JoomlaLock.com All4Share.net

ESAS PROBLEM; İÇİMİZİN BAŞKA, DIŞIMIZIN BAŞKA OLMASIDIR

Esas Problem; İçimizin Başka, Dışımızın Başka Olmasıdır - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 127 - Temmuz 2018

 

Esas Problem; İçimizin Başka, Dışımızın Başka Olmasıdır

 

Sual: Sohbet ortamlarında bulunurken bizlerde güzel bir hal oluyor, etkileniyor ve kendi kendimize; “Hak yolunda gayretli olacağız!” diye sözler veriyoruz. Ama oradan ayrılınca verdiğimiz sözleri unutuyor, yine nefsimize söz geçiremiyoruz. Sohbette olanlar dışarıda olmuyor… 

Cevap: Olmuyor demeyelim, olduramıyoruz diyelim. Çünkü olmadı demek bir neticedir, halbuki bizden olması isteniliyor. Olmayacak bir şey bizden istenilmez. Allahu Teâlâ bize bizim kaldıramayacağımız, yapamayacağımız bir yük yüklememiş. Demek ki dışarıda da oluyor, olabilir; buna imkân vermiş Cenabı Hak. Bunu biz olduramıyoruz, beceremiyoruz. Bu bizim eksiğimiz… 

Eğer buradan aldığımız şeyin gerçek olduğuna inanıyorsak ve onu iğreti bir şekilde almamışsak yani hakikaten onu gönlümüze, zihnimize, hayatımıza indirmişsek, o şey biz nereye gidersek gidelim, fıtrî bir hadiseymiş gibi, bizimle birlikte her yere gelir. 

Misal biz gittiğimiz yerde acıkıyoruz ve helal dairesinde orada bulabildiğimiz şeyleri yiyoruz. Gittiğimiz yerde uykumuz geliyor, müsait bir yer buluyoruz, uyuyoruz. Susuyoruz, su da içiyoruz. Teneffüse ihtiyaç duyuyoruz, teneffüs ediyoruz, nefes alıyoruz. Afedersiniz def-i hacete ihtiyaç duyuyoruz, buralarda bu olmaz demiyoruz, müsait bir yer bulup hacetimizi gideriyoruz. Yani her şey tabii, her şey oluyor. Hayatımızda öyle çok büyük bir değişiklik yok. Öyleyse niye ibadet olmuyor, niye İslamî hayat yaşanmıyor? Demek ki burada eksiklik bizde… Orada da su ve susuzluk aynı, orada da açlık ve beslenme aynı, orada da teneffüs ihtiyacı ve hava aynı… Zaruri ihtiyaçlar, bütün beşeri ihtiyaçlar aynı, niye manevi ihtiyaçlar farklı olsun? Hayat normal seyrinde devam ediyor.

Öyleyse biz bir denge kuramıyoruz. 

Geçenlerde de dedik ya; “İyyâke na’budu”ya geri döneceğiz. Kulluk anlayışımızı gözden geçireceğiz. Biz Allah’ı nasıl tanıdık? Yani bizim Allahımız belli mekânların Allah’ı mı? Bizim Allah ile olan irtibatımız sadece mescitte, tekkede, Mekke’de, Medine’de mi? Böyle belli yerlerde mi bizim Allah’a ihtiyacımız var, yoksa her alıp verdiğimiz nefeste Allah’a muhtaç mıyız? Allah’a inanışımızı, Allah’ı tanıyışımızı Allah’a karşı olan duruşumuzu, bakışımızı ciddi manada gözden geçirmeliyiz.

İman dediğimiz kavramı şöyle önümüze koyup yeniden bir tahlil etmeliyiz. Nasıl inanıyoruz biz? 

Biz, Allah’ın bizi her yerde gördüğünü, gözettiğini, kuşattığını ve her yaptığımız şeyden dolayı O’na hesap verecek olduğumuzu nasıl anlamışız, bunu kontrolden geçirmeliyiz. Bu iman zafiyetidir ve çok ciddi bir tehlikedir.

Bir Müslüman, misal, burada namazını kıldı; gittiği yerde şartlar müsait değil diye kılmadı… Misal, “Burada nerede abdest alacağım, kıble neresi?” diye böyle eften püften bahanelerle namazını kılmadı; veya burada dikkat ettiği helallere, sakındığı haramlara gittiği yerde dikkat etmedi, o zaman bu kişinin iman problemi var, Allah’a güven problemi var. Demek ki onun Allahı’nın sadece buraya gücü yetiyor, buraya karışıyor, buraya bakıyor(!). Geniş alanlara, farklı mekânlara çıktığında oralara karışamıyor… Sanki böyle bir anlayış oluşuyor. Bu, şirke kapı açar. 

Mümin Allah’a teslim oldu mu şartlar ne olursa olsun o, O’na (cc) sığınmıştır.

O bilir ki en dar olan yerden bile Cenabı Hak bir genişlik lütfeder. Her tarafı kayalık olsa ona yol açar, her tarafı kapalı olsa ona bir kapı açar… Buna inanmıştır, buna güvenmiştir; dolayısıyla O’nun emrinden ayrılmaz. 

Dünyanın fani olduğunu bilir, dolayısıyla da dünyayı ukba ile değişmez. En fazla bana ne olabilir, başıma ne gelebilir, misal ölüm gelir. Peki, ölüm bir bitiş midir, son mudur? Değildir. Ebedi hayatım var benim. Ben ölümle Rabbime kavuşacağım... Öyleyse ben ölürüm, o haramı yapmam; ölürüm Rabbimi terk etmem, bırakmam. 

Bu anlayış kişi de oturmazsa Kur’an; “Buna mümin demeyin!” buyuruyor, mümin değil Müslümandır. “Ben Müslümanım!” desin buyuruyor Sure-i Hucurâtta. Ben mümin oldum, demesin. 

Demek ki mümin olmak çok farklı erdemler gerektiriyor. Mümin olmak gerçekten inanmış olmayı gerektiriyor. İnancı bütün hücrelerine yerleştirmiş olmayı gerektiriyor. Sadece sözde değil. 

Bizim İslam ile olan irtibatımız -afeder-siniz- tükürükle değil. Bir şeyi tükürükle yapıştırırsanız tükürük kuruduğunda o şey düşer, irtibat kesilir. Veya bizim Allah’a bağlılığımız pamuk ipliğiyle değil; ufak asıldığında pamuk bırakır kendini, Allah’tan kopmuş olursun. Tabiri caizse biz çelik halatla Allah’a bağlanmak zorundayız. Bunun için Kur’ân bize buyurur ki: “Allah’ın ipine yapışın!” (Âl-i İmrân, 103) Yapışın ki hiçbir şey sizi ondan koparamasın. Sizi koparmak isteyenler asılarak ellerinizi koparsınlar ama siz bırakmayın. Hazreti Cafer misali…

Sağ elindeydi sancak, sağ omuzdan düşürdüler elini. Sol eline aldı, sol elini düşürdüler. Ayaklarının arasına aldı, diz kapaklarından ayaklarını kestiler. Ağzına aldı, mübarek başını kestiler. Ona Âlemlerin Efendisi “Tayyar” buyurdu. Kanatları gidince Allah ona kanat taktı. Elleri gitti, ayakları gitti, la teşbih bir kütük gibi budadılar Cafer’i, ama o bırakmadı. 

Onun sancaktan kastı bir çaput parçasını tutmak değildi. O sancağın temsil etti-ği bir dava vardı: Din… Cafer o dini bırakmadı. Varlığıyla o dine yapıştı o dinin sahibi de onu bırakmadı, onu kanatlandırdı. Dünya, ahiret durdukça, var oldukça Hazreti Cafer uçacak. Biz böyle sarılmalıyız, bu gayreti göstermeliyiz. 

Olmuyor demek çok kolay, neye göre olmuyor?.. Öbürleri oluyor da bu niye olmuyor?..

Burada noksanı “olmuyor” da değil; kendimizde aramalıyız, oturup ciddice düşünmeliyiz. Mesela bir insan, yabancı bir memlekette, gurbette, parası bitti vesaire… Bir yerde hamallık yapıyor, utanmıyor, çekinmiyor. Üç beş para kuruş kazanmak için, bir ekmek almak veya memleketine gidecek kadar yol parası çıkarmak için... Daha olmadı her şeyi göze alabiliyor, çaresiz dileniyor. Yaşamak için, hayatta kalabilmek için her şeyi göze alıyor... Hasta bir insan, ölüme inanmış olmasına rağmen bir gün daha fazla yaşayabilmek için sağın solun tavsiyesini dinliyor; şunu iç, bunu iç diyorlar, belki zehir, hiç bakmıyor, içiyor. Bir gün daha fazla dünyada kalabilir miyim, diye. Halbuki netice ölüm, hasta olsan da öleceksin, iyileşsen de bir gün öleceksin. Ama bir gün daha dünyada kalayım diye “olmuyor” demiyor. Mesela doktorun verdikleri hariç, eş dost neleri tavsiye ederse onları yapmaya çalışıyor, çünkü yaşama sevinci var içinde. 

Şimdi içinde Allah sevgisi olan, İslam inancı olan bir insan bunun gibidir, pes demez, olmuyor demez. Olması için ne gerekiyorsa yapar. Dilenmesi gerekiyorsa dilenir.

Misal bir insan ona farz olan, vacip olan bir meseleyi bir kitaptan öğrenecek. O mesele sadece o kitapta yazıyor, o kitap da kendinde yok. Alma imkânı da yok, bulamadı, alamadı, çaldı… Çalabilir, bu fıkhen hırsızlık olmaz. Niye? Gayesi Allah, dinini öğrenecek, başka türlü o kitaba, o bilgiye ulaşamadı… 

Düzenli namazını kılabilmesi için zamanı kestiremiyor, ayarlayamıyor, misal zihni zayıf, buna bir çare, çözüm bulamadı; saat lazım. Saatle ayarlayacak, saate bakacak ama saat yok, alacak para yok. Saati çaldı, kastı; namaz için, düzenli namaz kılabilmek için, iftar, sahur vakitlerini tespit edebilmek için saat çaldı… Ona helal, İslam onu cezalandırmaz. Sen niye saat çaldın, bu hırsızlık, senin elini keseceğim, demez İslam. Maksadı yüce. Yaptığı iş çirkin, gayesi temiz… İslam bu noktada “Tamam, çaresizsin sen kılma.” demiyor. Namaz vakitlerini ayarlayamıyorsun, bilemiyorsun, kılmasan da olur, demiyor. Saati çalmasına izin veriyor, kitabı çalmasına izin veriyor; öğren. Meseleyi anlatabiliyor muyum, “olmaz” demek çok kolaycılık. 

Hani bir söz var; zora dağlar dayanmaz, derler. Biz kendimizi zorlarsak bütün dağları aşarız Allah’ın izniyle. Gaflet dağlarını, masiva dağlarını Allah’ın yardımıyla aşarız. Ümitvar olacağız, olur diyeceğiz, Kadir olan bir Rabbim var, beni bekleyen, beni isteyen, bana gel diyen bir Mevlam var benim. O İbrahimi’ne ateşin içinden yollar açmış, O’na gitsinler diye… Musası’na denizden yollar açmış, İsası’na semadan yollar açmış. Yolun olması mümkün olmayan yerlerden yol açmış. 

Onlar istemiş, ben de istersem bana da yol açacak, olduracak. Allah varsa gam yok. Benim eğer öpmeye meramım olmazsa sorarım; “Dayı yanağın nerede?” diye. Benden kaynaklanıyor, oturup imanımı yeniden inceleyeceğim. İslam anlayışımı gözden geçireceğim.

Sual: Hâcegân yolunun esasla-rından bir tanesi de sevgidir. Bir kişinin sohbet meclislerinde olan gayretinin, isteğinin dışarıda sürmemesinin sebebi sevgisizlik midir?

Cevap: Sade sevgiye bağlayamayız, bütün sebepleri incelemek durumun-dayız. Misal bir hasta doktora gidiyor, hastalığının ne olduğunu anlayabilmek için ona bir sürü tetkik yapıyorlar. Sadece bir muayene ile sen-de şu var demiyorlar. Onun kanını alıyorlar, kanında ciddi tetkik-ler yapıyorlar, MR çekiyorlar, en son kişinin DNA’sını tahlil ediyorlar, o hastalığı bazen oradan keşfede-biliyorlar. Bu yüzden meseleyi tek sebebe bağlayamayız. İnsan bütün sebepleri yani “olmuyor” da bütün sebepleri incelemeli. İmandan mı olmuyor, sevgiden mi olmuyor, ihlastan mı olmuyor hepsine bakmalı. 

Çünkü insan vücudunda bir yer bozulduğunda nasıl öbür yerleri de bozuyor. Mesela insanın kanında bir virüs olsa olsa bu kanın dolaştığı bütün uzuvlara bunu bulaştırabilir. Kan vücudu dolaşıyor, onu ciğere bulaştırır, kalbe bulaştırır, böbreğe bulaştırır, kandaki bir rahatsızlık bütün azalara bulaşabilir. İşte “olmuyor”u incelerken bütün konuları incelemek durumundayız. 

Belki olmaması sevgiden kaynaklanıyor ama öbürlerine de bundan ne kadar bulaştırmış. Onları da tamir etmek, düzeltmek durumundayız. Sırf bir noktada kalamayız. 

Misal seven insan bencil olabilir, sevgi bazen insanda bencillik meydana getirir. Bencillik nedir? Bencil insan ister ki her şey benim istediğim gibi olsun, ben seviyorsam benim istediğim gibi olsun. Bu sevgi değildir o zaman, bu tahakküm olur, hükmetme olur, kibir olur. 

Sevgi nedir? Seviyorsam her şey sevdiğimin istediği gibi olsun demektir. Sevgi fedaya dayanmak durumundadır. Şimdi her şey benim istediğim gibi olsun anlayışı sevgiden bana yerleşmişse ben o zaman öbür meselelerdeki mevzuatı da benim anladığım gibi yaparım. O bozukluk oradan çıkıyor bu sefer. Ben her şeyi kendi istediğim gibi yapıyorum: İman, benim anladığım gibi inanıyorum; amel benim kabullendiğim şekliyle yapıyorum; ihlas, bana göre. Her şeyde ben merkezli hareket ediyorum. Bu sefer her şeye bulaşmış oluyor o. Sevgideki bir bencillik benim bütün manevi değerlerime bulaşmış oluyor.

Halbuki sevgi beni teslimiyete sevk etmeli, sevdiğime teslim olmalıyım, her şeyimle ona güvenmeliyim, teslim olmalıyım ve demeliyim ki her şey senin istediğin gibi olsun. Sen nasıl istiyorsan öyle olsun, sevgi bunu dedirtmeli. 

İşte o zaman iman onun istediği gibi olacak, ihlas onun istediği gibi olacak, amel onun istediği gibi olacak, otomatikman sorunlar düzelecek. İçeride de dışarıda da tevhid etmiş olacağım, o zaman bir olacağım. İçim başka, dışım başka olmayacak. Şimdi içerisi başka, dışarısı başka... Bura-da oluyor, dışarıda olmuyor dedik ya; bu temelde için ve dışın başkalığından olu-yor. İçerisi dışarısı problemi, benim içim benim dışım… Problem burada.

Benim içim baş-ka, dışım başka oldu mu; burada dervişim, çıktım mı berduşum. O başkalık beni bu hale getirecek. Burada sofuyum, burada takvayım, burada namazlıyım, niyazlıyım, zikirliyim, fikirliyim; dışarı çıktın mı kimseyi tanımıyorum, beni tanıyabilene aşk olsun.

İşte bu benim içimin ve dışımın başkalığından oluyor. Ama ben içimi dışımı birleştirsem, bu anlamda tam bir tevhide ulaşsam, o zaman sorun yok, burada ne isem ben dışarıda da oyum. Çünkü -haşa- buranın Rabbi ayrı, dışarının Rabbi ayrı değil. 

O yüzden biz tevhide ulaşmak durumundayız. Tevhid etmek durumun-dayız, içi dışı birleştirmek durumundayız.

23.03.2018/Aksaray

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort