JoomlaLock.com All4Share.net

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP

Eskiden orduda görevli subayları alaylı ve mektepli diye ikiye ayırırlarmış. Bir kısmı adından da anlaşılacağı üzere mekteplerde yetişmiş, her türlü bilgi ve beceriyi bu tedris sırasında elde etmeye gayret etmişken; alaylılar diye tabir olunan diğerleri ise mektep yüzü görmemiş olmalarına rağmen tabiri caizse sahada yetişerek askerlikle ilgili her şeyi bizatihi hadiselerin içinde öğrenmiş, kendilerine lazım olan her türlü bilgi, beceri ve tecrübeyi yanında yetiştiği üstlerinden elde edip yetkinliklerini kanıtlamış kimselerdir.

Bu tasnifi hayatın her alanına uygulayabilmek mümkündür herhalde. İnsanın bu dünyaya, gurbet hayatına gönderilmesinden murad; Cenâbı Hakk’ın tensib buyurduğu sınırlar içerisinde kulluk vazifelerini muhabbet ve marifetle yerine getirerek O’nun (Azze ve Celle) rızasına ve likasına erişmesidir. İşte marifet elde edilirken de bu iki yoldan herhangi bir tanesi yahut ikisi birden tercih edilebilir. Tabi bu evvelemirde takdir edilen nasible alakalıdır fakat insanoğlunun gayreti, meşrebi ve mesleği de bu hususta etkin sebeplerdendir.

Adına marifet, elde edenlere de ârif denilen ve sahip olanı kelimenin tam anlamıyla “erdirecek” olan bu hakiki, faideli ilmi elde etmekle alakalı olarak Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); “İlim iki yolla öğrenilir: Ya bir âlimin rahle-i tedrisinde yahut bir insanı kâmilin sohbetinde.” buyurmuşlardır. Ancak her ikisini de kendisinde cem ederek hem kesbi hem de vehbi iltifata mazhar olmuş bahtiyarlar için de diğer bir ifadelerinde; “Nakşibendî yolunun sair tarikatlere nazaran daha makbul oluşunun en büyük nedeni ekser meşayıhının ulemadan olmasından ileri gelir.” buyurarak hem dini ve fenni ilimleri hem de manevi güzellikleri elde ederek zü’lcenâ-heyn olmanın önemine işaret etmişlerdir.
Asıl konumuza gelmeden önce yapmış olduğumuz bu geniş izahın elbette bir açıklaması var. Bugün insanlar meselenin mana cephesini adeta kapatırcasına her tanıştığına, üstelik biraz da ukalaca bir tavırla hemen ilmi yetkinliğini sormakta ve kendisini tatmin edici(!) bir cevap alamazsa sizi muhatap bile kabul etmemekte maalesef. Hâlbuki Cenâbı Hak insanlara ne kadar çok şey bilip bilmediklerini sormayacak lakin az ya da çok bildikleri ile âmil olup olmadığının cevabını her kulundan isteyecektir.

Hem Üstad Bediüzzaman Hazretleri hem de birçok talebesi -eski tabirle- “nasara-yensuru” okumak olarak özetlenen medrese eğitiminde bulunmayıp ilahiyat fakültelerinde okumasalar da “Siz bildiklerinizle amel ederseniz bilmediklerinizi Allah size öğretir.” hadisi Nebevisi fehvasınca öğrendikleri her şeyle güçleri nisbetinde amele gayret etmişler. Zaten Cenâbı Allah da hayatını bu minval üzere devam ettirebilenleri her iki cihan saadetiyle müjdelemiştir.

İşte bu kutlu ve mutlu insanlardan olduğuna inandığımız ve Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) işaretleriyle sayfamızda yer verdiğimiz ulvi şahsiyetlerden bir tanesi de Zübeyir Gündüzalp ağabeydir. Kendilerinin hayatına şöyle bir göz atan herkes “ağabey” tabirinin ona ne kadar yakıştığına ve onu ne denli tarif edici olduğuna kanidir herhalde. Çünkü birçoklarına nazaran Bediüzzaman Hazretleri’ni daha önce tanıyarak sohbetlerinde bulunmuş ve bu şerefin gereğini hem yaşantısıyla hem de hizmetiyle ispat etmiştir. Üstelik sadece bununla yetinmemiş, ahzettiği bütün kıymetleri, gerek Üstad Hazretleri’nin sağlığında gerekse ondan sonraki on bir yılda “Eddînü nasîha-Din nasihattir.” hadisi şerifi mucibince diğer kardeşleriyle sohbetleşip paylaşma gayretinde olmuşlardır.

Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Konya’nın Ermenek kazasında 1920 yılında dünyaya gelmiştir.  Asıl adı Zeyver’dir. Zübeyir ismi kendisine Bediüzzaman Hazretleri tarafından verilmiştir. Zeyver ismi baba tarafından ailesinin lakabı olan Zeyvergil ismine matuf olarak konulmuştur. İlkokulu bitirdikten sonra 1933 yılında postanede çalışmaya başlamıştır. Birkaç sene çalıştıktan sonra kendisinin çalışmasını gören bir müfettiş tarafından meslekte daha da yükselebilmesi için okula devamı konusunda teşvik edilmiş. Ancak bulunduğu ilçede ortaokul olmadığından Silifke’ye gitmiş ve diplomasını orada almıştır.

1939 yılında ortaokul mezunu olarak girdiği imtihanı kazanarak Konya Postanesi’nde memur olarak çalışmaya başlamıştır. 1941-1943 yılları arasında Balıkesir’in Susurluk ilçesinde askerlik vazifesini yerine getirdikten sonra tekrar işine dönmüştür. Yirmi dört yaşında bir delikanlı iken Konya’lı bir esnaf sayesinde “Risâle-i Nûr”larla tanışır ve bu tanışma hayatında bir milad oluverir.

Risâleleri tanıdıktan sonra Üstad Hazretleri ile görüşmeyi çok arzular ve ilk ziyaretini 1946 yılında Emirdağ’a giderek gerçekleştirir. Yaklaşık iki senedir eserlerine muttali olduğu bu büyük âlimin karşısında çok heyecanlanır. Huzurunda titremekten ve ağlamaktan kendisini alamaz. Bediüzzaman Hazretleri ile olan bu görüşmeden o derece etkilenir ki ayrılık vakti geldiğinde bir türlü gitmek istemez. Hatta memuriyeti bırakıp kalmak istediğini ve hizmet etme arzusunu bildirir. Bediüzzaman Hazretleri ise; “Vazifene devam et, Konya'da daha çok hizmet edersin. İnşaallah, seni ileride yanıma alırım.” buyurur. İsminin değişmesi hadisesi de bu ziyarette olur.

Bu tarihten itibaren zahiri memurluğunun yanında artık manevi bir memurluğu da bulunan Zübeyir Ağabey, artık bu iki görevini beraber sürdürmüş. Etrafındaki insanlara öğrendiği hakikatleri anlatmaya gayret etmiş ve çevresinde adeta nurdan haleler oluşturmuştur.

İlk kez 1948 yılında tutuklanmış ve Üstad Hazretleri ile beraber Afyon Cezaevi’nde kalmış. Bu zor günler, kendisi ile Üstad’ı arasındaki muhabbeti ve ilişkiyi o derece kuvvetlendirmiş ki, yanlışlıkla salıverilmesine memuriyetini, ailesini belki de geleceğini hiçe sayarak itiraz etmiş ve tekrar dostlarının yanına dönmüştür.

1949 yılında tahliyesiyle beraber görevine iade edilir ve Islahiye’ye (Gaziantep) gönderilir. Bir yıl sonra kendi isteğiyle Urfa’ya tayin olur.  Burada da bir buçuk yıl kalır, ancak yine tutuklanır. Dört ayı geçkin bu süreden sonra 1960 yılına, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin vefatına kadar kendilerine hizmet eder.

Hayatındaki en değerli insanın dünyasını değişmesinden sonra İstanbul’a yerleşmiş, Süleymaniye’deki evinde, gelen kardeşlerinin her türlü sıkıntısına çözüm için elinden geleni yapmıştır. Özellikle Üstad Hazretleri’nin vefatını müteakip üstlendiği birleştirici misyonu sayesinde nur camiasının hemen her kesiminin gönlüne taht kurmayı başarabilmiştir.

Hayatı ile ilgili pek çok kitap kaleme alınan Gündüzalp'in kendi notlarından derlenen Gençliğin El Kitabı, Altın Prensipler, Güzel Gören Güzel Düşünür, Nur Bahçesinden Çiçekler, Yolumuzu Aydınlatan Işık ve Nefis Muhasebesi adlı eserleri yayınlanmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri’nin; “Hayatım hayatınla devam edecek!” ve “Ben Zübeyir'i terbiye ettim.” diye taltif buyurdukları Zübeyir Gündüzalp Ağabey 2 Nisan Cuma günü İstanbul'da vefat etti. Nâşını 4 Nisan 1971 Pazar günü Osman Demirci Hocaefendi yıkadı ve Fatih Camii'nde yine Osman Hoca’nın kıldırdığı cenaze namazından sonra Eyyüb Sultan Kabristanı’na defnedildi.

*Bu ayki yazımızın hazırlığında; zubeyirgunduzalp.net, tr.wikipedia.org, risaleforum.net, forumrisale.net adlı internet sitelerinden istifade etmiş bulunuyoruz. Rabbim bütün emeği geçenlerden razı olsun.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 OCAK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort