JoomlaLock.com All4Share.net

FATURAYI KADERE ÇIKARTANLAR / KADERCİLER

İnsanın hayatı boyunca yapacağı eylem ve davranışların Allâh tarafından ezelde tâyin ve tespit edilmiş olduğunu ve vakti gelince bunların gerçekleşeceği gerekçesiyle, şer fiillerinin meydana gelmesinde, insanların irâde ve ihtiyârlarının kendilerine ait olmadığını iddia eden sapık akımlardan Cebriye (İndeterminizm) ve Kaderiye (Fatalizm), toplumumuzu kaderci bir anlayışa sürüklemiştir. Bireysel ve toplumsal bazda başa gelen her olumsuzluk “kader” olarak algılanmış, sonuçta da ilgisiz, tepkisiz, eleştirisiz, vurdumduymaz, teşebbüs rûhu dumûra uğramış ve sorumluluk duygusu olmayan bir toplum yapısı oluşmuştur. Allâh’a zulüm isnâdıyla aynı anlama gelen “alın yazısı”, “başa gelen çekilir” anlayışı, bireysel refleksleri pörsümüş, direnci kaybolmuş kaderci bir toplum olmamıza yol açmıştır. Oysa Allâh’ın takdirinin ne şekilde olduğu, bizim o işi işleyip bitirmemizden önce bizim tarafımızdan bilinmesi mümkün değildir. Bize düşen, kadere inanmaktır; onu delil olarak kullanmak değildir.

Bu bakımdan insanın kendi irâde ve sorumluluk sahasına giren eylem ve tasarruflarını ve bu eylem ve tasarruflar sonucunda başına gelenleri “takdir-i ilâhî” diyerek Allâh’a mal etmesi, Allâh’a iftiradan başka bir şey değildir. Bunun tersine, meydana gelen her şeyi Allâh’tan bağımsız bir değerlendirmeye tâbi tutarak, meselenin yalnızca zâhirî sebeplerine bakmak ve Allâh’ın yaratıcılık fonksiyonunu dışarıda bırakmaya çalışmak da doğru değildir. Bu da dîne aykırı bir bakış açısını yansıtır. Bunlardan biri, Yaratıcı’nın yaratıcılığını devre dışı göstermeye çalışırken, diğeri de kulun seçimini ifâde eden irâde-i cüz’iyeyi devre dışı saymaktadır. Hâlbuki insanın irâde ve sorumluluğunun kapsamına giren her şeyde Allâh’ın takdiri, insanın aklını ve irâdesini kullanmasıyla gerçekleşir.

Birçok toplumsal sapmalara şahit olduğumuz cemiyetimizde mâneviyât öksüzü çağdaş kadercilere; “kaderde ibâdet yapmamak varmış” diyenlere, adlî cinâyet işleyip “ne yapalım kaderde bu da varmış” diye mâzeret ileri sürerek kendini savunan zayıf irâdeli insanlara sıkça rastlarız. Bunlar, kendi pısırıklıklarını, kendi meskenetlerini, kendi tepkisizliklerini ve kendi şerlerini detayını bilmedikleri kadere fatura etmeye çalışan ve kaderciliği sorumluluktan kaçmanın, çâresiz bir oldu-bitti yapmanın meşruiyet vasıtası olarak seçenlerdir. Bu yüzden, “Min delâili’l-aczi el-ihâletü ale’l-kader” sözü tevekkeli söylenmemiştir. Yani “Her şeyi kadere havâle ederek mâzeret ileri sürmek ve her şeyde kaderi suçlamak, âcizlikten başka bir şey değildir.”1 Bunun içindir ki, kendi arzu ve bilinçli tercihimizle yapmış olduğumuz bir işi, bizce ne yolda olduğu belli olmayan ezelî takdire ve teferruatını bilemediğimiz ilahî irâdeye bağlamak uygun değildir.2  Böylesi yanılgı içinde olanları Hz. Mevlânâ (ö.1273) şu sözlerle ikaz eder: “Yiğidim, kadere az bahâne bul. Nasıl oluyor da suçunu başkasına yükletiyorsun? Zeyd kana girsin, cezasını Amr çeksin bu olur mu? Gündüzün çalışıyorsun, akşamleyin ücretini başkası almıyor. Neye çalıştın da faydasını ya da zararını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin?”3 Gene mazeret üreten yaklaşımlara karşı çıkan Mevlânâ, geçmişe takılıp kalmanın, “eğer”, “keşke” gibi sözlerin arkasına sığınmanın doğru olmayacağına şu sözleriyle vurgu yapar: “Takdir haktır, ama kulun çalışması da haktır. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma.”4

Kader ve kazâya güvenip çalışmayı bırakıvermek, herhangi bir işin sebebine yapışmamak, sebeplere sarılmayı tevekküle mâni saymak da câiz değildir. Allâh (cc), kendi icraatlarını sebeplerin arkasında saklı tutmuş; her şeyi bir takım sebeplere bağlamıştır. Her insanın rızkını takdir etmiş fakat o rızkın ele geçmesi için birtakım sebepler yaratmıştır. O sebeplere başvurmazsak mukadder olan rızk gelmez. İlahî âdet/sünetullâh bu yönde cereyan etmektedir.5 İnsan, elindekinin tümünü tüketinceye kadar rızk onu arayıp duracaktır.6  Ele geçmesi için de sebeplere tevessül şarttır.”

“Kader ne ise öyle olur” deyip yan gelip yatmak câiz değildir. İlginçtir ki, kadercilerin birçoğu dîn meselelerini kadere havâle eder, dünyevî meseleleri ise kadere bırakmazlar. Namaz kılmadıklarını “kaderde yokmuş” diye gerekçelendirirler, “madem öyle, boşuna çalışıp yorulma, nasıl olsa rızkın hazırlanmıştır” denildiğinde de kabule yanaşmazlar.

Kimileri de iyilikleri kendisine mal eder, fenalıklara gelince “kaderde varmış, ne yapayım?” der durur. Başta Yahudiler olmak üzere tüm müşriklerin ileri sürebileceği bir mâzeret vardır ki, o da: Şirk ve küfürlerini Allâh’ın takdirine fatura etme sapkınlığıdır.7

Allâh’a iftira etmenin dikalâsı olan bu mantık, geriden bakınca îman ediyor göründüğü kaderi aslında inkâr etmekte Allâh’ın “dileme”sini “rızâ”sına delil göstererek sorumluluktan kaçarken de detayını bilmediği ilahî irâdeyi tenkid edip sorgulamaktadır.

“Şirk koşanlar dediler ki: Allâh dileseydi ne biz ne atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmazdık.” (Nahl/35).

“Şirk koşanlar diyecekler ki: ‘Eğer Allâh dileseydi ne biz ne de babalarımız şirk koşmazdık.” (En’âm/148).

Allâh (cc) bu mantığa, insanın serbest bırakıldığına işaretle, şöyle cevap veriyor:

“De ki üstün delil Allâh’ındır. Allâh dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.” (En’âm/149). Ama dilemedi; akıl ve irâde vererek tercihlerinizde sizi serbest bıraktı.

Hz. Ömer’in (ra) karşısına hırsızın biri getirildiğinde onun niçin hırsızlık yaptığını sorar. Hırsız, “Allâh böyle takdir etti / Allâh’ın kaderi ile çaldım.” deyince, Hz. Ömer:

“Siz de buna otuz kamçı vurun, Allah’ın kaderi ve kazası ile de elini kesin.” diye emreder. Sebebi sorulunca da şöyle cevap verir:

“Hırsızlık yaptığı için eli kesilir, Allâh’a iftira ettiği için de kamçı vurulur.”8  

İleriki devirlerde de işi kadere havâle edip faturayı Allâh’a çıkartmak isteyenlerin, ne kazandıkları zaferlerle öğünmeye, ne ilim ve sanatlarıyla iftihar etmeye, ne de hiçbir kimseyi yerip kötülemeye hakları vardır. Çünkü onlar kaderi insan irâdesini soyutlayan mutlak cebir (cebr-i mütehakkim) mânâsında anlamaktadırlar. Sonuçta “kul zâhirde muhtâr, hakikatte mecbûr ve muzdardır” (cebr-i hafî, ortalama cebir)9 görüşünü benimseyenler de aynı hatanın kurbanı olmuşlardır.10  Oysa Allâh Resûlü (as), “Cenâbı Hak kime hayır ve şer neyi müyesser kılmış ise o, kolaylıkla ve seve seve onu işler.”11 buyurduktan sonra “Kim (malından) verir ve (Allâh’ın azabından) sakınırsa, en güzeli tasdik ederse, Biz de onu en kolaya hazırlarız. Kim de cimrilik edip (malından) vermezse, kendisini zengin sayıp, en güzel olanı da yalanlarsa, Biz de onu en zor olana yöneltiriz.” (Leyl/5-10) ayetlerini okumuştur.

Hadîsin metninde geçen “teysîr”, insanın bir işi seve seve yapması, “cebir” ise, insanın istemeyerek sürüklenmesi demektir. Bu sebeple bu hadîs insandan irâde hürriyetini soyutlayan Cebriyeci’lere vurulan bir şamar niteliğindedir.

Muhammed İkbal, bu noktada söylenenleri, şu sözleriyle özetlemektedir: “Zayıf bir Müslüman, Allâh’ın kazâ ve kaderini kendi sorumlulukları içinde vesile edinir. Güçlü bir Müslüman ise Allâh’ın reddedilemez kazâsı ve başa çıkılamaz kaderi olduğuna inanır.”12

------------------------------------------------
1-Osman el-Uryânî, Kasîde-i Nûniye Şerhi (Hayru'l-Kalâid Şerhu Cevâhiri'l-Akâid),s. 34
2-Bak. Elmalılı Tefsiri. (sad.), c. 3, s. 478
3-Mevlânâ, Mesnevî (ter. Şerif Can), c. 6, s. 363.
4-Takdir: Kulun isteği / rızâsı doğrultusunda eylemlerinin Allâh tarafından yaratılmasıdır. Ayıca bak. age., ay; c. 3, 1905. beyit.
5-Er-Râğıb el-İsfehânî, El-Müfredât fî Ğarîbu’l-Kur’ân, s. 531; “Rızkta Sünnetullâh / Rızk Kanunu” için bak. Abdulkerim Zeydan, Rabbani Gelenek (trc. Nizamettin Saltan), ilgili bölüm, EKEV Yay.
6- Eş-Şeyh Muhammed Abdurrahman Sahavî, Mekâsidü'l-Hasene, s. 191; El-Beyhakî, Şuabu'l-Îman, c. 2, s. 71, Ha. 1191.
İncil’de Hz. İsâ ile şeytan arasında şöyle bir diyalogdan söz edilir:  Bir gün şeytan Hz. İsâ’ya gelir ve “Sen, Allah’ın takdir ettiğinden başkasının sana isâbet etmeyeceğinden bahsediyorsun. Öyleyse şu dağa çık ve kendini aşağı at! Kurtulmak takdir edilmişse kurtulursun.” der. İsâ (as) da “Ey mel’ûn! Allâh kullarını imtihan edebilir de kulların Allâh’ı imtihan etmeye hakları yoktur.” karşılığını verir (Matta/4: 7).
8-Kârî, Fıkhu’l-Ekber, s. 69; Seyyid Sâbık, El-Akâidü’l-İslâmiyye, s. 98
9-Ortalama cebir (cebr-i mutavassıt): “Allâh, kulun hareketlerinde değil de irâdesinde zorlama yapar.” iddiasını dillendirenlerin kullandıkları terim.
10-DİA, c. 22, s. 383
11-Kâmil Miras Tecrid-i Sarih Terc., c. 4, Ha.: 666.
12-Yusuf el-Kardavî, Çağdaş Meselelere Fetvalar (Ter. Veysel Bulut), c. 1, s. 219

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort