JoomlaLock.com All4Share.net

TAŞKESENLİ MUHAMMED ZEKİ EFENDi

TAŞKESENLİ ŞEYH MUHAMMED ZEKİ EFENDi
(1931–2002)

1931 yılında Erzurum Taşkesen köyünde dünyaya geldi. Babası Taşkesenli Şeyh Abdulkuddüs Efendi, dedesi Taşkesenli Şeyh İbrahim Efendi’dir. Annesi Taşkesenli Şeyh Ziyaüddin Efendi’nin kızı, Taşkesenli Ahmet Efendi’nin de torunu Zeynep Hanımdır.

İlk tahsilini, Taşkesen köyü medresesinde dayısı, aynı zamanda kayınpederi de olan Taşkesenli Şeyh Şahabeddin Efendi’nin yanında yaptı. Bu tahsil dönemi adeta yer altı medreselerinde geçmektedir. Zira O dönemlerde medreseler yasak, Arapça tedrisat yasak, Kur’an okumak da yasaktı. Bu bakımdan dini tedrisat görenler ahır odalarında okutulmakta idiler. Bu gibi yerlerde hayvan yemliklerinin altından birer gizli çıkış yolu açılırdı ki, herhangi bir jandarma baskınında yakalanmadan tahliye olsunlar diye.
İşte ilk tahsil hayatı bu zorluklar içinde başladı. Daha sonra da aynı şartlar içinde; Horosan Yüzören köyünde amcazadesi Şeyh Muhammed Efendi, Taşkesenli Molla Alaüddin Efendi ve Karayazı Erenler köyünde Şeyh Yahya Efendi gibi zatlardan kelâm, hadis, tefsir, fıkıh ve mantık dersleri aldıktan sonra yine dayısı şeyh Şahabüddin Efendi’nin yanında tahsilini bitirerek icazet aldı.

Taşkesen medresesinde uzun yıllar müderrislik yaptı. Daha sonra Şeyh Abdurrahman Taği Hazretleri’nin torunu Şeyh Muhammed Maşuk Efendi Yan halifesi, Yüzören köyü imamı olarak meşhur olan Taşkesenli Şeyh Muhammed Efendi’den manevi ders alarak şeyhlik (hilafet) unvanı aldı.

Daha sonra Erzurum merkezde ikamete başlayarak Taşkesenli Kültür Eğitim ve Dayanışma vakfının kurucusu ve fahri başkanı oldu. Burada da yine maddi ve manevi ilimlerde müderrislik görevine devam etti. Kardeşi ve halen Taşkesenli Kültür Eğitim ve Dayanışma Vakfı müderris ve imamı Sibğetullah Taşkesenli Hoca Efendi, Erzurum Fatih Sultan Mehmet Camii emekli imam ve vaizi Hafız Neşet Hoca Efendi, yine kardeşi ve Taşkesen camii emekli imam ve vaizi Ali Haydar Taşkesenli Hocaafendi gibi maddi ve manevi ilimlerle mücehhez âlimler yanında, birçok hoca ve talebe yetiştirdi. Aynı zamanda dedeleri adına inşa edilen Taşkesenli Camiinde senelerce vaaz ve nasihatlerde bulundu. Çok sayıda cami ve hayır kurumlarının meydana gelmesine de yardımcı oldu.

Başta İstanbul olmak üzere, Bursa, Adana ve diğer birçok illerde bulunan dost ve müritleri tarafından davet edilerek vaaz ve nasihatlerinden istifade edilirdi. Sohbetlerinde daha çok iman ve ahlâk konularına ağırlık verir, “Zamanımız iman ve ahlâkın zaafiyet içinde olduğu bir zamandır.” derdi. Dostlarından hep haberdar olmak isterdi. Sık sık arar hal ve hatırlarını sorardı.

Vefatından 3-4 gün önce, Taşkesenli Camiinde, Cuma vaazını ve Cuma namazını kıldıktan sonra ani bir kararla Taşkesene gideceğini söyler. Kardeşi İbrahim Taşkesenligil, “Ağabey, ben de gelmek istiyorum bir iki günlük işim var dur pazartesi beraber gidelim” der, ancak kabul ettiremez. “Yok, gecikiriz, ben gidip anamın, babamın kabirlerini de ziyaret edip pazartesi dönmek istiyorum” diyerek hemen Taşkesene hareket eder. İki gün kaldıktan sonra pazartesi dönmeye karar verir. Kış mevsimi dolayısıyla 6-7 aydır O civarlara gidemediği için gerek Taşkesenliler gerekse çevre köylerden ziyaretine gelenler birkaç gün daha aralarında kalmasına ısrar ederlerse de kabul ettiremezler ve Erzurum’a hareket eder. Gelirken yolda Aras nehrinin kıyısında kalabalık bir insan topluluğunun ağlayıp sızladığını görür. Yanlarına giderek hadiseyi sorar. Üç gün önce yakın köylerden bir genç arabasıyla Aras’a düşerek kaybolmuş. Üç gün boyunca gencin anne baba ve akrabaları gece gündüz Aras’ın kıyısında, evlerine de gitmeden ağlayıp  sızlayarak cesedi aradıklarını öğrenir. Keder sahiplerinin perişan olduklarını, ikna ederek evlerine göndermeleri ricası üzerine, gencin anne, baba ve yakınlarını yanına çağırarak, nasihatlerde bulunur. Kendilerini teselli eder ve cesedi burada bulamazsınız siz evlerinize gidin birkaç genç. Aras’a inişe doğru gitsinler inşallah bulurlar der ve keder sahiplerini evlerine gönderir. Aras’ın akışını takip eden gençler, O gün 8-10 km. ötede cesedi bulurlar. O çevreden taziyesine gelen herkes, o günkü hal ve hareketini, sohbetlerini, o kederli aileyi nasıl teselli ettiğini ve cesedin bulunabileceği yeri adeta tarif ettiğini anlatarak dua ve rahmet okuyorlardı.

Taşkesenli Zeki Hoca Efendi’nin en büyük özelliklerinden biri de insanların dargın olarak yaşamalarına tahammül edemeyişi idi. İki kişinin dargın olduğunu duysa hemen çağırır barıştırırdı. Hele kan davalarına hiç tahammül edemezdi. Onlarca kan davasını tarafları barıştırarak devamını önlemiştir.

Hocaefendi çok latif bir zattı. İnsanlarla şakalaşmayı gönül almayı çok iyi bilirdi. Kız kardeşi tarafından yeğeni aynı zamanda Erzurum eski milletvekili Fethullah Taşkesenlioğlu’nun oğlu Nasır Bey, Hocaefendi ile ilgili bir anısını şöyle anlatır: “O yüzünde tebessümü hiç eksilmeyen, yerinde ve zamanında nükte yapmasını bilen ve seven bir kişi idi. Bir gün Horasan Eski Müftüsü M. Sıddık Efendi, dayım Şeyh Zeki Hoca Efendi ve bir grup müridanla birlikte Karayazı’nın Erenler (Çohreş) köyüne başsağlığına gidiyorduk. Yolculuk esnasında M. Sıddık Efendi rahat etmek için sarığını çıkarmıştı. Köye yaklaştığımızda abdest alıp namaz kılmak, biraz da dinlenmek amacıyla mola vermiştik. Bu sırada Müftü Efendi (M. Sıddık Hoca Efendi) elindeki bir sarığı başına geçirmeye çalışıyordu. Sarığın ön tarafında Arapça yazılar görünüyordu. Dayım Şeyh Zeki Hoca Efendi; yaklaşıp sarığın üstündeki yazılara bakıp M. Sıddık Hocaefendiye: “Ezğulam, ne yazıyor sarığın ön tarafına?” diye sorunca “Mebsusetü’l-ümera!” (Âlim, ümera’nın sarığı) şeklinde cevap verince, Şeyh Zeki Hoca Efendi de: “Olmaz mı hediyetü’l-fukara!” şeklinde latife yapar.

23 Nisan 2002 Salı günü, yani Taşkesenden döndüğünün ertesi günü sabah namazını kıldığı esnada Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cenazesi aynı gün öğle namazını müteakiben çok kalabalık bir cemaatle kılınan cenaze namazından sonra, tabutu omuzlarda taşınarak Taşkesenli Camii yanında bulunan dedelerinin medfun olduğu türbeye defnedildi.

Taşkesenli Zadeler hakkında Mehmet  KIRKINCI Hoca Efendinin görüşleri:

“Enbiya’nın askeri şarkta ve hükemanın ağlebi garpda gelmesi kader-i ezelinin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbidir, akıl ve felsefe değildir.”

Taşkesenli ailesi hakkındaki görüş ve düşüncelerimin beyanına Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin yukarıdaki veciz ifadesiyle başlamayı münasip gördüm.

Evet, garpta her fikrin kaynağı felsefe ise, Şarkta her faziletin membaı dindir. İslam dini öyle engin ve zengin bir hazinedir ki, iki dünyanın saadet ve selametini tevlid için sadece bir cevheri bile kâfidir. İşte bu cevherleri kitap ve sünnetlerden istihraç etmenin en güzel yolu medresedir. İslam dinin en muhteşem zamanları, medreselerin fevkalade teali ve tekâmül ettiği, âlem-i İslam’ın her köşe ve bucağına yayıldığı dönemlerdir.

Bu medreselerden yetişen ulema, hakikaten Veresetü’l-Enbiya, yani Peygamber (asm) hakiki varisleri olurlardı. Ümmeti Muhammed’in müşkülleri bu ulemalar sayesinde izale edilirdi. Dinin hikmetleri bu zatlardan talim olunurdu. Mü’minler arasındaki uhuvvet ve muhabbete ait fikirlerin kaynağı bu medreselerdi. İslam tarihinden itibaren bu medreselerde İmamı Azam, İmamı Şafii, İmamı Gazali gibi birçok müçtehitler, âlimler yetişmişler. İslam milletinin İslam ve tenvirinde ziyadar birer güneş olmuşlardır. İslam dinin inkişafında devam ve bekasında büyük gayret göstermişlerdir. Netice olarak tarihimize şeref veren müçtehit ve âlimlerin her birileri bu nurlu ve feyizli medreselerin meyveleridir.
İslam’ın terakki ve tealisine asırlarca hizmet eden bir diğer müessese de tarikatlardır. İslam tarihinde tarikat ve tekkeler, irşad vazifesinde çok mühim icraatlar yapmışlardır. Bu tekkeler, asrısaadetten bu yana tekemmül ederek birer feyiz ve irfan membaları, olmuşlar. Abdulkadir Geylani, Şahı Nakşibend, Cüneyd Bağdadi, Mevlana gibi büyük mürşitler ve evliyalar yetiştirmişlerdir buralarda. İnsanlara manen ubudiyet ve hüsnü ahlak gibi hakikatlere ziyade ehemmiyet verilirdi. Böylece hakaiki imaniyenin inkişafına hizmet edilirdi.

Tarikatlarının feyzin membaı olduklarını söylemiştik. Çünkü insanlar o zikir ve fikirden aldıkları feyizle gafletten uyanırlar, imanları taklitten tahkike yükselir. Evet, insan dünyaya ne zevk ne de yemek için gelmiştir; o, yalnız marifet ve muhabbeti İlahi için, ubudiyet için yaratılmıştır. Dünya marifet ve fazilet erbabında başka hakiki saadetin zevkini hissetmiş ve tatmış kim vardır?

Evet, Şarkta Tağiler, Arvasiler, Küfreviler ve Kilinkarlılar gibi fazilet ve feragat örneği ilim ve irfan abidesi birçok aileler ve şahsiyetler yetişmiştir. Bu ailelerden birisi de Taşkesenli ailesidir. Bu aile de, yıllardan beri insanların bir taraftan medreseler ile ilim ve irfanına, diğer taratan tarikat ve tekkeler ile irşad ve feyzine hizmet etmiştir. Bunların bu hizmetleri nesillerden nesillere intikal ederek günümüze kadar gelmiş ve bu milletin teveccühüne mazhar olmuşlardır.

Prof. Dr. M. Sıdkı ARAS, (Kasım 1996’ da yayınlanan “ERZURUM’UN MANEVİ MİAMARLARI” adlı kitabında Taşkesenli zadelerle ilgili şu satırları yazmıştır.

…Erzurum’un Çat ilçesinde Babadereli Şeyh Ahmed Efendi, Hınıs’ta Şeyh Said Efendi, Tekman’da Taşkesenliler, Pasinler’de de Kilinkarlı Şeyh Abdulkerim Efendi. Horasan da ise, şimdi burada yazımıza konu teşkil eden Şeyh Hacı Emin Efendi’nin kolları faaliyet göstermektedirler. Daha fazla hizmet edebilme aşkıyla mıdır bilinmez, maalesef bunlarda bazılarının arasında büyük bir rekabet ve sürtüşme bulunmaktadır...

Tekman’da ikamet eden Taşkesenliler, tarihin derinliklerine inen çok köklü bir soya mensupturlar. Bu ailede özellikle “Horosan Müftüsü olarak tanınan Şeyh Mehmet Sıddık Efendi’yi yakînen tanıma şerefine nail oldum.

Bu da Selahattin Efendi gibi babamın dostuydu ve bize gidip gelirdi. Yerine göre kibirli yerine göre mütevazı, latife etmeyi seven çok muhterem bir zattı. Özellikle hitabeti çok kuvvetli idi. Birçok kerametinden birisini, yeğenleri İbrahim Taşkesenli Bey şu şekilde anlatmaktadır: “Amcam kalp krizi geçirmiş, yataktan yeni kalkmıştı. İstanbul’a gitmek istiyordu. Ben de endişeliydim. Seyahatin sıkıntısına dayanamayabilirdi. Endişemi anlayarak, ‘Oğlum korkma! Eğer bir hafta öncesinden haber vermezler ise ayıp  ederler’ dedi ve gitti. Bir zaman sonra çok sıhhatli göründüğü bir günde beni çağırarak çeşitli vasiyetlerde bulundu. Ve bir hafta sonra yine bir kalp krizi sonucu Rahmet-i Rahman’a kavuştu.
Kilinkarlı Abdulkerim Efendi’ye maalesef yetişemedim. Ancak son yüzyılda çevremizin en büyük âlimlerden olması hususunda ittifak bulunmaktadır. Bir gün Horasan Müftüsü M.Sıddık Efendi Hocamıza son elli yılın çevremizin en büyük âlimlerini sorduğum zaman ilk ikisini, Ali Rıza Efendi ile Abdulkerim Efendi olduğunu belirtmişlerdir.

…Ve nihayet 27 yıl boyunca toprak altında kalmasına rağmen kefenini dahi çürütmeden koruyabilen bir Taşkesenli Şeyh İbrahim vardı.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort