JoomlaLock.com All4Share.net

CİHADIN EN BÜYÜĞÜ NEFSE KARŞI YAPILAN CİHADDIR

Cihadın En Büyüğü Nefse Karşı Yapılan Cihaddır - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 129 - Eylül 2018

 

Cihadın En Büyüğü Nefse Karşı Yapılan Cihaddır

 

Efendimiz (sav) ashabı ile giderken yolun kenarında kabirler gördü, o kabirlere okumak için uğradı. Kabirlere baktı ağladı… Ashabı kiramdan kuru dal istedi. Bana bir dal bulun, buyurdu; bir kuru dal getirdiler. Onu kırdı kabirlerin üzerine işaret olarak bıraktı. Anadolu’da bazı mezarlara uzunca bir çubuk koyarlar, bu sünnettir buradan gelir…

Sahabi sordu: “Ya Rasulallah niye ağladınız, kim var burada?” Efendimiz buyurdu ki: “Bunlar sizin arkadaşlarınızdandı, mescide gelen dinleyen insanlar idi. Şimdi gördüm ki bunlar kabirlerinde azap görüyorlar. Allahu Teala bunlara azap ediyor. Meleklere sebebini sordum, dediler ki birisi küçük abdestini ayakta bozuyordu, üstüne sıçrıyordu öyle ibadet ediyordu. Temiz olmayan bir elbise ile ibadet ettiği için Allah ibadetlerini kabul etmedi. İkincisi de nemmam idi, laf taşıyordu. Ondan bir şey duyuyor gidiyor ona söylüyor, ondan duyuyor ona söylüyor ortalığı karıştırıyordu. Laf taşıyordu o da ondan azap görüyor.”

Kabir azabının ilk sebebi ayakta bevletmektir-abdest bozmaktır buyuruyor Cenabı Peygamber. Allahu Teala böyle alışkanlığı olan Müslümanları kurtarsın bu alışkanlıklarından. Cenabı Hak camilerimizi de bu anlamda şuurlu insanların yönetiminde kılsın. Bunu camilerden çıkaramadık. Camilerde pisuar denilen tuvaletler var, İslam’ın merkezi cami olması gerekirken camilerde insanları kabir azabına duçar edecek ortamlar var. Halbuki hiçbir camide pisuar olmamalı, orası olunca herkes orayı tercih ediyor, gidip orada abdest bozuyor… 

O dalları işaret bıraktı Cenabı Peygamber. Dönüşte aynı yoldan geçerken baktılar ki o dallar yeşermiş, yaprağa dönüşmüş. Efendimiz tebessüm buyurdular, başlarında oturdular okudular. Çok keyiflendiler…

Sahabe bu sefer sordu: “Ya Rasulallah geçerken ağladınız üzüldünüz, azapları olduğunu buyurdunuz. Şimdi çok neşelisiniz. Sonra ilginçtir toprağın içine de sokmadığınız, mezarın üstüne uzattığınız kuru dallar yeşermiş. Bu manzarayı nasıl okumalıyız?” Efendimiz buyurdu ki: “O azap gören arkadaşlarınızdan birinin geride yetim bir çocuğu kaldı. O çocuk bu günlerde Medine-i Münevvere’de mescide gelmiş. Kur’an okumayı öğrenmek için Mescid’de besmele-i şerifi, Bismillahirrahmanirrahim demeyi öğrenmiş. Allahu Teala, o besmele söyledi diye onun usulünden yani dedelerinden yukarıya doğru yedi kuşağı mağfiret etti. Babasını da ona bağışladı, babasının azabı kalktı. Babası da yedi kuşak dedeleri de beraat etti…” 

Şimdi düşünün… Misal bir adam ağaç dikiyor, meyvesi olmasa bile insanlar gölgesinden istifade ediyor. Erozyona karşı toprağı koruyor. Kurt kuş o ağaçtan istifade ediyor; kuşlar gelip onun üstüne konuyor. Karıncalar, böcekler onun dibine yuva yapıyor o ağaçtan rızıklanıyorlar. Adeta bütün mahlukat o ağaçtan faideleniyor. İnsan baktığında insanın içine bir hoşluk veriyor. Tabiat, göze hoş geliyor rahatlatıyor insanı. Ağacın, bakana bile bir hizmeti var.

İşte insan ders yaptığında ecdadına bir faidesi oluyor. Evine bereket oluyor. Yaptığı alana bir rahmet oluyor, mağfiret sebebi oluyor. Basit bir şey değil. 

Bu yüzden büyüklerimiz bu mesele üstünde bu kadar duruyor. Dersimize sadık olmamızı, büyük zaruretlerimiz olmadıkça dersimizi terk etmemizi; yapamadığımız şartlarda hiç değil fatihalarımızı okumamızı büyükler ile irtibatımızı kesmememizi; ezkar-ı nebeviyyeyi yapmamızı, yolda giderken tesbihimizi cebimize indirip o zikri yapmamızı istiyorlar… 

Aslında istediğimizde zaman ayırabiliyoruz. Dostlar, hayatımızdaki zaman israflarını bıraksak, zaman israflarından vazgeçsek değil beş bin yüz bir bini yapacak zaman bile çıkarırız. 

Çünkü bunu içimizde birçok arkadaşımız yapmış ki bu insanlar bu işleri yaparken esnaf idiler, memur idiler; zaman buldular yaptılar. Devletin üst kademelerinde çalışan bir arkadaşımız vardı. Ciddi bir görevde. Düzenli de ders yapıyor. Tabi düzenli yapınca dersi durduğu gibi durmuyor, yükselmesi gerekiyor. Bu arkadaşımız yüz bir binlere geldi. Gece oturuyor sabah namazına kadar yapıyor, uykusuz bir halde kalkıyor dairesine, görevine gidiyor. Görevi de önemli, uykusuzluk bu sefer onun enerjisini etkiliyor gereği gibi belki orada bir hizmet veremiyor, yapması gereken şeyi yapamıyor. Onun için istihare yapmaya başladım. Yani ya Rabbi buna bir kolaylık olur mu, farklı bir lütfun olur mu? Özetle, bir kolaylığın olmayacağını onun tamamlaması gerektiğini, benim endişe etmemem gerektiğini Allah’ın ona yardım ettiğini, söylediler.

Ona da dersini yaparken: “Hocan senin için çok üzülüyor ona söyle gönlünü ferah tutsun sen Allah’ın izni ile bu işi başaracaksın.” demişler. O gün geldi bana dedi ki, ya derste böyle bir hal oldu, bana dediler ki hocan çok üzülüyor sana bu kadar üzülmesin. Sen Allah’ın izni ile başaracaksın, Allah sana yardım edecek. Dedim ki gördüğün el hak doğrudur, devam et. Ve devam etti, tamamladı. 

Hani gözünüzü korkutmak için de söylemiyorum o biraz da dikkatli bir arkadaştı, ne kadar sürede yapıyorsun, diyordum sekiz saat sürüyor, diyordu. Düşünün, sekiz saat örtünün altında Allah’ı zikrediyor. Ondan sonra da kalkıyor göreve gidiyor. Böyle tamamladı, sülûkunu ikmal etti… 

Bu yüzden hayatımızdaki israfları bir tarafa bıraksak zikir yapacak çok zaman buluruz. Bir de nefsimizin üzerine iyi basabilsek… Bizi engelleyen birinci şık nefis. Nefis örtünün altına girmek istemez. Örtünün altına girdin mi sıkılıyor. Ama saatlerce o telefona bakıyor hiç sıkılmıyor. Ona buna mesaj atıyor, yazı yazıyor, haberlere bakıyor… ondan sıkılmıyor. Dedikodudan sıkılmıyor, Allah ile baş başa kalmaktan sıkılıyor. İki tane tesbih döndürmekten sıkılıyor. O zaman işte bilsin ki ben doğru yoldayım. “Cihadın en büyüğü nefse karşı yapılan cihaddır.” buyuruyor Rasulullah (sav) Tebük seferinden dönerken bunu buyurmuşlar. Efendimiz buyuyor ki şimdi bizi bundan daha büyük bir savaş bekliyor, cihadın büyüğü önümüzde… Sahabi diyor ki 

-Ya Rasulallah önümüzde düşman mı var, bir savaştan çıkıp hemen bir savaşa mı gireceğiz? 

-Evet, buyuruyor Efendimiz. Küçük cihadı bitirdik şimdi büyük cihadı yapacağız. 

-Nasıl büyük cihad? 

-Burada düşmanın kim olduğu, adedi belli idi. Yani ordusu mühimmatı, kullandığı silahlar belli idi. Onların bütün stratejilerini, cephelerini öğrendik. 

-Evet ya Rasulallah. 

-Şimdi öyle bir düşman ile karşı karşıyayız ki ordusu ne kadar ve kimler bunu bilmiyoruz. Bize kimlerle saldıracak bunu bilmiyoruz. Elindeki silahlar mühimmatlar neler, bunu bilmiyoruz. Cephesi neresi, nerelere mevzi kurmuş bunu bilmiyoruz. Hakkında hiçbir bilgiye malumata sahip olmadığımız bir düşman ile karşılaşacağız. 

-Bu nasıl bir düşman ya Rasulallah? 

-Bu nefsimizdir. İşte şimdi nefsimizle cihad edeceğiz, küçük cihattan büyük cihada geçiyoruz. 

Allah bunda bizi muvaffak kılsın. 

İşte böyle bir cihadı yapabilmek, başarabilmek her babayiğidin harcı olmuyor. Öbürü kolay, orada okuyorsun yazıyorsun nefsin bir haz duyuyor, tatlanıyor, keyifleniyor. O vaktini Allah’a harcasan, o anda ihsanı düşünsen; düşünsen ki Allah beni müşahede ediyor, Allahu Teala bana bakıyor, ben ne hal üzereyim? Cenabı Hak soruyor: “Ey kulum biz seninleyiz… Her hal ve kârda biz seninleyiz. Sen kiminlesin?” 24 saat boyunca kiminlesin, bunu kendine sormalısın. 

“Ama ben Allah’a inanıyorum, ben Allah’ı seviyorum…” Tamam. Sevdiğin insanlar için neler yapıyorsun, bunu görüyoruz. Arkadaşın için eşin için çocukların için elinden geleni yapıyorsun, Allah razı olsun, güzel şeyler yapmada cümlemizi muvaffak buyursun. Allah’ı da seviyorsan Allah için de bir şeyler yap…

Ailene evlilik yıl dönümünde veya onun doğum gününde çiçek getiriyorsun, bir güzellik olsun diye. Çocuklarına doğum gününde bir hediye alıyorsun gönlü hoş olsun diye, güzel… Cenabı Hakk’a da bir çiçek götür… Her gün yapacağın zikri bir çiçek demeti gibi düşün. Sevginin nişanesi olarak onu Cenabı Hakk’a sun. Gönlümün ta derinliklerinden ya Rabbi senin ismi şerifini anmak, sana sevgimi sunmak için bu zikri yapıyorum. Ben acizim, elimden gelen bu, de. 

3 yaşında, 2 yaşındaki çocuğun yerden bir ot koparsa, getirse sana verse vallahi senin için bir gül demetinden daha makbule geçer. Kıymet bilen biri isen çocuğun bir otu koparıp getirip sana vermesini gül demetlerine değişmezsin. O çocuk aklı ile onu fehmedip sana bir ikramda bulunuyor. 

Varsın senin zikrin o ot nevinden olsun, Cenabı Hak onu gül demeti sunmuş gibi kabul eder. Aczini ortaya koyarsan, ben bu kadar yapabildim ya Rabbi, bunu yapabiliyorum, elimden bu geliyor… Rabbimize karşı bu hal üzere olmalıyız: Benim adım hıdır, elimden gelen budur. 

Ben bu kadar yapabiliyorum ya Rabbi, senin lütfun geniş, senin merhametin sınırsız, senin hüsnü kabulün bîpayan… Ben gafletle, zorlanarak iki üç tesbih döndürdüm, Allah demeye gayret ettim, sen bunu evliyaların zikri gibi kabul edebilirsin, onlara sayabilirsin, meleklerin zikri gibi kabul edebilirsin. Ben öyle zikredemedim bunun bilincindeyim ama senin şanın yüce, neyin eksilir ki benim zikrimi de meleklerin zikrine katıversen. Benim zikrimi de salihlerin zikrine katıversen, gerçek dervişlerin zikrine bulaştırsan neyin eksilir…

*Dergimizde geçen ay yayınlanan “Hayatı Zikirleştirmek” başlıklı sohbetin devamıdır.

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort