JoomlaLock.com All4Share.net

VUSLAT HASRET VE AŞK İLE YANAN GÖNÜLDE OLUR

Kâinâtın özü olan hazreti insan, hayatının her anını bilinçli yaşamalıdır. Hiçbir an boş ve anlamsız değildir. Her aldığı nefeste, attığı her adımda bir mana vardır. Bunun idrakinde olmak kulluğun gereğidir. Ancak böyle bir duyarlılık insana kemalatını hissettirir. Aksine olan bitenden bihaber, kalbiyle irtibatını kapalı tutan, kendinden gafil olan insan ise, her şeyden uzak sadece zahiri sebeplerle çevresinde olup biteni tasavvur etmeye çalışır. İçerisinde yaşadığı eşyanın manasını elinin değdiği, gözünün gördüğü kadarıyla anlar. Olan biteni bundan ibaret bilir. Halbuki büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) ifade ettiği gibi: “Öz, ilahi iradedir.” Her şeyin hakikatine, aslına varmakla ulaşılır. İşte yaşadığımız zahiri her şeyin asliyetini anlamak niyeti içinde olmak ve böyle davranmak mümin bir kula ait davranıştır. Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) sohbetlerinde buyurduğu üzere: “İnsanın piyangosu, Rabbi’nin kişiyi görmek istediği yeri yakalamasıdır.”  Bunu anlamak ancak her anı Hak İle geçen insanı kamilin gönlünde olmak ile mümkündür. Onlarla yapacağımız istişarelerin neticesinde anlaşılır. Beraberlik mekan beraberliği değildir. Yanı başında olup çok uzaklarda olmak ne acıdır. Bir de çok uzak mesafeler içerisinde bir an dahi ondan ayrı gayrı olmamak vardır ki asıl olması istenen budur. Çok kıymetli hazinemiz olan “Rabıta” hasret ateşinin ızdırabını dindirir, gönüllere muhabbetin, aşkın hazzını verir. O’nunla olmanın istenen ilk adımıdır rabıta.

Rabbimiz bir hadisi kutside “Bana bir adım gelin, size on adım geleyim, Bana yürüyerek gelin, size koşarak geleyim.” müjdesini buyuruyor. Rabbimiz’e atacağımız en büyük adımın adı “Rabıtadır.” Rabıta kendi nefsimizden kaçıp Allah’a (cc) firar etmenin en ilk adımıdır. Rabbimiz’le vuslat etme isteğinin eylemidir rabıta. İnsanın kendisini fark edip, benliğinden Hakk’a sığınmasıdır. Hakk’ı nefsine tercih etmesidir. Alah’ın (cc) en büyük ayeti olan insanı tanıma, anlama gayretidir. İnsandaki ilahi sırrı keşfetmedir. İnsanı Rabbi’ne götüren yolun yolcusu olabilmektir. Tüm nebatatı ve mahlukatı olgunlaştıran güneş ne ise kalpleri vuslata yaklaştıran, insanın gönlünü ve ruhunu olgunlaştıran gönül güneşine dönmektir rabıta. Her şey sağlam bir niyet ile başlar. Ameller Rabbimiz indinde niyetlerimizden ibarettir. Niyetimiz ne ise onun karşılığını görürüz. Asıl gayemiz O’nun bizi görmek istediği yeri anlayarak orayı zahiri ve batıni yerimiz bilmek olmalıdır.

Rabbimiz, fıtratımızın doğal sonucu olarak insan zihninin ve gönlünün arayışı neticesinde kendisine kavuşma özlemi çeken kullarına kendisini takdim etmesi ve tanıtması, kullarını Rabbi’ne, Rabbi’ni de kullarına sevdirmesi için, sonsuz mutluluğun anahtarını kullarına Allah adına sunması için, O’nun (cc) emir ve yasaklarını bildirmek onların Kendisine nasıl kulluk edeceklerini, birbirlerine karşı nasıl davranacaklarını göstermek, istenilenleri hakkıyla yerine getirenlerin sonsuz cennet hayatıyla, karşılık göreceklerini duyurmak maksadıyla, insanların yine kendi içlerinden, seçkin bazı kullarını, onlara örnek bir öğretmen, birer yol gösterici ve rehber olarak seçmiştir. “Ey Peygamber! Biz, seni insanlara şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle yoluna davet eden bir peygamber ve aydınlık saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab, 33/44-46) Ayeti celilesinde buyrulduğu üzere  bunlar ilk peygamber Adem (as) ile ümmeti olma şerefine nail olmak ile ne kadar şükretsek az kalacak son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz arasında gelmiş tüm peygamber efendilerimizdir. Daha sonrada bunu takip eden o yolda onlara varis olmuş, irşad vazifesiyle hayatını ümmeti Muhammed’e adamış Hak dostu, Hz. Resûl (sav) aşığı insanı kamil, ehlullah hazeretı, mürşidlerdir. İnsan ancak seçilmiş bir insanın gönlünde Hakk’ı bulur. Bu Rabbimiz’in emir buyurduğu, Nebevi irşad yöntemidir. Başka yöntemler ile insanın dışında bir yol ile Rabbimiz’e vuslat çok tehlikeli ve çıkmaz sokaklarla dolu, şeytan tarafından mayınlanmış, tuzaklı uzun yollardır.

“Daha önce sana anlattığımız peygamberlere ve sana anlatmadığımız peygamberlere de (vahyetmiştik) ve Allah Musa ile de konuşmuştu. (Bütün bu peygamberleri) müjdeleyici ve uyarıcı resuller olarak (gönderdik) ki, peygamberler geldikten sonra insanların Allah’a karşı bahaneleri kalmasın. Allah üstündür her şeyi yerli yerince yapandır.” (Nisa,4/164–165)

Peygamberlerin ve Efendimiz Resûl-i Ekrem’in  (sav) sünneti olan hicret dine hizmettir. Dışa açılımdır. Dışa açılırken çekirdek kadronun olgunlaşması, sağlam ve dimdik ayakta kalabilmesi için sırtındaki dünya kamburunu terk edip, terki terk edip her şeyiyle hizmete yönelmesidir. Belki de balığın suyu araması misalinde olduğu gibi, sudan bir an ayrı gayrı olmadığımızı fark edebilme fırsatıdıdr.

Hicret Rabbimiz’in pek çok peygamber efendilerimize (as) ve ümmetlerine emir buyurduğu, terbiye ve eğitim usulüdür. Hicretin daha iyi anlaşılması için Peygamber Efendimiz’in (sav) hicret öncesi yaptığı duayı burada dikkatinize sunmak istiyorum: “Hiçbir şey değilken Beni yaratan Allah’a hamd olsun. Allah’ım! Dünyanın zorluklarına, zamanın felaketlerine ve gecelerle gündüzlerin musibetlerine karşı Bana yardım et. Allah’ım! Bu yolculuğumda Benimle beraber ol. Arkada kalan ailemi kolla. Rızkımı bereketli kıl, Beni kendine itaatkar et. İyi ahlak üzerinde Beni güçlü kıl. Beni kendine sevdir, Beni insanların eline bırakma. Sen güçsüzlerin Rabbi’sin. Benim Rabbim’sin. Göklerle yeri nurlandırıp, karanlıkları aydınlatan, öncekilerle sonrakilerin, herkesin işini düzene sokan şerefli varlığına sığınıyorum ki öfke ve kızgınlığın üzerime inmesin. Nimetlerinin yok olmasından gazabının ansızın gelmesinden, verdiğin afiyetin kaybolasından sana sığınıyorum. Şikayetim Sanadır. Yapabileceklerimin en hayırlısı Bendedir. Beni kötülüklerden alıkoyacak güç ve iyilikleri yapmayı sağlayacak kuvvet, ancak sendedir.” (AMİN!)

Hicret’te Peygamber Efendimiz’in irade sahibi ve sabırlı olma, Allah’a sonsuz güven duyma, ümitsizliğe kapılmama, sükûneti muhafaza, hoşgörü, bağışlama ve cesaret gibi vasıflardan her biri için davranış örnekleri bulunmaktadır. Bunlar her Müslüman için birer düsturdur. Sıkıntılara göğüs germe, fedakârlık, İslam uğruna canını ve malını ortaya koyma, dünyevi ilişkileri ve menfaatleri bir tarafa bırakarak Kardeşliği ve Allah’ın rızasını düşünme, verilen sözde durma ve dostluk örneklerinden tabloları hem sahabilerin ve hem de Resûl-i Ekrem’in (sav) hicretinde görmek mümkündür. Ayrıca bir diğer açıdan değinecek olursak hicret, Müslümanların tarihe bakışını etkilemiştir. Hicretin öneminden dolayı Hz. Ömer zamanında (17/638) yani hicret senesi takvim başı olarak kabul edilmiştir.

Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin (ks) sohbetlerinde pek çok defa nasihat ettikleri üzere: “Birikinti su pislik tutar.” Temiz kalabilmek için akmak gerek. Zamanında belki de kadrini bilemediğimiz içerisinde bulunduğumuz nice güzelliklerin idraki artık daha net olacaktır. Hasret, muhabbet, özlem insanı olgunlaştıran, pişiren, sağlamlaştıran çok önemli ve gerekli vesilelerdir. Her birimiz için aranan sağlam ve güvenilir arkadaşlıklar, komşuluk ilişkileri, mekansal yakınlık belki hicret ile bazıları tarafından yeni başlarken, unutmayalım ki çok arkadaşlarımız bunların hasreti ve özlemi içinde bu günlere geldi. Şimdi belki onlar bizim yitirdiklerimize kavuştu bize düşen en büyük görev bir gönülde uzağı yakın etmek, hasreti, muhabbeti ve aşkı ilahi vuslat için sermaye bilip kabul etmek. Bu uğurda birbirimize sımsıkı sarılmak. Halimizle büyüğümüzü bizden memnun ve razı edebilmektir.

Sonuç olarak, geçmişten bugüne kadar, Hz. Adem’den (as) günümüze devam ede gelen hak, batıl mücadelesinin güzide insanları, her ne zaman doğup büyüdüğü çevrede hor görülüp baskı ve yıldırma çabalarıyla psikolojik ve sosyal yönden daraldıklarında veya emroldukları nebevi emanetin ulaştırılabileceği yeni ufuklara açılma ihtiyacı duyduklarında ya da imanın kök salacağı başka gönüllere ulaşabilmek uğruna yollara dökülmüş, hicret gibi kudsi bir eğitim ve terbiye metoduna başvurmuşlardır. Böylesine zorlu ve meşakkatli bir yola koyulabilmek her şeyden önce insanın gönül dünyasını tezkiye etmesine, Rabb’iyle irtibatını muhkem kılmasına ve kendisini yeniden inşâ etmesine bağlıdır. Zira gerçek muhacir, Resûl-i Ekrem’in (sav) de ifadesiyle, “Muhacir Allah’ın (cc) yasakladığı, haram kıldığı şeylerden uzak duran kimsedir.” Dolayısıyla hicret, önce niyet safhasında sağlam bir temele oturtularak gerçekleştirilmelidir. Hicret için onca zorluğu göze alan kimse, bütün bu fedakârlıkları dünyevî hiçbir beklentiye girmeden, sırf Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yaptığının şuurunda olmalıdır. Nihai merhalede, Allah ve Resûlü’nün (sav) fermanı gereğince dininin gereklerine göre yaşamak ve dinine hizmet etmek gayesiyle böyle mukaddes bir yola koyulanlara Yüce Rabbimiz (cc) ilâhî lütuflarını sağanak sağanak yağdıracağını müjdelemiştir. Allah  (cc) inanmış gönüllere bu şerefli amaca hizmet edecek ameller yapmayı tüm ihvanımıza, tüm ümmeti Muhammed’e nasip etsin (Amin!)

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort