JoomlaLock.com All4Share.net

TASAVVUF; HAZRETİ PEYGAMBER'İN ASHABIYLA YAŞADIĞI İKİLİ İLİŞKİDİR. BUNDA YANLIŞ OLMAZ

Tasavvuf; Hazreti Peygamber'in Ashabıyla Yaşadığı İkili İlişkidir. Bunda Yanlış Olmaz - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 125 - Mayıs 2018

 

Tasavvuf; Hazreti Peygamber'in Ashabıyla Yaşadığı İkili İlişkidir. Bunda Yanlış Olmaz

 

Tasavvuf da dinin bir cüzü. Bakın tasavvufu reddedemeyiz. Tasavvuf dinin ihsani, irfani, ahlaki boyutudur. Ben şimdi kardeşimizin sorduğu soruya döneceğim ama meselenin başını bilelim. Ve ehli insaf olalım… 

Biliyorsunuz Cibril Hadisi meşhurdur. İçimizde hocalarımız var, Hz. Ömer’den mervidir bu hadisi şerif. Hadis kaynaklarımızda Cibril Hadisi diye geçer. Sahabi rivayet eder ki bir gün temiz, pak giyimli; genç, siyah sakallı, beyaz sarıklı beyaz elbiseler giymiş yabancı, tanımadığımız, Medine’nin dışından birisi Mescid’de Cenabı Peygamber’in huzuruna geldi. Selam verdi. Cenabı Peygamberimizin önüne edeple oturdu. O kadar yakına oturdu ki onun dizleri ile Cenabı Peygamber’in dizleri birbirine değdi, diz kapakları birbirine temas etti. Bu kadar Peygamber’e yakın oturdu. 

Biz taaccüp ettik, baktık biz onu tanımıyoruz. Medineli değil ama üstünde de hiç uzaktan gelmiş emaresi yok. Dışarıdan geldi diyelim ama bu sıcağa rağmen bu kişide ter yok. Çölden gelmiş biri desek elbiselerinde biraz toz olur, hiç toz yok. Hiçbir yorgunluk izi yok. Sanki aylardır ordaymış, Efendimiz’i bekliyormuş sanki. Birbirimize sorduk sen tanıyor musun bunu, kimse tanımıyor. 

İzin istedi Rasulullah’tan; müşküllerim var onları sormak istiyorum ya Rasulallah. Efendimiz müsaade buyurdu, sormaya başladı. 

- Bana imandan haber verir misin ey Allah’ın Rasulü? Bana imanı tarif eder misin? 

Sultanulenbiya ona imanı tarif etti. İmanın bilinen şartlarını, bizim halk arasında amentü diye bildiğimiz: Allah’a, Kitabullah’a, peygamberlere, meleklere, ahirete ölümden sonra dirilişe ve kader dediğimiz her şeyin Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmayı ona tarif etti. O kişi cevaben “Sadakte ya Rasulallah - Sen ne doğru söyledin ya Rasulallah!” dedi. Ömer efendimiz buyurur ki, biz buna da şaşırdık. Hem bilmiyor, Peygamber’e sordu; hem de diyor ki, ne doğru söyledi. Yani biliyor gibi de tasdik ediyor… 

Tekrar sordu ki: “İslam’dan bu sefer haber ver ya Rasulallah, İslam nedir?” Cenabı Peygamber yine malumunuz olan İslam’ın şartlarını ifade buyurmuştur. 

Bu ayriyeten yine bir hadistir: “İslam beş temel üzerine bina edilmiştir.” buyurur Cenabı Peygamber. Şimdi biz bu hadisi şerifi de işlerken, anlatırken “İslam beş şarttır” diye anlatıyoruz ki bu yanlıştır. İslam’ın şartı beş değildir muhteremler. İslam’ın ana, temel esasları beştir, şu binanın kolonları gibi. Bu bina sırf o kolonlardan ibaret değildir. Şart dediğiniz şey bir şeyin tamamıdır. Şartın içine daha başka bir şey sokamazsınız. Eğer İslam’ın şartı beş olsa içine daha bir şey sokamazsınız. İslam’ın temel özellikleri beştir, farklı özellikleri vardır. Burası farklı bir konu... 

Rasulullah Efendimiz bilinen bu temel prensipleri ona zikrediyor: Şahadet, namaz, oruç, zekât, hac bunları ifade ediyor. 

Bu kişi tekrar “Saddakte” diyor, tasdik ediyor. 

Bu sefer Efendimiz’e soruyor: “İhsan nedir ya Rasulallah, bana ihsandan haber verir misiniz?” Efendimiz de ona: “İhsan bir kulun Allah’ı görürmüşçesine ona kulluk yapması, ibadet etmesidir. Kulun Allah’ı görmesi mümkün değildir, Allah’ın daim kendisini gördüğünü unutmaksızın, bunu düşünerek bu teemmül ile ibadet etmesidir.” buyuruyor. Sen Allah’ı görmesen de Allah’ın seni gördüğünü düşünerek ibadet etmendir… “Sadakte ya Rasulallah!” diyor… 

Kıyametle ilgili farklı sorular da soruluyor daha sonra misafir müsaade istiyor, kalkıyor Mescid’den çıkıyor. Efendimiz sahabenin şaşkınlığını, bu kişinin kim olduğunu merak ettiklerini bildiği için: “Çıkın bakın nereye gitti!” buyuruyor. Mescidin avlusuna çıkıyorlar Medine dümdüz bir yer, avluda kimse yok. Ne sağa gitti ne sola gitti. Bu şaşkınlıklarını daha da artırıyor. İçeri gelip diyorlar ki: “Kimdi o ya Rasulallah?” Efendimiz buyuruyor ki: “O kardeşim Cebrail idi. Size dininizi öğretmeye geldi.” Sorduğu sualler ile size dininizi öğretmek için geldi…

Şimdi buna “Din!” diyor Cenabı Peygamber. Dinin üç ana boyutunu görmüş oluyoruz bu hadiste. Ne bu üç boyut? İman boyutu, İslam boyutu, İhsan boyutu. Bunun bize yansıması nasıl oluyor? 

İmanın bize yansıması akidevi meseleler. İtikad diyoruz buna. Medreselerimizde, ilahiyatlarımızda vs. resmi dini okullarımızda da bu ders olarak okutuluyor. İtikad veya kelam da deniliyor buna. Kelami ekoller var, biz bunları kabul ediyoruz. Mesela bizlere sorsalar sen hangi kelami ekole tabisin akidede senin mezhebin nedir? Biz Maturidiyiz diyoruz. Biz Maturidi mezhebine tabiyiz. Daha doğuya doğru gittiğimizde oradaki kardaşlarımız Eş’ari ekolüne tabi, onlar biz Eş’ariyiz diyorlar. Arap yarımadasına, Afrika’ya doğru gittiğimizde biz Selefiyiz diyorlar. Allah herkesinkini mübarek etsin. Bunlar adeta Cebrail’in öğrettiği dinin birinci temelinden zuhur etti. İman nedir sorusunun bugünkü tezahürü kelami mezheplerdir. Bununla kimsenin problemi yok. 

İslam nedir sualinin günümüzde ki açılımı fıkhi ekollerdir. Hanefilik, Şafilik Malikilik, Hanbelilik. Biz bunların hepsine hak diyoruz. Bunlar ile de kimsenin sorunu yok. 

Dinin üçüncü temel boyutu ihsan. Bu da o dinin içinde. “Dininizi öğretmeye geldi!” buyurdu ya, öğrettiklerinden birisi de ihsan nedir suali idi… İhsanın günümüzde ki açılımı da tasavvufi ekollerdir. Halk arasında tarikat diye bilinen Nakşibendilik, Kadirilik, Rıfailik, Mevlevilik, Dessukilik vs. Cenabı Hak hepsinden ebediyen razı olsun. Çünkü bunlar Allah’a giden yollardır. “Mahlûkatın nefesleri adedincedir.” buyuruyor Cenabı Peygamber. İhsanın açılımı da tasavvufi ekollerdir. 

Şimdi bizim akidevi ekoller ile problemimiz olmayacak, fıkhi ekoller ile problemimiz olmayacak, bunların hepsine hak diyeceğiz ama aynı dinin içinde bulunan, aynı hadisin manası olan ihsani ekollerle tasavvufi ekollerle problemimiz olacak, buna şirk diyeceğiz… Bu sakat bir anlayış… 

Cenabı Hak ayetinde bize ne buyuruyor: “اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍۚ - Siz dinin bir kısmına inanır da bir kısmını inkâr mı edersiniz?” (Bakara,85) Şimdi biz tasavvufu inkârla dinin bir kısmını inkâr etmiş oluruz. Tasavvuf da bu dinden bir cüzdür. Dinin ihsani boyutudur, ahlaki boyutudur. Bunu reddedemeyiz. İçinde oluruz olmayız bu ayrı, ama kavram olarak bunu reddedemeyiz. 

Biraz önce (sohbetin geçen ayki sayımızda yayınlanan bölümünde) günümüzdeki bazı tarikatları eleştirdik. Bunlar yapanların kendi yanlışları, tarikatın yanlışları değil. O insan gelsin onunla konuşalım… Kendisi diyor ki misal ben Kadiriyim. Gel kardeşim Kadiri kaynaklarından bana göster ki geçmişteki bu Kadiri silsilesi Sultan Abdulkadir Geylani ks; Said el-Mübarek ve sair o yolun büyükleri böyle yapmışlar… Bu dans senin ihdasın. Senin hoşuna gittiği için bu dansı uydurmuşsun. Hayır, Kadirilikte böyle bir şey yok. Kadiriliğin umdeleri belli kaynaklarımızda. Kadiri tarikatı bugün gelmiş bir tarikat değil ki bin senedir var. 

Veya adam diyor ki ben nakşibendiyim. Tamam, Nakşibendilik Hz. Ebubekir’den beri var. Gel bakalım bunların hayatlarına, yaşantılarına… Bugün yapılan belli yanlışlıklar, var mı o Nakşibendiliğin içinde? Bu senin yanlışın Nakşibendiliğin yanlışı değil... 

Bugün bir Müslümanın yaptığı yanlışı biz İslam’a mal edemeyiz, o Müslümanın yanlışıdır. İslam’ın yanlışı değildir haşa. Çünkü İslam Allah’ın dinidir, onu Allah tanzim etmiştir nasıl yanlış olur. 

Dolayısıyla gerçek tasavvufu da İslam tanzim etmiştir. Kur’an tanzim etmiştir. Tasavvuf Hazreti Muhammed’in hayatıdır aleyhissalatu vesselam, nasıl bunda yanlış olsun. Yanlış bizde var. Yanlışı biz yapıyoruz, tasavvufta yok. Tasavvuf zühdü nebevidir. Ahlak-ı Peygamberi’dir tasavvuf. Tasavvuf Hazreti Peygamber’in ashabıyla yaşadığı ikili ilişkidir. Bunda yanlış olmaz. Zaman içinde bu yanlışları biz ihdas ettik. Şimdi de bunlara karşı çıkıyoruz. 

Bugün toplumun tasavvufa saldırmasının nedeni bizim gafletimiz, bizim dine karşı duyarsızlığımız. Meseleyi bu noktada arayacağız. Tasavvufta görülen, suçlanılan yanlışlar da tasavvufun değil o cahil sufilerin yaptığı yanlış işlerdir. 

“Ben tarikatçı değilim.” diyen bir insan yalancıdır. Her insanın bir tarikatı vardır. Tarikat bir yoldur, tarikat bir anlayıştır, bir şeyi benimsemedir. Mutlak o adamın benimsediği bir fikri vardır. O adam misal demokrasiyi benimsiyorsa demokrat bir tarikata bağlıdır, o da bir tarikattır. Tarikat yol demektir, bir yolu vardır. Yolsuz kimse bir yere gidemez. Adam laikliği benimsiyor, onun tarikatı laisizmdir. Adam sosyalizmi benimsiyor sosyalist bir tarikata bağlıdır. Herkesin bir tarikatı vardır. 

Öbürü de ben Nakşibendiyim diyor, Allah selamet versin. Ben Kadiriyim, ben Rıfaiyim diyor, Allah selamet versin. Ama tarikatsız kimse olamaz, yolsuz kimse bir yere varamaz. 

Burada şu önemli… Rasulullah aleyhissalatu vesselam bir gün ashabı ile otururken asası ile kumun üzerine düz bir çizgi çekiyor. Sahabe bakıyor, anlıyor ki Efendimiz bir şey anlatmak istiyor. Düz bir çizgi çekiyor sonra o çizgiyi kesen yatay çizgiler çekiyor. Sağından solundan o çizgiye ters düşen çizgiler çekiyor ve buyuruyor ki: “Şu çektiğim düz hat sıratı müstakimdir, Allah’a giden yoldur. Bu yol dosdoğru Allah’a gider.” Ayette geçen: “اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ - Bizi doğru yola ilet!”; veya Efendimiz’e bildirilen “ فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ - Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” İşte o doğru yol budur, buyuruyor Efendimiz. Bu yan yollar da tariki butlandır. Bunlar da batıl, yanlış yollardır. Bu düz yolun üstünde biz oturuyoruz, buyuruyor Efendimiz. Allah’a çağırıyoruz. Bu kesişen yolların üstünde de şeytanlar oturuyor. Her bir yolun üstünde bir şeytan var onları cehenneme çağırıyor, buyuruyor. Siz uyanık olun bu doğru yoldan, bu müstakim hattan ayrılmayın ki Allah’a ulaşasınız.

Şimdi dedik ya herkesin bir tarikatı, bir yolu var. Ama kiminin yolu işte o üstünde Peygamberlerin oturduğu yol; o yol Allah’a gidiyor. Kiminin yolu üstünde de Fetulah gibiler oturuyor, onlar gideceği yere gidiyor. Hani bir söz vardır arayan ya belasını ya Mevlasını bulur. Şimdi burada önemli olan biz Mevlamızı bulmak için mi bir yoldayız, o yol bize Mevlamızı mı bulduracak yoksa Allah esirgesin belayı mı bulduracak, biz bunu tahlil etmek durumundayız. 

Bugün çabuk hırsız ev sahibini şaşırtır misali 15 Temmuz’da böyle oldu diye bütün cemaatlerin postunu dürelim, tarikatları ortadan kaldıralım demek batının istediği sebeplerden birisi idi belki de. Yani Fetullah’ın üzerinden yapılmak istenen oyunlardan birisi de bu idi ki Türkiye’de Müslümanların vahdetini, birlikteliğini; cemaatlerin işlevselliğini ortadan kaldırmak. Müslümanların sahipsiz bırakmak. 

Şimdi birileri balıklama atladı bu işe. Ne diyorlar, yeniden laikliğe dönelim… Bunu Müslümanlar söylüyor, bu acı bir şey. 2000’li yılların başından bugüne kadar elde edilen bütün İslami kazanımları heba edelim, vazgeçelim laikliğe dönelim… Allah esirgesin… 

Buna Müslümanlar duyarlı olmalı, uyanık olmalı. Dinimizi muhafaza altına almalıyız. Dinimizin korunması için, dinimizin hükümlerinin muhafazası için seferber olmalıyız.

Şunu da unutmamalıyız ki bu tarikatlar de dinimizin gerçeklerindendir, bunlar da bize emanettir. Din ile birlikte bunu da korumak durumundayız. Ama yok dini bırakır dini ihmal eder sırf tarikata düşersek Allahu Teala bunu da elimizden alır. Öyle ise biz mücadelemizi din üzerinden vereceğiz. O ana hat üzerinden bu mücadeleyi vereceğiz. Hani birisinin bir sözü var hattı müdafaa yok sathı müdafaa vardır. Biz şimdi o sathı müdafaaya soyunacağız. Yani umumun, bütün dünya Müslümanlarının meseleleri üzerinden mücadele edeceğiz.

Çünkü yüz elli ülkede teşkilat-lanmış bu sütü bozuk. Yüz elli ülkede teşkilat-lanmış ki oraların dinini bozsun. Şu anda Türkiye’de altmış binin üzerinde misyoner var muhteremler. Bu adamların, 15 Temmuz’un başında olanların vesilesi ile bunlar Türkiye’ye yerleş-mişler. Altmış binin üstünde misyoner… Bunlar Hristiyan-lığı yayıyorlar. Türkiye’deki İslam akidesini bozmak için Hristiyanlığı yayıyorlar. Bugün Türkiye’de hiç ummadığımız, sa-mimi olduğuna inandığımız, sevgi beslediğimiz, saygı duyduğumuz İslam âlimlerini bile satın almışlar, bunlar ile birlikteler. İnsan buna üzülüyor. Bunlar boş durmuyor. 

İşte bu yüzden biz dinimizi öğreneceğiz, dinimize sahip çıkacağız. Meseleye temelden başladığımızda tarikatın da ne olduğunu anlayacağız. Tarikat dinin dışında bir şey değildir. Tarikat dinin güzel yaşanmasıdır, güzel anlaşılmasıdır. Tarikat Peygamberin yaşadığı hayattır. Tarikat şeriatın iç yüzüdür. Ve herkesin bir tarikatı vardır; bu ya haktır, hak bir tarikattır ya da batıldır. Yolsuz kimse olmaz. 

Bu yaygaralar da bir fırsatçılık. Birileri 2000’li yıllardan sonra iplerin ucunu ellerinden kaçırdılar, Türkiye farklı bir atmosfere doğru gidiyor. Açık söyleyelim, Ak Parti iktidarı ile “onlara göre” şeriata, İslam’a gidiyor. Millet aslına gidiyor… Bu ipleri ellerinden kaçırdılar. Şimdi bu FETÖ hadisesini bir fırsat bilip ipleri yeniden ellerine geçirmek, Müslümanları kontrol altına almak istiyorlar. Bu yüzden var güçleri ile televizyonlarda, basında yayında cemaatlere saldırıyorlar. 

Üzücü olan Diyanet İşleri Başkanlığımız da bu oyuna alet olmuş. Onlar da camilerde gezip bağırıyorlar ki bir yere gitmeyin, kimseye gitmeyin; Camiye gelin… Tamam, camiye gelelim de ne veriyorsun camide?.. 

Bakın ilginç bir şey söyleyeyim yeni yaşadığım bir hadise... Dün Tokat’ta idim, Tokat’ın Merkez Camisi’ne namaza gittik. Tarihi Ali Paşa Cami… Cemaati kalabalık. Kalabalık bir cemaat ile vakit namaz kılalım, onların feyzinden istifade edelim, diye. Camide Mevlid-i Şerif okunuyor. Mevlid bitti, bir hocaefendi mevlidin duasını yapıyor. Neyse sorduk sonra kim bu zat, dediler ki emekli tokat müftüsü. Tokat’ın müftülüğünden emekli, mevlidde dua ediyor… Duada ilginç ifadeler var. Biliyorsunuz Diyanet bugünleri camiler haftası olarak değerlendiriyor. O mevlid de o yüzden tertip edilmiş, Camiler Haftası diye mevlid okuyorlar. İki de bir dönüyor dolaşıyor duada: “Ya Rabbi! Camiler haftası hürmetine…” Sanırsın bu gece Kadir Gecesi’dir, Beraat Gecesi’dir, Cuma Gecesi’dir. Yahu böyle bir geceyi sen ihdas ettin, şimdi de buna bir hürmet yükledin… “Camiler haftası hürmetine bizi affeyle ya Rabbi!..” Bunun ne hürmeti var! Böyle bir belirlenmişlik Allah’ın yanında ne hürmete sahip... Dönüyor dolaşıyor, dua bu: Camiler haftası hürmetine ya Rabbi! Bize camiler haftasını anlamayı, idrak etmeyi nasip et ya Rabbi! Fe subhanallah. Oturduğum yerden ifrit oluyorum. “Çoluk çocuğumuza da bunu anlamayı nasip eyle. Camiler haftasında bize cami yapmaya nasip eyle...” Biz insan yapmaya geldik, cami yapmaya değil. Biz insan yetiştirelim, arzın her yeri bize mescid. Döndü dolaştı mevzu bu. Dedim ya Rabbi hem bize camiye gel diyorlar, camiye geldik mi de önümüze bunu koyuyorlar. 

Diyanet olarak camiye gelene ne vereceksin? Müftün ne verebiliyor bana ki beni camiye davet ediyorsun? Yüz senedir bu memlekette, bu dine cemaatler hizmet etti. Bu camileri, bu Kur’an kurslarını cemaatler yaptı, imam hatipleri cemaatler yaptı…

Cenabı Hak cümle geçmişlerimize, o zata da zerreler adedince rahmet eylesin. İhramcızade İsmail Hakkı Hazretleri... Sivas’a elli küsur eser kazandırmış. Cami, imam hatip, köprü, çeşme, vakıflar, dernekler… Sıfırdan yapmış, eskiyi onarmış… Bu kadar hizmeti olmuş İsmail Efendi’nin. Bu insan cemaat ehli birisi. O Allah demenin suç olduğu, yasak olduğu dönemlerde; otuzlu kırklı yıllarda İhramcızade Sivas’ı ihya etmek için bu kadar gayret göstermiş. Baktığımızda bu insan bir cemaat adamı, bir cemaatin büyüğü. Belki sessiz sedasız yürümüş ama bunca hizmetler yapmış, Rabbim ebediyyen razı olsun. 

Onun yetiştirdiklerine bakıyoruz, misal Darende’de Hulusi Efendi… O da Darende’de camiler, hastaneler, yollar vs. yapmış; Darende İlahiyat’ın açılmasına varıncaya kadar emeği geçmiş. Bu kadar gayret etmişler. Bakıyoruz bu insana evet, bir cami imamı ama cemaat adamı... Türkiye’nin bu anlamda hangi vilayetine gitseniz karşı tarafın yıktıklarını hep cemaatler yapmış. İslam’a karşı olan güruhun yıktıklarını bozduklarını hep cemaatler yapmış. Şimdi niye bindiğimiz dalı keselim? Bu nankörlük olur. Hıyanet olur bu. 

Bugün Türkiyemizde dini eğitimi alan insanlarımız da hep o cemaat mensubu insanların çocukları. Evet, bakıyoruz ki dünyevi bir derdi olan insan çocuğunu medreseye, imam-hatipe, Kur’an kursuna vermiyor. Bir cemaatten feyiz almış, dininin derdine düşmüş insan diyor ki ben okuyamadım benim çocuklarım okusun. Türkiye’de meşhur olan birçok âlimin babalarına bakın derviştir, sufidir. Birçok meşhur hocaefendilerin babaları veya dedeleri, onları teşvik eden sufidir, ehli zikirdir. Onlar çocuklarını okutmuşlar… Diğer insanların böyle bir derdi olmamış. Mesela okusun oğlum avukat olsun çok para kazansın; meşhur olsun milletvekili olsun, mühendis olsun demiş. Ama öbürü ben babamın ruhuna bir Yasin bile okuyamıyorum, benim oğlum okusun hafız olsun demiş, oğlunu götürmüş bir hocaefendiye, medreseye teslim etmiş. Bunun ezikliğini duymuş. Ama o duyguyu bir cemaatten almış. 

Bu yüzden bu memlekette İslam’a canıyla malıyla bütün varlığıyla hizmet eden insanlar cemaat insanları olmuşlar. Bunları karşımıza almak doğru olmaz. Bu ciddi bir yanlış olur, bunun hesabı bedeli ağır olur; bu bir taraf. 

Başta da söylediğim gibi bunu da cemaat mensuplarına söylüyorum, onlar da oturup yeniden düşünsünler: Bu iş bizim başımıza niye geldi? Sorumluluklarımızın bilincinde olup asliyetimize dönelim. Dinimize sarılalım. Hiçbir tarikat şeriattan üstün olamaz. Bütün tarikatların gayesi şeriata hizmettir. Öyle der İmam Rabbani (ks): “Tarikattaki ve hakikatteki yegâne gaye şeriata hizmet etmektir, şeriatı muhafaza etmektir, Şeriatı yaygınlaştırmaktır.” Niye şeriat vaazı ilahidir. Şeriatı Allah vaaz etmiştir, dolayısıyla vaaz edenle kaimdir. Yani Cenabı Hak ne kadar ulu ise O’nun vaazı da o kadar uludur. Meseleye bu zaviyeden bakalım inşallah. 

Meselenin temeline köküne inmek gerekiyor. Kişi bilmediği şeyin düşmanıdır. Dedik ya din bilinmeyince tasavvuf da gereği gibi Türkiye’de bilinemedi. Veya ortada bazı uygunsuz işleri yapanları gördük; tasavvuf bu ise ben bu işte yoku, dedik. Bakın bunu biz de söylüyoruz eğer tarikat repçilik yapmaksa afedersiniz hippilik yapmaksa ben öyle bir tarikatı kabul etmiyorum. 

Veya bakıyoruz zikir, sohbet esnasında kendinden geçen insan dışarı çıkınca hemen bir sigara yakıyor… Yahu sen içeride çok bambaşka bir âlemdeydin… Senin canın Allah’ı arzulamalı, nasıl sigarayı arzuladı hemen dışarı çıktın bir tane yaktın... Sen güya nefsinden bu kadar geçmişsin ama bir mekruhu(!) terk edemiyorsun. Mekruh diyor, ona göre mekruh; bir mekruhu terk edemiyorsun. Ben nasıl inanayım ki içeride sen hakikaten kendinden geçiyorsun? Evet, Allah’ın zikri insanı kendinden alır, aşk insanı değiştirir ama bütün işlerin buna uygunluk içinde olmalı, bütün hallerin aynı minval üzere olmalı. İçeride güya zikirden kendinden geçiyorsun dışarıda dumanı çekerken kendinden geçiyorsun… İçeride derviş dışarıda berduş, bu olmaz… 

 

07.10.2016/Sivas

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort