JoomlaLock.com All4Share.net

BİR ZAMAN GELECEK, FAKİRLİK KÜFRE YAKLAŞACAKTIR

Hiç şüphesiz kul olmak isteyen önce Rabbi’ne gönülden inanmalıdır. Bu inanışın bir gereği olarak da O’na tevekkül edip teslim olmak esastır. Kul bilmelidir ki, rızkın kefili Allahu Teâlâ’dır. Kullara ulaşan her iyi iş ilâhi fermandan, zor işler ise kaderi ilâhiden habersiz olamaz. Hakiki mü’minin bilhassa bu ayeti celileye sarsılmaz bir imanı ve tevekkülü vardır:

“Allah’a bağlı olup O’ndan korkulursa, güç yollar kolay aşılır. Bilmediğimiz yerlerden rızık kapıları açılır. Kendisine tam tevekkül edene Allah kâfidir.” (Talak, 2)

İman sahibi, bu ayeti okuyunca daima ferahlar. Gün gelir ilâhi hikmet icabı önüne bir imtihan çıkıverir. O gün geldiğinde kul boş yere sızlanmaya başlarsa, tam olarak Rabbi’ne inanmamış, teslim olmamış demektir. Zira imtihan karşısında sızlanmak da bu kaderi değiştirmez. O kişinin hâlini Rasûlullah Efendimiz şu şekilde belirtir;

“Fakirlik, zaman olur ki kişiyi küfre yaklaştırır.”  Ancak hakiki iman sahibini bu felaketler sarsmaz. O her şeyin, saadetin ve acının geçici olduğunu bilir ve bunların imtihan olduğunu hiçbir zaman aklından çıkarmaz. Zira Rabbimiz dilerse belayı kaldırır. O’nun ihsanı ve lütfu boldur. Zaman gelip de kişi imtihan devresi bittiğinde, mü’min afiyete erer. Daima şükür ve hamd içinde olur.

Bu haller imtihanın iki yönden zuhur ettiğini gösterir; biri iman sahibinin imanını artırmak, diğeri imanı zayıf olanın maneviyatını korumak. Eğer o zayıf iman sahibi imtihanı kazanırsa imanı kuvvet kazanır.

Rasûlullah Efendimiz buyurmuştur ki:
“ Hayır ve şer iki meyvedir.”

Hayır ve şer iki meyve gibidir. Aynı yerde biterler, kökleri aynı yerdedir. Bir ağacın iki dalında iki ayrı meyvedir. Ağaç aynıdır, kök aynıdır, ancak meyvelerin tatları farklıdır. Biri tatlı iken diğeri acıdır. Bize düşen tatlı olanı seçmektir. Bu seçimi yapabilmenin yolu da bir mürşidi kâmilin terbiyesinde daim olmakladır.

Zira onların gözleri bizim gibi görmez; bizim gibi değildir onların görmeleri, işitmeleri, bakmaları. Bize düşen onların buyurduğu şeyleri seçmektir. Biz tatlı meyveye el uzattık derken acı olanı seçtiğimizi fark edemeyebiliriz. Bu sebeble bizim için hayır ve şer olanı bizden daha iyi gören mürşidimize teslim olabilmeliyiz.

Belanın birçok çeşidi vardır. Mal ve para bakımından nasipsiz olmakla insan, dünyevi bazı şeylerden korunur. Bazı şeylerden mahrum bırakılarak, manevi zararlardan korunur. Böylelikle zahirde zor görünen, hakikatte ilâhi bir rahmet olan şeyler vasıtasıyla kalp temizlenir. İçinde Hakk’ı, Hakk’ın Nebisi’ni ve O’nun varislerini barındırır. Zira onları barındıracak kalp de temiz olmak durumundadır.

Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuşlardır;
“Biz peygamberler zümresindeniz, belanın en çoğu bize verilmiştir. Sonra sıra ile iman bakımından derecelerine göre velilere, sıddıklara.”

Şüphe yok ki Allah’a dayanan sonunda kurtulur. Allah’a inanan için en dar zamanlar, en geniş zamanla değiştirilir. Bu iman ve sabırlarından ötürü, onlar her daim şükür içindedirler. Eğer bu şekilde düşünülür ve amel edilirse  yere daha sağlam basılır. Rabbimiz bu şekilde kullarını, başkalarından medet umma ve başkalarına sığınma gibi şeylerden muhafaza buyurur. Kul, Allah’tan gelen şeyi kabul ettiğinde kendisine manevi bir güç verilir, metaneti artar.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;
“Eğer şükrederseniz biz de ihsanımızı artırırız.” (İbrahim, 7)

Zorlukların en yakın olana isabet etmesi tabii olandır. Nasıl ki birinin bir sultana yaklaştığı nispette, yanlışlarının daha çok göze battığı, ceza çektiği görülürse, Hakk’a yakınlık nisbetinde zorluklar yaşanır. Şu ayeti kerime de bunu çok güzel ifade eder;

“Ey Peygamber’in hanımları! Sizden herhangi biriniz hataya düşerse, diğer hanımlara nazaran cezanız iki misli olur.” (Ahzab, 30) Görüldüğü gibi Cenâbı Hak, burada, Efendimiz’in hanımları ile diğer hanımları ayırt etmiştir.

Şüphesiz ki Allah’a dayanan kazanır. Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuşlardır;
“Kıyamet gününde en nasipsiz olan, dünyada fakir; ahirette ise cehennem azabına uğrayandır.” Bu hâlden Rabbimiz’e sığınırız.

Ashabı Kiram efendilerimiz de dünyada çok sıkıntı çekmişlerdir, ancak her zaman birbirlerine sabrı tavsiye etmişlerdir. Hz. Cabir’in hikayesi çok ibretliktir.

Hz. Cabir bir gün Rasûlullah Efendimiz’i evine davet etmiştir, ikram etmek için hazırlık yapmaya başlar. Kendisinin bir devesi vardır, onu da Rasûlullah Efendimiz’e ikram etmek için keser. Hz. Cabir’in iki oğlancığı vardır. Oğullarından biri babasını deveyi keserken izler. Eve dönen diğer oğlan devenin kesildiğini görünce, deveyi kimin kestiğini sorar. Kardeşi de babasının kestiğini söyler. Nasıl yaptı kardeşim bana da göster der. Kardeşi de Hz. Cabir’in deveye yaptıklarını göstereyim diye kardeşine yapar. Çocukcağız orada ruhunu teslim eder. Biraz sonra annesi gelir ve oğluna kardeşinin başına ne geldiğini sorar. Çocuk da olanı biteni bir bir anlatır. Kardeşinin öleceğini bilemediğini, sadece ona gösterdiğini söyler. Bunun üzerine anne de çocuğu dövmeye çalışır, çocuk da kaçmaya başlar. Çocuk evin damına çıkar ve kendini damdan aşağıya atar ve ruhunu teslim eder.  Anne ise; “Hüküm Allah’tandır.” der. Çocukları bir yere yatırır, sabreder. Az sonra Hz. Cabir elinde odunlarla eve gelir, ocak yakılır. Et pişirilir. Eşi, üzülmesin diye Hz. Cabir’e bir şey diyememiştir. Bir zaman sonra Rasûlullah Efendimiz eve teşrif buyururlar. Yemek sofraya getirilir. Ancak Rasûlullah Efendimiz yemeğe başlamaz ve Hz. Cabir’e iki çocuğunu sorar. Onların da sofraya gelmelerini buyurur. Hz. Cabir hanımına çocukları sorar, hanımı da; “Siz yiyin, ben onların hakkını ayırırım.” der. Hz. Cabir, Rasûlullah Efendimiz’e; “Efendim Siz yiyin, biz onların hakkını ayırırız.” der, ancak Rasûlullah Efendimiz, iki çocuk gelmeden bir şey yemeyeceğini söyler. Hz. Cabir bunun üzerine derhal hanımına gider ve tekrar çocukları sorar. Hanımı da üzgün bir şekilde çocukları gösterir ve olanı biteni anlatır. Eşine sabrı tavsiye eder. Rasûlullah Efendimiz’in bu olayı duyup da üzülmelerini istemediği için sustuğunu söyler. Eşine; “Ancak sen bildiğini yap.” der. Hz. Cabir de olanı biteni Rasûlullah Efendimiz’e anlatır. Peygamberimiz de derhal çocukları görmek ister. Çocuklar getirilir. Efendimiz de ashab da çok üzülürler. Derhal namusu ekber Hz. Cebrail gelir ve Peygamberimize Allahu Teâlâ’dan haber getirir;

“Ya Muhammed, Hak Teâlâ Sana selam etti. Habibim dua etsin, sahabiler “Âmin!” desinler, ben o oğlanları diri kılayım. O hatun, Benim Habibim’e hürmet etti. Oğullarının musibetine sabretti. Onun sabrı bereketinde ve Senin hürmetine oğlanları ben yine diri kılayım.” buyurur Rabbimiz.

Peygamberimiz hamd eder, derhal ellerini kaldırıp dua eder, ashab da “Âmin!” der. Oğlanlar sanki uykudan kalkmış gibi gözlerini ovarak uyanırlar. Rasûlullah Efendimiz’in mübarek ellerini öperler. Yemeği Peygamberimiz ile birlikte yerler. İşte ashabı kiram, Efendimiz’e karşı böyle bir ahlâk ve Rableri’ne karşı da tevekkül içinde idiler. Rabbim her daim şükür içinde olmayı ve şükredilecek vaziyette olduğumuzun bilincinde olmayı bizlere nasib etsin. Âmin!

Yararlanılan Kaynak: Fütuhu’l-Gayb, Abdulkadir Geylânî, Sezgin Neşriyat.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort