JoomlaLock.com All4Share.net

UNUTMAK

Unutmak

Unutmak - Veysel Özsalman

Sayı : 115 - Temmuz 2017

 

Unutmak

 

İnsanın diğer varlıklarla arasındaki mesafeyi izah etmeye çalışanlar bu işin esbab-ı mucibesinden bahsederken lafa evvela akıldan başlarlar ve bu gerçekten de bütün mevcudat içerisinde insana ait iftihar edilecek bir hususiyettir. Çünkü düşünme, kavrama, hafıza ve benzeri kabiliyetlerden müteşekkil olan akıl vasıtasıyla insan kendisini olduğu gibi cemiyeti ve tabiatı da nispeten kontrol altında tutma gücüne sahip olur.

Akılını kullanarak icra ettiği hareketler neticesinde kıymet derecesi yükselen insan onun ile dünyada saltanat sürer. Akıl dünyayı kavramanın en kuşatıcı, kuvvetli ve yegâne yolu olmasa da ihtimal odur ki dünyayı tanımak ve tanıtmak isteyenlerin en sık başvurduğu yoldur. Nitekim his, sezgi, aşk yahut daha başka vasıtalarla da kavranması mümkün olan dünyamız en çok aklın merceği altına yatırılmış insanlar mevzularını onunla halletmeye çalışmıştır. 

Akla olan bu teveccüh ve tevessül, onun zahirde eşyanın sabitliğini yakalamadaki fevkalade başarısından kaynaklanır. Diğer taraftan his, sezgi ve aşk gibi vasıtalarla dünyayı kavrayıp tanıtmanın zorluğunun yanında eşyanın donuk tabiatını bayağı ve kestirme bir yoldan anlatabilmenin cazibesi de bu durumda etkili olmuştur.

Eşyayı ve hadiseleri anlamada basit ve kullanışlı mahiyetiyle ön plana çıkan akıl, diğer idrak yollarından daha revaçta olduğu halde yine de birçok bakımdan eksiktir. Hakikatin izahında sınırlı bir rol oynayan ve nihayetinde “en büyük marifeti kendi acizliğini anlamak” olan aklın handikaplarından birisi de unutmaktır.

Muhafaza kabiliyeti zaman ve hacim ölçüsüyle hesap edilemeyen aklın mahiyetindeki bu genişlik, insan için büyük bir nimet olduğu gibi bazen de içerisinde kaybolduğu dipsiz bir kuyudur. Sakladığı malumatın bir anda buharlaşması, bulunamaması ve bazen lazım olduğu halde hatırlanamaması işleri zora sokabilmektedir.

Unutmanın sebepleriyle ilgili birçok husus sıralanabilir. Bunların bir kısmı psikolojik olduğu gibi bir kısmı da fizyolojik mahiyettedir. Ama temelde gözden kaçırılmaması gereken husus unutmanın fıtri bir mesele olduğudur. “İnsanların ilki, unutanların da ilkidir” sözü unutmanın bize Hz. Âdem’den (as) miras olduğunu hatırlatmaktadır. “Andolsun biz, önceden Âdem’e (o ağaçtan yememesini) tavsiye etmiştik. O, (bizim tavsiyemizi) unuttu. Biz onda bir azim (ve sebat) görmedik.” (Taha 115) ayeti kerimesi de bu manaya yorulmuştur.

İnsanlar fıtrattan gelen ve kurtulmanın imkânsız olduğu unutkanlığın menfi etkilerini hiç değilse azaltmak için tarih boyunca arayış içerisinde olmuşlardır. “Öğrenirken nasıl öğrenelim? Öğrendikten sonra ne yapalım? Ne yiyip içelim ki hafızamız daha kuvvetli olsun?” gibi çeşitli sorulara cevap arayarak unutkanlığı dizginlemeye çalışmışlardır. 

Bizim ecda- dımız da Peygamber Efendimiz’den (sav) intikal eden hadisler ve O’nun sünneti seniyyesi rehberliğinde hafızanın kuvvetlenip unutkanlığın azalması hakkında tavsiyelerde bulunmuşlardır. Mese- la kabak ve bal gibi gıdaların tüketilmesi, hacamat yaptırılması, faydasız ve boş işlerle uğraşmayıp bunların zihne sokulmaması gi- bi hususların altını çizmişlerdir. 

Meydana getirdiği menfi durumlar neticesinde ne kadar hayatın dışına çıkarılmak istenilse de unutmanın farklı bir açıdan şifa olduğu da gerçektir. İnsanın başına gelen bütün üzücü olayları, kayıpları, yaşadığı felaketleri, şahsi ve içtimai bunalımları unutmadan hayatını devam ettirmesi mümkün değildir. Eğer yaşadığımız hiçbir hadise hafızamızdan silinmeseydi ve biz bütün kötü hatıralarımızla her an yüz yüze gelseydik bu, yaşanması imkânsız bir hayat olurdu.

Günlük hayatın unutulması gerekenleri ve asla hatırdan çıkartılmaması gereken meseleleri genellikle onlardan elde edeceğimiz fayda ile doğru orantılıdır. İç dünyamızda asayişi sağlayıp huzuru bulmak adına menfi hadiseleri siler, müspet hadiselerin altını çizeriz. Bu mevzular dünyalık olduğu sürece telafi edilebilir, meydana getirdiği hasar tamir edilebilirdir. Peki unutmak ve hatırlamak şeklinde meseleler arsında gidip gelen ve bu sebeple adı “nisyan” ile kardeş olan insanın hiç aklından çıkarmaması gereken, bu husustaki unutkanlığı telafi edilemez bir mevzusu yok mudur?

İnsanın gece başını yastığa koyduğunda, sabah gözlerini açtığında ve bu ikisi arasında geçen sürenin neredeyse tamamında hatta ve hatta uyuduğunda rüyasına dahi şekil verecek kadar üstüne düştüğü, düşündüğü meseleleri yok mudur? Alacaklı alacağını, vicdan sahibi kabahatini, esnaf kârını, delikanlı sevdiğini ne kadar hatırından çıkarabilir? Peki istesek de aklımızdan çıkaramadığımız ve unutmamamız gereken bunca şey varken nasıl bir tavır takınmamız gerekir?

Elbette ki unutulmaması gerekenler içerisinde en mühim olan Allah’tır (cc). “Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” (Hadîd 4) ayeti kerimesi O’nu hatırdan çıkarmanın mümkün olmadığını ortaya koysa da, insan bir şekilde imkansızı başarabilmektedir. İşte tasavvuf tam da bu noktada devreye girerek Cenabı Mevla ile olan sürekli birlikteliğin şuuruna varabilmesi için insanı eğitmeye çalışmaktadır.

Tasavvufun Allah’ı “görüyormuşçasına” yaşayıp ibadet etmeye ve Mevla’yı bir an olsun hatırdan çıkarmadan hayatı devam ettirmeye teşvik ederken kullandığı usul, zikrin her türlüsüne sıkıca sarılmaktır. Bu manada zikir “Allah’ı hatırlamak için değil, hiç unutmamak içindir.” buyrulmuştur. 

Her ne kadar zikrin kelime olarak denk düştüğü mana “hatırlamak” olsa da tasavvufun bahsettiği zikir, belirli bir zaman dilimine yahut bazı sözcüklere sıkışıp kalmanın ötesinde her daim Mevla ile birlikte olunduğunun unutulmaması için bir çabadır.

Allah’ı unutmaktan kasıt O’nun emir ve yasaklarını göz ardı etmek, hayata hâkim kılmamaktır. Tasavvuf zikir vasıtasıyla bir yandan bu problemi ortadan kaldırmak istediği gibi diğer yandan da insanı Mevla ile olan sürekli birlikteliğinin farkına vardırmaya çalışmaktadır.

 

Yazar: Veysel Özsalman

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort