JoomlaLock.com All4Share.net

TURABÎ: TASAVVUFU YENİDEN DÜŞÜNMELİYİZ

 turabi

Turabî; Tasavvufu Yeniden Düşünmeliyiz - İrfan AYDIN

Sayı : 103 - Temmuz 2016

 

Turabî; Tasavvufu Yeniden Düşünmeliyiz

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile. 

Salat ve selam öncelikle Peygamber Efendimiz’in (sav), diğer peygamberlerin, ehli beytin, ashabı kiramın ve sadete ermiş büyüklerimizin üzerine olsun. Sonra bütün şehitlerin ve salihlerin üzerine olsun.

Yeni bir ramazanı da geride bıraktık. Yine manevi bir iklimle garkolurken hüzünle mutluluk arasında türlü duygular yaşadık. Bir yanda oruç tutanlar varken diğer yanda müslümanlara ramazan demeyip olanca gücü ile saldıranlar vardı. Müslümanlar olarak iftar ederken buruk bir sevinç yaşamak zorunda kaldık. Suriye’de Esed ve diğer eşedler ramazanda daha da azgınlaşarak yine müslümanların üzerlerine bombalar yağdırdılar. Azez Cerablus hattı iyice ısındı. Amerika ve Rusya’nın desteğini alan PYD güçleri Haleb’in Türkiye ile bağlantısı olan dar bir bölgeye saldırdılar. Türkiye otomatik olarak teyakkuza geçti. Çünkü eğer Azez Cerablus hattı kapatılırsa Suriye düşmüş demektir. Türkmendağı yeni bir savaşa daha sahne oldu. Önce rejim güçleri Türkmen dağını müslüman Türkmenlerin elinden aldı daha sonra Türkmenler karşı bir taarruzla bu dağı geri aldı. Bu gelişmeler olurken artık bıçağın kemiğe dayanmasının bir göstergesi olarak Cumhurbaşkanımız hem Amerika’ya hem de Avrupa birliğine tabiri caizse rest çekti. Ardından Rusya ile karşılıklı yakınlaşma sinyallari verildi.

Yakınımızda bu gelişmeler olurken uzaklarda Çin sınırları içerisinde kalan Doğu Türkistan’da devlet dairelerinde ve okullarda oruç tutmak yasaklandı. Müslümanlara lokantaları ve işyerlerini açık tutma mecburiyeti getirildi. Çinliler atasözlerini bir kez daha yerine getirdi. Çin atasözü şöyle der: “Uzaktakileri oyala yakındakileri ez.” 

Evet dünya bir sarmala girmiş durumda bilinen sona doğru hızla yaklaşmakta. Dünyayı yöneten güçler ve üst akıl harıl harıl planladıkları gelecek için çalışmakta. Tabi bizler müslümanlar olarak ilahi takdire inanmışız. Bizim hayır bildiklerimizde şer, şer bidiklerimizde hayır olabilir. Bizler Rabbimize tam bir güvenle Kur’an’ın ve sünnetin ışığında dostlarının izinde emin adımlarla yürümeye devem edeceğiz. 

Burada geçmişimizde bizi ayakta tutan ve terk etmemiz durumunda ihsandan ayrılmaya sebep olan bir hususta konuşmak, yazmak gerekli diye düşünüyoruz. Evet bu husus İslam toplumunu bin dört yüz yıldır ayakta tutan nice Allah adamları yetiştiren ve bunlar vasıtası ile ümmetin irşadına vesile olan tasavvuf hakkında olacak. Tarih boyunca çok meyve vermesine karşın belki de en çok saldırıya uğrayan bir müessese tasavuf. Samimisi de istismarcısı da çok bir kurum tasavvuf. İçinden Abdulkadir Geylanîleri, İmamı Rabbanîleri, Şahı Nakibendilerî, İmam Gazzalîleri, Ebu Hasan Şazelileri ve daha nice ümmetin iftihar tablosu olabilecek alim ve salihleri ytiştirmiş bir kurum tasavvuf. 

Kimi zaman Şeyh Şamil gibi dağlarda at üstünde kendisine bağlı erleriyle cihad etmiş kimi zaman Yunus gibi dere tepe gezmiş halkı irşad etmiş tasvvuf erleri. Kimi zaman Necmeddin Kübrevî gibi Moğol’a kaşı savaşıp şehid olmuş; kimi zaman Şemsi Tebrizî gibi alimleri ilim sahiplerini irşad etmiş. Kimi zaman Edebali gibi Osmanlı çınarını dikmiş kimi zaman İmam Gazzalî gibi felsefe cereyanlarına karşı ilimle, irfanla karşı durmuş ümmeti korumasını bilmiştir tasavvuf erleri. Kimi zaman İmam Rabbanî gibi ümmetin ihtiyacı olan tecdid hareketini, gerçekleştirmiş; kimi zaman Hoca Ahmet Yesevî gibi erenler yatiştirip fethin öncüsü olmayı bilmiştir tasavvuf erleri. Kimi zaman Mevlana Halidi Bağdadî gibi yüzlerce halife yetiştirip bozulan Osmanlı’ya yeni bir omurga atmayı bilmiştir tasavvuf erenleri. 

Evet, tasavvuf erlerini cephede mücahid, medresede talebe, tekkede derviş, ticarette dürüst tüccar, devlet idaresinde danışman, toplumda muhlis olarak görürüz. Tasavvuf erleri ve erenleri her hal ve kârda İslam’ın emrettiği örnek şahsiyet olayı başarmışlardır. Onlar Afrika’nın içlerine kadar Murabitun hareketi ile giderek siyah Afrikalının gönlüne İslam’ın kök salmasına vesile olmuşlardır. Onlar Orta Asya steplerinde Nakşibendî olmuş o sert orta asya insanının gönülleini yumuşatarak onların kalplarine İslam’ı nakşetmişlerdir. Onlar Kuzey Afrika çölleinde Şazeli olmuş o boyları iki metreyi geçen Afrika insanlarını İslamın incelikleri ile bezeyerek onlardan latif müslümanların çıkmasına vesile olmuşlardır. Onlar Orta Doğu coğrafyasında Kadirî, Rufaî olmuş o bedevi denebilicek insanlardan birer iman timsali çıkarmışlardır….

Bu kendini ve tarihini bilmez nankör denebilecek yeni yetmeler ne kadar da kolay söyleyiveriyorlar tasavvuf şirktir -haşa- diye. Ne kadar da kolay biz Kur’an’dan başka bir şey tanımayız diyorlar. Sanki tasavvuf Kur’an’dan başka bir şeymiş gibi. Gerek tasavvuf ve gerçek tasavvuf erenleri bırakınız Kur’an’dan ve sünneten uzaklaşmayı onlar Kur’an’dan ve Rasul’ün sünnetinden bir karış ayrılmayı şirk saymışlardır.

Onlar Hz. Aişe (r.anha) hazretlerinin buyurduğu “yürüyen Kur’an” olmuşlardır. Bugün ve son yüz-yüz elli yıldır İslam dünyasında korkunç bir algı operasyonu yürütülmektedir. Bizi geri bırakan, bizi batılılar karşısında yenik düşüren tasavvuftur şeklinde. Bu müthiş yalana artık İslam dünyasından yeteri kadar taraftar da buldular. Halbuki asıl biz hakiki tasavvuftan uzaklaşmakla İslam’ın değerlerine karşı laubali olduk. Bizi geçmişte Kur’an’ın ve sünntin değerlerine selefi salihin yoluna tasavvuf sımsıkı bağlıyordu. Bu gerçeği fark eden batılı oryantalistler var güçleriyle önce tasavvufa daha sonra da sünneti seniyyeye saldırdılar. Böylece Kur’an sadece lafzen kalacaktı manası hayattan kaldırılacaktı. Bunu kısmen başardılar fakat hesab etmedikleri bir şey vardı. O da Allah (cc) ve O’na her devirde kamilen iman eden Allah adamları. Evet, bizler iman ettik Allah dinini ve kabesini nasıl Ebrehe’ye karşı koruduysa bugün de yine koruyacaktır. Bizler üzülmeden gevşemeden Allah adamlarının arkasında ve yanında Allah’ın izni ile durmaya devam edeceğiz. Allah kıyamete kadar bu sahih yoldan bizi ve nesillerimizi ayırmasın. Amin.

Bu girişten sonra yirminci yüzyılın son çeyreğinde kara Afrika’nın göbeğinde yer alan Sudan İslam devriminin kurucu lideri Hasan Turabî ile Timeturk‘te yapılan bir röportajdan alıntılar yapacağız. Yukarıda bahsettiğimiz algı operasyonlarının kurbanı olan tüm İslam gençliğinin ibretle okuması dileğiyle.

Ünlü düşünür Turabî, Milli Görüş’ten AK Parti’ye, Tasavvuf’tan Sudan’ın geleceğine kadar birçok konuda çarpıcı açıklamalar yaptı.

Sudanlı dünyaca tanınmış müslüman düşünür Hasan Turabî, Sudanlı meşhur alim Şeyh Hammad Turabî’nin (18. yüzyıl) torunlarındandır. 1932’de Kessele’de doğdu. İslam’ı çok küçük yaşlarda babası Şeyh Abdullah Turabî’den (30 yıllık kadı idi) öğrendi. 1957’de mastır için Londra’ya gitti. Doktorasını Sarbonne’da yaptı. Döndüğünde Hartum Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanlığını yürüttü. Sudan’da İslami hareketin bir lideri olarak, İslam’ı gündeme sokmak için hükümet karşıtı birçok kampanya başlattı. Bazı isim ve form değişiklikleriyle hareketi idare etti. 1970 yılında tutuklandı. Bundan sonraki 7 yılını bazen mahkum olarak, bazen dışarıda geçirdi. 1989 yılında Sudan’da gerçekleşen İslami devrimin mimarı olarak anıldı. 1999 yılına kadar Sudan Millet Meclisi’nin başkanlığını yapan Turabî, daha sonra Ömer el-Beşir yönetimiyle yollarını ayırdı. Beşir’e olan muhalefeti sebebiyle sık sık cezaevine giren ve ev hapsinde tutulan Turabî, şu an Sudan Halk Kongresi isimli hareketin liderliğini yapıyor (vefatından önce). Arapça, İngilizce, Fransızca bilen Turabî geçtiğimiz yıl Almanca öğrenmeye başlamış ve birkaç ay içinde Almanca 500 sahifelik bir sözlüğü ezberlediğini söylüyor. 

İHH İnsani Yardım Vakfı’ndan bir grup arkadaş ile geçen aylarda Sudan’a yaptığımız ziyaret esnasında görüştüğümüz bilgili, karizmatik, sempatik ve yetenekli düşünür Hasan Turabî ile yaptığımız röportajı Timeturk okuyucularının istifadesine sunuyoruz. 

Turabî öncelikle bize Sudan’ın tarihinden kısaca bahseder misiniz? 

Sudan çok kadim medeniyetleri bağrında barındıran bir ülke. Araplarla İslam ile şereflendikten sonra buraya İslam’ı yaymak için geldiler. Ardından Afrika kabileleri ile iç içe geçtiler. Onlardan etkilenen yerli halk kendi lisanlarını terk edip Arapça konuşmaya başladı. Ta ki sömürgecilik kıtaya uğrayıncaya kadar. Geçmiş dönemlerde Mısır ve Kuzey Afrika’nın tamamına Sudan deniliyordu. Sudan siyahlar ülkesi manasına gelmektedir. İslam’ın gelişinden sonra bu bölgede farklı beylikler ve özerk yönetimler oluştu. Bu özerk yönetimler arasında en büyüğü Darfur Sultanlığı’ydı. Bu müslüman beyliklerin tümünün Osmanlı Devleti ile ciddi ilişkileri vardı. Bu özerk yönetimlerin oluşturduğu bölgeye 18. yüzyıldan itibaren sömürgeciler gelmeye başladı. 

Darfurlular, Osmanlı’ya olan bağlılıklarının da vermiş olduğu inançla İngilizlere karşı mücadele etti. İngilizler, Osmanlıya bağlılığını ilan eden Sultan Ali Dinar ile savaştı ve onu şehid etti. 10-20 yıl sonra Darfur da Sudan’a katılmış oldu. Böylelikle Darfur Sultanlığı ortadan kalkmış oldu. Darfur’un Osmanlı Devleti ile olan yakın ilişkilerinden dolayı, İngilizler bu bölgenin gelişmemesi için ellerinden geleni yaptı. Yapılan baskılar sonucu bölge insanı en temel gereksinimlerini dahi karşılayamaz hale geldi. Tekrar söylemek gerekirse, bu baskıların temel sebebi Darfur-Osmanlı yakınlığından kaynaklanmaktaydı. Eğitim noktasında Darfur’daki tüm yetkiler Hıristiyan Misyonerlere verilmişti. Bu konuda çalışma yapmak isteyen müslümanlar engellenmekteydiler. 

Bugünkü Sudan’da İslami hareket nasıl başladı? 

Bildiğiniz gibi bu bölge İngiltere ve Mısır tarafından işgal edilmişti. Bölgenin yönetimini birlikte yürütüyorlardı. İngilizlerin bölgeden ayrılmasıyla Mısır bölgenin kontrolünü eline geçirmeyi düşünüyordu. Ancak istekleri gerçekleşmedi.

1956 yılında Sudan bağımsızlığını kazandı. İngiliz döneminde bastırılan İslami kurumlar tekrar ortaya çıktı. İran İslam Devrimi’nin ardından tüm dünyada olduğu gibi Sudan’da da ciddi bir İslami uyanış başladı. Sudan’daki asıl İslami uyanışın İran devriminin hemen ardından başladığını söyleyebiliriz. Bu uyanış müslümanların sosyal alanda yükselmelerine, itibar ve iktidar sahibi olmalarına giden yolu açmıştı. Müslümanlar tam idareye gelecekleri bir zamanda yapılan baskılarla yeniden aşağı çekildiler.

Ülkedeki sıkıntıların ana sebebi nedir?

Sudan, 2.500.000 km2’lik toprak alanı (bölünmeden önce) ile dünyanın en büyük ülkelerinden biridir. Ülkede yer alan birçok farklı etnik grup kendi bağımsızlıklarını kazanmak için seslerini yükseltmeye başladı. Gösterilerle başlayan bağımsızlık hareketleri, karşılıklı savaş ilanlarına kadar sürdü. Bu bağımsızlık mücadeleleri hala devam etmektedir. Eğer bir çözüm yolu bulunmazsa Sudan’da ikinci bir Yugoslavya vakıası yaşanması imkansız değildir. 

Sudan’ın güneyinde yaşanan sorunun biliyorsunuz. Eskiden güneydeki müslümanların sayısı Hıristiyanlarınkinden çok daha fazlaydı ama zaman ilerledikçe müslümanlar orada azınlık durumuna düştü. Çünkü Hristiyanlar sosyal, kültürel, siyasal ve iktisadi alanlarda Batı ülkelerinden sınırsız bir destek almakta. Güney’de de çoğunlukla Arapça konuşulmakta lakin yüksek sosyal sınıftan olan insanların çoğu İngilizce konuşmakta. Tüm bu saydığımız sebeplerden ötürü Güney şu anda yarı müstakil bir devlet görünümünde. Bildiğiniz gibi 3-4 yıl sonra Güney’de bir referandum olacak ve bu referandumun sonucunda Güney’in Sudan’dan ayrılıp, bağımsız bir devlet olma olasılığı çok yüksek (bu gün Güney Sudan ayrılmış durumda). Böyle bir neticede ortaya çıkabilecek yeni devletin karşılaşacağı en ciddi sorun, bu devletin denize kıyısı olmayışı olacaktır.

Ülke toprakları tarıma elverişli olmasına rağmen ekilmiyor. Bunun nedeni ise ülke halkının genelinin çoban olmasından kaynaklanıyor. Tarımdan anlamadıklarından bu verimli topraklarla ilgilenemiyorlar. Geçmiş dönemde sadece bazı bölgelerde pamuk ekilmekteydi. İslam devrimi gerçekleştirildikten sonra topraklarda başka hangi ürünlerin yetiştirilebileceğini öğrenmek için çeşitli araştırmalar yapıldı. Bu araştırmalarda bölgenin petrol kaynaklarının farkına varıldı. Şu anda Malezyalılar ve Çinliler Sudan petrollerini işlemektedir. 

Dış güçlerin Sudan ile uğraşmasının neden petroldür diyebilir miyiz? 

Evet, lakin o nedenlerden sadece biri. Asıl neden ise Sudan’da yükselen İslam’ın güçlü sesi idiydi. Sudan’da gerçekleşen İslam devriminin ardından komşu ülkelerle ilişkilerimiz gelişti. 9 komşu ülkemiz vardı ve bunların hepsinde İslam’ın etkisi ilişkilerimiz sayesinde gelişmeye başladı. Komşu ülkelerde hem İslam yayılıyor hem de Arapça konuşanların sayısı her geçen gün artıyordu. Hele iktisadi bir gelişme olursa tüm komşu ülkelerin Sudan’dan etkilenmesi kaçınılmaz hale gelecekti. Sudan sahip olduğu tüm bu özelliklerden ve konumlandığı bölgenin stratejik öneminden dolayı Batı tarafından hep baskı altında tutuldu.

Sudan’daki İslam devrimi hedefine ulaştı mı sizce? 

Osmanlı hilafetinin çöküşünün ardından uzun bir dönem tüm dünyada müslümanlar, yeni bir İslam modeli nasıl oluşabilir, kabilinde sorular kendilerine yönelttiler. Sudan’da 89 devriminden sonra tüm bu soruları tecrübe etme imkanı bulduk. İslami bir yönetim sistemi oluşturmaya çalıştık. Fakat birçok ülkede olduğu gibi Sudan’da da ordu İslami bir yönetim istemiyordu. Batının ve bazı müslüman ülkelerin baskısı sonucu Sudan’daki İslami yönetimin sağlıklı bir ilerleyişi olmadı. Baskı uygulayıcılarının istemedikleri bir diğer şey ise şura sistemi idi. İslam devletindeki şura sistemi, toplumun tüm kesimlerinden katılımcılar içermekteydi. Böyle bir sitemin uygulamaya konması askerin istemiş olduğu, tek bir elde toplanan baskıcı yönetim sistemini ortadan kaldıracağından iktidara sahip olan müslümanlar askeri darbeye maruz kaldı. 

Sudan’da çok fazla etnik grup var mı? 

Başta da belirttiğimiz gibi, Sudan birçok farklı kavimden oluşuyor. Bu yetmezmiş gibi Sudan’a komşu ülkelerden, ülkelerini terk etmek zorunda kalan tüm müslümanlar sığınıyor. 70’lerde Eritre ve Etiyopya arasında yaşanan sorunlardan dolayı hem Eritreli hem de Habeşistanlı müslümanlar buraya akın etti. Kongo ve Çad’dan kaçıp gelenler yine Sudan’a sığındı. Sudan muhtelif kavimler içerdiği için de, dışardan gelen mülteci kavimlere kapılarını hep açık tutmuştur. Bunun yanı sıra dünyanın birçok ülkesinde de Sudanlılar yaşamaktadır. Mesela İngiltere’de yaşayan Sudanlı doktorların sayısı Sudan’da yaşayanlardan daha çok. Aynı şekilde yurt dışında yaşayan mühendis, öğretmen ve birçok farklı alanlarda uzmanlaşmış Sudanlıların sayısı, burada yaşayan aynı nitelikteki insanlardan çok daha fazla. 

Sudan’da yaşanan ayrılıkçı mücadelelerin nedeni nedir? 

Sudan’da eskiden bütün halkları birbirine bağlayan bir tasavvuf ekolü vardı. Tasavvuf uzun yıllar birleştirici bir unsur olarak var oldu. Ancak zamanla İslam’ın diri ruhu yerini maddi aleme bıraktı… Bu yeni alem zihin dünyamızdan tüm yaşantımıza sirayet etti. Maddeye verilen değer giderek arttıkça, farklı bölgelerde farklı kabileler arasındaki ilişkiler de sekteye uğramaya başladı. İdareye sahip olanların da maddeye verdikleri önemin artması, diğer kabilelerin, yönetimi ve ekonomiyi elinde bulunduran kesime olan isyanlarını körükledi. Şu anda Sudan’da yaşanan sorunların temel nedeni budur. Ayrıca Arap ülkelerine bir bakın; birçoğu aynı dili konuşmalarına, aynı etnik kökenden gelmelerine ve müslüman olmalarına rağmen şu an tek bir güç değiller ve küçük devletçikler halindeler. Bunun nedeni de maddiyat değil midir? 

Müslümanların aralarına ayrılık tohumları ekmek için ortaya çıkarılan en tehlikeli fitneler, müslümanların sahip oldukları farklı mezhepler üzerinden ortaya atılmaktadır. Bu oyunlar son zamanlarda Şii ve Sünni müslümanların aralarını açmak için oynanmaktadır. 

Tasavvufun birleştirici unsuruna dikkat çektiniz. Bunu biraz daha açar mısınız? 

Tasavvufun 17. ve 18. yüzyılda oynadığı birleştirici öğesini bir inceleyin. Bu sadece Sudan’da değil sizin topraklarınızda ve tüm İslam coğrafyasında da öyleydi. Osmanlı’da birliği Nakşiler ve Kadiriler sağlıyordu. Asya’da yine Çiştişler, Nakşiler ve Kadiriler bunun öncülüğünü yapıyordu. Afrika’da sömürgeciliğe karşı direnen Mehdi ve Senusi hareketindeki ruhda da bu vardı. Lakin son asırdaki İslami hareketler tasavvufa karşı savaş açtı. Bence burada stratejik olarak büyük bir yanlışlık yapıldı. Tasavvuf’taki hurafeler ve yanlış inançlar elbette kabul edilmeyebilirdi lakin ondaki ruhu muhafaza etmeliydik.… 

Son asırdaki İslami hareketlerin sorunu neydi sizce?

Bu hareketlerde, İslami tedeyyün ilk başta bir hamasetle, bir coşkuyla başlıyor. Sosyal hareketlerin tümünde ilk başta hep slogancı bir söylem, hamaset ve tepkisellik vardır. Ancak bu eylemleri yönlendirmesi gereken fikri bir alt yapı mevcut değilse, bunlar kötü sonuçlar doğurabilir. Bizim dinden, sanattan, ekonomiden, siyasetten anlayacak insanlara ihtiyacımız var. Hayatın her alanında etkin olacak müslümanlara ihtiyacımız var. Bu konuya ilişkin olarak Afganistan örneğini verebiliriz. Ruslara karşı mücadele etmiş, cihad coşkusuyla yanan insanlar Rusları kovduktan sonra nasıl hükmedeceklerini, idareyi nasıl yönlendireceklerini bilmiyorlardı. Böyle olunca birbirleriyle mücadele etmeye başladılar ve bir kaos ortamı oluştu. Aynı şey Cezayir’de de vuku buldu. Fransızlara karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesinde bir milyon şehid verdiler ve 1962’de bağımsızlıklarını kazandılar. Fakat idari noktada yeterli olmadıkları için iktidarı kaybettiler. 

Son olarak, Türkiye-Sudan ilişkilerini istenilen noktada buluyor musunuz?

Geçmişte Mehmet Ali Paşa bu konuda olumsuz bir yön ihtiva ediyor. Mehmet Ali Paşa’nın Sudan diyarına getirmiş olduğu ahalinin Türklerden oluşmadığını, Fas taraflarından gelen Araplardan ve bunun dışındaki farklı kavimlerden oluştuğunu biliyoruz. Bu davranışlar Sudan halkının Mehmet Ali Paşa’ya sempatiyle bakmalarını engellemiştir. Son dönemlerde ise Türkiyeli işçi ve iş adamlarının Sudan’a geldiklerini biliyoruz. Özellikle Türkiyeli mühendislerin Sudan’daki varlığından ve Türk şirketlerinin Nil Nehri üzerine inşa ettikleri birkaç köprüden bahsedebiliriz. Sudanlıların içlerindeki Osmanlı sevgisi, bugün ülkenin kapılarının Türk yatırımcılara sonuna kadar açılmasına sebep olmuş durumda. 

Son zamanlarda Sudan hükümeti ile Çin arasında çok yakın ilişkilerin varlığından söz edebiliriz. Özellikle Batılı kurumların Sudan ekonomisinden diskalifiye edilmesi için birçok alanda Çin ile yapılmış olan anlaşmalar mevcut. Türkiye’nin de Sudan’daki yatırımlarını arttırmasından yana olduğumuzu belirtmeliyim. 

İngiliz işgali döneminde Sudan’la Türkiye’nin ciddi ilişkileri yoktu. Fakat Sudan, Osmanlı döneminden süre gelen sevgi ve dostluk duygularını Türkiye’ye karşı da hep hissetmiştir. Ama İngilizler Sudan’ın Türkiye olan meylini hep engellediler. Sudan’da İslam devrimi sürecinde Türkiye ile ilişkiler oldukça donuktu, fakat iki ülkede de yaşanan bazı değişikliklerin ardından, Sudan ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkiler gittikçe ilerlemekte.

 

Yazar: İrfan AYDIN

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort