JoomlaLock.com All4Share.net

DOSDOĞRU RABBİZE GİDEN YOLUN ADIDIR İSTİKAMET

Dosdoğru Rabbimize Giden Yolun Adıdır İstikamet

Dosdoğru Rabbimize Giden Yolun Adıdır İstikamet - Abdülkadir Visâlî

Sayı : 135 - Mart 2019

 

Dosdoğru Rabbimize Giden Yolun Adıdır İstikamet

 

Her gün namazların içinde ve dışında defaatle okuduğumuz sure-i celile olan Fatiha-i Şerif’i tefsir sadedinde büyüklerimizden dinlediklerimizden toparlayabildiklerimiz şu şekildedir:

Bu mübarek sure üç ana bölümden müteşekkildir. İlk dört ayeti insanın Halıkı’nı tanıması, O’nu gerektiği şekilde vasfetmesi ve bu sıfatlarla O’na iman etmesini bize bildirilir. Yani Besmele ile sureye başlar, O’nu bildiğimiz ve bilemediğimiz, görünen görünmeyen her türlü mahlûkun, cümle mekan ve zamanın, âlemlerin Rabbi Allahımız olarak tanır, “Dünya hayatında, mü’min-kâfir gözetmeksizin, mahlûkatın hepsine merhametle muamele eden.” (er-Rahmân) ve “Ahiret hayatında sadece mü’minlere ihsan ve ikram eden.” (er-Rahîm) sıfatlarıyla genelde insanlığa, özelde Müslümanlara muamelesini anlar, “İyilerin iyiliklerinin, kötülerin kötülüklerinin tam karşılığının verileceği, hiçbir kimsenin kimseye hiçbir şeyle fayda vermeye muktedir olamayacağı günün yegâne sahibi ve hâkimi” (el-Mâlik) sıfatıyla o zor günde hesap verecek olmanın endişesiyle Rabbine yönelir.

İşte bu yönelişle sure-i şerifin ikinci kısmına, beş ve altıncı ayetlerine, geçilir ki kul tarafından kemal sıfatlarıyla tanınan bir İlah’ın huzurunda tam bir teslimiyetle bağlılığımızı O’na arz eder; dünya ve ukbada bize ne lazımsa bunları vermeye yegâne kudret sahibi ve imkânı olan Rabbimizden isteyeceğimizi/istememiz gerektiğini ifade ederiz.

Sure-i şerifin son kısmı, yedinci ayeti, ise dua mahiyetindedir ki bu -lâ teşbih- padişahın huzurunda bulunan bir kimsenin sultanı layıkıyla övdükten ve ancak onun kendisine yardım edebileceğini ifade ettikten sonra halini ona arz etmesi gibidir. Burası belki hayatımız için can alıcı noktalardan biridir ki böyle müstesna bir zamanda, yani bunca hamdü sena, tavsif, teveccühten sonra, adeta istediğimize hemen icabet edilebilecek bir atmosferde, ne istememiz gerektiğini Rabbimiz ayeti kerimede bildiriyor ki bu bizim için çok hususi bir ikramdır. İstikamet isteyin buyruluyor; İsrailoğulları gibi soğan sarımsak, firavun,nemrut ve avaneleri gibi dünyalık, müşrikler gibi makam/mevki istemeyin. Dosdoğru Rabbinize gelecek bir yol isteyin; o yola tutunun ki O’na kavuşasınız diye ikaz ediliyoruz adeta. 

Evvelce de nakletmiştik büyüklerimizden; buyuruyorlar ki: “Bazı kavramlar vardır ki sadece mücerret kelimelere yoğunlaşmakla onları anlamak pek mümkün olmaz. Bilakis o mana ve hakikati hali hayatında yaşatmaya azmetmiş, kavramlara müşahhas kimlik olmuş kimselerle o kavramları tanımak bizim için çok daha kolay ve verimlidir. Bu insanlar o kelimelerin ve kavramların vücut bulmuş halleridir.

Biz de burada “İstikamet nedir/ne değildir?” meselesini uzun uzadıya işlemek yerine, müstakim kimselerin kimler olduğunu ve onların vasıflarını zikretmeye gayret edeceğiz inşaallah. 

Fatiha suresinden devam edelim… Sure-i şerifin yedinci ayeti olan son kısmında Rabbimiz’den istememiz emrolunan istikamet için adeta bir parantez açılmakta ve istikametin kimlerin yürüdüğü yol olduğu bize kabaca tarif edilmektedir: “Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.” Buradan da anlaşılıyor ki insanlar genel olarak iki sınıftan müteşekkildir; kendilerine nimetin verildiği ehli hidayet ve nefisleri ile baş başa kalmayı tercih etmiş ehli dalalet. Ömer Nasuhi Bilmen merhum, tefsirinde hidayet ve dalalet kelimelerini şöyle mana etmiştir:

“Hidâyet”; insanı istenilen şeye kavuşturacak olan bir nesneye delâlet ve yardım etmek demektir. Bu bir hayırlı rehberlikten ibârettir.

“Dalâlet”; de helâk olmak, kaybolmak, doğru yoldan çıkmak, insanı istediği şeye ulaştıracak olan nesnenin yok olması ve istenen şeye kavuşturamayacak olan bir yola girmek demektir. 

Bazı büyüklerimiz ayette geçen “hidayet, dalalet ve gadab” ifadelerini şöyle manalandırmışlar: Kendilerine hidayet verilenler doğru yoldakilerdir, hakkı tanıyıp ona uyanlardır. Bunların ehli İslam olduğunda hiç şüphe yoktur. Gadaba uğrayanların hakkı bildikleri halde ondan yüz çevirmeleri, hakkı terk etmeleri sebebiyle yahudiler olduğu bildirilmiştir. Dalalet ehlinin ise hakikati bilememeleri ve hakkı yanlış anlayıp hataya düşmelerinden dolayı sapıklıkla vasıflandırılan hristiyanlar olduğu ifade edilmiştir.

Bu ayeti kerimenin daha birçok farklı ifadelerle tefsir edildiğini bilmekteyiz. Mesela; 

“Selef âlimleri sıratı müstakim ve ehlini, Ebu Bekir (ra), Ömer (ra) ve Rasulullah’ın (sav) ashabının yoludur, şeklinde tefsir etmişlerdir. Gerçekten de öyledir. Doğrusu sıratı müstakim sahabenin üzerinde bulunduğu yoldur. Bu da bizzat peygamberlerin yoludur. Sahabiler, Allah’ın kendilerine nimet verdiği, düşmanlarına gadablandığı ve düşmanlarına sapıklık hükmünü verdiği kimselerdir. 

Ebu Aliyye (Rufey er-Riyahi) ve Hasan Basri -ikisi de tabinin büyüklerindendir- derler ki: ‘Sıratı Müstakim: Rasulullah (sav) ve iki sahabisinin (Ebu Bekir ve Ömer) yoludur’. 

Yine Ebu Aliye ‘kendilerine nimet verilenler’ ayeti için, onlar Rasulullah‘ın âli (ailesi), Ebu Bekir ve Ömer’dir demiştir. Doğrusu da budur. Çünkü onun ailesi Ebu Bekir ve Ömer aynı yol üzerindedir. Sahabenin onlar hakkında aralarında ihtilaf olmadığı, birbirlerini destekledikleri, her ikisine de övgüde bulundukları, onların savaştıkları ile savaştıkları, barıştıklarıyla barıştıkları bütün ümmetçe malumdur.

Şüphe yok ki kendilerine nimet verilenler Rasulullah’a uyanlar, gadaba uğrayanlar da Rasulullah’a tabi olmayanlardır. Ümmet içerisinde Rasulullah’a en çok uyanlar ve ümmetin Rasulullah’a en çok itaat edenleri O’nun sahabesi ve ehli beytidir.”

Gadaba uğrayanların ve dalalet ehli olanların ise Kaderiyye, Cehmiyye, Cebriyye, Rafiziyye, Hariciyye gibi İslam olduğunu söyleyip de iman ve amel hususunda bid’atlere bulaşan sapık mezheb sahipleri ve Allah’ın ilminin cüz’i konularla ilgisini inkâr edenler, Peygamberlikle ilgili hususları inkâr edenler, âlemin kadim olduğunu söyleyenler gibi yanlış fikirlere saplananlar oldukları da ifade edilmektedir.” (İbni Kayyım el-Cevziyye, Medaricu’s-Salikin)

Kendilerine nimet verilenlerin daha net bir şekilde tarifi Nisa Suresi’nde bulunmaktadır. Rabbimiz bu surenin altmış dokuzuncu ayeti kerimesinde; “Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır.” buyurmaktadır.

“Peygamberler” Cenabı Hakk’ın insanlığa bir atiyyesidir ki onlar bize bu dünya zindanından nasıl kurtulacağımız, İlahi rızayı gözetmek suretiyle ebedü’l-ebed bir hürriyete ne suretle vasıl olacağımız hususunda rehberlik etmişlerdir. Çok cüzî bir kısmının Kur’an-ı Kerim’de zikredildiği peygamberlerin sayıları rivayetlerde değişik rakamlarla ifade edilse de anlıyoruz ki Rabbimiz, insanlığın ihtiyacına göre kavimlere, milletlere, bölgelere değişik zaman ve zeminde birçok elçisini göndermiş; böylelikle insanları küfürden imana, karanlıklardan aydınlığa, kötüden iyiye davet etmiştir. Bu mükemmel davete tabi olanları müjdelemiş, inkar edenlere ise onları hayrete düşürecek bir kötü son hazırladığını bildirmiştir.

“Sıddıklar” ise başta Rasulullah Efendimiz’in mübarek ashabı olmak üzere yaşadığı devirlerde yetiştikleri peygamberleri ve onların Allahu Teala’dan aldıkları vahyi doğrulayan, bollukta ve darlıkta, barışta ve savaşta, hazerde ve seferde hâsılı her halükarda onlara her şeyleri ile tabi olan kimselerdir.

“Şehidler” ifadesine ehlisünnet âlimlerimiz, büyüklerimiz, evvela ehlibeyt manasını vermişlerdir. Çünkü Rasullah Efendimiz’in mübarek hane halkı kendisinden sonra maalesef değişik meseleler, zorlama sebepler yüzünden katledilmiş; yaşamalarına izin verilenler ise türlü zorluklara göğüs gerdikleri hayatlarını yine mazlumen noktalamışlardır. Bununla birlikte “şehidler” ifadesinin Bakara Suresi’nde de belirtildiği gibi “Allah yolunda öldürülenler” yani hayatlarını ve mematlarını Allah’a adayanlar olduğu, “onların aslında gerçek manada ölü olmadığı, Rableri katında rızıklandırıldıklarını, ancak bizim bundan şuursuz bulunduğumuz kimseler olduğu” da ayeti kerimeden anlaşılmaktadır.

“Salihler” ise adı üzerinde Allah ile sulh etmiş kimsedir. İnancında ve amelinde doğru olan, Allah’ın kendisi üzerindeki haklarını yerine getiren, Allah’a karşı farzları ifa eden, kulların haklarını gözeten, Allah’a itaat eden ve haramlardan kaçınan, ömrünü Allah’a itaate adayan, malını da O’nun rızası yolunda sarf eden, dünya ve ahiretini düzeltip kâmil bir insan olan şeklinde de tarif edilmektedir. Salih olmak güzel bir vasıf olduğu için peygamber efendilerimizin bir hususiyeti olarak da zikredilebilir. Ancak burada zikredilen şekliye bunlar; peygamber varisleridirler. Çünkü zaten ayeti kerimede peygamberler müstakilen zikredilmiştir. O salihler ki “Muhacirlerden, ensardan en ileri ve önde gelenlerle, ihsan ile onlara uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allah´tan hoşnuddurlar. Hem onlara altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Orada temelli kalıcıdırlar. İşte budur en büyük kurtuluş.” (Tevbe 100) ayetiyle Hakk’ın kendilerinden razı olduğu ve kendilerinin de Allah’tan razı olduğu müjdelenen bahtiyar kullardır. Allah’a ulaşmaya en büyük vesilelerdendir. Çünkü onlar sadakatlerini Rabbimiz’in takdir ettiği, rahmetini kendilerine yakın kıldığı, peygamberine varis yaptığı zümredir.

Nitekim hadisi şeriflerde de onların dindeki üstün yerlerine birçok atıf vardır. Bu hadisi şeriflerden bir tanesinde Hz. Câbir’in (ra) nakli şöyledir:

Rasulullah (sav) otururken önüne bir çizgi çizdi ve:

“Bu Allah Teala’nın dosdoğru yoludur.” buyurdu.

Sonra söz konusu çizginin sağına ve soluna ikişer çizgi daha çizdi ve:

“Bunlar da şeytanın yollarıdır.” buyurdu.

Daha sonra mübarek ellerini ortadaki çizginin üzerine koydu ve şu âyet-i kerîmeyi kıraat buyurdu:

“Şüphesiz bu, Benim dosdoğru yolumdur; öyle ise ona tabi olun. Sizi Allah’ın yolundan ayıracak başka yollara uymayın. Takvaya erişesiniz diye Allah bunları size emretti.” (Enâm 153) (İbn-i Hanbel, III, 397)

Efendimiz’in bu hadisi şerifinden de anlaşılıyor ki şeytan ve avanesi insanları saptırmak için adeta her köşe başını tutmuş, fırsat buldukları her zaman ve zeminde insanoğlunu şerre yönlendirmekte, batıl için tellallık tapmaktadır. Allahu Teala kuluna zulmetmez. Dolayısıyla insanların imtihanları gereği şerre de davet edildikleri/fırsat buldukları bir durumda hayırdan ve hayır davetçilerinden mahrum bırakılmaları düşünülemez. Hatta neticede insanoğlunun akıbetinin hayrolması Rabbimiz’in muradı olduğundan fıtratımızı tertemiz İslam üzere yapmakla bize geniş imkânlar vermiş, işte peygamberler ve onların varisleri olan sıddıklar, şehidler ve salihler ile Kendisine ulaşan yollara sülukumuzu kolaylaştırmıştır.

Belki de bugün, ahir zaman Müslümanları olarak, bizler için iyice fehmedilmesi gereken nokta tam olarak budur. Çünkü biz gerek İlâhi sıfatların tecelligahı, gerek nebevî nişanların ayinesi, gerekse de ahlakı hamidenin tam tekmil bir numunesi olarak muasırı olduğumuz salihleri bulmalı, bilmeli ve zahiri/batını bir teslimiyyetle onlara teslim olmalıyız. Onlar da kâmil imanın, İslam’ın, istikametin, güzel ahlakın, olgun insanlığın her türlü güzellikleri açığa çıkmıştır. Dolayısıyla Hak yolunun yolcusu onlardaki bu üstün vasıfları bizzat görerek, onların irşadı/yol göstericiliği ve âlî himmetleri sayesinde bu yüksek iman ve ahlak seciyesine ulaşmaya, ihsan sırrına erişmeye imkân bulur. 

İşte bu yol sırat-i müstakimdir ki dosdoğru Allah’a gider. Sadatımız buyurmuşlar; “Bu yola başlayanlar, samimiyyetle bu yol üzerinde bulunmaya gayret edenler nihayete ermeye ömürleri vefa etmese de inşaallah müntehi sayılırlar.” 

Rabbimiz’in rahmeti, ihsanı boldur. Bizleri müstakim olanlardan, büyüklerimizden ayırmasın. O büyükler ki Kur’ân ve sünnetin çerçevelediği, geniş şeriat caddesinde mezhep imamlarımızın ve sadatımızın belirlediği ölçü ve edeblerle, Cenabı Peygamber’in (sav) rehberliğinde emin adımlarla yürümektedirler.

Bu dünyada onlarla hemdem olan, hemderd olan kimselerin mahşerde de salihlerle haşrolacağına, Efendimiz’in şahitliği ile tanınacağına; neticede rıza-i İlâhî’ye ve Cemâl-i Bâkemâl’e kavuşacağına itikadımız tamdır.

Rabbimiz bizi bu nimetlerden mahrum etmesin ve cümle ümmet-i Muhammed’i bu güzelliklerle taltif eylesin.

 

Yazar: Abdülkadir Visâlî

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort