JoomlaLock.com All4Share.net

AKL-I SELİMİN KALBE HAKİM OLMASI İÇİN ON DOKUZ DÜSTURA RİAYET ŞARTTIR

 akl i selim

Akl-ı Selimin Kalbe Hakim Olması İçin On Dokuz Düstura Riayet Şarttır - Mücahit Omurtay

Sayı : 101 - Mayıs 2016

 

Akl-ı Selimin Kalbe Hakim Olması İçin On Dokuz Düstura Riayet Şarttır

 

“O günde (kıyamette) ne mal ne de evlat faide verir. Meğer ki Allah‘a tamamen selametli bir kalble gelenler ola.” (Şuara 88-89) Ayeti kerimeden anladığımız kadarı ile faydalı olabilecek şey ancak Kalbi selim ve aklı müstakimdir. Bu ikisi dünyada kimde varsa kendisi saadeti ebediyeye kavuşmuştur. Demek bunlarsız maharet hiç ender hiçtir.

Selametli kalp şek, şüphe ve şirkten pak, bidatlardan ari, Peygamber tarafından tesbit edilmiş olan hüküm ve sünnetle mutmain mümin kalbidir.

Böyle bir kalbin içindeki akıl selimdir, selametlidir. Bu dünya hayatında insan bal arısı gibi alim olsa, örümcek gibi zarif sanatkar olsa, hatta karınca kadar maharetli olsa da ahirete nazaran bu maharetlerin hepsi boşa çıkar. Onun için bunun tahsili farzdır.

Aslında bu akıl kamildir, terbiyeye muhtaç değildir, on dokuz istek ve arzusu vardır.Arzularını yerine getirmese nefse mahkum olur, nefs vehmi kuvveti ile onu yanıltır, ya korktuğu kimseye taptırır ya da sevdiği kimseye. Ama zorluğa katlanarak bir insan aklına nefsine aşağıdaki beyan edeceğimiz ondokuz düsturla galip kılarsa, aklı beden şehrine hakim olur, nefs de gafletden uyanır ,akla itaat eder, cidden Allah’a kavuşur. Allah ona basiret, firaset, keşf verir. Haliyle ruh huzura kavuşur. Bu çalışmak ölüm gibidir. Bu ölümü tercih eden bir zatın kalbi, aklı ve nefsi ölmeden evvel uyanır, saadete kavuşur. Aksi takdirde uykuda kalır, gaflette kalır ve dalar, tabii ölümle uyanır. Amma bu uyanış faide vermez maazallah. Mesela kafirin ölüm anında imanı fayda vermez. Nitekim hukema şöyle buyurmuştur; “İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.” Bazıları bu hadistir, bazıları da Hz. Ali’nin sözüdür demiştir. Her ne ise mevzuu bahsimiz aklın isteği olan düsturlardır.

Birinci Düstur Bir Tek Olan Allah’a İman Etmektir

“Ey iman edenler! Allahu Teala’ya ve O’nun Rasulü’ne cidden iman ediniz.” (Nisa 136) buyrulmuştur. Bu ayeti kerimede ilmen ve amelen cidden sebat üzere ciddi iman etmek ve imanda devam etmek aklın birinci arzu ve isteğidir. Aynı zamanda Allahu Teala’nın akla göstermiş olduğu birinci düsturdur. Yani; Ey zahirde iman edenler! ayetlerin bir kısmını isbat diğer bir kısmını inkar etmeyin. Hatta sizi şüphelere düşürecek umum sebeblerden sakının. İmanda yakininizi çoğaltın, namazla da yakininizi takviye edin.

Burada ayeti celilenin emrettiği imanın üç mertebesi vardır. Özeti şöyledir:

Birinci mertebe avamın imanıdır. Bu mertebede gayba iman eder, “Amentünün manasını öğrenir. Cibril hadisinde beyan olduğu üzere Allahu Teala’nın varlığı ve birliğine, meleklere, kitablara ve Allah’ın göndermiş olduğu tüm peygamberlere, ölümden sonra dirilmeye, cennet ve cehennemin varlığına, hayrın ve şerrin Allahu Teala’nın takdiri olduğuna inanmaktır.” diye inamaktır. Buna gaybi iman denir.

İkinci mertebe, imanın altı rükunları ile alakalı bir çok delilleri toplamak mertebesidir. Buna da istidlali iman denilir. Bu orta mesabedir.

Üçüncü mertebesi, imanı şuhudi, zevki, tahkiki mertebesidir. Bu mertebede insan kelime-i tevhidin icabı olan ibadeti yerine getirmiş, zikirle kalbini temizlemiş, güzel ahlakla ahlaklanmış, yüksek bir mertebedir. Birinci ve ikincide her ne kadar kalb iman ederse de arasıra nefs saldırır, inkar eder.

Bir tarafdan mümin olduğu için Allahu Teala’nın emirlerini yerine getirirse de diğer taraftan bazı ufak tefek yasakları irtikab eder yahut emirleri terkeder. Bu mertebede müminler kalblerini küfürden, nifak ve riyadan temizlemişlerdir. Bununla birlikte nefs arasıra küfranı nimet ederek günah işletir ki bunların hali şu ayeti kerimede beyan olunmuştur:

“Diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi bir ameli, kötü bir amele karıştırmışlardır. Olur ki Allah onların tevbelerini kabul eder. Çünkü şüphesiz Allah yarlıgayıcadır, çok esirgeyicidir.” buyrulmuştur. Asrı saadette birçok sahabi, günahların iç huzursuzluğundan kendilerini direğe bağlayıp aflarını dilemişlerdir. Bunlar da az idiler. Şimdi ise insanların çoğunu bunlar teşkil eden bu kabil müminler, tevbeyi de terk ederler. Yani asrı saadette günahkarlar pek az idiler şimdi ise çoktur. Ama Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez.

Üçüncü kısım böyle değildir. Bilakis ibadet ve güzel amel sayesinde kalbleri gibi nefsleri de iman etmiştir. Hatta böyle müminler ibadet ve güzel ahlakın semeresini, hatta zikrin hakikatini kendi vücut ve bedeninde görmüştür. Şimdiki zamanımızda bunlar çok azdır. Asrı saadette ise tebei tabiin zamanına kadar mü’minlerin kısmı azamisi de böyleydi. 

“Mü’minler ancak onlardır ki, Allah’ın ismi anıldığı zaman yürekleri titrer, karşılarında (ibadet, güzel ahlak veya ahkam) ayetleri okununca imanını artırır. Onlar ancak Rabb’lerine güvenip dayanırlar.” (Enfal 2) mealindeki ayeti kerimede böylece iman sahibleri övülmüşlerdir. Zamanımızda böyleleri kibriti ahmerden daha enderdir.

İkinci Düstur Bir Tek Allah’a İbadet Etmektir

Akıl, nefs gibi mülevves olmadığından bütün şirkleri bırakıp kemali samimiyetle Allah’a teslim olmak ister, ona tapmak ister. Allah da onun bu isteğini emretmiştir.

“Ey insanlar! Sizi de sizden öncekileride yaratan Rabbinize ibadet edin, ta ki takva sahibi olasınız.” (Bakara 21 ) mealindeki ayeti kerimede aklın ikinci düsturu beyan olunmuştur. Takvadan başkası ile ne kadar zikir ve fikir olsada kalp cilalanmaz. Takva sahibi olabilmenin şartı da bir tek olan Allah Teala’ya ibadet etmektir.

Takva, Allahu Teala’nın emr etmiş olduğu emrlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır. Binaenaleyh bir kimse Allah‘ın emrlerini terk ederse fasık, yasaklarını işlerse asi, inkar ederse kafirdir. İnanır gibi görünürse münafık, tenhada düşvar, zahirde mülayim görünürse müraidir, yani gösteriş yapar. Demek oluyor ki ibadet, Allah’ın azabından korkmak ve O’ndan sakınmak emrlerini yerine getirmek ve sevabını O’ndan ummaktan ibarettir.

Bunun için tamamen şirk, fısk ve isyandan arınmak şarttır. Diyebiliriz ki dini çalışmalar bunsuz faide vermez. İman taati, ihlası, zikiri ve bütün ibadeti kuşatır. İbadetsiz mümin bir kalb, bakır kaplarına benzer; bakır kaplar zaman zaman paslandığı gibi, kalblerde muhayyele ve hissi müşterekenin işledikleri veya işlettikleri günahlardan dolayı paslanır. Nitekim bir hadisi şerifte:

“Şüphesiz demir kalblerin paslandığı gibi kalblerde paslanır.” buyrulması üzeine ashabdan bazıları: “Cilası nedir ya Rasulallah?“ diye sormuşlar, bunun üzerine:

“Kur’an’ı tilavet etmek, çokca Allahu Teala’nın ismini zikretmek ve çokca ölümü hatırlamaktır.” diye buyurmuştur.

Nitekim hukema da: “İnsandan en üstünü o dur ki kalbinden şehveti çıkarır. Zira şehvetini öldüren, şeref ve haysiyetini diriltmiştir.” demişlerdir. Burada şehvetten maksat her menfaati kendi nefsine tahsis etmektir.

Bir hadisi şerifte: “Ara sıra kalbinize istirahat verin.” buyrulmuştur. Yani helal ve faydalı şeylerle oyalanın ki ibadetin meşakkati size galebe çalmasın. Ne güzel bir hüküm.

Üçünçü Düstur Hissi Melekiyi Fiile Geçirmek ve Şerlileri Terk Etmektir

Bu düstur çokca mühimdir. Bu düstur imanın ve ibadetin şartıdır. İnsan içinde iki his vardır. Biri meleki diğeri şeytanidir. Meleki his hayrılarla, şeytani his de şerlilerle fiile geçer. Akıl ister ki, hayrlılarla beraber olsun ve şerlilerden uzak kalsın. Nefs ise bunun tam zıddını ister. Bunun için Allahu Teala bu hususta akla yol göstermek için şu hükmü beyan etmiştir:

“Ey iman edenler kendi (din kardeş)lerinizden başkasını (dost ve) sırdaş edinmeyin. (Çünkü) onlar size şer ve fesadı yapmakta hiç kusur etmezler. Size sıkıntı arzu ederler. Hakikaten onların (kin ve) buğzları ağızlarından taşıp meydana vurmuştur. Göğüslerinde saklamakta oldukları ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz.” (Ali İmran 118)

İki insanın birleşmesinde üç şart vardır. Din birliği, ibadet birliği, ahlak birliği. Binaenaleyh aklımızı hayra yöneltmek ve hayrlı istek ve arzumuzu fiile geçirmek için onunla dost ve sırdaş olaçağımız kimse de, tecrübe, sadakat, izhar gibi şartları aramak gerekir. Onun için aşağıdaki düsturlara uymak gerektir.

1.Küfür, nifak ve fısktan pak kimseyi dost ve sırdaş edinmek gerekir. Aksi takdirde hissimize şeytanın müdahalesi olur.

2. Tecrübeden sonra sır saklar, ayıp görmez kimseyi sırdaş edinmek lazımdır.Aksi takdirde dostluk ve sırdaşlık düşmanlığa dönüşebilir.

3. Neseb, alış-veriş, dünya menfeatini sarfı nazar etmek şartı ile kişi dost ve sırdaş edinir. Çünkü bunlardan biri olsa dostluğu bozabilir.

4. Az konuşur, öz söyler ve sık sık öfkelenmez kimseyi sırdaş edinmek gerekir.

5. İtikad, ibadet ve İslamî ahlakını, dünyasından daha fazla tercih edeni dost edinmek şarttır.

6. Baise ve faile kuvvetlerini şerden alıkoyacak ve hayra teşvik edebilecek kimseyi sırdaş edinmektir.

7. Tenhada sana nasihat eder, halk içinde ayıbını gizler, gıyabında da sana dua eden kimseyi sırdaş et. Aksi takdirde dostun düşmanlık yapabilir. İmamı Gazzalî ve Şeyh İsmail Hakkı Bursevî hz. derler ki: “Bu şartların dışında kimseyi dost edinme. Herkesle beraber ol amma sırdaş olma. Bu şartların dahilinde hoşuna giden büyük kimseyi baba, küçüğü evlat, emsalini de ikiz kardeş gibi bil. Böyle olursan Hak yolunda yürümen gerçekleşir ve aklın da beden şehrine hükümran olur. “Ey iman edenler! kendilerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin.” mealindeki ayeti unutmayın. Aksi takdirde dost ve sırdaşın seni maksudundan uzaklaştırır.”

Aklın Dördüncü Düsturu Takva Binasının Haya Kapısını İhlal Etmemektir 

Aklın hayatı hayadır. Hayayı prensip eden bir akıl, haya düsturu ile dinin ve bedenin etrafına bir sur çevirmiş demektir. “Her kim hayanın hakikatini Allahu Teala’dan talep ederse, başını ve başının kuşatıp topladığını (beş zahiri ve beş batini duygularını ve şehvet ve gazab kuvvetinden mürekkeb nefsin on iki kuvvetleri) korusun. Karnını ve onun kuşatığını da korusun. Ölümü ve cesedin çürümesini hatırlasın. Her kim ahiret lezzetini dilerse, dünya hayatının ziynetlerini terk eder. Her kim bunu işlerse şüphesiz gereğince Allahu Teala’dan hakiki hayayı kesb etmiş olur.” mealindeki hadisi şerif aklın bu düsturunu açıklamıştır.

İmam Münavî bu hadisin şerhinde şöyle demektedir: “Bir post, nasıl ki tabaklanmakla temizlenip birçok terbiyeden sonra parladığı gibi haya sıfatıyla da nefs terbiye olunup temizlenir. Demek nefs birçok terbiyelerden geçtikden sonra, akıl, kalb, ruh ve ruhanilerin nurları ile nurlanır. Artık nurlanmakla parladı mı, hem kendini bilir hem de Allah Teala’nın marifet denizine girer; dünyadaki hayası, ahiretde saadet hayatına kalb olunur.” 

Binaenaleyh akl ve kalbin hayatları hayadır. Haya etmek düsturuyla akl yukarıdaki hadisi şerifde beyan olunan nefsi natıkanın ondokuz kuvvetini esir alır. Artık beden şehrine hükümran olur. Yine görülmez mi ki haya imandan sayılmıştır. 

DEVAM EDECEK...

 

Yazar: Mücahit OMURTAY

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort