JoomlaLock.com All4Share.net

BEŞ ŞEY GELMEDEN BEŞ ŞEYİN KIYMETİNİ BİLİN -2-

Geçen hafta bir Hadis-i Şerifi müzakere ediyorduk. Cenâb-ı Hak lütfederse devam edelim Hadis-i Şerife.

İnsanın bir nikbetle karşılaşmadan nimetin kıymetini bilmesine dair, Cenâb-ı Peygamber’in bir Hadisi Şerifi var idi. “Beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bilin.” Hastalık gelmeden sıhhatin kıymetini bilin. Meşguliyet gelmeden geniş-müsait zamanın kıymetini bilin, diye buyrulmuştu. Bu iki maddeyi geçen hafta işledik. Bu hafta da yine Hazret-i Nebi’nin (sallallahu aleyhi ve selem) “Fakirlik gelmeden zenginliğin kıymetini bilin” tavsiyesiyle devam edeceğiz.

Arkadaşlar, insanların meselelere bakış zaviyeleri farklı olunca, kelimelere, kavramlara, hadiselere yükledikleri mânâlar da farklılık arz ediyor. İnsanoğlunun hayatı bunlara göre şekilleniyor. Eğer o kavramları, hakikatleri isabetli şekilde te’vil ve tahlil edersek işimiz kolaylaşıyor. Yoksa kendi yolumuzu yokuşa sürmüş, hayatı kendimize zorlaştırmış oluyoruz. Bunun farkına varamıyoruz. Çünkü düşündüğümüz ve söylediğimiz veya iddia edip, davaya dönüştürdüğümüz şeylerle imtihan edilmekteyiz. Tabiri caizse Cenâb-ı Hak bize, ‘yeryüzünde serbestsiniz’ buyuruyor. Yeryüzünü bir mekteb olarak düşünün. Cenâb-ı Hak bize, “Bu mektebde serbestsiniz. Hangi konuya çalışmak istiyorsanız, hangi dersi almak istiyorsanız gidin ona çalışın, hazırlanın, gelin deyin ki ‘ben filan derse iyi hazırlandım’ ondan imtihan olun…” Ama biz o derste de kaybediyoruz. Çalıştık, ödevimizi yaptık diyoruz, o ödevle imtihan edilirken imtihanı kaybediyoruz. Mesela bir soru soruyorlar bize, ‘Ben oraya bakmamıştım, oraya çalışmadım.’ diyoruz…

İddia ettiğimiz şeylerle imtihan ediliyoruz. Bunun için Rabbimiz bizi Ayet-i Kerime’de ikaz buyuruyor ki: “Yapmadığınız, yapamayacağınız şeyleri iddia etmeyin, söylemeyin, dava etmeyin. Böyle bir iddia içinde olmanız, böyle bir dava gütmeniz size günah olarak kabahat olarak kayıp olarak yeter.” “Kebure makden indallah...” Allah’ın yanında bu size kabahat olarak yeter. Bunun için insan konuşurken de dikkatli konuşmak zorunda. Bu dil, öylesine verilmiş bir şey değil. Bunu ne tarafa döndürüyorsun bilmek zorundasın. Çünkü dilin dışarı döktüğü her şeyden mes’ulsün, dışarı döktüğü şeyler sana ait. “Haydi, topla bakalım!” dediklerinde geri almaya utanmayacağın şeyler dökmeli.

Bu sebeptendir ki İslam’ın ilk yıllarında soru sormak bile yasaklanmıştır. İnsanlara kolaylık olması için. Yani meseleleri yanlış anlarsınız, kavramları yanlış değerlendirirsiniz, aleyhinize bir şey sorarsınız da işinizi yokuşa sürersiniz diye, “Geçmiş ümmetler çok soru sormaktan helak oldular!” buyurarak Kâinatın Efendisi, İslam’ın ilk yıllarında soru sor mayı men etmiştir. “Anlatılanları dinleyin onlarla amel edin.” diye buyrulmuştur. İmtihanda kolaylık olması için.

Konumuza dönersek, zenginlik ve fakirlik kavramlarına da yüklediğimiz anlamlar önemli. Kim zengin, kim fakir? Zenginliğin ölçüsü ne, fakrın ölçüsü ne? Biz hangi sınıftayız? Tabii, bir
kelimenin, bir hakikatin bir kaç manası olabiliyor. Şer’i mânâsı var, lügavî manası var, tasavvufî mânâsı var, murad-ı ilahi’ye uygun, aslî manası, ruhu var… Kelimenin bir de ruhu var. Onu bilmek, anlamak ancak Cenâb-ı Hakk’ın Ayet-i Kerime’de buyurmuş olduğu: “mil ledunna ilma. Ona biz kendi katımızdan, yanımızdan bir ilim vermişiz.” o yanından ilim verdiklerine has bir şey.

“Fakirlik gelmeden zenginliğin kıymetini bilin…” Bize göre zengin kim? Bir eli yağda bir eli balda olacak, eli sıcaktan soğuya değmeyecek, kuş sütü kuru üzüm sofrasında mevcut bulunacak, etrafında halayıklar, hizmetçiler dolanacak… Bu insan zengin. Fakir, bizim gibi bir maaşa talim eden, yarının endişesiyle uykuları kaçan, aybaşını zor getiren insanlar… Biz hep zenginlikten yanayız. Zenginliğe böyle bir anlam verdiğimiz için zengin olmak istiyoruz. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve selem) buyuruyor ki: “El fakru fahri”. Fakirlik bizim mefharımızdır. Fakirlikle iftihar ederiz. Allah bizi de o fakirlerden etsin.

Peygamberlerin içinde en son cennete Hz. Süleyman girecektir, buyrulmuş. Zenginliğinden dolayı. En uzun hesap O’nunki sürecek. Nimet gibi görünen her şeyin bir dezavantajı var. Dezavantaj gibi görünen şeylerin de avantajları var, kullanmayı bilirsen. Hz. Musa (aleyhisselâtu ves’s-selâm) bir gün bir münacatında Cenâb-ı Hakk’a buyuruyor ki:

-Yarabbi ben sizden zenginim… Cenâb-ı Hak bir hakikati bize duyurmak istercesine, lihikmetin sual buyuruyor Hz. Musa’ya:

-Nasıl yaratılan yaratandan zengin olur? Hiç mahlûk Hâlık’la bir olur mu? Sen nasıl bizden zengin olabilirsin?.. Hz. Musa buyuruyor ki:

-Yarabbi benim Allah’ım var. Benim Rabbim var. Ben her daraldığımda, sıkıştığımda, zorda kaldığım da Size sığınıyorum, Size yöneliyorum. Sizin bir Mabudunuz, İlahınız, Rabbiniz yok. Benim zenginliğim Sizsiniz... Şimdi düşün sen hangi sınıftansın. Zengin misin, fakir misin? Böyle bir zenginlik sana verilse, Allah ile huzur halini elde etsen, kulluğa kabul edilsen…

Biraz önce dedik ki Cenâb-ı Peygamber (sallallahu aleyhi ve selem) buyuruyor ki: “Fakirlik iftiharım.” Ayet-i Kerime’de de Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: “Dikkat edin! Şeytan sizi fakirlikle korkutmasın. Fakr ile sizi vesveseye, tehlikeye düşürmesin. Onun hilesi zayıftır.” Bir tarafta Peygamberin iftihar ettiği fakirlik var; diğer tarafta da şeytanın tehdit ettiği, korkuttuğu fakirlik var. Ne bu fakirlik? İman fakirliği, amel fakirliği, anlayış fakirliği, huzur, sevgi, muhabbet, irfan, ilim fakirliği... Cenâb-ı Peygamber: “Bu fakirlikler gelmeden, elinizdeki ilahi nimetlerin, zenginliklerin kıymetini bilin.” buyuruyor. İman, İslam, Kur’an bir zenginlik değil mi?.. Ümmet-i Muhammed’den olmak, Zat’a davet edilmiş olmak, tevbe ile emredilip tevbenin kabulü ile tebşir edilmiş olmak bir zenginlik değil mi?.. Zikir ile emredilmek ve zikre muvaffak olmak, Allah’ı sevebilmek, Allah sevgisiyle gönlün huzur bulması bir zenginlik değil mi?.. Bunları ne ile kıyas edebilirsin, dünyevî bir karşılığını bulabilir misin? Şu sarayla, bu servet u sâmânla birbirine denk olabilecek bir zenginlik gösterebilir misin? Bunlarsız olmak fakirlik… Gerçek yokluk bu, Haktan, hakikatten mahrumiyet… Yoksa nice dünyevî fakirler var… Allah Resûlü’nün bile (aleyhisselâtu ves’s-selâm) haftalar olurmuş da
ocağı tütmezmiş. Hane-i Saadet’te pişecek hiçbir şey yok. Bazen misafiri gelir, evde ona ikram edebileceği bir şeyi olmadığından ashabına o kişiye ikram etmelerini rica eder ve onları ilahi nimetlerle müjdelermiş. “Benim adıma kim bu Müslüman’a ikramda bulunursa, bunu bir gece misafir ederse yarın cennette bizimle olacaktır.” buyururmuş. Allah’ın Peygamberi, kâinat O’nun hürmetine yaratılmış ama evinde ikram edecek bir şeyi yok. Bakın bu anlamda Hz. Peygamber de fakir. Günlerce yiyecek bir şey bulamayıp karnına taş bağlıyor. Nazar ettiği bir parça yemeği, unu, eti bir bakışıyla, karıştırmasıyla bir orduya yettirecek kadar ziyadeleştiren Peygamber… Ordu yiyor, sahabi diyor ki ‘komşularımız da yedi ve sanki hiç eksilmedi, geriye arttı.’ Parmaklarından su akıtan, elinde böyle bir sermaye olan Peygamber acından karnına taş bağlıyor. Cebrail, O’nun yanında, O mahcup olmasın diye uzanıp cennetten Hasan’a üzüm, Hüseyin’e cennet narı verirken, o Peygamber fakirliğinden dolayı, açlığından dolayı karnına taş bağlıyor. O zenginliği kullanmıyor. Ve onun için buyuruyor ki: “Fakirlik gelmeden zenginliğin kıymetini bilin.” Adeta zenginliği nefsi adına kullanmıyor.

Şimdi bizim elimizde böyle mim kadar bir imkân olsa, bırakın mucizeyi birimizde bir keramet olsa onu arkadaşlarımıza göstermek için ne dümenler çeviririz. ‘Benim böyle bir şeyim var, ben erdim, ben buldum diye.’

Bazen menâkıb kitaplarına bakıyoruz, sûfilerin hayat hikâyelerini okuyoruz. Kerametten başka bir şey yok. Hâlbuki bizi ilgilendiren onların kemâlâtları, İslam’ı anlayışları, Allah’ı tanıyışları, zamanı, mekânı, hadiseyi değerlendirişleri. Bizi ilgilendiren bu… Hz. Cüneyd (kuddise sırruh) buyurmuş: “Bir adam uçuyorsa şaşırmayın sinek de uçuyor. Suda yürüyorsa şaşırmayın balık da yüzüyor. Bu acayip bir şey değil.” Gerçek büyüklük o büyüklüğü gizleyebilmekte. Kemâlâta rağıp olup kerametten uzak durmakta. Eğer bir evliya aşırı derecede keramet gösteriyorsa bizim büyüklerimiz yanında çok muteber sayılmamıştır. Ama biz zannederiz ki evliyalığının büyüklüğünden çok keramet gösterir. Ashab-ı Kiram efendilerimize bakın. Onlardan daha büyük veli tasavvur edemezsiniz. Hiçbir veli Onların derecesine yükselemez. Onların büyüklerinden istisnâi birkaç hal dışında, o haller de zarureten tecelli etmiştir, hiçbir keramet rivayeti yoktur. Hep kemâlatlarına, cömertliklerine, civanmertliklerine, fedakârlıklarına, vefalarına dair rivayetler var. Uçtuklarına kaçtıklarına dair hiçbir nakil yok. Bizim elimizde böyle bir imkân olsa onu göstermeden duramayız. Hz. Pîrimiz (kuddise sırruh) buyururlardı ki: “Kardeşim, afedersiniz, bir ata bakın. Koskoca bir tay dünyaya getirir, hiç sesi soluğu çıkmaz. Kendini duvara büzüştürür, sessizce doğumunu gerçekleştirir. Bir de tavuğa bakın. Küçük bir yumurta yapacaktır, ortalığı yıkar… Siz tavuk gibi olmayın, at gibi olun…”

İnsanın elinde olan, ona verilen kendisi için en ideal olandır. Elindekinin kıymetini bilmeli, onu kaybetmekten korkmalı. ‘Benim hayat iksirim bu. Bu hikmeti, bu hakikati Rabbim bana lütfetmiş. Ben işleyeceğim bir hatadan, bir yanlıştan dolayı bunu kaybeder, fakir kalırım.’ diye düşünmeli. Yani Rabbim’den mahrum kalırım diye korkmalı. Bunun kıymetini bilmeli. Gerçek şükür bu… “Şükrederseniz ziyadeleşir.” buyuruyor Rabbimiz. Yani kıymetini bilir, ona sahip çıkar, gereği gibi yerinde, zamanında kullanırsanız, Cenâb-ı Hak onu ziyadeleştirir, bereketlendirir, doğurgan, üretken hale getirir. Nankörlük edip nefsinize mal ederseniz, sizin bir erkekliğinizin karşılığı olarak görür, sahiplenmeye kalkar, acziyet duygusunu, emanet anlayışını kaybederseniz sizi fakra düşürür. “Nankörlüğünüzden, küfrân-ı nimetinizden dolayı size elim, çetin bir azap veririm” buyuruyor. Bu azabın en çetini O’ndan mahrumiyettir. Allah’sız yaşamadan daha büyük bir azap olur mu?.. Şu toplumun içine düştüğü duruma bakın… Dünya Müslümanları Allah’tan mahrum… Filistin yanıyor, Afganistan yanıyor, Irak yanıyor... Bundan büyük bir azap düşünülebilinir mi? Kimsenin kimseden haberi yok. Unutturmuş birbirimize birbirimizi Rabbim. Ayet-i Kerime’de öyle buyruluyor ya: “Siz Allah’ı unutursanız O da kendini size unutturur.” Allah’ı unutan bir insan birbirini hatırlar mı?

Bir buçuk milyar İslam âleminin gözü önünde İsrail çoluk çocuk demeden onlarca kişiyi katlediyor... Unutturuyor Rabbim. Niye? Siz O’nu unuttunuz… Çareyi nerede arıyoruz. Temennilerin hiçbiri çözüm değil arkadaşlar. Keşkeler bir çözüm olmuyor. Kaybolduğumuz noktaya, düştüğümüz yere geri dönmek zorundayız. İpin ucunu nerede kaybettik, nerede kaybolduysak oraya geri döneceğiz. Başlangıç noktasına döneceğiz ve yeniden başlayacağız. Yoksa hepimiz şu gurbet diyarında kaybolacağız. Kimsenin kimseden haberi olmayacak, her birimizi bir kara delik yutacak. Allah’tan başka sahibimiz yok. “O günde dost bildiğiniz niceleri bugün burada birbirine düşman olacak.” diye buyuruyor ya Cenâb-ı Hak. Yani perde kalktığında, her şeyin hakikati ortaya konduğun da dostluklar düşmanlıklar ortaya çıkacak. Burada dost, müttefik bildiğimiz, birlikte teşkilat kurup teşkilatlarına girdiğimiz, sırtımızı dayadığımız Nato, Birleşmiş Milletler vs. Hiçbirinden fayda yok. Filistin Devleti’ni kurduran Amerika, Birleşmiş Milletler. Şu anda İsrail’i durdurma kararını reddeden yine Birleşmiş Milletler. Avrupa Birliği kınama kararı alıyor Birleşmiş Milletler reddediyor. Niye reddediyor? ‘Hamas’ı terörist, Filistin’deki Müslümanları anarşist ilan edeceksiniz öyle kabul ederim’ diyor... Bunun da farklı sebepleri var da şimdi mevzu bu değil. Allah yardımcımız olsun…

Bunun için “Fakirlik gelmeden zenginliğin kıymetini bilin.” Nefis, dünya, meşgale bizi işgal etmeden, biz nefsimizi meşgul edelim. Allah’ın bize lütfettiği nimetlerin kıymetini bilelim. İman, İslam, Kur’an nimetinin şükrünü eda etmeye çalışalım. O nimetlerle hemhâl olalım. “Allah verdiği nimetleri üzerimizde görmek ister.” buyurmuş. Onları üzerimizde en güzel şekilde sergileyelim. Kul, Hâlık’ının vitrinidir. Rabbimiz bizi bir vitrin gibi görmek istiyor. Nimetleriyle donanıp şükrümüzü bu şekilde edâ etmemizi istiyor. Bunlar da elimizdeki nimetin çoğalmasına vesile olur. Yoksa bu fakirlikten kurtulamayız. Fakirlik, parasızlıktır değildir. Fakirlik, ekmeksizlik değildir. Fakirlik, akılsızlıktır. Fakirlik, irfansızlıktır. Fakirlik, insafsızlıktır… Meselenin sebeplerini buralarda arayalım...

Cumanız mübarek olsun. Zenbimiz mağfur, amellerimiz makbul, sa’yimiz meşkûr olsun inşallah. Gününüz geceniz hayır olsun, hayırlarla meşgul olalım. Hayırlı hayat, hayırlı ölüm, hayırlı evlat, hayırlı mal-mülk, hayırlı sıhhat… Ne verirse hayırlısını lütfeylesin Cenâb-ı Hak.

Yakub Haşimî Hocaefendi’nin, 02 Ocak 2009 Cuma günü, Nur Mescidi’nde yapmış olduğu sohbetten derlenmiştir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort