JoomlaLock.com All4Share.net

ŞEYH YAHYA ÇOKREŞÎ (KS)

1886 Yılında bugün Erzurum’un Karaçoban ilçesine bağlı o gün için Hınıs ilçesine bağlı imiş olan Erenler köyünde Molla Muhammed Emin ve Gülnaz Hanım’ın çocuğu olarak dünyaya geldi. Üç hanımla evli olan babasının Gülnaz adındaki eşinin ilk çocuğu olarak dünyaya gelen Yahya Efendi, henüz çocuk yaşta annesini kaybetmiştir. Babası Molla Muhammed Emin, birlikte yaşadığı, ilim ve irşadla meşgul olan kardeşi, Şeyh İbrahim Efendi’nin ve Şeyh Esat Efendi’nin de ev işlerini yürütmekteydi. Babasına ev işlerinde yardımcı olmak rolü verilen Yahya Efendi’nin yüreğinde büyük bir ilim aşkı tutuşmaktaydı. Köyde kalması halinde ilim tahsilinden yoksun kalacağını anlayan Yahya Efendi bir hayli mesafe katetmiş kıdemli bir medrese öğrencisi olan Molla Ethem’in yardımıyla ailesinden habersiz bir şekilde köyden ayrılarak yaklaşık bir yıl süren ilk ilim hicretini gerçekleştirmiş ve bu süre zarfında yaklaşık iki yıllık normal eğitim süresine denk gelecek bir öğrenim mesafesi katetmiştir. Bu kısa ayrılık döneminden sonra köye dönen Yahya Efendi’yi karşısında gören ve o güne kadar yaşadığından bile haberi olmayan babası kısa bir yoklamadan sonra oğlunun ilim için hicret ettiğini ve kısa sürede büyük bir ilerleme kaydettiğini  görünce sevinç gözyaşları dökmüş, aile büyüğü olan amcası Şeyh Esat Efendi’ye göndermiştir. Amcası, yeğeninin ilim aşkını ve kabiliyetini tespit edince, artık yeğeninin tamamen ilimle meşgul olması gerektiğini  ev işleriyle  yükümlü tutulmaması gerektiğini belirtmiştir. Yahya Efendi bu hüsnü teveccühten cesaret alarak ikinci kez ilim seferine çıkar. Eski ismiyle ‘Toraka’ köyünde bulunan medresede eniştesi Molla Alauddin’den bir süre ders alır. Toraka köyünde yaşadığı ilginç bir olayı anlatmakta fayda var. Bir gün abdest almak için dışarı çıkan Yahya Efendi bir barınaktan bağırışların geldiğini duyar, bacadan içeri bakınca kadın-erkek karışık oyun oynayan bir grup görür, bir anda  bayılır. Onu bu halde gören köylüler birisinin vurmuş olmasından korkarak onu baygın bir şekilde köy ağasının evine taşırlar. Ayıldığında, ağa, başına neler geldiğini sorar. Yahya Efendi, karma düğünde oynayan bir grubu görünce onların olduğu yerin bir anda ateş topuna dönüştüğünü gördüm ve bayıldım, der. Bunun üzerine ağa bir daha köyde karma düğün oyunlarına izin vermeyeceğini belirtir.    

Toraka köyünden dönünce bir yandan zahiri ve batıni ilimlerde üstadı olan amcası merhum Şeyh İbrahimin Efendi’nin oğlu Abdurrahman Efendi’den mantık dersleri alır, diğer yandan aile medresesinin müderrisliğini yapar. Abdurrahman Efendi belli sürelerde tassavvuf eğitimini tamamlamak için Hazret namıyla meşhur Şeyh Diyaüddin’i ziyaret ettiğinde Yahya Efendi medrese sisteminde bulunan kitapları bitirebilmek için beş-altı km. mesafede bulunan bir köye, Molla Ömer’den ders almak için bir aydan az olmamak üzere her gün  gider ders alır ve dönerdi. Yol boyunca daha önce ezberlediği sıralı kitapların metinlerini tekrar ederdi. Üstadının sülukta olduğu bir sefer Yahya Efendi Göksu nahiyesinde imamlık yapan amcazadesi Abdurrezzak Efendi’nin yanına gider ve ondan meşhur belagat kitabı “el-Mutavval” dersleri alır. Bu sırada Hazret’in yanında sülukta bulunan Abdurrahman Efendi’nin hastalandığı haberini alır. Zaman geçirmeden köyüne döner, gerekli hazırlıkları yapar, birkaç kişiyle birlikte atlı olarak akşamdan yola çıkar, yolda sabah namazını kıldıktan sonra gün ışıdığında Hazret’in Demirci köyüne varır. Hazret onları kapıda karşılar ve Yahya Efendi’ye abdestinin olup olmadığını sorar. Abdesti olduğunu anlayınca da onları ‘Divan’a (Tekke) gönderir, seccadesinin arkasında oturmasını buyurur. Az sonra cemaatle beraber divana gelen Hazret ‘Teveccüh’e başlar. Bu sırada Yahya Efendi’nin başını dizine dayayarak üstünde Nakşibendî silsilesini okur. Yahya Efendi’nin daha sonra iki kez de kendi köyünde Hazret’in bu iltifatına mazhar olarak ondan büyük bir feyz alır. Zaten şahitlerin şehadetiyle sabittir ki Yahya Efendi Hazret’ten çok kez ders almasının dışında adeta ona aşıktı. Nitekim Hazret de onu çok sevmiş ve ondan ilgisini esirgememiştir.   

Üstadı Abdurrahman Efendi’den zahiri ilimlerde icazet alan, tassavvuf dersleri de almaya başlayan Yahya Efendi askerlik görevini yapmak üzere Sarıkamış’a gider. Seferberlik başlar, ailesi ve akrabaları Isparta’nın Eğridir ilçesine göç eder. Ordu çekildikten sonra adeta bir mucize eseri olarak ölümden kurtulmuş, çok meşakkatler çekerek gidip ailesine katılmıştır. Ailece, tafsilatını anlatmanın uzun süreceği çok sıkıntılı bir dönemden geçmişlerdir. Bu mecburi ikamet yıllarında babası vefat etmiş ve Eğridir’de defnedilmiştir. Daha önce nişanlandığı üstadı Abdurrahman Efendi’nin kızı Revzete ile evlenmiştir.

1918 yılında savaş sona erdikten sonra Isparta ahalisinin burada kalmaları yönünde ısrarlı taleplerine ve mekan ve arazi tahsis etme tekliflerine teşekkür ederek memleketine dönüp manevi ocağı sürdürme kararlılığındaki üstadı Abdurrahman Efendi ile beraber Erzurum’un Erenler (Çokreş) Köyüne döner. Bu sırada bir yandan üstadının yanında tasavvuf eğitimini tamamlarken diğer yandan medrese müderrisliği yapmaya devam eder. Cumhuriyetin kuruluşuyla beraber kapatılan medreselerin aksine yeraltında çocukları ve akrabalarına dersler vermeye devam eder. 1929 yılında vefat eden Abdurrahman Efendi’nin ardından sürekli tarassut altında bulunmalarına rağmen çevreden gelen talebelerle gizli bir şekilde medrese eğitimini sürdürür. Aynı zamanda irşad faaliyetlerini de sürdürmüştür. 1945 yılında çok partili hayata geçildikten sonra medreseler üzerindeki baskı hafiflediğinden artık tamamıyla yetişmiş olan oğlu Abdurrahim Efendi’nin müderrislik yapacağı köy camisine bitişik bir medrese yaptırır. Sayıları yetmişi bulan talebelerle tahsil sürdürülür. Talebelerin iaşelerini köylülerin de yardımıyla tamamen kendisi üstlenir. Bizzat kendi evinden sıcak yemeğin yanı sıra günde elli-altmış ekmek medreseye göndermekteydi. Medresede Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi dini ilimleri iyi anlayabilecek bir altyapı sağlayan Arapça kelime ve cümle bilgisi, Belagat ve Mantık ilimleri öğretildikten sonra dini ilimlere geçilirdi.

Yahya Efendi medrese eğitimi sorumluluğunu oğlu Abdurrahim Efendi’ye  bırakarak mesaisini daha fazla irşad faaliyetlerine ayırır. Çevre bölgelere belli sürelerle davet ve irşad seyahatleri düzenler ve birçok insanın düşünsel ve ruhsal aydınlanmasına vesile olur. Bu tasavvufi eğitimiyle ilgilenip tekamülüne yardımcı olduğu özel talebeleri de vardır. Üstadının oğlu Abdulbaki Efendi, oğlu Abdurrahim Efendi, Molla Reşit Efendi, Molla Ahmet, halen hayatta olan Hakim Hikmet Bey’in de aralarında bulunduğu bir çok kişi bu özel halkada bulunur. Bu özel talebelerine verdiği tasavvuf sohbetlerini seçkin talebesi Molla Reşit Arapça olarak kaleme almıştır. Ölümünden önce bir yıl süresince gerçekleşen vefat işaretlerini ise oğlu Abdurrahim Efendi yine Arapça olarak kaleme almıştır. Bu iki eserin yanı sıra Erzurum’un Karayazı ilçesi hakimi iken üstadı Yahya Efendi’yle tanışan ve sohbetine aşık olan Hakim Hikmet Bey’in Evliyalar Ansiklopedisine verdiği, hatıratından oluşan bir röportaj da yayınlanmıştır. Daha sonra hayırsever bir seveni tarafından ilk iki kitap Türkçe’ye tercüme edilerek Hakim Hikmet Bey’in hatıratıyla birlikte tek bir kitapta basılmıştır.

Ölümünden yaklaşık altı ay önce  kendisini ziyarete gelen seveni ve müridi başka bir köyde ikemet eden Hacı Sıddık’a, artık zamanın daraldığını ve mümkün olduğunca daha sık görüşmelerinin uygun olacağını, söyleyince Hacı Sıddık, artık her hafta mutlaka üstadını ziyaret edeceğinin söyleyerek gözyaşı döker. Görevi gereği Karayazı’dan ayrılarak Konya’ya gönderilen Hakim Hikmet Bey ölümünden önce üstadını son ziyaretinde kendisine der ki: “Üstad! Biz gurbetteyiz, her zaman ziyaretinize gelemiyoruz. Lütfen bizi unutmayın!” Yahya Efendi Arapça bir beyitle mealen; “Garip (gurbette olan) ne Şam ne Yemen garibidir/Asıl garip kabir ve kefen garibidir.” diyerek bir kez daha ölüm işareti verir ve bu özel öğrencisi gözyaşlarına boğularak üstadın çocuklarına hitaben: “Üstadımla bir daha görüşemeyeceğimiz anlaşıldı.” der. Ölümünden önceki son iki ayı büyük oranda hasta yatağında geçirir. Bu süre zarfında da ibadetini, zikir ve evradını da eksiksiz yerine getirmeyi sürdürür. Vefat günü yanında bulunan çocuklarının yardımıyla abdest alır, akşam namazını kılar. Vakit darlığından yatsı namazını kılamayabileceği endişesini dile getirerek yatsı nazmını da Abdurrahim Efendi’nin telkiniyle birlikte akşamla cem’ ederek kılar. Dilinde tehlil ile birlikte şehadet parmağını uzatarak sağ elini üç kez havaya kaldırır, indirir ve emanetini Rahman’a teslim eder. Allah cenneti âlâda refikine refik etsin.

Her ne kadar biz Yahya Efendi diye kendisinden söz ettiysek de üstadın sevenleri ve çevre ahalisi tarafından İslam ilimlerine hizmetinden ve yetiştirdiği çok sayıda âlimden dolayı üstad anlamına gelen ‘Seyda’ lakabıyla meşhur olduğunu belirtmekte fayda vardır. Seyda ikisi kız yedi çocuk babasıdır. 2006 yılında vefat eden en büyük çocuğu ve onun zahiri ve tasavvufi bakiyesinin varisi Abdurrahim Efendi’nin yanı sıra daha önce kızları ve zahiri ve tasavvufi ilimlerdeki eğitimini bitiren Muhammed Said Efendi genç yaşta, 1980 yılında vefat etmiştir. Hayatta olan üç oğlu ilim hizmetini sürdürmeye çalışmaktadır. Seyda Yahya Sami Efendi 1964 Yılında kendi köyünde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ:

1. Sabır ve Kararlığı: Ailesinden habersiz bir şekilde henüz çocuk yaşta ilim için hicret eder ve tüm meşakkatlere dayanır. Ruslar karşısında Erzurum’a kadar geri çekilen askeri birlikle beraber  Pasinler bölgesine geldiklerinde köprüden geçmeye çalışırken buz tutmuş suya düşer, buz kırılır, suya düşer. Bir şekilde kıyıya çıktıktan sonra silahı elinden alınarak yalnız bırakılır. Ruslardan kaçan bir muhacir topluluğuna katılarak bir şekilde Erzurum’a ulaşmayı başarır.
2. İslam İlimlerini Öğrenme ve Öğretme Kararlılığı: Medreselerin yasaklandığı dönemde medrese eğitimini gizli bir şekilde aralıksız sürdürür. Talebelerin iaşesini büyük oranda kendisi finanse eder. Hemen her hafta talebelere bir küçükbaş hayvan ikram etmiştir.
3. Merhamet ve Yoksulları Gözetmek: Yoksul köy ahalisini kendi imkanlarıyla doyurur hatta bazen fakirleri doyurmak için çocuklarını aç yatırarak tam bir nebevi yöntem izlemiştir.
4. Tevazu ve Mahviyet: Bazen yabancı misafirlerine mükellef sofralar hazırlandığında o işçilerle birlikte aynı kaptan yemeyi tercih ederek, bazen de mükellef sofra dururken sadece lor ekmek yemeyi tercih ederek nefis terbiyesini aralıksız sürdürmüştür. Makam ve mevkii ne olursa olsun bütün Müslümanlara eşit düzeyde değer vermesi belirgin sıfatıdır.
5. Davet ve İrşad, Islah Edicilik: Sıklıkla çevre bölgelere ve illere uzun süreli davet ve irşad seyahatleri düzenlemiş, Müslümanlar arasında sulh ve selameti tesis etmeye çalışmıştır.
6. Hal Ehli Oluşu: Muhatabının halini  gözler haline uygun bir lisanla sohbet eder ve kalplere nüfuz ederdi.
7. Hayatta Tek Kılavuzu Şeriat İdi: Bu konuda asla taviz vermezdi. Çocuklarına ve etbaına son tavsiyesi de “Şeriat… Şeriat…Şeriat” olmuştur.

MENKIBELERİ:

Üstadın irşada gittiği bir sırada eve bir misafir gelir. Mekke’den geldiğini söyler ve mutlaka Yahya Efendi’yi görmesi gerektiğini belirtir. Hemen misafire bir rehber verilir ve üstadın bulunduğu köye gönderilir. İkisi baş başa uzun bir süre görüştükten sonra misafir oradan tekrar yola koyulur. Üstad eve döndükten sonra eşinin misafirin kimliğine ve ne amaçla geldiğine ilişkin ısrarlı sorularına karşılık:

“Ehlullahtan bir zattı. Bitirmesi gereken bir hizmeti vardı. Hizmetini tamamladı ve gitti.” der.
Köyde pek çok kişinin kış boyunca hayvanlarını besleyecekleri bir arada bulunan ot yığınları bir gece vakti yakılmıştır. Mağdurlar şüphe ettikleri kişilere yönelik bir bela çıkarmak üzeredir. Üstad mağdurları çağırır. Maraza çıkarmamaları için gerekli nasihatlerde bulunduktan sonra çözüme herkesin razı olması durumunda olayı ortaya çıkaracağını söyler. Mağdurlardan söz aldıktan sonra köylüleri toplar ve tek tek olayın faili olmadıklarına dair yemin etmelerini ister. Sırayla yemin etmeye başlayan köylülere özellikle iki kişiyi sorar. Birinin başka bir köye gittiğini diğerinin ise tarlasına gittiğini söylerler. Tarlada bulunan şahsın yemine çağırılmasını ister. Adam gelir ve Yahya Efendi’nin karşısında yemin pozisyonu alır. Yahya Efendi: “Yemin mi edeceksin?” der. Adam: “Evet!” der.  “Sen gerçekten yemin mi edeceksin?” diye tekrar sorar Yahya Efendi. Adam cevap vermez. Bunun üzerine üstadın çocukları adamı dışarı çıkarır, olup biteni sorarlar. Adam başka köye giden kişiyle birlikte otları yaktıklarını, otları yakmaya çalışırken Seyda’nın, yapmayın sesini işittiklerini, korkudan dönüp söndüremediklerini itiraf eder. Bunun üzerine Seyda mağdurların hakkını adamlardan tahsil eder. Suçlulardan biri de köyden göç eder ve olay sulh yoluyla çözülür.

Seyda’nın buna benzer pek çok menkıbesi vardır. Anlatması son derece uzun süreceğinden bu kadarıyla iktifa ediyoruz.

Ezcümle Seyda kelimenin tam anlamıyla ilim, amel ve ihlas adamıydı. Diğer bir ifadeyle o tarikat ve şeriatı hayatında mezcetmiş nadir insanlardandı. Allah ondan razı olsun ve makamını cennet etsin.

Bu yazı Yahya Efendi’nin torunlarından İsmetullah Sami Efendi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. Kendilerine teşekkür ediyoruz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort