JoomlaLock.com All4Share.net

TEVRÜCÜKLÜ (TEBRİZCİK) HACI MUSTAFA EFENDİ

Tevrücüklü (Tebrizcik) Hacı Mustafa Efendi, 1890 yılında Erzurum’un Tevrücüklü (Tebrizcik) köyünde dünyaya teşrif etmiştir. Babası Şevket Efendi, Dedesi Molla Dursun Hocaefendi’dir. Küçük yaşlarda Dedesi Molla Dursun Hocaefendi tarafından fıkıh, tefsir, tasavvuf gibi ilmî konularda ders alarak yetiştirilmeye başlanmıştır. Askerlik dönemine kadar Dedesi Molla Dursun Efendi’nin gözetiminde derslere devam etmiştir.

Görev sonrası Tevrücüklü (Tebrizcik) köyüne dönüp burada hem kendi köyünden hem de civar köylerden gelen birçok insana ders vermeye başlamıştır. Bu kutsî yolda birçok din adamı yetiştirmiştir. Bunların yanı sıra bölgede sağlık ocağı bulunmadığından, bazı hastaların da hastalığı ile ilgilenmiş, Allah’ın (cc) izni, kendilerinin duası bereketine o hastalar şifa bulmuşlardır. Tarikat hocası Abdulgani Efendi Tevrücüklü (Tebrizcik) köyüne imam olarak geldiğinde Hacı Mustafa Efendi henüz yirmi beş yaşındaydı. Abdulgani Efendi’nin yanında bulunup Rufaî tarikatının müridanı olarak hocasının gözetimi altında yetişmeye başlamıştır. Bir gün Hacı Mustafa Efendi rüyasında tarikat hocasının kendisini çağırdığını “Gel Mustafa!” diye seslendiğini görür. Hocasının istirahatgahına vardığında, Abdulgani Efendi ona; “Gel, yanıma otur.” diyerek söze başlar: “Bak Mustafa! Herkes çalışarak ve hak ederek bir yerlere geliyor. Allah sana kutsî bir görev verdi. Bundan sonra Rufaî tarikatının şeyhi olarak bu görevi sana veriyorum.” demiş. Hocası Abdulgani Efendi vefat ettikten sonra bu önemli görevde hizmete devam etmiştir.

Hacı Mustafa Efendi bir gün, abdest alırken bir yalan beyandan dolayı göreviler tarafından nezarete alınmıştı. O gün bir görevli rüyasında Hacı Mustafa Efendi’yi görüyor. Rüyasında, nezarette bulunan Hacı Mustafa Efendi’nin yanına gelmiş; “Baba, bir ihtiyacın var mı? ” diye sormuş. Efe Hazretleri; “Bir ibrik su verir misin?” demiş. Görevli; “Suyu ne yapacaksın?” diye sorduğunda, “Namaz için abdest alacağım.” buyurmuş. Rüyadan etkilenen görevli, araştırma sonunda kendisinin iyi bir hoca olduğunu öğrenince onu serbest bıraktırır.

Hacı Mustafa Efendi’nin gelir kaynağı pek kısıtlıydı ve bunun yanı sıra da ziyaretine birçok kişi gelip giderlerdi. Bundan dolayı bazı kişiler hoca bu kadar kişiye ne yedirip ne içiriyor diye söylemler ile uğraşıp duruyorlardı.

Bir gün hanımı hocaya; “Efe, ben tenekeden yağ alıyorum, ertesi gün bakıyorum ki yağ hiç eksilmemiş gibi duruyor.” demiş, bu işin hikmetini merak etmiş. Hocaefendi de güzel bir cevap vermiş:
“İzzet ve ikram sahibinin işine karışılmaz.”

Hacı Mustafa Efendi’nin hali ve yaşamış olduğu diğer hususları, Erzurum’un büyük âlimlerinden Veli Velioğlu Hocaefendi’den dinleyelim. Hacı Hoca lakabı ile tanınan Ardahanlı Hüseyin Efendi, o günün uleması içersinde hem zahiri hem batını ilimlerde büyük bir zât olduğu için Tevrücük (Tebrizcik) köyüne getirilmiş. Burada Osmanlı tarafından müsaade edilen bir medrese kurulmuş. Bu medresede Ali Hoca, Abdurrahman Hoca, Hamdi Hocalarla birlikte çok sayıda âlim ve talebe yetişmiştir. Hacı Mustafa Efendi de bu zatlardan istifade etmiş ve Abdulgani Efendi’nin halifelerinden en mükemmeli olmuştur. Halakasına giren adam akşamdan girse şafak atıncaya kadar, yılmadan halakaya devam eder, feyzinden istifade ederdi. Bizzat ben de o anları yaşadım. Hikmetlerinden birisini şöyle anlatayım:

Bende müzmin bir bronşit olmuştu. Ne kadar doktora gitsem de çare bulamadım. Öksürük çok şiddetli idi ve ızdırap veriyordu, boğulur gibi oluyordum. O günlerde bir gün, ziyaretine gittim. Aşırı derece öksürüğümü görünce “Veli Efendi! Neden böyle çok öksürüyorsun?” dedi ve cebinden fındık tanesi kadar şeb (soda) çıkardı, bana verdi. “Yut bunu.” dedi. Onu yutmamla bronşit ve öksürük anında kesildi. Ondan anladım ki hikmet şebde değil, veren eldeydi.

Yine zaman zaman şahit olduğum, ayak ve bel ağrısı ile sızlanan kişilerin rahatsızlıklarının hemen iyi olması. Yürümeye mecali olmayan hastaların, İstanbul’dan başkasının sırtında hocamın ikametgahına gelip şifa bulması dilden dile anlatılır.

Hacı Mustafa Efendi’nin yanında ve hizmetinde bulunmuş müritlerinden, İsmail Hakkı Çetrez Hocaefendi’den dinlediğimiz bazı gazel ve sohbetlerini de sizlerle paylaşmayı da gerekli görüyoruz:

Hacı Efendi yine bir bahar, ot biçme mevsiminde, çayırlarını biçtirmek için hazırlık görür. Çalıştıracak ırgatları dört-beş kişiden ibarettir ve onlarla yaklaşık yirmi gün çalıştırmak üzere sözleşir. Evde hazırlık yapılır, ertesi gün ot biçimine başlanacaktır. Mustafa Efendi düşünür, “Şeyhim, Abdulgani Efendi’yi bu zaman zarfında göremeyeceğim. Bu gece Öznü’ye gidip şeyhimi görüp geleyim, yarın işe başlarız.”der. Öznü’ye geldiğinde Abdulgani Efendi’nin elini öper, tazimde bulunur. Abddulgani Efendi; “İyi ki geldin Mustafa. Bizim yoncayı biçte öyle git.” der.

Mustafa Efendi itiraz etmeden baş üstüne der ve yoncayı dört gün süreyle biçer. Abdulgani Efendi, beşinci gün “Hadi Mustafa, şimdi gidebilirsin.” der. Hacı Mustafa Efendi beş gün sonra köyüne geldiğinde, köyde ne ırgat kalmıştır ne de çalışan insanlar. Bir müddet bekleyip gitmişler. Evde hanımından çok şiddetli bir azar işitir; “Hazırladığım ekmekler küflendi, sen nerede kaldın?” Bunun yanında köy halkı da; “Adamın otları kurumak üzere, bu gitmiş, Abdulgani Efendi’ye hamallık yapıyor.” diye alay ederler.

İşte bu sıkıntılı saatler devam ederken bakar ki üç-beş kişi uzaktan kendisine doğru gelir ve selam verir. Mustafa Efendi’ye; “Bizler çalışmak istiyoruz, ihtiyacı olan var mı, çalışalım.” diye sorarlar. Hocaefendi de; “Evet benim otlarım biçilecek.” der. Ama “Kaç liraya biçersiniz?” diye sorar. Çalışacak kişiler çayıra bakarlar ve “Elli liraya üç-dört güne bitiririz.” derler. Mustafa Efendi, daha önce ırgatlarla anlaştığı fiyatın üçte biri bir fiyata ve on beş güne bitecek işin de üç dört güne biteceğini duyunca “Gençler bir yanlış yok değil mi?” diye sormadan edemez. Gençler; “Hocam pahalı olduysa yine düşebiliriz.” derse de Efendi; “Yok pahalı değil.” der ve işini gördürür. Böylece hem zamandan hem paradan kazancı olur.

Bir de Tevrücüklü (Tebrizcikli) Mustafa Efendi’nin ömür boyu pişmanlık duyduğunu bildirdiği bir hadiseyi nakledelim:

Abdulgani Efendi’nin Öznü köyünde imamlık yapacağı ilk yıllarda köy halkı ev yapması için bir miktar arsa ve birkaç tane kavak ağaç veriler. Abdulgani Efendi hazırlattığı kerpiçlerle 1,5 metre yüksekliğinde bir odalı bir hane yaptırır ve müridi Mustafa Efendi’yi çağırarak; “Gel gel! Mustafa şu kavak ağaçlarını kes, kalın olanı boylu boyunca uzat. Dallarını da mertek yap, yapraklarının üstüne ört, toprak çek” der. Mustafa Efendi; “Efendim, bu duvar olmamış. Önce bunu bir metre daha yükseltelim, örülen dört duvarın ortasından bir duvar daha yapalım iki gözlü olsun, daha sonra kavakları da kestikten sonra kabuğunu soyalım beyaz olsun öyle kapatalım.” dediğinde Abdulgani Efendi’nin rengi solar, hüzünlenir, sıkıntısı her halinden anlaşılır ve Mustafa Efendi’ye dönerek; “Bu iş dursun, gel seninle bir kabristana gidelim.” der. Kabristanda bir müddet okur, dua ederler ve Mustafa Efendi’ye şöyle seslenir; “Bak Mustafa! Bu kabirler bizim yapacağımız evden daha mı yüksek, daha mı geniş?” der ve şu şiiri okumaya başlar:

Şehri kabristanı seyreyle gönül
Tuttuğu dünyayı atanlara bak
Elvan nakış giyip gafil gezenler
Çürüyüp toprakta yatanlara bak

Zikri der kan ağlar didelerimiz
Günde yedi kılar dilgüdarımız
Akıbet göç eder korukanımız
Bizden evvel konup göçenlere bak

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort