JoomlaLock.com All4Share.net

DERVİŞİ ARARKEN

dervisi ararken

Dervişi Ararken -  Veysel ÖZSALMAN

Sayı : 101 - Mayıs 2016

 

Dervişi Ararken

 

Fakirlik! İşte “derviş”in kelime anlamı… Peki, neleri noksan, neyin mahrumudurlar ki bu insanların adları fakir konulmuş? Bunun bildiğimiz manada mal ve mülk eksikliğinden ileri gelen fakirlik olmadığı ortada… Anlaşıldığı üzere bu Cenab-ı Hakk’a olan ihtiyacın doğurduğu fakirlik. Ne kadar garip! Bir zümre Mevla’ya muhtaç, onun fakiri manasında diğerlerinden farklı bir isimle anılıyor. Bu hususta -haşa- kimin fazlası var? Kim zengin? Diğerlerinin adı ne o halde?

Elbette Cenab-ı Mevla’ya herkesin ihtiyacı var. Herkesin, her an, hep daha fazla… Ancak “derviş” bu noksanlığı hisseden, bu yolda mücadele ve mücahede edenlerin adı olsa gerek. Dervişlik bir isimden fazlası, o isimle gelen fiillere de sahip olmayı gerektiren bir kavram. Tabiri caizse derviş Mevla’ya “aç” olan adam. İster farkında olsun ister olmasın herkes Cenab-ı Hakk’a “aç” ama herkes derviş değil. Çünkü aç adam karnını abur cuburla doyurmaya kalkmaz. En azından bunda ısrarcı olmaz. Bir iki öğün sonra gerçek yemekler ister. Dervişlik bu açlığın farkına varmak ve gereğini yapmaya çalışmak mı yoksa?

Derviş denilince göz önünde hemen canlanan bir tip var. Cübbe, sarık, şalvar… Bu görünüşle beraber Hak aşığı ve arayıcısı, özü sözü bir, etrafına faydadan başka bir şey vermeyen… Hemen bunların yanında akla başka şeyler de geliyor. Dergâhtan, tekkeden çıkmayan, halktan kopuk, yüzlerce yıl öncesinde yaşamış… Son eklediğimiz vasıflarla birlikte saydığımız tüm güzelliklere rağmen onu hem cemiyetin dışına çıkarıp hem de tarihin derinliklerine gömmüş oluyoruz. 

Millet olarak dervişlerin bizde ayrı bir yeri var. Onları sahiplenmiş sözlerini, şiirlerini menkıbelerini koruyup nesilden nesile aktarmışız. Ancak kendilerine çok fazla sahip çıkamamış olacağız ki bugün bir dervişle karşılaşma ihtimali pek zayıf. Onlar gitmiş sözleri ve şiirleri kalmış geride. Yani işin hikâye boyutu kalmış. Yunus’un, Mevlana’nın mısraları birbirine kur yapan gençlerin eline malzeme olmuş.

Adlarını okullara, sokaklara, parklara verdiğimiz dervişlerin ahlakını cemiyete yaymaktan geri kalmışız. Mesele sadece edebi boyutuyla ele alınmış ve bir hayat tarzı olarak derinlemesine incelenememiş. Bu insanların Mevla’yı arayıp, bütün gayretlerini bu yöne sarf ettiğini görmemize rağmen “Hak kime lazım değil ki?” sorusunu kendimize sormaktan aciz kalmışız.

Hal böyle olunca eskiden cemiyetin her kesiminde rastlanabilen dervişlik günümüzde sıra dışı bir iş, derviş uç bir kimlik halini alıyor. Gözlerimiz televizyon ve internet vasıtasıyla öyle garipliklere şahit oldu ki artık hiçbir şey bize ilginç gelmiyor. Ama yine de dervişane bir hayatı tabiatüstü bir hadise gibi algılayabiliyoruz. Bu devirde böyle bir hayatın olabileceğine inanmıyoruz.

Zaten cemiyet hayatındaki tıkanıklar da buradan kaynaklanmıyor mu? Dervişane şahsiyetlerin aramızda ender bulunmasından… Çevresiyle daima iyi geçinen, hadiselere sürekli müsbet yaklaşan, bir başkasını kendisine tercih edebilen, tevazu sahibi, helali haramı bilen, kadını erkeği ayırt edebilen, canlıya cansıza saygı duyan, güvenilir, elinden ve dilinden zarar görmediğimiz ve daha sayamadığımız birçok güzelliği kendisinde barından insan sayısının yok denecek kadar az olmasından.

Etrafınıza bir bakın. Esnaf müşteriden müşteri esnaftan, memur vatandaştan vatandaş memurdan, muallim talebeden talebe muallimden şikâyetçi hale gelmiş. Çevrenizde işine, mektebine, alış veriş için çarşıya “ayaklarım geri geri gidiyor” diyen sayısız insan bulursunuz. Çünkü herkes birbirine yük olmuş. Herkes birbirinden bıkmış. Üstadın diliyle “O yüz, her hattı tevhid kaleminden bir satır; O yüz ki, göz değince Allah’ı hatırlatır...” diyebileceğimiz kaç sima var etrafımızda?

Bugün cemiyetimizin “derviş meşreb” insanlara her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Nasıl ki her iş sahasında kalifiye adamlar yetiştirmek mecburiyetindeysek, cemiyetin denge ve düzenini tertip edecek dervişlere de muhtacız. Çünkü mal, mülk yahut makam sahibi olmanın değil insan olmanın derdini çeken dervişler cemiyet hayatının kalifiye elemanlarıdır.

Derviş sistemler ötesi bir karakterdir. Ahlakını çözecek felsefe, alışverişini izah edecek iktisat, his ve davranışlarını tahlil edecek ruhiyat henüz keşfedilmemiştir. Onun anlaşılabileceği tek nizam tasavvuftur. 

Dervişten bahsederken sanki bir süper kahramandan bahsediyor gibiyiz. Gerçekten de hakiki dervişler tarih boyunca bütün güzel huyları kendilerinde toplamış ve insanlığın şerefini korumuş kahramanlardır. Ne var ki modern süper kahramanlık algısının kötü tarafı kahramanların ya başka bir gezegenden gelmesi yahut doğaüstü hadiseler neticesinde güçlerine kavuşmasıdır. Oysaki derviş bunlardan hiçbirisi değildir. O da bizim gibi kanlı canlı bir insandır.

Ne var ki bu iş kolay olsaydı etrafımız dervişlerle dolup taşardı. Bu yolun zorluğunu bizzat yolun yolcularından öğreniyoruz. Yunus Emre şiirlerinde birçok defa bu işin kılık kıyafetle alakalı olmadığını yolun zor bir yol olduğunu belirtiyor. Dervişliğin uykusuzluk, açlık, gönülsüzlük ve benzeri birçok fedakârlığı gerektirdiğini hepsinden önemlisi bunun Hak ile bağlantılı bir hayat tarzı olduğunu şiirlerinde çok kere tekrarlıyor. 

Elbette ki işin zor tarafı tatbik kısmı; zaten bahsettiğimiz anlamda teoride herkes derviş. Mesele saydığımız bütün güzellikleri bir ahenk içerisinde hayata yerleştirebilmekte. Bu da ancak dervişlerin kendi üniversitelerinin yani “tarikatların” eseridir.

Bir gün uzak diyarlardan bir kafile Gavsü’l A’zâm Abdükâdir Geylâni hazretlerini ziyarete gelir. Maksatları, şöhretini duydukları bu büyük zatı gözleriyle görmek, onun nazarına mazhar olmak ve eğer kabul buyururlarsa kendi memleketlerinde de Hazret’in bir ocağını ihdas etmektir. Niyetlerini Hazreti Abdülkadir’e açarlar: Ey şeyh, lütfetseniz bizim oraları da irşad halkanıza dâhil etseniz; yolunuzun güzelliklerini dervişliğin inceliklerini bizlere de öğretseniz, derler.

Hazret-i Abdülkadir, iştiyakla ve halisane niyetle yapılan bu daveti elbette reddetmeyecektir. Ancak sorar: “Yaparız Allah’ın izniyle de, nasıl olacak?” Tekliflerinin kabul olduğunu anlayan talipliler çok memnun olurlar; “Aman sultanım, evlatlarınızdan bir şeyh efendiyi tayin buyurursunuz. Biz orada her türlü ihtiyacını karşılar, onu el üstünde tutarız. Bir dediğini iki etmeyiz, tek bizi mahrum etmeyin!” derler.

Bunun üzerine Hazret-i Abdülkadir Geylani; “O zaman kolay. Ben de bir an korkmuştum bir derviş gelsin bize de dervişliği öğretsin diyeceksiniz diye!” buyurur ve “Mesele yolu öğretmekse onu yapacak evladımız çoktur ama mesele yolun halini yani dervişliği kemaliyle yaşamak ve öğrenmekse o zaman ya ben gelecektim ya da kardeşim Ahmed’i (Ahmed el-Rıfâî Hazretleri) gönderecektim.” der. (Keşkül Dergisi, 2014, Güz)

Bugün de aynen böyle değil midir? Tasavvufa gösterilen ilgi ve iltifatın bolluğunun yanında dervişlerin sayısının azlığına bakacak olursak meselenin sadece yolu öğrenme kısmında takılıp kalındığı ortadadır. “Bizim de olsun” adına çok şeylerimiz var ancak “olmak” adına ortaya koyabileceğimiz pek fazla bir şey yok. 

“Derviş”i modern zamanlara taşımak mecburiyetindeyiz ama nasıl? Sadece adının ve kıyafetlerinin bir folklor gibi yaşatılmasını değil bizzat şahsiyetinin cemiyet hayatında yer almasını arzu ediyoruz. Bunun yolunu da az önce hazreti Geylani’nin (ks) kendisinden öğrenmiş olduk. Bir mürşid-i kamil bulmak ve onun sözünden mümkün olduğunca çıkmamak… 

Allah bize dervişlerin ahlakını, sabır ve iştiyakını versin, büyüklerimizin himmetini üzerimizden eksik etmesin.

Amin.

 

Yazar: Veysel ÖZSALMAN

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort