JoomlaLock.com All4Share.net

TASAVVUFSUZ İSLAM'IN SONUÇLARI

Tasavvufsuz İslamın Sonuçları

Tasavvufsuz İslam'ın Sonuçları - İrfan Aydın

Sayı : 114 - Haziran 2017

 

Tasavvufsuz İslam'ın Sonuçları

 

İslam dünyası uzunca bir zamandır terörle ve iç kargaşalarla anılır oldu. Sürekli istikrarsız hükümetler halkına zulmeden iktidarlar bir birbirlerini bir kaşık suda boğmaya çalışan gruplar. Barış dini İslam ile radikalizm ve terör sürekli yan yana anılmaktadır. Bunun bir çok sebepleri olmakla birlikte tarihsel bir derinliği vardır. Özellikle on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında Ortadoğu ve İslam dünyası yeni bir şekil alırken veya aldırılırken böyle bir dizayn yapıldı. 

Müslüman olmak isteyenlere veya müslüman halklara iki seçenek sunuldu. Birincisi İslamın radikal bir yorumu diğeri ise ılımlı denilen yorumu. Ya şiddet yanlısı olacaksınız ya da ılımlı ve vurdumduymaz olacaksınız, bu ikisinin dışında bir seçenek bırakılmadı. İtidal yolu olan vasat ümmet karakterini en iyi şekilde ortaya koyan Ehli Sünnet yolu tamamen kapatıldı. Bunun neticesinde bir tarafta modern Selefilik, Vahhabilik gibi gruplar ve anlayışlar diğer tarafta ise Fetö gibi anlayışlar ve gruplar ortaya çıkartıldı. 

Diğer yandan bu iki yoruma karşı daha çok Batı özentisi içindeki gruplara da dinde reform önerileri sunularak tamamen amelsiz, fikirde kalan dini anlayışlar ortaya çıkartıldı. Bunun neticesinde mezhepsizlik, mealcilik, hadis ve sünnet tanımamazlık, “Bize Kur’an yeter!” anlayış ve söylemleri ortaya atıldı. 

Bütün bu anlayışlar Londra’da, Paris’te ve Berlin’deki şarkiyat enstitülerinde yer alan müsteşrikler tarafından laboratuvar çalışmaları sonucu ortaya çıkartılıyor ve İslam dünyasına ihraç ediliyordu. Sahada bu çalışmaları yapan binlerce oryantalist ve ajan çalışıyordu. Zaten Batının ilerleyişi karşısında şaşkına dönmüş İslam dünyasında da bu projelerin alıcısı boldu. 

Batılı oryantalistler amaçlarına ulaşmak için Kur’an etrafında birleşmek gerektiğini, diğer mevzuların terk edilmesi gerektiğini ve ancak bu şekilde Batı karşısında kaybettiğimiz üstünlüğümüzü tekrar ka-zanabileceğimiz düşüncesini yayıyordu. Burada en önemli saldırı merkezi İslam ve insan arasındaki bağa olmaktaydı. İslam’ı yaşayan, örnek şahsiyetlerin elinden kendilerince kurtarıp tamamen sanal bir hale getirmeye çalışıyorlardı. Bunun için İslam dünyasından devşirdikleri, tamamen Batı hayranı olmuş kimseleri kullanıyorlardı. Bu düşünceler İslam dünyasında bir sele dönüşmüştü. Bu öyle bir seldi ki kimse bunun karşısında duramıyordu. Bediüzzaman’ın da buyurduğu gibi değme alimler bu sel karşısında tutunamıyor, ayakları kayıyordu. 

Evet, yirminci yüzyılın başlarında iyice şiddetlenen bu sel milyonların gönlündeki imana şüphe tohumları ekiyordu. Değme alimler bu sel karşısında tutunamıyordu. Ancak gönülden bir kamile bağlanmış ve o kamilin bağlı olduğu silsile vasıtası ile Peygamberimiz’le kopmak bilmeyen bir sağlamlıkta irtibat sağlamış kişiler ayakta kalabiliyordu. Bundan dolayı en şiddetli saldırılar tasavvuf üzerinde yoğunlaştı. Dikkat edilirse Selefilik olsun, Vahabilik olsun ve diğer mezhepsizlik hastalığına tutulan kişiler olsun, hepsinde ortak görüş tasavvuf karşıtlığıdır. Modern manada ortaya çıkmış uluslararası grup ve cemaatlerin liderleri kurucuları bir tasavvuf geleneğinden gelmelerine ve bir şeyhten el almalarına rağmen kurdukları cemaatlerde tasavvufa yer vermediler. Artık yeni dünyada tasavvufun yerinin olmadığına inandırılmışlardı. Tabi bunda tarikatlerin bir çoğunun bozulmuş olmasının etkisi de vardı fakat o dönemde bozulan bir çok müessese yeniden ihya edilirken tasavvuf neşvesinin kapatılması yoluna gidildi.

Evet, yirminci yüzyılda ortaya çıkan İslami akımlar tasavvuf geleneği ve neşvesini terk ettiler, bunun İslam dünyasında çok önemli neticeleri oldu. Özellikle radikal diyebileceğimiz çözümü tamamen şiddette gören anlayışlar İslam dünyasında hızla yayıldı. Bu zaten İslam dünyası hakkında arzuladığı algıyı oluşturmak isteyen batı dünyasının ekmeğine yağ sürdü. Müslümanları terörist olarak gösterip kendi siyasetlerini güçlendirmek isteyenler için bulunmaz bir nimetti. 

İslam’ı bir insan vücuduna benzetirsek, Nasıl ki insan beyni olmadan, kalbi olmadan yaşayamazsa; vücuda göre kalp gibi olan tasavvufun temsil ettiği değerler olmadan da yaşayamaz. Son yüzyılda İslam dünyasında yapılan da budur zaten. İslam denilen vücudun içini boşaltıp onu bir mumya gibi ayakta bırakmışlardır. Görünüşte İslam ama ifade ettiği, temsil ettiği değer tamamen başka. İçi tamamen boşaltılmış, onu ayakta tutan değerlerden mahrum bırakılmış. İçinde iman yok, içinde muhabbet yok, içinde bilgi ve hikmet yok, içinde ihlas yok…. 

Böyle bir anlayış belki kısmi olarak görülse de İslam tarihinin hiçbir döneminde bu şekilde zuhur etmedi. Hz. Ali (ra) efendimizin bir savaşta yüzüne tükürülür. O da bundan ötürü işe nefsinin karıştığını düşünür ve o düşman askerini bırakır ve neticede o asker müslüman olur. Bu kıssayı hepimiz biliriz. Bugün bu hadise adeta masal gibidir. Tasavvufun neşvesinden uzaklaşmış müslümanlar kan ve şiddetten başka hiçbir çözüm bilmemektedirler. Bugün Suriye’de çarpışan grupların ağırlığı bunlardandır. Geçmişte Bosna’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da bu savaşçı müslüman grupları görmüştük. Bu gruplar sürekli savaşacak bir yer aramakta ve batılılar da bunları temizlemek için sürekli bir cephe açmakta. Binlerce müslüman genç İslam’a hizmet edebilecekken gidip buralarda ölmekte ve öldürmekte. Batılılar bununla iki tür fayda sağlamakta; hem müslümanları kendilerince bu savaşlarda temizlemekte hem de dünya kamuoyunda müslümanları terörist olarak göstermektedir. 

Diğer yandan şiddete elverişli olmayan gruplara da ılımlı İslam safsatasını pazarlamaktadırlar. Ameri-ka’da milyonlara ulaşmış Afrika kökenli siyahi müslü-manlara Bahailik yolu açılarak bambaşka bir anlayış ortaya konmaktadır. Ortadoğu’da ve Türkiye’de Fetö okulları ile tamamen mecraından çıkmış bir anlayış pompalanmaktadır. Pakistan, Hindistan bölgesinde ise biz siyasete karışmayız diyerek müslümanların meselelerinden tamamen uzak cemaatler yaygınlaştırılmaktadır. Bu sayede zulme rıza gösteren müslüman cemaatlerin birbiriyle ülfetine engel olan müslümanları öteki olarak gören bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Kafirlere gösterdiği hoşgörüyü Müslümanlara göstermeyen bu anlayışlar islamın mücadele metodu ve sahih cihad anlayışından tamamen uzaklaşarak batılıların İslam dünyasındaki truva atına dönüşmüşlerdir.Bütün bunlar İslam’ın temiz, saf anlayışından, müessese ve insanlarından toplumun bağını kopartıp toplumu başı kesilmiş bir tavuk gibi yapmak içindir. 

Fakat her dönemde ortaya çıkan İslam dışı cereyanlara karşı kendisini ve İslam ahalisini korumayı bilmiş alim ve kamiller dimdik ayakta kalmayı başarmışlardır. Bugün artık daha iyi anlaşılmıştır ki İslam’dan tasavvufu ayırmaya çalışmanın tehlikeleri büyüktür. İnsanlar İslam’ın ve Kur’an’ın öngördüğü dengeli yaşantıyı kaybetmeye başlarsa bir türlü dengeyi kuramamakta, nerede duracağını bilememektedir. Burada en önemli denge merkezi Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’dir. O denge merkezinden uzaklaşıldığında rüzgarın önündeki yaprak misali insanlar oraya buraya savrulmaktadır. Bazen Selefilik, bazen de Fetö gibi örgüt ve anlayışlar insanları oraya buraya savurmaktadır. Müslümanlar bir gün bu fikirde, diğer gün başka bir fikirde olmaktadır.

Bu noktada en önemli nirengi noktamız, asırlardır Peygamber Efendimiz’in yolundan bir an bile ayrılmayan ve asrın en taze yorumunu Kur’an ve sünnet ışığında yapan peygamber varisleridir. Bu insanlar sayesinde İslam değişen dünyanın modern ihtiyaçları karşısında yaşama taze olarak katılmış ve yön vermiştir. Adeta peygamberimizi görürcesine yaşayan bu insanlar sayesinde İslam sürekli tazelenen gür bir ırmak gibi coştukca coşmuştur. Kitabi olan, kitaplarda kalan belli bir yüzyıla has olan fikir ve görüşler ise birikinti sular gibidir. İlk anda içilecek nitelikte olsa da sonradan zaman geçtikçe birikinti suların mikrop yuvası haline gelmesi gibi işe yaramaz hale dönüşürler. Ancak ehli ondan fikir devşirebilir, umum halka ise zarar verebilir. Ehli tasavvufun yetiştirdiği kamiller ise her dönemde taze kalmayı tazelenmeyi bilmişlerdir. Asrısaadet ortamını no frost olarak taze bir şekilde asrın vicdanına söyletmeyi bilmişlerdir. 

Bugün yaşadığımız kısırlaşma- nın ve horoz dövüşünün sebebi bu insanların azalması ve aramızdan çekilmeleridir. Günümüz insanı karşılaştığı meselelerde hemen kolayını tercih ediyor ve İslam’ın bütüncül anlayışını terk ediyorsa bunun sebebi sığ dünyalarıdır. Meseleleri derinlemesine gören ve varmış oldukları yakin sayesinde imandan ve onun gereklerinden zerre kadar şaşmayan ve taviz vermeyen bu kamillerin ender olması bu sonuçları doğurmuştur. 

Bugün yapılması gereken sığ ve dar dünyamıza İslam’ı uydurmak değildir. İslam’ın ve Kur’an’ın sonsuz derinliğine dalmak ve engin ufkuna açılmaktır. Bunun için yukarıda bahsettiğimiz kamillerin yolundan, izinden, dizinden, gözünden ve gönlünden bir karış bile ayrılmamaktır.

Vesselam.

 

Yazar: İrfan Aydın

 

Bu kategoriden diğerleri: « RAMAZAN GELİRKEN... KATAR KRİZİ »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort