JoomlaLock.com All4Share.net

ALLAH’IN BİZİ GÖRMEK İSTEDİĞİ ÖNCELİKLİ NOKTA...

Allah'ın Bizi Görmek İstediği Nokta... - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 104 - Ağustos 2016

 

Allah'ın Bizi Görmek İstediği Nokta...

 

Sual: Efendim, günümüzde, meşrû çerçevedeki her grup, her cemaat İslamî hizmet alanlarından birinde yoğunlaşmış, profesyonelleşmiş, toplumda o hizmetleriyle ön plana çıkmışlar. Bu çerçeveden bakıldığında Hâcegân Cemaati’nin öne çıkarılması istenen özellikleri nelerdir ve biz bu beklentilerin neresindeyiz?

Cevap: Büyükler irfan ehli için buyurmuşlar ki, “Onların nam u nişanı olmaz.” Onlar hizmet eridirler, bir şeyle kendilerini öne çıkarmak, bir şeyle kendilerini belirginleştirmek istemezler. Ama Hakk’ın kulunu görmek istediği bir nokta var. Kul da insaf edip bunu anlamalı. “Benim Rabbim beni nerede görmek istiyor, nasıl görmek istiyor?” bunu anlamalı, buna say etmeli, bu noktaya varmak için gayret etmelidir. 

Geçmişte Hazreti Sultanımız’la böyle bir konu müzakere ediliyor, cemaatler tahlil ediliyor, onların belirgin özellikleri vurgulanıyor. Filan cemaat daha ziyade şer-i ilimleri tahsil eden insanlardan müteşekkil… Bu konulara ağırlık veriyorlar; fıkıh, hadis, tefsir veya diğer Arapça ilimleri okuyorlar; gayretlerini bu alanda sarf ediyorlar. Başka bir cemaat kültüre ağırlık veriyor; müspet ilimleri tahsil eden insanlar genelde orada toplanıyor. Onlar da bu alanda belli hizmetlere talip oluyorlar; idarecilik, yönetim gibi… Bir başka cemaat tüccarlara talip olmuş, tüccarları organize ediyor; onlara İslam ahlakını, veren elin alan elden üstün olduğunu işliyor. Onlar da bu yönleriyle temayüz ediyorlar. 

Bunlar konuşulurken Hazreti Pirimiz’e de soruyorlar; siz kimlerle meşgulsünüz? O da buyuruyor: “Hocalar şurada, yüksek tahsilliler burada, tacirler orada, bize de bu toplumun isyankârları, günahkârları kaldı. Cenabı Hak da bizi onlara hizmetçi kıldı; bizim yolumuz günahkârların yoludur.” 

Bunu belki de biraz espriyle karışık buyuruyor ama bakıldığında toplumun esas çoğunluğu bu zümrenin içinde… Toplumu bu anlamda bir eleğe vursak kaçta kaçı acaba âlimdir, kaçta kaçı ciddi anlamda yüksek tahsilden istifade etmiş ve bunu toplumun hizmetinde kullanabilmektedir. Ticaretten anlaşılan nedir, toplumun kaçta kaçı bunu anlayabilmiştir? Arşın gölgesindeki yedi sınıftan birisinin de bu dürüst tüccarlar olduğu idrakine varıp adeta birbirleriyle o arşın gölgesi için yarışanlar acaba toplumun kaçta kaçıdır? 

Kalanına baktığımızda, ben nefsim için söylüyorum, bizim gibi insanlar oluşturuyor toplumu. Bu anlamda Cenabı Hakk’a ne kadar şükretsek azdır ki bize de bir sahip çıkan olmuş bizi arafta bırakmamışlar ve bizi toparlayıp derleyip Cenabı Hakk’ın görmek istediği noktaya sevk etmeye çalışmışlar. 

O yüzden biz çerçeveyi dar bir anlamda değil de yani “Hâcegân Cemaati” olarak değil, ahir zaman Müslümanları olarak, İslam insanı olarak, ümmeti Muhammed’in bir ferdi olarak meseleyi değerlendirirsek daha isabetli olur. 

Bu cemaat belki bir arı gibidir. Cenabı Peygamber arıyı misal vermişler… Olgun bir müminin misali arıya benzer yani o arı gibidir; temiz çiçeklere konar o çiçeklerden bir öz elde eder ve çok temiz bir meyve, bir ürün ortaya koyar: Bal… Ama bu özü her çiçekten alır. Sadece bir çiçekten değil; lalesinden, sümbülünden, menekşesinden, papatyasından… her türlü çemenden bir öz alır. Allah Rasulü mümin böyle olmalıdır buyuruyor. Bulunduğu zamanda meşru olan, güzel olan her şeyden nasibini almalıdır. Onları bünyesinde güzelce değerlendirmeli, onları Allah’ı tanımaya vesile kılmalıdır. 

Geçen ayki derginin konusu “Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri adedincedir.” idi. Bundan ne anlamalıyız? Demek ki varlık âleminde her meşru olan şey bizi Allah’a ulaştırmada vesile olabilir. Bu vesileler sadece ilimle, amelle sınırlı değil. Mademki Mevla abes bir şey yaratmamış her şeyi bir hikmete mebni yaratmış, her şeyde bir öz, bir sır gizlemiş; o sır üzerinden, o öz üzerinden her şeyin Allah ile bir irtibatı var, Allah’a bir nispeti var. Çünkü her şeyin üstünde Cenabı Hakk’ın tuğrası var. Tabirimi mazur görün, bütün zerreden kürreye Cenabı Hakk’ın imzası var ve Cenabı Hak bütün eşyanın, varlığın patenti bize aittir, buyuruyor. Lisanı haliyle, eşyanın patenti bize aittir, buyuruyor. 

Böyle olunca demek ki o eşyanın Hak ile bir nispeti var, bir irtibatı var. O nispet gereği bizimle Allah arasında bir vesile olabilir, bir vasıta olabilir. Biz Cenabı Hakk’ı o şeyin üzerinden tanıyabiliriz. Eşya ve hadisenin üzerinden Hakk’ın ilmini, kudretini, sanatını görebiliriz. 

Ve biz bu gördüğümüzü yani kâinat kitabıyla mukaddes kitabımızı birleştirebilirsek bunlar bizim Hakk’a kavuşmamıza vesile olabilir. Çünkü adeta bütün bu kâinat o mukaddes kitabın tefsiridir. وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ - Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’am, 59) buyrulduğuna göre kâinatta her ne varsa adeta bunlardan bir cüz Kur’an-ı Kerim’de var. Yani bunların hakikatine dair, hilkatine dair, hikmetine dair bir işaret, bir beşaret var. Dolayısıyla kâinat kitabıyla Kur’an, insanla Kur’an birliktedir, ikiz gibidir. O yüzden biz o hikmetleri idrak ettiğimizde o hikmet bizim Hakk’a kavuşmamıza vesile olur. 

Bu hadisi şeriftir Sultanul Enbiya (aleyhissalatu vesselam) buyuruyor: “Adamın biri düşmüş, eli çamur olmuş. Kalkmış elini yıkayacak, silecek bir yer arıyor, bir su arıyor. Bakmış ki o esnada orada bir çocuk ağlıyor. -Allahu a’lem- Bir şeyden ürkmüş, korkmuş, canı yanmış ağlıyor… Bu da gitmiş, çamurunu silmek için elini o çocuğun başına sürmüş.” Efendimiz buyuruyor ki “O elini temizlemek için çocuğun başına sürdü ama çocuk hadiseyi böyle anlamadı. Çocuk, beni seviyor, okşuyor diye anladı. Sevgiye muhtaç çocuk, yetim çocuk… Beni okşuyor diye çocuk sustu. Çocuğun gözyaşı dindi. Allah o zamanın peygamberine vahyetti ki o adamın tüm günahları affoldu, Allah onu mağfiret etti.” Adam çok günahkâr, isyankâr biri. Ne o çocuğu tanıyor ne çocuk onu tanıyor… Yaptığı işe bakın… O iş Allah’a yol oldu onun için… O elini silmesi Allah’a yol oldu. O yolla Allah’a makbul bir kul oldu. 

Şimdi hayatımızdaki her şey böyle… Biz yeter ki meseleyi laftan öze taşıyalım. Bir şeye “Allah için” dendi mi o şey sadece o sözle Allah için olmaz. O şeyin “Allah için” olabilmesi o şeyde Allah’ın hudutlarının gözetilmesi, Allah’ın emirlerine riayet edilmesi ve kastımızın da bu yönde olmasıyla olur. Efendimiz buyuruyor: “Kimin kastı, hicreti, niyeti neye ise ulaşacağı netice odur.” 

Adam bir kadını çok seviyor, o kadın da Rasulullah’ı seviyor, İslam’ı seviyor. Mekke-i Mükerreme’den kalkıyor Efendimiz’le birlikte Medine’ye hicret ediyor. Adam bunun sevdasına dayanamıyor, hicret maksadıyla değil o kadından sebep Medine-i Münevvere’ye geliyor. Bu Medine’de duyuluyor. Demek ki adam Müslüman olmamış daha... Diyorlar ki hadi biz iman ettik de geldik bak filanca o kadına duyduğu muhabbetten, sahabe annemize duyduğu muhabbetten geldi, kadının peşine geldi o. 

Bu söz Efendimiz’in kulağına geliyor, onu işitiyor Cenabı Peygamber. Ve bunun üzerine buyuruyor: “Kimin hicreti neye ise neyin muhaciri ise elde edeceği netice de budur. Allah’ı kastederek hicret etmişse Allah’a kavuşacaktır ve o kadını kastettiyse inşaallah ona kavuşur, sevdiğine kavuşur…”

İnsan yaptığı işi de Hak’la bütünleştirirse bu şey Hakkani olur, Allah için olur. İfadeyle değil… İşte o zaman yaptığı şey Allah ile arasında vesile olur. Bazen fiil güzel olur; çocuğun başını okşayan adamın örneğinde olduğu gibi. Fiil güzel niyeti bozuk ama yerini buluyor. 

Bütün mesele ilahi ölçülere riayet edebilmek… Misal bir insan dese ki ben Allah için namaz kılacağım ama bir farz namazı altı rekât kılsa, Allah için olur mu o namaz, olmaz. Allah dörtten fazla bir namaz emretmemiş; farzlarda en ziyade namaz dört rekât… Ama sen, ben Allah için yapacağım diye bunu altı rekât yaparsan Allah bundan razı değil, dört rekâtı emretmiş bunu dört yapacaksın. 

“Ben altı yaptım, oldu!” dersen kâfir olursun, Allah’ın emrini inkâr etmiş olursun. Allah dört buyuruyor, onu dört kılacaksın. Hayır, canım ben altı kılacağım, hem de bunu Allah için kılacağım, diye ısrarcı olursan sen dini tebdil etmiş olursun, tağyir etmiş olursun, bozmuş olursun, dinden çıkarsın. 

Ha sen nafile namaz kılacaksın farzdan sonra yüz rekât kıl, tamam. Bu Allah için. Ama “Allah için” ifadesini Allah’ın emriyle doldurmak zorundasın; hevan ile onu dolduramazsın. Hak seni önce burada görmek istiyor, seni hevandan ayrı görmek istiyor. La teşbih, sen o ağlayan çocuk gibi ol günahına ağla Mevla başını okşasın. Ama Hakk’ın kapısında ağla, Hakk’ın eşiğinde ağla… 

Sure-i Nur’da, Sure-i Nisa’da, Sure-i Ahzab’ta bayanların tesettürüyle ilgili emirler var. Allahu Teâlâ bayanlara evlerindeki iç kıyafetlerini ve dış kıyafetlerini tarif buyuruyor. Dışarıda, evlerinden çıkınca nasıl giyinecekler ve evlerinin içinde nasıl giyinecekler bunları tarif ediyor; ihtiyara bırakmıyor. 

Ne buyuruyor, iç kıyafeti olarak başörtülerini göğüslerinin üzerine indirsinler. Başlarından, omuzlarından aşağıya göğüslerinin üzerine indirsinler, göğüslerini de örtsün. Bu içerideki kıyafeti… (Nur, 31) Dışarıdaki kıyafetini tepeden tırnağa olarak tarif ediyor Sure-i Ahzab’ta. Cilbab diyoruz buna veya bizim Anadolu tabiriyle çarşaf dediğimiz elbise. Kur’an buna cilbab diyor. Tepeden tırnağa onları örten bir örtü ile örtünsünler (Ahzab, 59). İçeride göğüslerini örten bir örtüyle örtünsünler. Dolayısıyla da o örtüyle namaz kılsınlar. Tesettür kadına farz edilirken örtü de böyle tarif buyuruluyor. 

Şimdi bir kadın Allah için misal namaza duruyor. Namaz kılarken üçgen bir başörtü alsa, boğazının altından tavşankulağı şeklinde sıksa veyahut ensesinden arkaya bağlasa (boyun ve boğazı açık kalacak şekilde) o başörtü göğüslerinin üzerine dökülmese… Bu kadının namazı olur mu? Bu namaz Allah için olur mu? El cevap, olmaz. Bu kadının namazı olmaz. Çünkü Allah onun örtüsünü tarif etmiş, öyle örtünecek. Allah’ın emrettiği gibi örtünmezse o namaz olmaz. 

Abdestin farzları dörttür. Yüz, eller, baş, ayaklar… Bu farzlardan birini terk etse; elinin birini yıkamasa, kolunu yıkamasa abdesti olur mu? Özrü yoksa, olmaz. Normal bir insanın bu şekilde abdesti olmaz. Ayağının birini yıkamasa, kolunun birini yıkamasa bu insanın abdesti olmaz. Abdesti olmayanın namazı olmaz. 

Bu insan şimdi dese ki “Ben böyle yaptım oldu!” Namazı olmadığı gibi imanı da olmaz bu insanın. Çünkü Allah olmaz buyuruyor. Kolunu yıkamadan abdest olmaz, abdest olmadan da namaz olmaz buyuruyor Cenabı Hak. Sen Allah’a karşı iddia ediyorsun ki ben kıldım, oldu… Hayır, bu imanı da götürür. 

Tevbe etmen, dalgınlığıma geldi, unuttum, fark edemedim, anlayamadım, kolumu yıkayamadım hemen yeniden abdest alayım, demen gerekir. O zaman belki konu üstünde bir çare araştırılır, bu ayrı ama bir de inatlaşmak imana zarar verir. 

O üçgen başörtüyle tesettür oldu, namaz oldu diye iddia etmek ve bunu Allah için yaptığını söylemek kabul edilemez. Ortada Allah’ın emri yok nasıl Allah için olsun? İbadet Allah için ve Allah’a yapılan bir vazife öyleyse bu ibadetin ölçülerini de Allah belirler. Sen bunu hevan ile belirlersen işte “Hevasını ilahlaştıranı görmez misin?” (Furkan, 43) buyuruyor Kur’an. Bu yüzden diyoruz ki onun imanı da olmaz. 

Evet, Maturidilere göre kebair bile olsa günah imanı götürmez yeter ki o günahı helal itikat etmesin. Büyük günahlar insanı imandan çıkarmaz… Ama burada bakın ne var? Yanlış bir şeyi meşru görmek var. Allah olmaz buyuruyor, sen olur diyorsun. 

Veya bayanın eteği diz kapağının altında… Kalan aşağıya ince ten rengi bir çorap giymiş… Namaz olur mu? Vallahi olmaz, yeminle söylüyorum. O bayanın namazı olmaz. Oldu, böyle de oluyor dese kâfir olur o bayan. Allah tesettürü farz kılmış. Hür iradesiyle Allah’ın emrini terk ediyor, farzı terk ediyor, nasıl namazı olsun? 

Efendim, o çorap ten rengi değil de kalın çorap olsa namazı olur mu? Olmaz. Çünkü o çorap ayağının şeklini belli ediyor. Tesettürde şekil de belli olmayacak. O kadın eteğini uzatacak… 

Cenabı Peygamber erkeklerin uzun elbiselerine, topuklarından aşağıda olan elbiselerine buyuruyor ki bunlar ateştedir. Cenabı Peygamber, yürürken sahabenin elbiselerine yırtılsın diye basıyor ve elbiseler yırtılıyor. Şimdi giydiğimiz pantolonları düşünelim, ayakkabımızın topuğuna değiyor, yere değiyor. Böyle biraz daha sükseli oluyormuş!!. Ama Allah’ın Rasulü buyuruyor ki topuktan aşağısı ateşte… Rasulullah’ın topuk dediği şu bizim ayağımızın arkasındaki topuklar değil. Biz göz kemiği diyoruz, bazı yerlerde incik kemiği derler. İncik kemiklerinden aşağısı… Erkek için bu ateştedir, bu kibir alametidir, buyuruyor Peygamber. Çünkü Kur’ân, Allah kibirlinin hasmıdır, buyuruyor. O elbise de kibir alâmetidir ve ateştedir. 

Aynı şeyi bayanlar için soruyorlar Cenabı Peygambere. Onların etekleri nasıl olsun ya Rasulallah? Topuklarından bir karış aşağıda olsun, buyuruyor Cenabı Peygamber. Bakın erkeğinki ateşte idi, kadınınki bir karış aşağıda oldu. O onun takvasındandır buyuruyor. Peki, Ya Rasulallah aynı tehlike bayan için de yok mu? Erkeğinki uzun olduğunda necis oluyor, kibir alameti oluyor; bayanda da aynı tehlike yok mu bir karış aşağıda, uzun, yerlere sürünecek, pis olacak? Sultanu’l-Enbiya buyuruyor ki: “Olabilir, pis yere sürülür pis olur; sonra gelir temiz yerlere sürer temiz olur.” Kısaltsın buyurmuyor. 

Kadın bu ölçüye girmezse yaptığı iş Allah için olmaz. İnadında ısrarcı olursa ona cevap veriyor Allahu Teâlâ; 

“اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ - “Hevasını ilahlaştıranı görmez misin?” (Furkan, 43) 

Bak hevasına tapınanı görüyor musun? Bizim emrimizi bırakmış, bizim rızamızı bırakmış hevasıyla hareket ediyor. “Canım bu memlekete hoca gelmedi mi, hacı gelmedi mi bu dini bir siz mi biliyorsunuz?..” Bize böyle suçlamalar geliyor. “Siz niye bu kadar zorlaştırıyorsunuz?” diyorlar. Biz olanı söylüyoruz. Dinden bir şeyi çıkarmaktan, dine bir şeyi eklemekten Allah’a sığınırız. Bu Cenabı Hakk’ın istediği… Nur Suresi’nde, Ahzab Suresi’nde, Nisa Suresi’nde tarif buyurduğu ölçüler… Cenabı Peygamber’in tarif buyurduğu ölçüler… “Allah için ben mestureyim başımı da bağladım!..” Tamam ama emre uygun değilse Allah için olmuyor. 

Hazreti Ömer valilerine mektup yazıyor. İslam yayılmaya başlayınca İslam’ın nuru değişik ülkelere de ulaşıyor elhamdülillah, halk Müslüman oluyor. Hazreti Ömer valilere yazıyor ki, halkınıza, size tabi olanlara, Müslüman olanlara söyleyin, ya fistan giysinler (biz şimdi fistan diyoruz, uzun gömlek) ya şalvar giysinler (biz de şalvar diyoruz, Anadolumuz’un kıyafeti) ya da izar bağlasınlar (Peştamal; yani Umre’de kullandığımız ihram gibi). Asla pantolon giydirmeyin, buyuruyor valilere. Tabilerinize Batının örfünü giydirmeyin. 

Erkek için dahi Hazreti Ömer bunu uygun görmezken bugün biz bütün kadınlarımıza hem de Allah’ın evinde, Beytullah’ta pantolon giydiriyoruz. Hazreti Ömer’in mekânında, makamında Medine-i Münevvere’de bayanlarımıza pantolon giydiriyoruz. Niye giyiyor o kadın onu, “Ya daha örtücü, Allah için giyiyor!..” Fıtratını değiştirene; kadın iken erkeğe benzemeye çalışana erkekken kendisini bayana benzetene Allah’ın laneti olsun, buyuruyor Cenabı Peygamber. 

O Peygamber bize buyuruyor ki Ben’den sonra Benim sünnetime nasıl temessuk ediyorsanız, Benim sünnetime nasıl sarılıyorsanız, Benim raşid halifelerimin sünnetine de aynı Benim sünnetim gibi sarılın. Onların da ölçülerini, kaidelerini, emirlerini izahatlarını Benim sünnetimden kabul ederek tutun. Ona yapışın. 

Şimdi biz erkekten de geçtik bayanlarımız bunu giyiyorlar. Bu Allah için mi, hayır. Eğer zaruret yoksa. Söz ile bir şey Allah için olmuyor. Evet, niyet olacak, kastın Allah olacak ama fiilin de Allah’ın emrine, Peygamber’in sünnetine uygun olacak. 

Özetle Allah’ın bizi görmek istediği öncelikli nokta bu… Bunda hepimiz müttefik olmak durumundayız. Emirler ve nehiyler cümlesinden her ne varsa kabul edeceğiz. Bunları yapmaya gücümüz yettiği olur, yetemediği olur ayrı…

“لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا - Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez.” (Bakara, 286)

Ağır bir yükün altına Rabbim bizi sokmuyor. Ama kabul noktasında, iman noktasında, ihlâs noktasında emir ve nehiyler cümlesinde ittifak edeceğiz. Allah neyi nasıl emretmiş, Hak olan odur, doğru olan odur, mutlak olan odur. Neyi nehyetmiş küllü zarardır o şey. Bunda müttefik olacağız. “Ya şu faydası da olabilir…” Hayır, Allah’ın yasak kıldığı bir şeyin hiçbir faidesi yok. 

Bunda bütün müminler ittifak etmeli. Önce Hak bizi burada görmek istiyor; bu akidede, bu ihlâsta… Sonra uygulamada, bunu amele dökmede… Müslüman alakaderilimkan/Allah’ın kendisine verdiği imkânlar nispetinde bu inancını pratiğe dönüştürüp tatbikata koyulmalı… O zaman yaptığı şey Allah için olur, hevasından kurtulmuş olur. 

İnsan hevasından kurtulup Allah’a teslimiyet gösterince “Allah, kime hidayet etmeği dilerse, onun göğsünü İslam’a açar…” (En’am, 125) buyruluyor. Allah onun gönlünü İslam’a açıyor. Yani İslam’ı la teşbih bir harita gibi bütün tafsilatıyla o kişinin gönlüne nakşediyor. O kişinin illa fukaha, muhaddis, müfessir olması şart değil; mümin olması yeterli… Siz bildiklerinizi yaşarsanız Allah bilmediklerinize sizi varis kılar, buyuruyor Cenabı Peygamber. Onda ihlâs var, onda samimiyet var, Allah da onun gönlünü İslam’a açtı, İslam’ı onun gönlüne doldurdu… Onda Allah korkusu var, gereği gibi Allah’tan korkuyor; onun muallimi Allah’tır. Allah, siz gereği gibi bizden korkarsanız biz size öğretiriz buyuruyor; öğretiyor. Her şeyden belki sana bir hakikat öğretiyor. İşte korkulması, dikkat edilmesi gereken firaset bu… Mümin firaset sahibidir, buyuruyor Cenabı Peygamber onun firasetini dikkate alın yani o Allah’ın nuruyla bakar. 

O nuru elde eden insandan, Allah’ın gönlünü İslam’ın nurunu açtığı, Kur’an’ın ifadesiyle, sadrını İslam’a açtığı insana Allah firaset nuru verir. Allah ona basiret verir. “وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ - Allah’tan korkun, Allah size ilim öğretiyor” (Bakara, 282) buyuruyor. Siz Allah’tan korkun; Allah sizin mualliminiz olsun sizi eğitsin, size öğretsin. 

Bir insanın illa müfessir olması şart değil. Elhamdulillah bütün tefsirler dilimize çevrilmiş. Müslümanın böyle bir ihtiyacı olduğunda okuyabileceği bir tefsiri açıyor müşkülüne oradan bakıyor. İlla hadis hafızı olması şart değil açıyor bir hadis külliyatını sıkıntısı, ona lazım olan şey ne ise bakıyor… Fıkıh kitapları, elhamdulillah, tercüme edilmiş. Bunlar mevzu mevzu ilmihallere dönüştürülmüş… Her mevzuda; ticaretle ilgili, ziraatle ilgili, zanaatle ilgili elhamdulillah ilmihal tipi eserlerimiz var, ulemamız boş durmamış Allah onlardan razı olsun. Adam ihtiyaç duyduğu konuya alsın o eserlerden birine baksın. 

İşte bu firasetin gereği, Allah ona öğretiyor. Bilmediklerine varis kılıyor. Her iş kolaylaşıyor o zaman. Allah ona firaset veriyor, dinde güzel bir anlayış veriyor ona. İnce bir anlayışa sahip oluyor. Belki bir âlim değil ama bir âlimden daha çok ihlâslı olabiliyor icabında. Bazen âlimlerde olmayan ihlâsı samimi bir müslümanda görebiliyoruz. Âlim, kendisine bir şey biraz zor geldi mi bilgi de var ya onun hemen kaçamağını araştırıyor. Ben bu faturayı nasıl azaltırım ona bakıyor. Ama o müslüman icabında en zoruna talip oluyor. 

Cenabı Hak elinden tutuyor, sana basiret firaset veriyor, gönlünü İslam’ın nurlarına açıyor, gönlünü nurlandırıyor, kalbini genişletiyor böylece seni görmek istediği noktaya getiriyor. Sen hevayı, arzuyu bıraktın, Hakk’a yöneldin Allah için dediğin şeyin içini doldurmaya çalıştın, Cenabı Hak da senin elinden tuttu. O bir insanın elinden tutarsa, bir insan Hakk’ın tarafında olursa galib olacak olan odur.

“ فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟ - Şüphesiz ki üstün gelecek olanlar, Allah taraftarlarıdır.” (Maide, 56) buyuruyor Allah. Kim ki bizim tarafımızdadır, Biz kimin ki elini tutmuşuz mutlak galip olan odur, kazanan odur, başarı onundur, saadet onundur. 

“اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ - İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Mücadele,19) Kimse şeytanın elini tuttu şeytanın tarafı oldu o hüsrandadır, büyük bir hüsranda, büyük bir kayıptadır, ziyandadır. Onlar hüsrandadır buyuruyor. 

İşte bu noktayı önce iyi anlayacağız. Biz kimin tarafındayız, biz kimin elini tutuyoruz. Hakk’ın bize uzanan eli Kur’an’dır: “وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ - Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.”. Biz manasıyla Kur’an’ı tutacağız… 

Hakk’ın bize uzanan eli Sultanu’l-Enbiya’dır. Çünkü O’nun için buyrulmuş; “يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ -  Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.” Elimiz O’nun elinin üstündedir, Allah’ın eli Muhammed’in elinin üstündedir. O ele yapışacağız. O el sünnettir. O el nebevi bir görüş, anlayış, nebevi bir usuldür. Biz buna yapışacağız. 

“وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ - Sadıklarla beraber olun!” buyuruyor Kur’an, o el sadıklardır. Allah’ın kullarına uzanan elidir sadıklar… Biz o sadıklara, sıdk sahibi insanların eline yapışacağız. Elden kastımız; onların ameline, onların haline, onların ihlâsına, ölçülerine… Bunlara yapışacağız. O zaman Cenabı Hak bizi bırakmayacak inşaallah. Ve her şey güzelleşecek, anlayışımız değişecek, ufkumuz değişecek.

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort