir vicdan? Şimdi gitsen sorsan bu şerefsize ben Müslümanım diyecek. Ama o sakat insanın o halinden istifade etmeye kalkacak… Adalet olmayan bir yerde ne istikametten söz edebilirsiniz, ne hidayetten söz edebilirsiniz ne şundan ne bundan. Hiçbir şeyin bir değeri olmaz. Adalet olması lazım. Adalet Allah’ın, azze ve celle, kibriyasını, azametini yeryüzünde yaygınlaştıran ve insanlara bildiren en önemli özelliktir. Adalet olmadan insanlar Hakk’ın büyüklüğünü anlayamazlar. 

Ama adalet olsa ve bu kişiler cezalandırılsa içinde bu tip arzusu olan bütün insanlar arzularını bastıracaklar, cesaret edemeyecekler. Buna verilecek ceza sadece bir zina suçuna verilen ceza da olmamalı. Caydırıcı olması açısından çok daha farklı cezalar da verilebilir. 

İnsan bu yüzden zahir batın dengesini bir seviyede götürmeye çalışmalıdır. Dünyevi olarak ne kadar kendini geliştiriyorsa, ilerliyorsa takvasını da o nispette ileriye taşımalıdır. Allah korkusunu, Allah sevgisini, Allah’ın emrine imtisali, bağlanmayı o denli ileriye taşımalı ki bu tip dünyevi tehlikelerden kendini koruyabilsin. 

İnsanlar birbirlerine bakarak hareket ettiklerinden bu haller yaygınlaşıyor. Yani bakıyor ki şu yapmış ona bir şey olmamış ben de yaparım diyor. Hani eskiden şöyle bir mantık vardı ya ölüp de geri gelen var mı canım, kim ölmüş de geri gelmiş? Şimdi bu anlayış günah açısından yaygınlaşmış. Filanca günah işlemiş bir şey olmuş mu, yok. Demek ki adam hayatını yaşıyor. Öyleyse ben de yapayım… 

Allah’a tevekkül, meseleleri Allah’a teslim etme güzel bir şey ama bununla birlikte adalet de lazım. Dünyadaki huzuru, dünyadaki dengeyi, istikameti muhafaza adına dünyada adalet lazım. 

Yeryüzünde yaşanan bazı hadiseler bu fırsatçıların ekmeğine yağ sürüyor ve inancı zayıflatma adına bunu kullanıyorlar. Ateistler, darwinciler, siyonistler şunu söylüyorlar: “-Haşa- Mademki Allah var diyorsunuz, niye Allah kendi mülkünü, yeryüzünü böyle fesada veriyor? Bu insanlar O’nun kulu değil mi? Madem O yaratmış niye bunları böyle helak ediyor, zulümle öldürüyor? Niye birini birine üstün kılıyor? Birisi Afrika’da içmeye su bulamazken, yiyecek bir lokma ekmeği yokken, öbür tarafta batıda her türlü imkâna sahipler, her türlü silahı icat edebiliyorlar, her istediği yeri işgal edebiliyorlar. Niye ona azdıracak kadar veriyor, bunu da ezdirecek duruma getiriyor, muhtaç ediyor?” Bu fırsatçılar bunları kullanıyorlar. 

Bu sefer insan düşündükçe zerre imanı varsa da bakıyorsun o da uçuyor. Haklı buluyor onu. Diyor ki bu mantıklı. Allah varsa niye bunlara izin veriyor? Adalet olmayınca imanı da muhafaza edemiyoruz. 

Bu adalet tabii sadece bir devletin işi için geçerli değil. İnanan insanlar için de dünya için de adalet birimi oluşturmalıdır. Hazreti Ömer’in ifadesiyle: “Fırat’ın kenarındaki koyunu kurt kapsa Allah onu Ömer’den sorar diye korkarım…” Bu anlayışın tüm İslâm âleminde oturması, yerleşmesi lazım. 

Bugün bu kadar Müslümanın gözü önünde birçok İslam ülkesi payimal edilmişken bakın şimdi gündemde Katar var… Herkes oturuyor. Herkesin korkusu, ben sesimi çıkarırsam Katar’ın yerine ben geçebilirim. Katar’ı bırakır, bana yönelebilirler. Ama bugün yönelmedilerse yarın sana da yönelecekler, sen de nasibini alacaksın. 

Böyle bir hikâye, darbımesel anlatılır… Bir yerde kâfir askerleri kalabalık bir Müslüman grubunu esir almışlar… Kâfirler Müslümanları tek tek çağırıyor, yanlarına getiriyor orada öldürüyorlar. Müslümanlardan birisi bakmış biri gitti öldü, ikincisi gitti öldü, üçüncüsü öldü… Giden ölüyor. Yanındakilere demiş ki: “Öyle de öleceğiz, böyle de. Gelin tek gitmeyelim toplu gidelim, birden bunlara saldıralım, belki silahlarını alır biz onları öldürürüz, hepimiz kurtuluruz. Yoksa zaten öleceğiz, bir şey değişmeyecek. Ha böyle sıradan öleceğiz ha öyle hücumda öleceğiz.” Olur mu, başarabilir miyiz, bir deneyelim kaybedecek bir şeyimiz yok, demişler… Sıradakini çağırınca bu sefer hep birlikte gitmişler. Hepsi gidince kâfirler korkmuş. Heyecanlanıp korkunca akılları karışmış. Bunlar bir hücumda hemen ellerindeki silahlarını almışlar. Hepsinin işini bitirmişler, hayatları kurtulmuş. 

Şimdi dünya böyle seyrediyor, netice değişmeyecek. Dün Irak’tı, bugün Katar, yarın başka biri… Terazinin bir kefesinde sözde İran, bir kefede Katar, karşıda Suudi Arabistan… Bir taşla birkaç kuş birden vurmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar seyrediyor. Kimse rahatını kaybetmek istemiyor. Kimse içinde bulunduğu günah ortamından, günah âleminden sıyrılmak istemiyor. Herkes aslında hayatından memnun. Cenabı Hak da bakıyor, bizim gönlümüze göre lütfediyor. Bakıyor biz memnunuz, lisanı halimizle istiyoruz; O da bize merhamet etmiyor…

Dışarıdakileri hadi şöyle bir kenara koyalım iç muhasebeye döndüğümüzde, Müslümanların ortamına baktığımızda biz zina yapmıyoruz, biz fuhuş yapmıyoruz, biz böyle günahlar yapmıyoruz ama bizim de bize göre günahlarımız var. Bizde kibir var. Allah’ın hiç sevmediği, hasım olarak gördüğü bir sıfat var bizde: kibir… Ben bakıyorum misal bir arkadaşım imam… O hocamı kale almıyorum. “Ben şeyhim canım, o ne ki! O sıradan bir imam benle muhatap olabilir mi? Benim dengim mi?” Ben de karşımda benim gibi birini arıyorum, bana denk olsun. Kimsin sen ya hu?.. 

O insanda Hakk’ın sırrı gizli, Hakk’ın tecellisi gizli. Belki gönlüne Cenabı Hakk’ı almış, senin yanına Hak’la gelip gidiyor. Sen bir gafletini düşün… Onu muhatap almıyoruz, bunu muhatap almıyoruz, ona tepeden bakıyoruz, ona dilimizin ucuyla bakıyoruz… 

Bizi de bu berbat ediyor… Kibrimiz, gururumuz, enemiz, egomuz… Ben zenginim o fakir. Ben okumuşum o cahil. Ben amirim o memur… Ben hiçim o her şey diyebiliyorsak rıza kapısı bize açılır. Hiçbir şey olduğunu anlayanı hakikat yolunda bir şeyci yapıyorlar. Ben bir şeyciyim diyeni o şeyiyle bırakıyorlar, ona dokunmuyorlar. Kervan gelip gidiyor, o yolda kalıyor. 

Hiçliğimizi idrak edelim. Biz bir insanla karşı karşıya geldik mi Hakla karşı karşıyayız diye düşünelim. Hak bize onun penceresinden konuşuyor, onun cephesinden bize yansıyor. Hazreti Bestami buyuruyor ki bir gün yolda gidiyordum, hava yağmurluydu. Afedersiniz, yağmurdan ıslanmış bir köpeği gördüm… Ben yağmurda çok ıslanmayayım diye koşuyordum, köpek koştuğumu görünce o da benim peşime koşmaya başladı. Üstü ıslak, fıkhen köpeklerin necis olma durumundan dolayı eteklerim ona sürünecek diye çok üzüldüm, eteklerimi topladım, köpeğe sürünmesin diye. Nereden peşime takıldı diye içimden düşünürken köpek karşıma lisanı haliyle geçti bana dedi ki: “Ey Bayezid! Benden bir sana şey sıçrasa, bana dokunsan eteklerini bir kova su ile yıkarsın ama kalbindeki şu nefis, şu gurur, şu kibir… Dünyanın deryalarını toplasan belki de yıkayamazsın…” Ben yere yığıldım buyuruyor Bayezid-i Bestami. Köpek beni irşat etti. 

Şahı Nakşebendi öyle buyuruyor, uyuzlu bir köpeği aldım, tedavi ettim, yaralarına merhem yaptım… Şahı Nakşebendi (ksa) üç sene hayvanları tedavi etmiştir… Köpeğin yaralarına merhem yaptım kaşıntısı geçti, iyleşti, derisi toparladı, tüyleri çıkmaya başladı ve keyiflendi. Bir yaz sıcağıydı dışarı çıktı, toprağın üstüne yatıp sağa sola dönmeye, gerneşmeye, kendini kaşımaya başladı. Ayaklarını semaya kaldırdı, sesler çıkarıyordu. Ben de başucuna oturdum dedim ki: “Ya Rabbi! Bu köpek ellerini sana açtı. Senin rahmet kapına ellerini açtı. Belki de bana dua ediyor. Beni bu köpeğe bağışla.” Köpek hav hav diyordu bana Hay Hay geliyordu. Bende eğer şimdi bir şey varsa o köpeğin duası bereketine… O köpeğin duası bende bir şeyler oluşturduysa oluşturdu buyuruyor. 

Akşam bir sahur programında gördüm adam bir camide şadırvanda abdest alıyor. Bir kedicik gelmiş demek ki susamış adama bakıyor. Adam onun o halini gördü. Musluktan ellerini dolduruyor, kedi avucunun içinden su içiyor. Adamın avucundaki su bitince kedi bekliyor doldursun diye. Adam musluktan dolduruyor, getiriyor kediye içiriyor... Adam bütün Ramazan’ın sermayesini topladı... 

Biz birbirimize bakamıyoruz, birbirimizi muhatap kabul edemiyoruz, toplumda kendimize muhatap bulamıyoruz… Bak bin beş yüz senedir Ebu Hureyre diyoruz, hiç kimse ismini, cismini bilmez. Şeref levhası gibidir o sıfat Hazreti Ebu Hureyre’de. Hir, kedi demektir Arapça’da. Hureyre – kedicik… Kediler babası buyurmuş ona Rasulullah, ne şeref! 

Bir gün cübbesinin üzerinde kedi uyumuş, tam namaz vakti camiye gelecek bakmış kedi cübbenin üstünde uyuyor. Kıyamamış, uyandırmıyor; cübbesinin eteğini kesmiş, yarım cübbeyle namaza gelmiş. Cenabı Peygamber görünce ne olduğunu sormuş. O demiş Ya Rasulallah kedi uyudu, kıyamadım uyandırmaya aklıma geldi ki orayı keseyim, kedi rahatsız olmasın, kestim cübbemi… Efendimiz ona ondan sonra “Eba Hir” buyurmuş. Ey kedilerin babası! Belki mahşerde de Cenabı Hak onu öyle çağıracak. Hiç utanmamış bu isimden Ebu Hureyre, beni hayvanlara baba yaptı diye… Şeref olarak bunu taşımış ve adeta belki bütün ashaba bunu ilan etmiş, bundan sonra benim adım bu. Bana Ebu Hureyre deyin. Bütün kaynaklarda da böyle geçiyor. 

Ebu Turab diyor Cenabı Peygamber İmam Ali’ye… Ey toprağın babası! Unvan oluyor bu Hazreti Ali için, toprak gibi olduğunu, toprak gibi mahviyet sahibi olduğunu buyuruyor Cenabı Peygamber. 

Bir yerde bir cihada giderlerken orduyla konaklıyorlar. Askerler istirahat ederlerken Hazreti Ali kalkıyor, kendi komutasındaki askerleri dolaşıyor. Bakıyor ki bazılarının üzeri açık, malzemeleri eksik. Kimine kendi battaniyesini, kimine sarığını, kimine cübbesini örtüyor, kendi açıkta kalıyor. Gece ayaz, soğuk, üşüyor; toprağı eşeliyor, tabi oralar çöl, kumu eşiliyor, mezar gibi içine giriyor, üstünü kumla örtüyor, üşümemek için. Geceyi öyle geçirirken Cenabı Peygamber de gece kontrole çıkmış. O da Hazreti Ali efendimizi arıyor. Ararken bakıyor ki Ali efendimiz toprağın içinde… Ali efendimiz, Efendimiz’i görünce hürmeten birden yerinden kalkıyor. Kalkarken üstünden topraklar dökülüyor. Mezardan çıkar gibi sanki mahşere kalkıyor. Efendimiz o manzarayı görünce çok duygulanıyor, toprağın içine niye girdiğini anlıyor çünkü bakıyor ki üstünde bir şey yok; cübbesi yok, sarık yok, elinde battaniyesi yok bir şey yok ve ona Ebu Turab buyuruyor, topraklar üstünden akarken. Sen toprağın babasısın yani toprak gibi olmuşsun. Ona böyle buyururken Âlemlerin Efendisi bize işittiriyor, toprak gibi olun buyuruyor. Ali’yi sevmek bu, Hureyre’yi sevmek bu, kedilere baba olmak kedilere kardeş olmak… 

Daha önce de ifade edilmişti; “يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً ” buyuruyor Cenabı Hak. Orada öyle diyeceğiz ama iş işten geçmiş. Orada bir anlamı olmuyor. Toprak olsaydık keşke… Toprak olsaydık, bizde güzel şeyler biterdi; gül biterdi, lale biterdi, sümbül biterdi. Toprak olsaydık insan olurdu bizden. Kedi olsaydık diyeceğiz belki, kedinin bir mesuliyeti yok. Yer geldi mi kedi ile de hem hal olacağız. Haşa huzurunuzdan köpek ile de hem hal olacağız yer geldi mi topraklaşacağız, bizden istenilen bu. 

Büyüklerimiz öyle buyurmuşlar; toprak olduk da olduk demeye haya ediyoruz, olduk diyemiyoruz. Tabi onu halimiz söylemeli… 

Güneş gibi şefkatli, 

Yer gibi tevazulu 

Su gibi sehavetli 

Merhametle dolu ol.

 

Gökçek gerek dervişin 

Sanı yoksula baya 

Suçluların suçundan 

Geçip hoşgörülü ol. 

diyor Hulusi Efendi.

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort