JoomlaLock.com All4Share.net

DİN ve EĞİTİM

din ve eğitim

Din ve Eğitim - Veysel Özsalman

Sayı : 105 - Eylül 2016

 

Din ve Eğitim

 

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat/56) İşte bütün süfli dertlerimizi yutucu, kendisinden başka uğruna çaba sarf edilebilecek bütün davaları buharlaştırıcı ve her türlü hastalıktan kurtularak şifayab olmamızı sağlayacak dermanın hülasası bu ilahi cümledir. “Kul olmak” hem derdimiz hem davamız hem de devâmızdır. Hayatımızın rotasını bu ilahi emir doğrultusunda belirlemeyi ve meselelerimizi bu ölçüyle tartabilmeyi arzuluyoruz.

Dinin hayatın bütün sahalarına müdahale eden bir dünya tasavvuru olduğunu ve hayatın hiçbir cüzünün ondan bağımsız olamayacağı ortadadır. Yine aynı şekilde hayatı bütün cüzleriyle kuşatacak kudret ve meylin sadece ve sadece İslamiyet’te olduğu da aşikârdır. Hal böyleyken cemiyet hayatında sürekli bir şeylerden dini yani İslam’ı çıkartmaya çalışmamız hayret vericidir. Siyasetten, askeriyeden, ekonomiden... Sürekli bir yerlerden İslam’ı silmeye azmediyoruz.

Oysaki akla gelebilecek her yapının içerisinden İslam’la birlikte hayatı da çıkarmış bulunuyoruz. İslam’dan uzaklaşmak yoluyla aydınlığa çıkacağımızı sandığımız her meselemiz daha da içinden çıkılmaz karanlıklara gömülmektedir. Çünkü varoluş gayemiz olan “kulluğun” muhalifi yollardan çıkılabilecek tek bir aydınlık yoktur.

İşte bu şekilde eğitim müessesinin içerisinden çıkarılan İslam da nesillerimizi, geleceğimizi ve topyekûn cemiyetimizi karanlığa gömmüştür. Onun yerine ikame edildikten sonra ruhi ve ahlaki kokuşmuşluğu zirveye çıkartan usullerse hala dayatılmakta ve savunulmaktadır. Yenilikler adı altında yapılan her faaliyetin nihayetinde memleket yangın yerine dönmüştür ve bu yangın gün geçtikçe büyümektedir.O halde bizde derdimizi davamıza uygun bir şekilde anlatıp derman arama hakkını kendimizde buluyoruz.

Yeryüzünde hiçbir millet yoktur ki “dünya vatandaşı” yetiştirmek istesin. Bü-tün cemiyetler bağrından çıkardığı nesillerin kendisini bir adım ileriye taşımasını, diğer milletlere hâkim ve teknik bakımdan üstün kılmasını arzular. Bu da ancak nesilleri kendi öz kültüründe yoğurup onu bütün menfi, yabancı veya yerli tesirlerin boyunduruğundan kurtarmakla mümkün olur. İşte bu aşamada en büyük pay; kültürün, milli tarihin ve millet olma şuurunun taşıyıcısı olan eğitimdedir ve bu iş ancak eğitim vasıtasıyla gerçekleştirilebilir.

Milletleri millet yapan, onu diğer milletler karşısında hak ettiği hizaya yükselten geçmişinden aldığı maddi ve manevi mirasın yekûnudur. Hal böyleyken bizde ecdadın mirasından daralarak hesaplaşmayı kafaya koyan, bununla İslam’ı cemiyet hayatından ve bütün müesseselerden silmeye kastedenler aradıkları ferahlığın batı usullerinde olduğunu düşünerek ellerine geçen ilk fırsatta ve her sahada milli olanın yerine onu ikame ettiler. Batının içinde çırpındığı ve kurtulmak için çabaladığı yangını, yolu aydınlatan bir ışık sandılar. Sonrasında yangın her yeri sardı ve büyüyerek devam etti.

Eğitim ve kültürün birbirlerini yeniden ve yeniden doğuran ilişkisi vesilesiyle bu döngüye giren bütün yabancı unsurlar çok geçmeden milli olanın yerini aldı ve kendisini milli ilan etti. Böylece birkaç nesil gibi kısa zaman zarfında eskinin üstü çabucak örtüldü ve vicdanların sızlamasına bile fırsat kalmadı.

Üstad Ali Ulvi KURUCU’nun şu hatırası bahsettiğimiz dönemi anlamak adına güzel bir misaldir: Üstad henüz ilkokuldayken, dedesi bir gün mektebin önünden geçer, kız-oğlan karışık, kadın-erkek muallimlerle voleybol oynuyorlarken görür. Dedesi Ali Ulvi’yi çağırır ve “programınız nedir?” der. Derslerini saydıktan sonra “Kur’an yok mu?” diye sorar. Olmadığını, yalnız dördüncü ve beşinci sınıflara Kur’an dersi olduğunu söyleyince, dedesi “pekâlâ” der. Ali Ulvi çıkar. Dedesi, ninesine ağlayarak “Muhsine, bu çocuk pınarın başında susuzluktan ölecek, yazık yahu, ben neslimden, hafız-ı Kur’an’lığın bu kadar çabuk kesileceğini tahmin etmezdim. Çok erken oldu, yahu Muhsine, sinesinde Kur’an olmayan bir insan kabirde gibi karanlıktadır. Kur’an nurdur, ışıktır, feyizdir. Kur’an’sız bir okul zulmettir, karanlıktır, bu karanlık mektep çocuğa ne verecek?” der ve ağlayarak gider.

Peki o günden bu güne ne değişti? Biraz evvel söylemiştik o yangın büyüyerek devam etti ve her yeri sardı. Daha birkaç sene öncesine kadar -İmam Hatipler dışında- Kur’an, Siyer, Hadis derslerinin olması, okutulması hayal bile edilemiyordu. Tam güzel gelişmeler olmaya başlamış bu dersler seçmeli de olsa tüm okullarda okutulmaya başlamıştı ki malum ihanetten kaynaklanan kargaşanın faturasını İslam’a kesmek isteyenler yine sesini yükseltmeye başladı. “Fırsat bu fırsat” diyen din düşmanları yine sazı eline alıp “laik eğitimin” önemine(!) vurgu yapmaya başladı.

Bizim derdimiz, bütün meselelerde olduğu gibi eğitimdeki aksaklıkların da temelinde Kur’an’dan, Sünnet’ten, manevi terbiyeden ayrılmış olmak varken, ele geçen her fırsatta bunların suçlanıp dünyeviliğin pohpohlanmasıdır.

Dağların bile yüklenmeye cesaret edemediği davayı eğer tek cümleyle özetlemek gerekseydi, bu en başta da belirttiğimiz gibi “kul olmak” olurdu. Sadece belirli zaman yahut mekânlara sıkışmış kıt bir anlayışla değil, her zaman ve her yerde coşku ile yaşanacak bir kulluk… Çünkü “hakikat”, paramparça olmuş ve her parçası ayrı bir tarafa savrulmuş hayatlarla değil, ancak her bir cüzü aynı arayış azmi ve prensibiyle cem olmuş hayatlarla ele geçebilir.

Bu sebeple bize hayatın parçalanmışlığı yerine bütünlüğünü öğretecek ve hakikat arayıcısı nesiller yetiştirecek bir eğitime ihtiyaç vardır. Öncelikli hedefi şahsiyet inşası olan ve bu omurga etrafına bütün ilimleri örebilecek kabiliyet ise ancak İslam’dadır. O halde İslam ve eğitimi birbirinden ayırmak bir milletin şahsiyetine kastetmek olacaktır.

 

Bize bütün hayatımızı düzenleyecek, her işimizde yol gösterici değer ve prensipler sunacak, yaşantımıza ruh ve mana katacak, kısacası Cenabı Mevla’ya “kul” olmayı öğretecek bir eğitim anlayışı gerekmektedir. Bizi “batının kölesi” yapan ve genç dimağları sömürücü eğitim anlayışının sonuçları ortadadır. Usulleriyle ahlaki çöküntüyü kaçınılmaz kılan ve içtimai hayatın kokuşmasının temel sebebi olan bu eğitimin boyunduruğu bir an önce milletin boynundan çıkarılmalıdır. 

Bilginin, bilmenin ne olduğu ve ne için olduğunu öğretmeden yapılan her eğitim beyhudedir. Kendisine maddi bir istikamet çizen ve başarının maddi çıkarla doğru olduğu bir eğitim anlayışı, madde planında kurulan bütün yapılar gibi çökmeye mahkûmdur. 

Sanattan spora, esnaftan memura, köyden kente, yaşlıdan gence her yerde, herkeste ve her şeyde İslam’ın kurucu ve yükseltici ruhunu yakalamak sadece eğitim vasıtasıyla olabilir. Bugün bu eğitimin tüm cemiyete sunulabilmesi ancak devletin gücü sayesinde mümkündür. Eğitimin temelindeki prensiplerin tekrar gözden geçirilerek, cemiyetin arzuladığı nesli yetiştirecek hale getirilmesini istemek her şeyden önce vatandaş olarak hakkımızdır.

Artık karar verme vaktidir. Nasıl bir gelecek arzuluyoruz? Ya kendisinin, cemiyetin ve ümmetin kurtarıcısı, geleceğimizin kurucusu yahut bunların tamamını kendi şehvet ve iştahına tercih edecek bir gençlik... Eğer tercihimiz birincisi olacaksa harekete geçme zamanıdır. Şimdi değilse ne zaman?

 

Yazar: Veysel ÖZSALMAN

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort