JoomlaLock.com All4Share.net

BİZİM HAKİKÎ BAYRAMIMIZ RABBİMİZE VASIL OLMAKTIR…

 Bizim Hakiki Bayramımız Rabbimize Vasıl Olmaktır

Bizim Hakiki Bayramımız Rabbimize Vasıl Olmaktır... - Abdülkadir Visâlî

Sayı : 126 - Haziran 2018

 

Bizim Hakikî Bayramımız Rabbimize Vasıl Olmaktır...

 

Bir yandan Ramazan-ı şerifin mübarek ikliminden kâmilen istifadeye gayret etmeye çalışırken diğer yandan da yavaş yavaş bayrama yaklaşmaktayız. Efendimiz Aleyhisselam’ın meşhur olan “Beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bilin...” (Buhârî, Rikak, 3) hadisi şerifini hatırlıyoruz. Evet, dünya bir değiş-tokuştan ibaret. Elde ettiklerimiz, kavuştuklarımızın mukabilinde vaz geçtiklerimiz, geride bıraktıklarımız da var. Müspet ya da menfi bir şeylere ulaşmak arzusunda iseniz eğer, karşılığında da bir şeyler vermek durumundasınız. Dünyanın cari olan kanunu bu. Bayramın gönlümüze sürur veren iklimine kavuşurken içerisinde bulunduğumuz kıymetli zamanlar da adeta elimizden kayıp gitmekte. 

Aklı başında olan herkes, sahip olduğu mümince yaşama şuuru nispetinde bu mübarek ayda kulluğunu ziyadeleştirme azminde olur. İbadet ve taatte, düşünce ve tefekkürde yoğunlaşmamız diğer zaman dilimlerini ihmal edip hiç olmazsa bu kadar yapabiliyoruz anlayışıyla hareket etmekten değil, sahip olduğumuz şartlar içerisinde en ziyade kulluğu nasıl yapabiliriz, bunu görebilmek için gayret etmektendir.

Esefle belirtmek gerekir ki İslam âleminin büyük bir çoğunluğu olarak Receb ve Şaban’ı şanına yakışır şekliyle idrak edemediğimiz gibi Ramazan’ın da hakikatini müdrik değiliz. Bunu anlamak için illa keramet sahibi olmaya gerek yok. Allah için, elimizi vicdanımıza koyup kendi halimize baksak, şahsi vaziyetimize göre ümmetin umumi ahvali hakkında az çok kanaate varmak mümkün. Çünkü ümmet, bizim gibi fertlerden müteşekkildir. Elbette ki, çok şükür, istisnalar var. Zaten dünyanın onların yüzü suyu hürmetine var olduğuna inanıyoruz. Onlar hürmetine nimetlendiğimize, Cenabı Hakk’ın bizlere tevbe için, yönümüzü düzeltmek için, dinimizi doğru bir şekilde yaşamak için onlar hürmetine mühlet verdiğine mutekidiz. 

İşte böyle bir vaziyet içerisinde millet ve ümmet olarak gelecek bir bayramı bekliyoruz. Kimine göre şeker bayramı, kimine göre oruçtan kurtuluş(!), kimine göre Ramazan bayramı… Hâlbuki bayramın esas adı “ıydü’l-fıtr” yani fıtrat bayramı. Öze dönüş, aslımıza rücu’… Yemeden, içmeden, mukarenetten uzaklaşmak suretiyle zahir ahvaline dikkat eden saim; duygu, düşüncelerine ve yaratılışının merkezinde bulunan kalbine rikkat ile yönelmekle adeta melekî sıfatlarla ivazsız, garazsız, saf bir hüviyetle Rabbine yönelme imkânı bulur. 

Peki, aslî ahvaline, fıtratına dönmek niçin bu kadar önemli? Efendimiz (sav) buyurmuşlar; “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Sonra onu ana babası Yahudi, Hristiyan yahut Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenâiz 92) Bunun içindir ki ehlisünnet itikadına göre baliğ olmayan, mükellef olmayan bir sabi vefat etse onun ehli cennet olduğuna inanırız. Bunun bir manası da şöyle düşünülebilir; insan esas itibariyle baliğ olana kadar kendisini bozabilecek bir durumda değildir. Baliğ olmakla fıtratta var olan saflığı, Allah ile irtibatı, dünyaya doğru zaviyeden bakma gibi güzellikleri isterse bozabilecek bir keyfiyet kazanır. Hâlbuki yaradılıştan gelen bu kabiliyetlerini muhafaza etse, Allah ile olan irtibatının kuvvetini, O’na kulluğun kolaylığını, Rasulü’ne uymanın rahatlığını zorlanmadan bilecek, böyle-likle dünya ve ahiret saadetini elde edecektir.

Buna örnek olarak ayeti kerimelerde bize haber verilen ve tek başına bir ümmet diye tesmiye edilen Hazreti İbrahim gösterilebilir. Henüz çocuk denebilecek bir yaşta iken yıldıza, aya, güneşe baktı ve içindeki saflık, fıtratındaki temizlik ne bunları ne de çevresindeki insanların taptıkları putları ilah olarak kabul etmesini sindiremedi. Elbette o bir peygamberdi fakat ayeti kerimede onun bu temiz yönelişiyle ulaştığı hakikat nazara verilmektedir. 

İmam Suyutî buyurmuşlar ki; “Çocuklarda olan şu beş haslet büyüklerde olsa evliya olurlar;

1- Rızık için endişe etmezler.

2- Hastalandıklarında Hâlık’ı (Yara-tıcıyı) kimseye şikâyet etmezler.

3- Yemeği birlikte yerler (Yalnız yemeyi sevmezler).

4- Korkunca hemen gözlerinden yaş akıtırlar.

5- Kavga ettiklerinde kin tutmadan hemen barışırlar.”

Dikkat edilirse bozulmamış fıtrata sahip insan; tabi olarak, kolayca rızaya uygun işler yapmaya ne kadar da meyyaldir. 

Demek ki aslî fıtrata dönüş meselesi bizim gündemimiz açısından ciddi bir yerde bulunmalı. Zaten belki de ömrümüz kaybettiğimiz, bozduğumuz o fıtrata dönme telaşından ibaret. Belki de onun için büyüklerimiz; “Size ne verildiyse yolun başında verildi.” buyurmuşlar.

Rabbimiz’in bizi dünyaya gönderişi belki de onun için ikinci bir fırsat olarak nitelendirilmiştir. Büyüklerimizin elimizden tutarak, bizi irşad ederek ulaştırmak istedikleri sırat-ı müstakim asla dönüşten ibarettir. Çünkü biz babamız Âdem’in şahsında Allah ile ünsiyeti bulunan, cennette mukim olan, nimetlerle taltif olunan insanoğluyuz. Onun için tasavvufa saflaşma, arı duru olma yolu denmiştir. Büyüklerin sohbeti, nazarı, himmeti ile saflaşır, özüne döner, adeta şeffaflaşır insan. Onun için büyüklerimiz; “Ya Mütecellî irham zülli, Ya Müteâlî asli’h-hâli (Ey tecelli eden, rahmet tecellilerinle günahlarımıza merhametinle muamele buyur. Ey yüceler Yücesi Rabbim, bizi asıl halimize, tertemiz fıtratımıza iade eyle.)” diye dua etmekteler.

Hal böyle olunca “Bayram nedir, ne değildir?” sorusuna vereceğimiz cevapları da muhasebe etmemiz gerekiyor herhalde.

Efendimiz (sav) hadisi şeriflerinde “Oruçlunun iki sevinci vardır; biri iftar ettiği vakit, biri de Rabbine kavuştuğu vakittir.” (Buhârî, Savm, 9) buyurdular. Adeta Fahri Kâinat Efendimiz bizlere hedef gösteriyor; “Bu kadar gayret ettiniz, fani olan lezzetlerle iktifa etmeyin, güzelin güzeli var, En Güzel (cc) var.” buyurarak Kendileri (sav) olmasa asla haberdar olamayacağımız nimetleri bize işaret ederek kavuşmamızı ümid ediyor. Fakat biz bu müjdeyi, maksadı gözden kaçırıyoruz. Akşama kadar aç kalmanın ezikliği ile iftara öyle odaklanıyoruz ki, türlü türlü yemekler, lezzetli börekler, enfes tatlılar vs. peşine de gelsin sodalar, gitsin çaylar, kahveler derken gözümüz başka bir şey görmüyor. Kavuşmak varmış, vuslat varmış, lika varmış, rıza varmış… Bunlar bize biraz lüks geliyor. Hal böyle olunca da bu meseleleri ya reddediyoruz, ya da kendimiz için ulaşılmaz kabul edip başkalarına havale ediyoruz.

Esasında meseleleri böyle kabul-lenmek işimize geliyor. Çünkü başta da dedik ya bir şeylere ulaşmak için bir bedel ödemek gerekir. Müslümanlar olarak buyrulan bu hakikatlerin varlığını kabullensek geçmişimizle yüzleşmemiz; eksiklerimizi, tembelliklerimiz, gafletimizi izale etmek için çok gayret sarf etmemiz gerekecek. Hele ki Allah’a kavuşma gibi ulvi bir maksat var ise. Bu en büyük nimete ulaşmak için şüphesiz en çok kıymet verdiklerimizden vaz geçmek gerekecektir. “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz.” (Âl-i İmran, 92) buyruluyor. İyiliğe bile ulaşmak için sevdiklerimizden vaz geçmemiz isteniyorsa ya tüm iyiliklerin yegâne sahibi olan Allah’a ulaşmak için ne yapmamız gerekiyor? Hamdolsun varis-i Pey-gamber (as) olan ekmel büyüklerimiz var. Onun da yolunu bize tarif ediyor ve buyuruyorlar ki; “İnsan için en değerli şey kendidir, nefsidir. Allah’a vasıl olmak, kavuşmak isteyen kişi kendi varlığından isteyerek vaz geçmek, kurtulmak durumundadır.”

Hiç şüphesiz bu kolay bir iş değildir. Fakat bunu yapabilecek maya bizim hilkatimizde mevcuttur. Allahımız’ın inayeti olursa zorlanmadan üstesinden gelebileceğimiz bir ameliyedir. Babamız Hazreti Âdem’e de Rabbimiz evvela eşyanın isimlerini öğretmiş, say diye emredince meleklerin dahi bilemediklerini (daha doğrusu Allahu Teala’nın onlara öğretmediklerini) sayıvermişti. Demek ki Allah’ın nusreti olursa bütün güçlükler aşılır. İş ki biz bu hususiyetlerimizin farkında olalım ve İlâhî yardımı, tecelliyi, tenezzülü karşılayabilecek bir zemin oluşturalım. 

Yaradılıştan gelen bu kabiliyet-lerimizi istenilen düzeyde kullanabilmek içinse tabiri caiz ise bol miktarda idman yapmalıyız ki Rabbimiz’in murad ettiği o kıvamı yakalayabilelim. İşte zahiri ve batıni bütün vazifelerimiz bu idmanlar mesabesindedir. 

Kulluğun zirveye çık-tığı, nefsi terbiye tedip gayretlerinin ziyadeleştiği Ramazan-ı şerif bu manada bizim için en büyük fırsatlardandır. Maddi ve manevi feyzi bol, Allahu Teala’nın ikram ve ihsanlarının adeta çıplak gözle görülebilecek kadar çok olduğu bir mevsimdir. 

İçerisinde barındırdığı ve Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle “Bin aydan daha hayırlı” (Kadr, 3) olan Kadir Gecesi ile koskoca bir ömürde elde edilebilecek manevi kazanımların çok kısa sürelerde ele geçebileceği nice manevi fırsatların olduğu bir aydır. 

Efendimiz’in mübarek kelamlarıyla “Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden azad oluş”dur. (İbn-i Huzeyme, Sahîh, III, 191) Yani her türlü masiyetten, münkerattan, zahir ve batın necasetlerinden temizlenmiş insanoğ-lunun aslî hüviyetine kavuştuğu; nefsin tasallutundan kurtulup hürriyetini elde eden tertemiz ruhu ile Rabbine vuslat edeceği/ettiği bereketli bir zaman dilimidir. 

Cenabı Hak, cümlemize Kendisi’ne vuslat kapılarını açıp hakiki manada bayramlara erişebilmeyi lütfeylesin. Erzurum’un manevi mimarlarından Alvarlı Muhammed Lütfi efendinin bu manaya işaret eden şiirleriyle yazımızı bitirelim:

 

Can bula Canânı’nı
Bayram o bayram olur
Kul bula Sultânı’nı
Bayram o bayram olur

 

Yazar: Abdülkadir Visâlî

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort