JoomlaLock.com All4Share.net

BÜYÜKLERİN DİLİ VE GÖZÜYLE HAZRETİ PEYGAMBER

büyüklerin dili ve gözünden

Büyüklerin Dili ve Gözüyle Hazreti Peygamber - İhsan KERİMOĞLU

Sayı : 102 - Haziran 2016

 

Büyüklerin Dİli ve Gözüyle Hazreti Peygamber

 

“Esrar hazinesinin düğümünü çözmek için, Hazreti Muhammed’in (sav) elinden ve gönlünden başka hiçbir anahtar yoktur!” (Şems-i Tebrizi)

“Hz. Muhammed’in (sav) mübarek nefesleri ile iki kapı da açılmıştır. İki dünyada da duası kabul edilmiştir. O’na (sav) benzer birisi ne bu aleme gelmiştir, ne de bundan sonra gelecektir.” (Hz. Mevlana)

Kemal-i zatının na’tı anılmaz yâ Rasulullah,
Kalır levh-ü kalem misalin yazılmaz yâ Rasulullah
Senin medhinde şirket eylersem Mevlâ’ya mâzurum,
Bu bâbda cürm-ü isyânıma bakılmaz yâ Rasulullah
Şeyh Gâlib

Hak yarattı âlemi, aşkına Muhammed’in,
Ay-u günü yarattı, şevkine Muhammed’in
Yunus Emre

Bütün din ve tarikat büyükleri, silsile-i aliyye radıyallâhu anhum ecmainin, maddi ve manevi hayatları, tüm kainatı etkileyen eşsiz güzellikteki, eser, söz ve ef’alleri, aklı selim düşünceyle incelendiği takdirde, hepsinde; “Ben Kur’an’ın kulu, kölesi, Hz. Muhammed’in (sav) bastığı yerin toprağım!” diyen Mevlana’nın şu müstesna beyitlerinde ifadesini bulan engin ve deruni mânâların neş’et ettiği görünür. Rabbani, çok ulvi bir aşk ve her cihetiyle Muhammedî olan bir ahlak özelliği dışında, mana büyüklerimizde daha farklı beşeri vasıflar aramak manevi idrak ve şuur eksikliğinden kaynaklanır. 

Hz. Peygamberimiz’e (sav) duydukları benzersiz muhabbetle aşıklara sertâc olan bizim yolumuzun büyükleri; Ahmed, Mahmûd, Muhammed ism-i şerifinin lahuti manalarında eriyip giden gönüller sultanıdırlar…

O’nun (sav) ism-i şeriflerinin ve aşkının lahuti manasında nasıl eriyip, hiç olunmasınlar ki… “Bütün bağışlar ve ihsanlar ilk önce Hz. Muhammed’in (sav) üzerine döküldü; ondan sonra başkalarının üzerine dağıtıldı.” (Hz. Mevlana; Fihi Mâfih, 342) 

Çünkü O (sav), Hâtemü’l Enbiyâ’dır. Bu söz “hem ulvi varlığıyla peygamberlik makamını mühürleyip kapatan, hem de mühürleri açmada tek ve eşiz olan ulu zat” manâsına gelir. Kur’an’da sözü edilen tüm mühürler ancak O’nun (sav) ilâhi varlığıyla açılır. Bundan sebeptir ki, Hz. Hamza’yı şehid edecek kadar can gözü kapalı olan Vahşi’nin gönlündeki ve gözündeki mühürler de bizatihi Gaye-İnsan ve Ufuk Peygamberimiz’in (sav) kudret eliyle açılmıştır.

Sultân-ı rüsûl, şâh-ı mümeccedsin Efendim!...
Biçârelere devlet-i sermedsin Efendim!...
Divân-ı ilâhîde ser-âmedsin Efendim!...
Menşûr-ı leâmrüke mü’eyyedsin Efendim!...
Sen Ahmed ü, Mahmud u Muhammed’sin Efendim!
Hak’dan bize sultân-ı mü’eyyedsin Efendim!
Şeyh Galib

“Mühürleri kaldırmada, kilitleri açmada sonsun, sonuncusun. Canlar bağışlayan mânâ dünyasının da bir tek hâtemi sensin.” (Mesnevi, Cilt 6, Sayfa 167)

“İnsan Suresi 30. ayette “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” buyrulmuştur. Yani, ‘Ey Muhammed Mustafa, Sen ne istersen, o bizim isteğimizdir. Çünkü senin isteğin nefs için değildir, heva, heves değildir. Senin isteğin tümüyle Bizim isteğimizdir.” demektir bu. Her şey ancak O (sav) isteyince olur. Bazı kimseler de derler ki; “Buradaki isteyemezsiniz sözü sahabeye ve ümmete söylenmiştir.” Yani; “Ey ümmetim, siz isteyemezsiniz, doğru yolu aramayı da bilmezsiniz. Ben ki Allah’ın elçisiyim, ancak Ben isterim.” Esrar hazinesinin düğümünü çözmek için, Hz. Muhammed’in (sav) elinden ve gönlünden başka hiçbir anahtar yoktur.” (Şems-i Tebrizi, Makalat, Cilt 1, Sayfa 63)

Şems-i Tebrizi hazretlerinin yukarıdaki sözlerinden de anlaşıldığı üzeri, ancak Peygamber Efendimiz’in (sav) istek ve arzusu, Cenabı Allah’ın da dilek ve isteği olarak tecelli etmekte, zuhur sahasına çıkmaktadır.

“Önderinin, yol gösterici ve mihmandırının Hz. Muhammed (sav) olduğunu bil. Her şey önce Hz. Muhammed’in (sav) eline gelmeden bizlere ulaşmaz!..” (Fihi Mâfih, Sayfa 343)

Hz. Mevlana En’âm Suresi’nde şanı övülmüş, “Abese Sultanı” olarak vasfettiği Peygamber Efendimiz’e (sav), tüm eserlerinde sözün güzeliyle hitap ederek şöyle demiştir:

“Hazret-i Ahmed, varlığın hülasası, vücudun zübdesi, sefa denizi, naziri olmayan lütuf sahibi Peygamber, kerem sahibi, şeker huylu, Mustafa, vennecmi padişahı, abese sultanı, peygamberler padişahı, seçilmiş peygamber, can bağışlayanlar âleminde bir hatem, peygamberliğin en yüksek makamına sahip olan, önüne ön olmayan âlemin tercümanı, Arab’ın, Acemin en fasihi, ilim ve kerem madeni, davulsuz bayraksız padişahlar padişahı, kainatın ulusu, varlıkların, var olanın sultanı, şeriat sahibi, yeryüzünün ve gökyüzünün ışığı, Allah’ın elçisi, özü sözü doğru olan, iyi işlerde imam olan, keremler ve kerametlere düzen veren Mustafa, şefaatçi dost, yüce bir ışık, âlemin de âdemin de en başı, en büyüğü, en iyisi, insanlarla cinlerin peygamberi, iki âlemin güneşi, âlemlerin rahmeti, âdemoğullarının övüncü, şefaat kemerini beline bağlayan, âhiret âleminin güneşi, Âdemoğullarının rahmeti, kıyamet şefaatçisi, kainatın peygamberi, yaratılmışların en ulusu, o seçilmiş elçi, o kadri yüce sefir, “Sonra yaklaştı, yakınlaştı.Makamına yaklaştırılmış olan, iki yay kadar kaldı araları, yahut daha yakın.” (Necm 8-9) ayetiyle durağı bildirilen, önce gelenlerin de hayırlısı, sonra gelenlerin de hayırlısı, peygamberlerin nihayeti, varlıkların özü-özeti, apaçık deliller gösteren; sonu, ucu-bucağı bulunmayan, kıyaslanmayan bir deniz olan, En’am ayetiyle şanı övülmüş bulunan; cennetin, cennet bahçelerinin kilidi; sırlarda ve gerçeklerdeki remizleri açan, “Gerçekten de biz sana kevseri verdik.” fermanıyla alemleri aydınlatan güneş, ey Kur’an okuyanların padişahı….”

Aşk Sultanı Mevlana; her yerde ve her fırsatta Hazreti Peygamberimiz’i (sav) ârifane bir şekilde sözlerin en latifi, en naif ve en cevvaliyle dile getirse bile, yine de şekle sûrete bürünen kelimeler gönlündeki aşk-umuhabbeti ifade etmeye kâfi gelmemiş; tüm varlığıyla iki cihan padişahına köle kesilmiştir.

Yine dil nâ’tını söyler ya Muhammed,
Dil-ü can mülkünü toylar ya Muhammed,
Ne kâdirim Seni methetmeye ben,
Kemâfi methi Hakk söyler ya Muhammed.
Niyâzi Mısri

Her kamil mü’min bilir ki, İlâhi olan bu ezel davasının kazanılması “Aşk-ı Muhammedi” kelimesinin içinde sırlanmıştır.

Dünyevi akıl, fikir, şuur, tefekkür, teakkül ve tezekkürün, kelam ve beyanın çok ötesindeki bir muhabbetle Cenabı Hakk’ın âli, mücella, mualla övgüsüne mazhar olan Peygamber Efendimiz (sav) her fâni gibi yüzyıllar önce dünyamızı şereflendirmiş olsa da, hepimiz biliriz ki, kâinatta ilk yaratılan Hz. Muhammed’in (sav) nurudur!..

O nurdan da tüm alemler yaratılmıştır. Cenabı Allah’ın nurundan bir nur ile yaratılan insanlığın iftihar tablosu Efendimiz (sav) de evvel, ahir, zâhir ve bâtındır. Şu bir hakikat ki; yüce Peygamberimiz (sav) ne doğmuştur, ne de bu âlemi terk edip gitmiştir!.. O’nun nuru daha âlemler yaratılmadan vardı. Bundan sonra da ilahî varlığıyla hep bâki olacaktır…

On sekiz bin âlemin Mustafası; “Levlâke levlâk, lemâ halaktul eflâk” hitabının sahibi olan Peygamberimiz (sav) sahih bir hadis-i şerifte; “Cenabı Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur. Âdem çamurla balçık arasındayken, ben Peygamberdim.” buyurmuşlardır.

Yine, Peygamber Efendimiz (sav) buyurdular: “Ben görünüşte maddi olarak Adem’in neslinden gelmiş olsam da, mânâ bakımından Âdem’in atasının atasıyım. Meleklerin Âdem’e secde etmeleri benim yüzümdendir.” (Mesnevi, cilt 4, sayfa 525)

Evet, mana gülistanı açıldı açılalı hiçbir beyan bülbülü, hadiseleri Hz. Peygamber (sav) kadar, naif, nezih, mücella, mualla, müberra ve müstesna bir üslup ile terennüm etmemiş, edememiştir... Zira O (sav) lâl-ü güher ifadeleri ve cevami-ül kelim sırrıyla; bir çiçekte baharı, bir zerrede, güneşi, bir damlada tufanları, bir tek katrede ummanları ve bir çiçekte baharları insanlığın önüne sermiş, en ağır, eskal-ü sekul hadiseleri dahi denizi ibrikte gösterme maharetiyle serdetmiş, insanlığın müşahedesine sunmuştur.

Çünkü, “Hz. Muhammed, güneş gibidir; Zât’ını, Zât’iyle ışıklandırarak gösterir.” (Nursî Said, M. Nuriye, Reşhalar, 3. Reşha, 23)

Yine O (sav): “Kainat mescidinde ve camisindeki Mekke mihrabında, bütün ehl-i imana imam, Medine menberinde bütün insanlara hatiptir.” (Nursi Said, Mektubat, s. 194) 

Hz. Muhammed’in (sav), eşyaya mânâ kazandıran ve şu kâinat ağacının hem çekirdeği ve hem de semeresi olduğunu yine Bediüzzaman hazretleri, Mesnevi-i Nuriye’de şöyle tavsif eder: 

“Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedi o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. 

Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî onun andelîbi olur. Eğer pek büyük bir saray farzedilirse nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezelin makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı ve cemaliyesiyle âsâr-ı san’atını hâvi olan o yüksek saraya Nâzır ve münâdi ve teşrifatçı olur.” (Nursi Said; Mektubat s, 194)

“Bütün peygamberlerin “Ya Rabbi, beni O’nun ümmetinden kıl” dedikleri Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) söz gelince hiçbir şey söyleyemem. Çünkü O’nun işi pek yücedir. Şüphe yok ki, Allah, O’nu kerem denizine batırıp çıkarırken mübarek bedeninden serpilen nur damlacıklarının her birinden bir nebi, bir peygamber yaratılmıştır. Geri kalan damlalardan da Allah velileri, evliyalar yaratılmıştır. Öyle ise onları birbirinden nasıl ayırabilirim? Ancak en son gelen Peygamber evvelkilerin hepsinden çok daha üstün derim.” (Şems-i Tebrizi, Makâlât, cilt 1, Sayfa 217)

Gündüzler O’nun (sav) güzel yüzünün aydınlığı, geceler ise siyah saçlarının gölgesidir. Zira O (sav) öyle üstün bir varlıktır ki, imtihan günü Miraç’ta yedi kat göğün hazinelerinden hiçbirisine dönüp bakmadı. Temiz gönlünü hiçbirisine kaptırmadı. 

O’nu görebilmek için yedi kat göğün ufukları hurilerle; peygamberlerin, ermişlerin ruhları ile dolmuştu. Fakat O’nda Allah sevgisinden başka bir şey yoktu. 

O Allah’ın büyüklüğü, kudreti ve sevgisi ile öylesine dolmuştu ki, Allah’a en yakın olanlar dahi oraya yol bulamazlardı…Bunu ifade sadedince bir defasında şöyle buyuracaklardı; “Gözümüz Hakk’tan başkasına meyletmedi, O’ndan gayrıya bakmadı. Bizim gözümüz kuzgunlar gibi dünya leşine kaymadı…. Biz cümle âlemi renklendiren, güzelleştiren Hakk’ın mestiyiz, bağın bahçenin değil..”

Mana göklerinin hazineleri bile Aziz Peygamberimiz’in (sav) gözüne bir saman çöpü gibi değersiz görünürken; Mekke, Şam, Irak ne olabilir ki, onlara karşı istek duysun da, oraları elde edebilmek için savaşlara girişsin?

Filhakika O, “abdiyyet” rütbesiyle iftihâr eden bir zât-ı Şeriftir. Kibirden münezzeh, her âcize merhamet eden, kafire bile merhamet elini uzatan bir Habîb-i Kibriyâdır.

Bir saygı ifadesi olarak huzurunda fazlaca eğildikleri vakit, “Yapmayın, yapmayın, ben çömlek içinde et yiyen bir kadının oğluyum.” diyerek herkesin gönlünü alan, nezâket-i beşeriyetin ölçüsüne girmeyen, hiç kimsenin yüzünün kızardığını istemeyen, Cenabı Hakk’ın geniş merhametini îlan eden, âciz insana tapmayı, zalime meyletmeyi yasak eden, zalime muâvenet kastıyla çalışanın alnı secdede çürüse dahi derhal İslam defterinden kaydını silen, nazar-ı lütfuyla bir mücrime baksa, o mücrimi ind-i İlahîde Cibril kadar muhterem eyleyen bir Rasul-i Muazzamdır.

“Evet, evet, evet! Eğer kainattan Risalet-i Muhammediye’nin nuru çıksa, gitse kainat vefat edecek! Eğer Kur’an gitse, kainat divane olacak ve küre-i arz, kafasını, aklını kaybedecek. Belki, şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak!” (Nursî Said; Sözler, 10.söz, 2. Zeyl, 107)

Gül açmaz, çağlayan akmaz,
İlahi nurun olmazsa,
Söner âlem, nefes kalmaz,
Felek manzurun olmazsa.
Yaman Dede

 

Yazar: İhsan KERİMOĞLU

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort