JoomlaLock.com All4Share.net

TEZEKKÜR-Î ÂRİFAN VE TEFEKKÜR-Î İRFAN

Devamlı ve ısrarlı bir şekilde kendisine yalvarılan ve bütün isteklerin ötesinde kendi isteğini ve muradını insan için hayırlı kılan,  hiç kimsenin beklemediği zamanda ve mekânda kuluna bol lütuflarda bulunan Allah’a (celle celaluhü) hamd olsun. Selât u selam gönül sandukasına açılan yolu insanlığa öğreten ve oradan gizli hazineleri çıkaran Efendimiz’e, (sallallahu aleyhi ve selem) O’nun âline, ashabına ve etbaına olsun.

Bu sayımızda, Hâce Hazretleri’nin, (kuddise sırrıhu) kulun Rabbi’nden istekte bulunurken hangi anlayış üzere, hangi niyet ve edeple bunu yapması gerektiği hususundaki düşünceleri üzerinde durmaya çalışacağız. Gayret bizden, tevfik âlemlerin Rabbi olan Allah’dan.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) buyurur ki: “Derdi olmayan ya ölüdür ya da delidir.” Onun sohbetleri dert arayanlar içindir. Derdi Allah (celle celaluhü) olan, derdi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve selem) olan, derdi İslam, derdi insanlığın derdi olanların yeridir.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) Peygamber-i Zişan Efendilerimiz’in (aleyhis selam) Cenab-ı Hakk’a (celle celaluhü) münacat etmelerindeki     edepleri ile saadat-ı kiram efendilerimizin onları takip etmelerindeki usûlün örnek alınmasını tavsiye eder.

Zira insanlığın atası Hz. Âdem’in (aleyhis selam) affı için -bir rivayette altmış sene- ağlayarak, ısrarla ve sabırla nasıl münacat ettiği ayet ve hadislerle bizlere bildirilmiştir. Affına vesile olan şey ise o Zât-ı mukaddesin (sallallahu aleyhi ve selem) ism-i şerifleri idi. O ismi vesile kıldı. Vesileye de gözyaşını, ihlâsını ve acziyetini kattı. Şükrünü şevkle belirtti ve insanlığa ebedi olarak istifade edebileceği hayırlı bir yol açtı. İşte bu yoldan gelen diğer Peygamber efendilerimiz her an bu yolu açık tutarak Allah’a yakınlığın usûlünü taşıdılar.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) bu hususta en güzel örneğin Cenab-ı Hak (celle celaluhü) tarafından mübarek Kitabı’nda kendisinin kıssa ettiği örneklerde olduğunu belirtir. Zira Hazreti İbrahim (aleyhis selam) ile Hazreti Eyyub (aleyhis selam) kıssasında kulun, Rabbine nasıl münacat etmesi ve Hakk’ın takdir ettiğini kulun nasıl karşılaması gerektiğine dair örnekler Rabbimizi tanımamız için bahşedilen lütuflardır.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) her fırsatta örnek olması için Hazreti Eyyub (aleyhis selam) kıssasını anlatır. Zira bedenen ve ruhen tertemiz, pak bir şekilde yaratılan bir Peygamberin bütün vücudu yara, bere içinde kalmış ve bir insanın yardımına muhtaç bir şekilde hayatını sürdürme zorunluluğunu hissetmiştir. Cenab-ı Hak, kendisine neden bu kadar zor bir durumda iken bu hastalığın giderilmesini istemediğini sormuş ve yanıt olarak :  “Şayet ben iyileşirsem belki de bana halimi bir daha sormayacak ve benimle sohbet etmeyeceksin. Böyle bir endişe ile halimi sana arz edemiyorum.” der. İşte yukarıda Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırrıhu) ifade buyurduğu gibi “Bir derdi olanlar gelsin, bî-derd olanlar değil.”, yine kendi ifadesi ile  “Derdin en güzeli, aşkı olandır.”

En sonunda, hastalık Hazreti Eyyub’un (aleyhis selam) diline ve kalbine nükseder de o zaman “Âh!” der. Cenab-ı Mevla sorar ki: “Neyin var?” Hazreti Eyyub : “Ya Rabbi! Ben dilim ve kalbim ile Seni zikrediyordum. Şimdi yapamaz oldum. Bu yaranın bu organlara zarar vermesini ve beni zikrimden alıkoymasını istemem.”

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) Rabbimiz’in geç yaptığını ama güç yapmadığını ifade buyurur. Hazreti Eyyub kıssasında olduğu gibi on sekiz senelik çilede, hastalığın sızmadığı bir yer kalmayıncaya kadar bekledikten sonra duaya yapılan icabet gibi.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) Kâinatın Efendisi’nin dualarda ısrarcı olunmasını ve en az üç kere duaların tekrarlanmasını emrettiğini bildirir. Hâlikımız’ın en çok hoşuna giden şeylerden biri de kulun O’na olan iştiyakı ve muhtaciyetini aşırı şekilde hissetmesidir. Böyle muhtaciyetle yapılmayan dualar elbette karşılık görmez. İhtiyacını Rabbine acziyeti ile iletmeyene meleklerin bile lanet ettiği büyüklerimiz tarafından belirtilmiştir.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) hadis-i şerifte de belirtildiği gibi meleklerin yeryüzüne inerek rızık ve şifa isteyen kulları aradıklarını belirtir. Evet, yüzümüz yok Rabbimiz’den istemeye, ama başka da isteyecek İlâhımız yok. Hâce Hazretleri buyurur ki: “O’nun affını isterken yüzümüzün yokluğunu, suçu işlerken gösterelim.”

Her hususta bize örnek olan, önder olan ashab-ı kiram efendilerimiz, akıllarına takılan her konuyu gidip Efendimiz’e arz etmişler ve O’ndan istekte bulunmuşlardır. O’ndan bol rızık isteyenden, gözünün açılmasını, unutmamayı; ibadete düşkünlüğü isteyenden, cennette O’nunla olmayı talep edenlere kadar türlü türlü istek ve arzular O’na iletilmiş ve kabul görmüştür.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) buyurur ki: “Senin duana olan icabetteki gecikme seni yanıltmasın ve bir ümitsizliğe düşürmesin. Senin duanda ısrarcı ve devamlı oluşun O’nun kibrini arttırmaktadır.” Zira böyle oluşu insandaki kibrin kalbinden çıkmasına ve irşad olmasına vesile olmaktadır. Rabbimiz’in her isteği ve muradının bizim için hayırlı olması, O’nun tercihinin neticesidir. Kâinatın Efendisi’nin buyurduğu gibi; “Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremez.” Bizi her fırsatta temizleyen, mürşidler mürşidi olan Allah’a hamd ederiz.

Akşemsettin Hazretleri’nin kıssasını hepimiz biliriz. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’ne ilk gittiğinde onu tarlada çalışırken görmüş ve “Bu mu beni irşad edecek?” diye kibirlenmiş. Başka bir mürşid bulmak kastıyla Suriye’ye doğru gitmeye karar vermişti. Gel gör ki manen boynuna takılan bir iple sıkılan ve nefesi her geçen an daralan Akşemsettin Hazretleri, nihayette Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin gitmeden önce kendisine söylediği sözü hatırlayarak geri dönmüştür. Hocasının kendisine iltifat etmediğini gören Akşemsettin Hazretleri, çareyi kendisini bu hale getiren kibrini, köpeklerle birlikte aynı kaptan yemeye başlayarak kırmasıyla bulur. Nefsine yaptığı bu muhalefetle hocasının gönlünü hoşnut etmiş ve gönül sarayına girmesi için izin verilmiştir.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) kibirle Hakk’a varılamayacağını, kibirli iken yapılan duaların müstecab olmayacağını söyler. Kibirli insanın Rabbin’den istemeye muhtaciyeti olmaz. Kul olan ve kullukta gayret edenler ise Allah’dan istemeli ve ihtiyacını arz etmelidir. Allah’tan, önce kalpteki kibrin çıkartılması istenmeli ve bunun için bir Hacı Bayram-ı Veli aranmalıdır. Bu zalim nefsi aşağıların da aşağısına layık gören Akşemsettin olunmaya gayret edilmelidir.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) yaratılmış her şeyin bir kaderi olduğunu hatırlatarak duaların kabulünün de bir zamana ve şekle bağlı olduğunu söyler. İşte bu zaman ve şekil Allah’ın isteğine bağlıdır. Hazreti Âdem’in duasını atmış sene sonra kabul etmesi gibi. Hazreti Yûnus’u balığın karnında kırk gün tutması ve öyle affetmesi gibi.

Hâce Hazretleri, Cenab-ı Hakk’ın, kendisinden samimiyetle isteyen kulun duasına icabet edeceğini ve mutlak karşılık vereceğini bildirir. Lakin burada önemli olanın dilinin ucu ile değil de kalp ile isteyen, isteğinde samimi olanın dualarına icabet edileceğini ifade eder.

Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri’ne kendisine mana âleminde velayeti ve kerameti büyük bir veli gösterilir. Kendisi o zatı merak eder ve nihayette bulur. Görür ki o şahıs keramet yerine istidrac gösteren bir Hindu rahiptir. Buna çok şaşırır ve taaccüp eder. Kendisine bu hali nasıl elde ettiğini sorar. O zat, yaptığı her fiilde yapıp yapmama hususunda nefsine muhalefet ettiğini ve böylece doğruyu bulduğunu kendisinde gözüken bu istidracında bu muhalefetten kaynaklandığını bildirir. Bunun üzerine Mevlana Hazretleri kendini İslam’a davet eder. Şahıs bir miktar düşünür ve kabul eder. Mevlana Hazretleri bu gecikmenin nedenini sorduğunda ise yine nefsine sorduğunu ve nefsinin kabul etme diye telkinde bulunması üzerine tevhidi kabul ettiğini bildirir. Bunun üzerine Mevlana Hazretleri kendisine yerin üzerine hükmetme yetkisi verildiği gibi yerin altına da hükmetme yetkisinin verildiğini müjdeler. Ayrıca kendisini yüce Nakşibendî yolunun halifelik tacı ile taçlandırır.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) buyurur ki; “Allah eğer sana yakınlığını açmışsa bunu ibadetinin çokluğuna bakarak yapmaz.” İnsan hiçbir şey gözlemeden, hiçbir beklentiye sapmadan hizmetine bakmalıdır. Gücü neye yetiyorsa, nasıl bir hizmetin içine girebilmişse onu canla başla devam ettirmelidir. Hizmeti nimet bilmeli, Hakk’ın vereceğini de asla kendisinin yaptıklarıyla özdeşleştirmemelidir. Allah insanın yaptıklarına bedel olarak vermez. O’nun istemesi de murad etmesi de vermesi de kendindendir. O’nun verdikleri hiçbir şeyle kıyas edilmez. Hâce Hazretleri’nin buyurduğu gibi: “Gönül şehrinde sultanlık ancak seçimle olur.” İnsanın gayreti ile değil, Hakk’ın dilemesi ile olur.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) Esma-ı Şerif’in dört yüz adet olduğunu söyler. Hakk’a giden yol ise mahlûkat adedincedir, der. Bu kadar yolun oluşu insan için nimettir. Hâce Hazretleri ibadetlerin de böyle değişik oluşunun, bu yolların âdeta anahtarı gibi olduğunu söyler. İbadetlerin çokluğu, O’nun her bir sıfatının tecellisidir. İnsanın farklı ibadet ve taatlerden beslenerek olgunlaşması, bu ibadetleri Hakk’a vesile kılması ile olur. İbadetin de özü duadır. Allah’tan, O’nun istediği gibi istemenin şeklidir. Cenab-ı Hak kendisine namaz ve sabırla yaklaşmamızı emreder. Öyle ise insan, gönül şehrini farklı renklerin, farklı mevsimlerin ve farklı meyvelerin güzellikleri gibi farklı ibadetler ile süslemeli ve devamlı kılmalıdır. Gönülde ne kadar çeşit Cenab-ı Mevlamız’ın tecellisi olursa, insan o kadar yakîne erer ve insanın Hak’tan isteği, bizzat Hakk’ın insandan isteği olur.

Hakikatte Mevlamız’ın emrettiği her amel bizim için O’ndan bir isteyiş, bir yakarıştır. Çünkü her bir amelin tecellisini istemek Hakk’ı tanımanın ve O’nunla yaşamanın anahtarıdır. Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) her zaman Hak’tan istenecek şeyin ancak O’nun Zâtı ile olmak, Zâtî muhabbeti ve aşkını talep etmek olduğu üzerinde önemle durur. Çünkü Allah’tan istenecek şey; O’nun şanı ve şerefine uygun olmalıdır. Bir yaratılmışın yapabileceği şey, O’ndan asla istenmez.

İşte, Hâce Hazretleri’nin buyurduğu gibi ruh nasılki bedeni canlı tutan şey ise; amellerdeki niyet de ameli canlı tutar. Nasıl ki ruh bedenden ayrıldığında ona ölü denirse; niyeti sahih olmayanın ameli de ölü olur. Niyet daha işin başında Hak’tan ne isteneceğine karar vermenin adıdır.

Hâce Hazretleri (kuddise sırrıhu) şeriatın insanın amellerini düzenlediğini, tasavvufun da amellerin niyetlerini düzenlediğini ve talibi bu yönde yetiştirdiğini bildirir. Salih amel salih niyete, salih niyet ise salihlere muhtaçdır.

Hâce Hazretleri buyurur ki: “Allah’ı zikretmek, zikir değildir. O’nu anmak da değildir. Zira Allah demek, O’nun ismini demektir. İsim demektir. Zikir O’nu zikrettikten sonra kalpte beliren korku ve haşyettir.” İşte sohbet bunu sağlar.

Ariflerin, kâmillerin sohbeti, onların bir nazarı, paslı tenekeyi mücevher yapar bi-iznillah. Bir damla alaktan, çamurdan yaratılmış bu insanı, Allah seçti mi, eşref-i mahlûk olur, Peygamber olur, Allahu Zü’l-celâl Hazretleri’ne halife olur.

Allah’tan senin kalbine kendisinden ne istemen gerektiğini sana ilham etmesini iste ki, geri çevrilen hiçbir münacatın olmasın.

Ve âhiru’d-dâvâna eni’l-hamdülillahi Rabbi’l-âlemin. Ve sallallahu âlâ seyyidina Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ecmain.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort