JoomlaLock.com All4Share.net

BİR TARAF İMAN; SESSİZ DİRENİŞ BİR TARAF KÜFR; DÜNYEVİLEŞME

iman küfr

Bir Taraf İman; Sessiz Direniş Bir Taraf Küfr; Dünyevileşme - Dilhûn Âşık

Sayı : 103 - Temmuz 2016

 

Bir Taraf İman; Sessiz Direniş Bir Tarf Küfr; Dünyevileşme

 

Dileyen imanı dileyen küfrü seçebilir.Dilemek insanın hür kararının neticesi olmalıdır. İnsanda iman da küfür de insanın tercihiyle belirmiştir. Artık bundan sonrası ikisinin kozlarını paylaşma durumudur. İmanı dileyen küfrü dilememiş olur. Küfrü dileyen ise imanı dilememiş olur. Birini tercih edenin, diğeri ile ipleri kopardığı çok aşikardır. Bilinmelidir ki küfür imanın alternatifi değildir. Küfür insanın vehminin rahat ettiği alandır. Varlığa sahip olan imandır. Küfrün asli varlığı yoktur. Küfür iman zaafiyetinin yerini doldurur. Küfür imansızlık demektir.

Hayatına yön verecek tercih insanın dilemesine bırakılmıştır. Dilemek insanın tek başına en rahat olduğu durumdur. Seçim belli bir noktada maslahata, şartlara, durumlara göre şekillenebilir. Hepimiz aslında şunu yapmak isterdim fakat şartlar... deriz.İşte Rabbimiz dilememizi istiyor. Tamamen kendimizin olduğu yerden kararın çıkmasını istiyor.

Gel gör ki zamanımız şartların kararlara etkisiyle şekilleniyor. Seçimlerimiz köle olmuşken neyin mücadelesini vereceğiz! Çağımızda dilemek yerini maslahata bırakmıştır. Şu an en az zararı hangisinden görürüm düşüncesi öne çıkmıştır. Bu düşünce ile dilemek fayda ve zararın gölgesinde kalmıştır. Bugün kim dileyerek müslüman olmuş, kim dileyerek küfrü tercih etmiştir kıyaslanması gereken önemli bir konudur.

Bu muazzam iman-küfür ayrımda hazreti insanın miheng olduğunu savunuyoruz.Bugünkü küfrün temsilcisi materyalizm ve kapitalizmdir. Her asırda olduğu gibi günümüzde de imanın temsilcisi hazreti insandır.Çarpışma insanoğlunun elleriyle kurduğu sömürü sistemleri ile Allahımızın inşa ettiği hazreti insan arasında cerayan etmektedir.

Bu mücadelede içerisinde merkeze “insan” yerine “devleti” koyan müslümanlar bulanık zihniyetleriyle tavırlarını küfrün icatlarından yana koymuş olmuyorlar mı, sormak lazımdır. Devlet Nemrut’tur; hazreti insan ise İbrahim... Devlet Sezar’dır; hazreti insan ise İsa... Sistem firavuniyettir; İslam ise Musa’dır. Musa var ise bir dal parçası bile Allah’ın izniyle o sistemin altını üstüne getirebilir. Canlarımız hepsine hizmetkar olsun.

Çağımızda küfür sistem, iman ise insan demektir. Peygamberlerin seyirleri iyi tetkik edilirse gerçek çok açık bir şekilde görülür. İman İsa’dır. Küfür ise Roma’dır. Sonrası ise, Roma’nın İsa’yı kullanmasıdır. İman devletleştirilmiştir, iman bitirilmiştir. Her örtülen hakikati özgürlüğüne kavuşturup yerine ulaştıran Hazreti Muhammed ise imanı hiç bir zaman sisteme teslim etmemiştir. Onun varisleri olan raşid halifeler ile birlikte ashabın döneminde de her zaman devletin hakimiyeti değil Allah’ın hakimiyeti söz konusu olmuştur.

İman, Allah’ın inşa ettiği insanları ile hakimiyetini; küfür ise insanın kendi hayalinden uydurduğu Allah’ı(!) ile hakimiyetini getirir. Allah’ın hakimiyetini savunan müslümanlar acaba niçin insanlığı rahat ettiremiyor düşünmek lazımdır. Sürekli bir savaş, habire hunharca katliamların sebebi nedir? Çünkü Yahudiler de, Hristyanlar da öyle yaptılar.Haçlı seferleri papalığın yani sözde tanrının (!) yönlendirmesiyle olmamıştır. İsa Roma vatandaşı yapılınca, İsa Yahudilerce dara çakılınca bu durum ortaya çıkmıştır.

İman yerini küfre bırakmıştır. “Sizler onları kertenkele deliğine kadar izleyeceksiniz.” ifadeleri bizlere bunları düşündürmelidir. İmanın küfürleşmesi İslam’ın fasıklar elinde devletleştirilmesini getirmiştir.

Materyalist kapital anlayış insanoğlunun Âdem’den beridir kurtulmak istediği Allah’tan kurtulmak için bulduğu en büyük puttur. Küfrün safını tercih eden insan, Allah’ı istememektedir. Küfrün insanı tanrısını kendi yapma çabasını her fırsatta ortaya koymaktadır. Kafirun Suresi’nde: “Siz mabudunuza taparsınız...” ifadesi küfrün mabudunun olduğu gerçeğini gözler önüne sermekte değil midir? Halbuki küfrün mabudları kendi heva ve heveslerinin icadından başka nedir ki…

Allah’ın küfre müdahale etmemesi kibriyasını bizlere bir kez daha çok net göstermektedir. Tabiri caizse hal diliyle: “Hadi bakalım yapın yapacağınızı gücümü o zaman göreceksiniz.” der. Allah insana tanrı yapma imkanı vermiştir. Hadi bakalım sizin tanrınız mı yoksa alemlerin Rabbi olan Allah mı, diye kibriyasını sergiler.

Allah insan yapar; küfrün insanı ise sistem kurar. Sistem tamamıyla kendi çıkarına göre hareket eder. Bugünkü kendini şuurlu müslüman görenlerin neyi unutarak neyi savunduklarının farkına varmaları Allahımızı razı etmede toplumsal açıdan çok büyük önem arz etmektedir.

Ezeli müslümanlar İslam dendiğinde Hazreti Muhammed’i (sav) hatırlarken çağdaş müslümanlar ise devleti hatırlamaktadır.İslam Hazreti Muhammed’in (sav) yani imanın topluma hakimiyetini getirmiştir. Devlet ise bunun içerisinde şeriatla bağlanmış, esir alınmıştır. İnsanoğlunun tarihinde devlet ilk defa kul bir peygamberin boyunduruğuna girmiştir. Hazreti Davud ve Hazreti Süleyman’da ise devlet kral bir peygamberin ellerinde olmuştur.

Çark Emeviler ile birlikte tersine döndürüldüğünde ise bu sefer devlet şeriatı esir almıştır. Sünnet yani Hazreti Muhammed tabiri caizse sürülmüştür. Diğer bir ifade ile Allah insanını temsil eden sünnet sürülmüş yerine küfür hakimiyetini temsil eden devletin şeriatı kalmıştır.

Şunu bilmekte fayda var: Küfür fiil olarak Kur’an’da yerilmediği gibi müminlerde olması gereken bir fiil olarak övülmüştür. Kur’an’da: “Müminler tağutu inkar ederler.” ifadesinde “yekfur” yani küfrederler (yani hiçbir minnet duymadan, vicdan sızısı çekmeden, şekke ve şüpheye bir an düşmeden, ne yaptıklarını çok iyi bilerek, nefretlerini aşikar kılarak) şeklinde zikredilmiştir. Şurası çok önemli bir ayrıntıdır: Kur’an’da mahkum edilen küfür fiili değil küfrün tercihidir. 

Hâcegân yolunun fertleri olarak tağutu inkarın, reddin, karşı çıkışımızın kaynağını teşkil ettiren anlayışımız Hâce Hazretleri’nin (ksa): “Ben kendi nefsimin iman ettiği Allah’ı inkar ediyor, Hazreti Muhammed’in resmettiği Allah’a iman ediyorum.” buyurmasından doğan bakış açısıdır.

Çağdaş müslümanlar ezeli müslümanlardan çok şeyler öğrenmelidir. Çağdaş müslümanlık küfür zihniyetinin bitiremediği İslam’a şekil verme formülü olarak açığa çıkmıştır. Kapitalizm yok etmek istemez aksine var olmasını sağlayarak kullanmak ister. İslam kendi haliyle kapitalizmin sonu demektir.Bundan dolayı İslam’ı yeniden yorumlamak dünya sisteminin ihtiyaçlarına uygun kendi menfaatleri doğrultusunda, istifade edebilecekleri haliyle yeniden bir şekil vermek gerekmektedir. Birinci Dünya savaşı galibi İngiltere bunu Vahabilikle, İkinci Dünya Savaşı galibi Amerika bunu Selefilik adı altında gerçekleştirmiştir. Nerede ise bugün elbirliği yapmışlar alfabenin her harfi kadar İslam türetmişlerdir.

Çağdaş müslümanlarla çeşitli ortamlarda kurduğumuz iletişimlerde bizlere: “Kişilere endeksli bir yapılanmaya nasıl gidersiniz? Kişiler hem heva heveslerine uyabilir hem de fanidirler, ölürler. O zaman ne yapacaksınız?” diye kendilerince endişelerini dile getirmişlerdi. Bu sorulara kendi cevapları ise kısaca sistem idi. “Kurulacak sistem kişilere değil kurumlara, bireye değil hukuka dayalı olmak zorundadır.” 

Bizler de bunun tam aksine hukuka değil ahlaka endeksli olması gerektiğini savunuyoruz. Çünkü ahlakın kitabı hazreti insanın kendisidir. Hukuk çözüm için kullanılmaz, ceza için kullanılır. Ahlak ise çözüm için kullanılır, ceza için değil. Hazreti Muhammed ahlakı tamamlamaya geldiğini belirtmiştir sistemi değil.

Allah’ın (cc) sünnetullahı sistem değildir. Allah her zaman kendi insanını inşa eder. Kainatı da insanın hizmet alanı kılmıştır. Tabi ki insanı yine heva ve heveslerinin esiri olmuş insan eliyle inşa etmeye kalktığımızda otomatikmen sistem kurulacak ve insan robotlaşacaktır ki bu insanın tabiatına aykırıdır. Allah’ın hedefi bireydir. Sistem değil. Hâce Hazretleri’nin (ksa) ifadesiyle: “Alemden murat Âdem’dir. Devlet ise muradı ilahi değil maslahattır.”

Eceli müsemma (Allah’ın eşyaya ayakta durması, işleyişi için vermiş olduğu süre) kainatın devamlılığını sağlamıştır. Eceli müsemma tabiat kanunları değildir. Allah’ın kararıdır. Melekler tarafından da icra edilir.

Allah (cc) nizamını insan üzerine bina etmiştir. İnsanı da başıboş bırakmamıştır.Çağdaş müslümanlara sormak gerekir: Binanızı insandan olabildiğince soyutlayarak kurmaya çalışmanız çağdaş küfür zihniyetinden ne kadar da faydalandığınızı(!) göstermiyor mu? Sonuç zarar üstüne zarardır.

Savaş küfür insanlarının dışarıda kurdukları firavuni sistemle Allah’ın inşa ettiği hazreti insan arasında gerçekleşir. Müslümanların içindeyse tıpkı zamanında Yahudilerin ve Hristiyanların yaptıkları gibi Allah insanına yön ve şekil vermeye çalışanlarla Allah insanına itaat edenler arasında cereyan etmektedir. Hâce Hazretleri (ksa): “Bizim asıl savaşımız kendini müslüman sanan ve müslüman gösterenlerledir.” buyururken çok anlamlı hedefler göstermiştir.

Fitne Allah’ın muradı değildir. Savaş Allah’ın muradı hiç değildir, maslahattır. Çağımız Allah’ın murad saydıklarının arkaya itilmesi maslahatların amaç kılınmasıyla kaosa sürüklenmiştir. Dünyanın çivisi çıkarılmak üzeredir. Yazıklar olsun Allah ve Rasulü’nün önüne geçenlere! Sesleri ne kadar da Allah’ın Rasulü’nün sesinin üstünde duyuluyor.

Devleti olabildiğince adalette tutup hizmete yönlendirmek ancak şeriatın hakimiyeti ile mümkündür. Bugünlerde ise modern devlet hakimiyeti altındayız. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki: “Çağımızın en büyük bidati modern devlettir.” İslam müslüman bireyleri muhatap alır. Emirler görevlilere verilmez. Ahlaki seviyesi Allah’ın rızasına uygun insanlara verilir.

İslam tarihinde müslümanların dağılışı Hazreti Osman’ın fitne sebebiyle şehit edilmesiyle başlamış Hazreti Hüseyin ve ehli beytin şehadetiyle noktalanmıştır. İmamet ile riyaset savaşı riyasetin devleti, imametin dini koruma adımlarıyla devam etmiştir.

İslam Allah adına hakimiyeti esas alır.Sebebler değişir. İslam’da hakimiyet Allah adına yetkili olan şahsı ekberle kaimdir. Müminler aralarında bir ihtilaf çıktığında Allah ve Rasulü’ne davet edilmişlerdir.

Şu an onlar yok hadi yargıca, yargıya gidelim demek İslam’dan nasipsizliktir.

Allah katındaki değerimiz takvamız kadardır. Takva Hazreti Muhammed’in ahlakı ile ahlaklanmakla gerçekleşir. Devlette asıl olan takva değil devletin devamlılığıdır. Devlet gücün kıblesidir. Ebrehe’nin fillerine küçük ebabiller yeter de artar.

Osmanoğulları zamanında padişahlar hacca gidemediler. Cihada çıktıklarında oruç tutmadılar. Hanımları ile cariye hukukuna göre evlendiler vb. Yani İslam devletin gereklerine göre şekillendirildi. Devletin maslahatlarına göre şekil alan İslam Efendimiz’in insanlığa muazzam hediyesi olan ahlakın tamamlanmasıyla işlenen İslam’a benzemedi.Benzerlik isimde kaldı.

Olanları Hakk’a göre resmetmeye çalıştığımızda idealler güzel ama gerçekler farklı deniliyor. Bilinmelidir ki dünya hayatı imtihan yeridir. Mükafat ve ikab yeri değil.Mümin Allah’ın nuru ile bakar. Gördüğü manzara karşısında heva ve hevesine göre haraket etmez. Yine Allah’ı izler. Allah’ın merhameti ve adaletiyle işleri yoluna koyar.

Mümin yenilebilir fakat dejenere olmaz.Mümin kenara itilmiş olabilir fakat asla iman ile alakalı gündemini terk etmez. Haklı olmak hak ile olmaktır. Hak ile olurken insanın başına gelmedik kalmaz. Mümin kiminle beraber olduğuna bakar başına gelenlere sabreder.

Devlet insanoğlunun istek ve arzularına meşruiyet kazandırmak için şekillendirdiği ana yapıdır. Ne zaman ki silah askerde bulunur ise meşrudur. Para bankasında ise temizdir...

Osmanoğullarının son dönemindeki Abdulhamid Han ile Said Nursî, Mehmet Akif, Gümüşhanevî... arasındaki mücadele çok iyi tahlil edilmelidir. Ana sorun devletin gerekliliklerini muradı ilahiye göre ayarlamaya gayret eden bir halife ile bireylerin kulluk anlayışları arasındadır.

Burada haklı ya da haksız aramak beyhudedir. Birisi murada uygun maslahatı arayan insan, ötekileri ise çıplak murada hizmet etmek isteyen insanlardır. Murad maslahatı gözetmeli maslahat muradı kırmamalıdır. Abdulhamid’e muhalefet edenlerin küfür dünyasının amacını tam olarak anladıklarını sanmıyoruz. Küfrü tanımamak İslam’ı savunmada çok büyük yanlışlara götürür. Abdulhamid’in yapıp ettiklerini küfür dünyası ile ilişkilerini göz önüne almadan değerlendirmek hükümde büyük yanlışlıklara sebebiyet vermiştir. Devlet Allah adına yetkili şahısların elindeyken yetkili şahıslara yardımcı olmaktan başka yol yoktur. Abdulhamid’in inancı ve anlayışı doğrultusunda gitmesi kendisine gelecek bütün tehlikeleri göze aldığını gösterir...

Devam Edecek...

 

Yazar: Dilhûn Âşık

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort