JoomlaLock.com All4Share.net

SABRIN SONU SELÂMETTİR

sabir

Sabrın Sonu Selâmettir - Yûsuf-i Kenân

Sayı : 81 - Eylül 2014

 

Sabrın Sonu Selâmettir

 

Rabbimiz Allah (cc) Kur’ân-ı Kerim’de “İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece iman ettik demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sanıyorlar?” (Ankebut; 2) ayetiyle bizleri uyarıyor. İmtihanın şeklini ise, tıpkı geçmiş ümmetleri “bazen nimetlerle, bazen musibetlerle imtihana çektiği” (Araf; 168) gibi, “Sizi bir imtihan olarak iyilikle de kötülükle de deneyeceğiz.” (Enbiya; 35) buyurarak haber veriyor. Şu hâlde hepimiz dünya yolculuğumuzda az veya çok, nimetle de külfetle de karşılaşacağız. Bu yolculuğun sonunda felaha ulaşmamız, karşılaştığımız genişlik veya darlığın yürüyüşümüze engel olup olmamasıyla ilgili. Her halükârda dik durup istikâmet üzere yol almak ise ancak imanla, ama amel halinde tezahür eden kâmil bir imanla mümkün. İmanın hayat içindeki görünümüne, darlık zamanında ise “sabır”, bolluk zamanında ise “şükür” denir. 

Sabır, Cenâbı Allah’ın lütfettiği en büyük nimetlerdendir. Kur’ân-ı Kerim’de ismi geçen bütün peygamberlerin en belirgin özelliklerinden biri de sabır sahibi oluşlarıdır. Onlar; sıkıntılara, eziyetlere, imansızların düşmanlıklarına azim ile tahammül ederek sabreden toplumların hakiki önderleridir.

Hayat insanlar için baştan sona iniş çıkışlarla doludur. Müslümanlar olarak biz buna “imtihan” diyoruz. İşte bu imtihanların neticesinde şekillenir, kimlik kazanırız. Diğer bir ifadeyle, zorluklar hayatın vazgeçilmez gerçekleridir. Küçük veya büyük sorunlar farkında olmadan bizleri terbiye eder. İmtihanların sonucunda ya daha güçlü, tecrübeli ve olgun biri oluruz ya da yıkılıp kalırız. Ne olup ne olmayacağını daha çok kişilik yapımız, ruhsal ve zihinsel kapasite, çocukluktan gelen şartlanmışlıklar, mânevîyat, hayatı algılayış, sosyal donanım gibi değerler belirler. 

Günahsız tertemiz dünyaya gönderilen bebek, büyüdükçe kişiliği de şekillenir. Ebeveyninin, çevrenin, toplumun kültürü ile şekil alır. Hayatı algılayış tarzı belirir, doğruyu yanlışı ayırt etme biçimi şekillenir. Yapması gereken tercihlerde öncelikli kriterler oluşur. Bunların hepsinin bileşkesi insanın hayatını iradesiyle idare etmesinde önemli dinamizmlerdir.

Dünyaya gelerek yaşamaya başlayan tüm bireyler bebeklikten itibaren iyi ya da kötü olaylar ile karşı karşıya kalabilirler. Bir diğer ifadeyle diyebiliriz ki; yaşayan her şeye hazırlıklı olmalıdır. Bunlar bazen bizi sevindirirken bazen de üzebilir. Asıl olan neyin nereden geldiğini unutmamaktır. Biz her ne kadar tercih hakkına sahip olsak da bazen şairin dediği gibi; “Göklerden inen bir karar vardır.” Kararı verenin kim olduğundan bir an bile gafil olmadan “Senden gelen başımızın üstünde!” demesini bilmek en büyük erdemdir. 

Mevlâna’nın dediği gibi: “Rabbin’in seni imtihan etmesi, seni çokça anmasındandır.” Mevlâmız nasıl sevmek isterse öyle sever. Kimine ihsanda bulunur. Kimine ise bela ve musibetleri eksik etmez. Bize düşen O’nun bizim hakkımızdaki muradını hoş karşılamaktır. Hani atasözü olarak çok yaygındır: “Allah dağına göre kar verir.”

Geçmişte yaşamış ya da günümüzde tanıdığımız Allah dostlarının hayatlarına baktığımızda hastalıklarla ya da farklı musibetlerle hep imtihanda olduklarını görürüz. Adı üstünde “Allah dostu” dediğimiz, yani Allah ile dost olmuş bu güzide şahsiyetlerin Rableri katında ne denli kıymetli olduklarını tahmin ederiz. Onların bir duasıyla icabet eden Rabbimiz Allah (cc) öyle bir sever ki sevdiği için herkesten, her şeyden sakınır. Gönülleri, dimağları hep Rabbiyle meşgul olsun ister. Onları öyle muhafaza eder ki, dünya nimetlerinin zehrinden uzak tutar.

Rabbimiz’in kullarına bahşettiği en değerli hazinelerden birisi de sabırdır. Sabır; acıya, zorluğa, haksızlığa ve başa gelen üzücü olaylara dayanma gücüdür. Bir felakete veya belaya uğrayanın telaş ve feryat etmeden, her şeyin Cenâbı Allah’tan geldiğinin bilinci ile, bu sıkıntıya sonuna kadar tahammül gösterebilmektir. İman sahibi; Cenâbı Allah’a sığınıp tevekkül ederek her türlü ıztıraplara isyan etmeden katlanır ve sonunda ise mutlaka Cenâbı Hakk’ın vereceği en iyi karar ile esenliğe kavuşacağını bilir. Rabbimiz Kalem Sûresi 48. ayette: “Rabbin’in hüküm vermesi için sabret...” buyurur.

Sabırla ilgili hepimizin tasavvurunda farklı yorumlar vardır. Fakat ortak olan bir şey varsa o da kendimizde görmeyi çokça arzu ettiğimiz hasletlerden olmasıdır. Sabır hepimiz için paha biçilmez bir değerdir. Sabır insanı menzile ulaştıran mânevî güçtür. Hepimizin kendimize göre muhakkak sabır sınırımız vardır. Fakat sabrı tarif ederken büyüğümüz Hâce Hz. (ksa) şöyle buyururlar: “Sabır, insanın tüm tahammül sınırları bittiğinde başlayandır.” Bu ifade sabrın ne olduğunu bize çok net anlatır. Belki çoğumuz sabır nedir anlamadan, daha nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeden çok sabırlı olduğumuzu iddia ederek kendimizi avuturuz. 

Bize düşen gerek dünyevî gerekse uhrevî olsun her şeyin manasını ve hikmetini insanı kâmilden öğrenmektir. Yoksa herkesin kendince her şey ile ilgili bilse de bilmese de mutlaka söyleyeceği bir şeyleri vardır. Atalarımızın dediği gibi: “Su küçüğün, söz büyüğün.” Bizim için kelamın dinleneceği öncelik insanı kâmilin gönül rahlesinden çıkan nasihatleri, sohbet ve sözleri olmalıdır.

Kapalı bir mekana girilecek en doğru yer oranın kapısıdır. Peygamber varisi insanı kâmiller adeta dinin kapısı gibidirler. Hayatımızdaki tecrübeler farklı farklıdır. Her birimizin yaşadığı çevre şartları farklıdır. Bu farklılıklar değişik yorumlara sebep olur. İnsan her şeyi kendi tecrübeleriyle mana vermeye kalkarsa büyük bir benlik oluşur. Bu benmerkezcilik insanı ileri de düzelmesi zor anlayış kaymalarına götürür. Yanlış olanı düzeltmek, yeni imar etmeye nispeten hem daha zor hem de daha uzun zaman alır.

Sabrın öğrenileceği en doğru adres Peygamber Efendimiz’in (sav) sünneti ve O’nun izini takip eden insanı kâmillerle yaşanacak hayattır. Onlarla yaşayan onlara benzer. Huyundan suyundan teberrüklenir. Onların hâline bürünür. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” Sevdiğine benzer. Olur olmadık film artislerine, sporculara, politikacılara gönül veren insanlara baktığımızda neredeyse fiziksel olarak da onlara benzediklerini çok görmüşüzdür. Hâl böyle iken bizlerin de Rabbimiz’e gönül vermiş bir Allah dostuna benzemeye çalışmamızdan daha doğal ne olabilir ki…

Bizim çoğu zaman kendimize bile sabrımız olmazken, büyüklerimiz insanı kâmiller her şeyimize tahammül ederler. Bunun için dünyevî hiçbir menfaatleri de yoktur. Onlar sabır ve sebatla gönülleri imar etme yönünde gayret ederler. Bizim her türlü engellemelerimize rağmen, diğer bir ifadeyle bize rağmen bize faydalı olmak isterler. Bu uğurda ellerindeki her imkanı seferber ederler. Buna hepimiz şahit olmuşuzdur.

İnsanı kâmillerin her bir müntesibine ayrı emeği vardır. Bu sabır ve emeğin karşılığında görmek istedikleri şeyler güzel ahlâk, kötü amellerin terk edilmesi, istikâmet üzere devalılık gösteren İslâmî bir yaşantıdır. Bu uğurda emeğini muhafaza etmek için her bir ihvanını özel bir koruma altına alır. Onu kem gözlerden sakınır. Yerine göre; “İhvan benim namusumdur.” diyerek ne kadar kıymet verdiğini de ilan eder.

Bir insanın dünyada erişebileceği en büyük zenginliği hakiki bir insanı kâmille kurduğu dostluktur. Ömür geçer, zenginlik belki tekrar kazanılır, fakat dostluk bunların hepsinin üstünde bir nimettir. Hele bu dostluk bir de insanı kâmille olursa ne kadar Rabbimiz’e şükretsek azdır.

Sabır emek ister. Sabrın en büyüğü insanın insana sabrıdır. İnsanlar birbirinin engeli değildir. Bilakis birbirinin tamamlayıcısıdır. Her insan ayrı bir dünyadır. Hepimiz de Rabbimiz’in ayrı bir tecellisi vardır. Rabbimiz yaratırken öyle takdir etmiştir. Önemli olan dikeni değil gülü görebilmektir. Önce dikeni görüyorsak bakışımızda sorun vardır. Nereden, ya da neremizden baktığımızı iyi tetkik etmek zorundayız. Bize büyüklerimiz nereden bakıyorsa, bizde kâinatta olan ne varsa aynı şekilde bakabilmeliyiz.

Halk arasında çok kullanılan ifadelerdendir sabırla ilgili; “Sabrım taştı”, “Ben sabır taşı mıyım?”, “Sabır taşı bile bu durumda çatlar”... vb. Oysa sabır tahammül değildir; yaşananlar karşısında dişlerini sıkmak hiç değildir. Sabır, zorluk geldiğinde Yüce Allah’ı (cc) hatırlamaktır. O’nun hep bizimle olduğunu unutmadan ardından gelecek kolaylığı bir an bile ümitsizliğe düşmeden beklemektir. İmtihanımızda Allah’ı görürsek, o zaman imtihanı severiz. İmtihan olmamız, Allah’ın Kendisini hatırlatmasıdır, bizi unutmadığının en bariz işaretidir. Bizi muhatap aldığının göstergesidir. Ne kadar zorluk isabet ederse, kul Allah’a (cc) o kadar yakınlaşır. Bakara Sûresi 153. syette “Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.” buyrulmuştur.

Allah, şüphesiz ki sabredenleri sever. Allahu Teâlâ’nın bir isim sıfatı da Sabur’dur. Sabır sahibi olanlarda Yüce Yaratıcı Allah’tan (cc) bir belirti, bir görünüş var demektir. Cenâbı Allah, sabredenlerin dostu ve velisidir, onların bütün yardım dileklerini kabul eder ve onlarla hep beraberdir.

Sabır ile insan hayatın zorlukları karşısında pişer, olgunlaşır. Her zaman her şey güllük gülistanlık olmak zorunda değildir. Zorluklar hayatın vazgeçilmez gerçekleridir. Küçük veya büyük sorunlar farkında olmadan bizleri terbiye eder.

Sabır sızlanmadan ve serzenmeden sıkıntılara katlanabilme becerisidir. İnsanda var olması gereken en büyük erdemdir. Ancak zorluklar karşısında gamsız ve vurdumduymaz davranmakla karıştırılmamalıdır.

Büyük Şafiî âlimi İbn Hâcer el-Heytemî’nin asıl adı Ahmed b. Muhammed’dir. Onun “taşın oğlu” anlamına gelen “İbn Hâcer” lakabıyla anılması bazı kaynaklarda şöyle bir olaya dayandırılır; 

Rivayete göre çok küçük yaşlarda iken ilim tahsiline başlayan İbn Hâcer, dersleri anlamakta güçlük çekmekte, arkadaşlarından geri kalmaktadır. Bu durum onun öğrenme arzusunu giderek köreltir, kafasının kalın olduğuna hükmederek tarla işleriyle uğraşmak üzere köyüne dönmeye karar verir. 

Sıcak bir yaz günü yola koyulmuştur. İyice yorulduğu bir demde karşısına çıkan bir mağaranın serinliğinde dinlenmek ister. Sığındığı mağaranın tavanında belli belirsiz bir su sızmakta, bu sızıntı çıktığı noktada birikip dakikalar sonra artık tutunamayacak kadar büyüdüğünde küçük bir damla olarak yerdeki taşın üzerine düşmektedir. İbn Hâcer’in gözü damlanın düştüğü taşa takılır. Taş oyulmuştur. Oysa taş sert, su damlası ipek kadar yumuşaktır. Buna rağmen bu zayıf gibi görünen damla kim bilir kaç senedir sürdürdüğü ısrarla, sebatla bu kadar sert bir taşı delmiştir. İbn Hâcer kendi kendine “Benim kafam şu taştan daha sert değil ya!” der; “Üstelik ben şu bir damla sudan daha güçlüyüm.”

Döner, ilim tahsiline sabırla devam edip yılmadan çalışarak büyük bir âlim olur. Ve o gün bugün, onu hal dili ile ilme yönlendirenin bir taş olması sebebiyle İbn Hâcer diye anılır.

Söylenen tek doğru söz, “Sabrın sonu selâmettir.” Gerçekten sabrın sonu selâmettir; sabır sonsuz kurtuluştur. “Bugün Ben, gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, kurtuluşa ve mutluluğa erenlerdir.” (Mü’minûn; 111) ayetiyle haber verildiği gibi…

 

Yazar: Yûsuf-i Kenân

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort