JoomlaLock.com All4Share.net

DİN HAYATIMIZIN NERESİNDE?

Din Hayatımızın Neresinde

Din Hayatımızın Neresinde?  - Veysel Özsalman

Sayı : 121 - Ocak 2018

 

Din Hayatımızın Neresinde?

 

Mahrum kalıp hasret çektiğimiz birçok şey arasında bazen sıra manevi ihtiyaçlara da gelir. Bizde bulunmadıklarını hatırlayıp onlara nail olamamanın efkarıyla kendimize “nerede” olduklarını sorarız. Bu sualler hayıflanmanın ötesine geçip ciddiyetle cevabı araştırıldığında yitiğin bulunmaması, kaybın ortaya çıkmaması için hiçbir neden yoktur. Bu manada noksanlığını hissettiğimiz her ne ise onun tarifi net bir şekilde yapılmalı, ciddiyetle ve doğru yerde aranmalıdır.

Yazımızın başlığı olan ve bahsimizin etrafında şekilleneceği sualin benzerleriyle de günlük hayatın rutini içerisinde sıklıkla karşılaşırız. Mesela “Rasulullah (sav) hayatımızın neresinde?”, “Tasavvuf hayatımızın neresinde?” yahut “Kur’an hayatımızın neresinde?” gibi suallere zaman zaman hem cemiyet hem de fert olarak muhatap oluruz. Bu suallerin ima ettiği hakikati ve tabii olarak bunlara verilecek cevapların benzerliğini görmekle birlikte, hepsini tek çatı altında toplayıp bunu olabildiğince kapsamlı bir şekilde “Din hayatımızın neresinde?” diye ifade edebileceğimizi söyleyebiliriz. Çünkü insanların ve cemiyetlerin dini idrak etme biçimlerinin ve onu hayatlarında hangi konuma yerleştirdiklerinin anlaşılması bu mevzudaki diğer bütün soruların cevaplarının kendiliğinden ortaya çıkmasını sağlar.

Bugün “din” her cemiyette -hatta aynı cemiyetteki farklı bireylerce- değişik şekillerde anlaşılabilmekte ve yaşanmaya çalışılmaktadır. Bu anlayış fazlalığının ve uygulama bolluğunun sebebi fertlerin ilgi ve idrak kabiliyetlerinin aynı hizada olmamasının yanı sıra, kendi anlayışlarına uygun her türlü referansı kolayca bulabilmeleridir. Herkes durduğu noktadan bütün hakikatleri görebildiğine, mevzunun tamamını kavrayabildiğine inanmakta ve daha farklı şekilde olabileceğine ihtimal vermemektedir. Aynı zamanda kendisine arka çıkacak birçok fikir de bulabilmektedir. Fakat nihayetinde hayatlara yansıyan, fertlerin idraki nispetinde kendi hakikatleridir ve bu sebeple hayata yansıması da birbirinden oldukça farklıdır.

Bu noktada bir bütünün kavranıp ifade edilmesindeki noksanlık, farklılık ve hataları belirtmek için anlatılan, körlerin fili tanımlama çabalarından bahseden fıkrayı hatırlayalım. Hayatları boyunca fil diye bir mahlukun varlığından bihaber yaşayan bu kör adamların, fil ile karşılaşıp elde ettikleri kısmi tecrübeler neticesinde zihinlerinde ayrı ayrı fil tasavvurları oluşmuştur. Filin kulağını tutan onu yelpaze, bacağını kavrayan ağaç, kuyruğuna denk gelen ise onu bir sicim zannetmiştir.

Din olgusu anlaşılmaya çalışılırken yapılan hata da fili tanımak isteyen körlerin yaptığıyla aynıdır. Dini açıklamak isteyen her birey, cemiyet yahut disiplin, kendi durduğu noktayı merkez kabul ederek tespitlerini yapmaktadır. Mesela psikoloji için din bir inanç meselesi iken sosyoloji için cemiyet hayatını düzenleyen bir kurumdur. Hukuk için din bir kurallar, kanunlar sistemi iken felsefe için akıl ile izah edilmeye muhtaç bir kavramlar yumağıdır. Her birinin kendince doğruluk payı olsa da aslında hepsi eksik ve nihayetinde hatalıdır. Dolayısıyla dinin ne olduğu mevzusundaki referansını bu disiplinlerden alarak dini hayata yansıtmaya çalışanlar da bir o kadar hata içerisindedir.

Eğer din felsefenin ele aldığı ka-darıyla sadece kavramlar ve bunların arasındaki nazari ilişkilerden ibaret olsaydı ameli boyutundan hiç bahsedemezdik. Yahut sosyolojinin bahsettiği gibi sadece içtimai bir müessese olsaydı ihtiyaç kalmayan müesseseler gibi bir gün cemiyet hayatının dışına itilebilirdi. Yine psikolojinin ifade ettiği gibi yalnızca davranışları etkileyen dahili bir muharrik olsaydı birisi çıkıp bu insanın kendisini kandırmasıdır, diyebilirdi. Nitekim öyle de oldu ve dini açıklarken bu referans noktalarına dayananlar dinin amel boyutunu görmezden geldiler, kutsiyet arz eden her unsuru cemiyet hayatının dışına çıkardılar ve bunların insanın hüsnü kuruntusu olduğunu söylediler.

Gözümüzün önündeki canlı örnek Avrupa, yüzlerce yıldır bu merhalelerden geçerek bugünkü marazlı anlayışına kavuşmuştur. Dinin bir bütün olarak hayatı kuşattığını unutup felsefi, psikolojik, sosyolojik ve türlü türlü anlayış ve izahlarına takılıp kalarak onu tahrif ettiler ve nihayetinde büyük resmi görmekten mahrum oldular. Elbette ki din olgusunun çeşitli disiplinler tarafından izahı yapılacaktır fakat din bu kısmi görüşlerden hiç birisi olmadığı gibi onların toplamı da değildir. Bu nedenle dinin hayatımızdaki yerini tama-mıyla kavrayabilmek için zihinlerde ne anlama geldiğinin net bir şekilde ortaya konması gerekir.

Bu noktada adeta körlerin gözlerini açacak ve filin tamamını görüp anlamalarını sağlayacak “ilahi bir ışığın” devreye girmesi gerekir. Aksi takdirde ne kadar etrafında dolansalar da yahut onlara ne kadar anlatılsa da akıllarındaki tarif hep noksan kalacaktır. El yordamıyla din olgusunu kavrama çalışanların elde edeceği de bundan fazlası değildir. Bu sebeple dinin bir bütün olarak kavranılmasında rehberin, kılavuzun yani gözün görmesini sağlayacak ışığın önemi büyüktür. Bu rehber, kesinlikle hakikatin bir parçasını alıp tamamıymış gibi sunan değil, bizim onu her yönüyle kavramamız için mücadele verendir. 

İnsan dinin bütününden haberdar oldukça artık hayatın içerisinde nerede olduğunu aramayı bırakarak, dinin hayatın kendisi olduğu fikrine doğru meyleder. Bundan sonra dinin neyle alakalı olup olmadığı, neyle birlikte olup neyden ayrı olduğu fikri ortadan kalkar ve hayatın içinde ve dışında her ne varsa onun din ile aynı ve eşit olduğunu kavrar.

İslam dininin hayatın hiçbir sahasında boşluk bırakmayan muazzam yapısı onun bir bütün şekilde kavranmasını zorunlu kılar. Eğer İslam’ın, ferdî ve içtimaî hayatın her sahasında var olduğunu düşünüyorsak, onu bir bütün olarak kavramaya ve bu gerçeğe göre davranmaya da mecburuz demektir. Bu şekildeki bir din anlayışının hayata yansıması, topyekûn bir seferberlik ile onu hiçbir unsurunu atlamadan yaşama gayretiyle ortaya çıkar.

Dinin hayatın kendisi olmasından maksat onun ekonomiyle, siyasetle, sanatla, fikirle, eğlence ve zevklerle kısacası her şeyle alakalı olduğu dahası belirleyicisi olduğudur. Din ve hayatı bir ve aynı gören bakış açısıyla ferdî ve içtimaî hayatın her sahası dinin emir ve yasaklarına göre şekilleneceğinden kimsenin aklına dinin nerede olduğu yahut olması gerektiğiyle alakalı sorular gelmez. Çünkü herkes bilir ki o her yerdedir.

Din hayatın bazı şubelerinde yahut bu şubelerin bazı bölümlerine mahsus bir olgu değildir. Bu sebeple sadece hayatın belirli cüzlerinde tahkikat yapmayı kendisine iş edinmiş, dolaysıyla ortaya koyacağı bilgilerin de hakikatin ancak cüzi bir kısmına işaret edeceği ortada olan, disiplinlerin bakışıyla İslam’ın bütün mevcudata nüfus etmiş ve onu kuşatan yapısının topyekûn bir şekilde kavranması mümkün değildir.

Parçayla yetinmeyip bütünü arzulamak… İslam’ın bizden beklediği budur. Çünkü kendisi parçalarla yetinmeyip bütünü istemektedir. İçtimai hayatınız benim, iç dünyanız sizin demiyor. Camide benimle, sokakta bir başınasınız demiyor. Kazanırken ben varım, harcarken yalnızsınız demiyor. Her zaman ve her şartta bütün hayatımızı şekillendirmeye talip oluyor. Kısacası İslam bize “hayat benim” diyor.

Biz İslam’ı hayatın yalnızca bazı cüzlerinde yahut cüzi anlayışlarda arayamayız. Eğer öyle olursa külliyen hayatın dışına çıkmasına engel olamaz “Din/İslam hayatın neresinde?” diye gündüz vakti fenerle aramak zorunda kalırız. 

O halde bize bütüncü bir bakış açısı, bütünü aydınlatacak bir “nur” lazımdır. Bu nur ancak Kur’an, sünnet ve bunları temsil eden örnek şahsiyetlerin hayatından yayılabilir. Bize düşen bunlara sıkıca yapışmak ve terk etmemektir. İşte İslam ve hayatın bir ve aynı olduğu o zaman anlaşılır, İslami bir hayat ancak o zaman mümkün olabilir.

 

Yazar: Veysel Özsalman

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort