JoomlaLock.com All4Share.net

İRÂDE VE MEŞÎET KAVRAMLARI

Allâh insanların Müslüman olmasını ister (irâde eder); ama kimseyi buna zorlamaz. Yani bu konuda irâdesi vardır, ama meşîeti yoktur. Yoksa herkes, zorunlu olarak Müslüman olurdu (Ra'd/31; Nahl/93). Buradan hareketle “irâde” ve “meşîet” kavramlarının arasındaki ince nüansa vurgu yapmak gerekmektedir. Her ne kadar Ehl-i Sünnet bu ikisi arasında fark gözetmemişse de1  bu farkın dikkate alınması kaçınılmazdır. Zira birçok âyet bu yüzden yanlış yorumlanmış, sonuçta bundan doğan yanlış anlayış, insanları kaderciliğe sürüklemiştir.

“İrâde”, bir şeyi istemek; “Meşîet”, isteyip yapmak demektir. Allâh için kullanılırsa, zorunluluk arz etmesi bakımından, isteyip var etmesi (etkin dilemesi) anlamına gelir2. Çünkü meşîetin taalluk ettiği bir şeye kudret de taalluk eder. Varlık olarak Allâh’ın kudretinin taalluk ettiği bir şeye meşîeti de taalluk etmiştir (Bakara/20). Çünkü O’nun  kudreti ve meşîeti olmadan hiçbir şey olmaz. Meşîet, evrendeki her şeyi kapsar. Dolayısıyla bir şey Allâh'ın meşîeti varsa olur, yoksa olmaz.3  İrâde, sadece isteme anlamında olduğu için gerçekleşmeyebilir: “Allâh sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar (kötü arzuların esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.” (Nisâ/27). Allâh'ın emri meşîete dönüşebilir. Bu da “kün/ol!” emriyle gerçekleşir: “Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı “ol!” demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâsîn/82)4.  

Konumuzu ilgilendiren birçok âyette “meşîet” kelimesinin türevleri kullanılmıştır. Âyetlerde geçen fiillerinse (iki özneyi görür konumdaki “şâe” ve “yeşâe”  fiilleri) bir kısmında fâil, mevsul ismi (ilgi zamiri) “min” olup o da insanın kendisini ifâde eder5, bir kısmında yalnızca 'Allâh' lafzıdır6  diğer bir kısmında ise her ikisidir7.  Ne var ki meâl ve tefsirler geleneksel biçimde, Arap dili kurallarına ve Kur'ân bütünlüğüne (insanın hür irâdesi vurgusu) aykırı olarak, “yeşâe= ister” fiilinin fâili olan “o” zamirinin 'Allâh' lafzını gösterdiğine vurgu yapmışlardır. Oysaki zamir, yanı başında bulunan “men” = kim'i gösterir. Uzağı göstermesi için karine (ipucu) gerekir. Burada böyle bir karine bulunmamaktadır. Buna göre ilgili âyetlerin manâsı “…. Bundan sonra Allâh dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de yola getirir…”  olmalıdır9.

Eğer insanlar, ezelde takdir edildiği için günahları mecburen işleselerdi, her şeyi sonsuz hikmetle yaratan yüce Yaratıcının insanlara peygamber göndermesi, onlara emir ve yasaklarda bulunması tümüyle anlamsız olurdu. Allâh (cc) abesle uğraşmaktan münezzehtir10.

İslâmî dünya görüşü, her türlü taşkınlığın reddedildiği bir dünya görüşüdür. Bu yüzdendir ki, insanın hürriyetini yok saymak (cebr-i mutlak) kadar, insanın mutlak hür (tefvîz-i mutlak) olduğunu iddia etmek de kabul görmemiş bir anlayıştır. Buna göre, “insanın muhtâr sûretinde mecbûr ve muzdar” olduğu iddiasıyla şeklî bir irâdeyi savunan ve sorumluluk ilkesini aklî tabandan yoksun kılan ortalama cebir11  anlayışı ne kadar isâbetsizse, aşırı irâdeciliği (tefvîz-i mutlak) savunan Mutezile görüşü de o nispette yanlıştır. Çünkü Allâh`ın irâdesi, kulun irâdesinde hür ve serbest kalması yönünde tecellî ettiğine göre, kul kendisine bahşedilen hür irâdesiyle iyi ya da kötü olanı kesb eder, işler. Bir nevi kendi kaderine yön verir12.

Mâturidî’lere göre, insanın kaderi bir yandan kendi elindedir, kendi irâde ve gücüne bağlıdır, diğer yandan Allâh’a aittir. Ama insan, kaderini bazı alanlarda tâyin yetkisine sahiptir. Bu alanlar da yine Allâh’ın ilmi dışında değildir.

Tamamı olmasa bile, genelde Eş’arî’ler daha irâdeci bir yaklaşımla insanın kaderini Allâh’ın irâde ve kudreti içinde değerlendirip insana kaderini tâyinde daha az yetki tanırlar. Onlar için önemli olan, önce Allâh’ın irâdesidir, sonra insanın irâdesi gelir13.  Bunun için insan, hürriyetini kötüye kullandığında yalnız Allâh hakkına tecavüz etmiş olmaz, aynı zamanda kendi şahsında insan hakkını da çiğnemiştir. Bu nedenledir ki, İslâm hukukunda ferdin hürriyeti, toplumun hürriyetini tehdit etmeyecek biçimde tanzim edilmiştir14.

Mâturidî’lerin düşünce sisteminde insan, hem kâsib (fiiline vasıf kazandıran) hem de fâil durumunda olup irâde-i külliye15  ile çevrili bir irâde-i cüz’iyeye sahiptir ve fiilin meydana gelmesine tesir eden bu cüz’î irâdeye tam anlamı ile sahiptir. Ancak, insanın cüz’î irâdesi (Eş’arîler’in savunduklarının aksine) Allâh’ın yarattığı bir şey değil; itibarî bir varlığa sahip insanî bir eğilim hissi olup16  insanın, diğer bilinç yetenekleri gibi ortaya koyduğu bir şeydir17.  Bu irâde insanın hem yücelmesine hem alçalmasına vesile olabilecek kabiliyet olarak bize verilmiştir.

Ehl-i Sünnet, bir fiile iki kudretin etki edebileceği prensibini kabul etmiştir. Kudretlerden biri olan Allâh (kudret-i ihtirâ’), fiilin (yok iken var ederek) aslını yaratmakta; diğeri olan insan (kudret-i iktisâb) ise, söz konusu fiilin vasfını (hayır veya şer olmasını, lehine ve aleyhine olanını) yapmaktadır18.  Şöyle ki, insan kendisinde mevcut olan küllî (potansiyel) irâdesi ile birçok şeyi yapabilme imkânına sahiptir. Bu işlerden birisini yapmaya karar verdiği zaman kudreti cüz’îleşir, yani cüz’î irâdesi o işe yönelir. İşte insanın seçime tâbi (ihtiyârî) fiillerindeki tesiri, kendisinde mevcut olan küllî irâdeyi cüz’î kılmaktan; başka bir ifâde ile yapacağı işe yönelmekten ibârettir. İnsan kesin kararını verip hür irâdesiyle o işe yönelince, Allâh mutlak kudreti ile o fiili yaratır. İşte insanın seçmesi, teşebbüsü ve karar vermesi (azm-i musammem), Allâh’ın da o fiili yaratması “iki kudretin bir araya gelmesi” olarak ifâde edilmiştir. Böylece insan yapan (kâsib), Allâh da Yaratan (Hâlık / mâhiyet veren) olur (Saffât/96)19. İnsan, yaratma söz konusu olmaksızın kendi fiillerine kendi gücüyle etkide bulunabilmektedir. Zira bir fiile iki gücün etki etmesi mümkündür. Nasıl ki bilgi sahibi olması Allâh'ın bilgisine zarar vermiyorsa, insanın belli bir güce sahip olması da O'nun gücüne zarar vermez. Zira bu gücü insana Allâh onun kendi arzu ve irâdesiyle vermiştir.

Bu durumda fiili işlemeye kesin karar veren, insanın kendisi olur. İşte bu noktada insan cüz’î irâdesini bizzat kendisi ortaya koyup bir işi özgürce ve kesinlikle yapmaya karar verdiği ân, Allâh da o işi insan için yaratmış olur20.  Bu durumda Allâh’ın yaratıcılık vasfı korunduğu gibi, insan da hür irâdesi ile bir işe karar verip onu yapmış olur. Yaptığı bu işin sonucuna da katlanır21.  

Atlamadan şu bilgiyi de verelim; fiillerini yapma gücü (istitâat) fiilden önce değil fiil ânında (fiilin oluşumu esnasında) kullara verilmiştir22.  Fiil için gerekli olan güç önceden insanda bulunmuş olsa, fiilini yapmadan önce kudretli kılınmış olacağı için, insan Allâh`a ihtiyaç hissetmeden istediği ânda fiilini yaratabilecektir; halbuki insan Allâh'tan bağımsız bir varlık değildir (Muhammed/38)23.  Gücün fiile önceliği kadar, ortada herhangi bir kudret yok iken de fiilin meydana gelmesi, insanın Allâh'tan bağımsız hareket etmesi anlamını doğurur. Bu ise, fiillerin zorunlu olacağı (cebir) sonucunu beraberinde getirir24.  

Kul cüz’î irâdesiyle bir fiile teşebbüs etmedikçe Cenâbı Hakk’ın o fiili yaratmayacağı gerçeğini şu temsille açıklamaya çalışalım:

Bir padişahın misafirhânesinde bulunduğunuzu, bu misafirhânenin her katında ayrı ayrı nimet ve ihsânların sergilendiğini ve bir hikmet için bodrum katının kaplan, pars gibi vahşi ve yılan gibi zehirli hayvanlarla dolu olduğunu farz ediniz. Ve yine padişahın, elçileri ve fermânıyla sizi üst katlardaki ziyâfet yerlerine dâvet ve teşvik, alt katına inmekten ise menettiğini kabul ediniz. Siz misafirhânenin (Cenâbı Hakk`ın küllî irâdesi hükmündeki) asansörüne bindiğinizde, istediğiniz katın (kendi küllî irâdeniz mesabesindeki) düğmelerinden birine basabilirsiniz. Siz hangi düğmeye dokunur (irâdenizi cüz’îleştirir, bir tür irâde beyânında bulunur)sanız asansör sizi o kata çıkaracaktır. Yani asansör, sizin tercihinize tâbidir. Siz defalarca üst katlara ait (alternatif) düğmelere basıp, oralarda hazırlanmış nimetlerden istifâde ettikten sonra, nefsinize uyarak “bir de bodrum katının düğmesine basayım” deseniz ve o kata inseniz, karşılaştığınız dehşet verici durumu elbette kendiniz hazırlamış olacaksınız25.


Bu örnekteki Cenâbı Hakk’ın mutlak ve ilâhî irâdesini temsil eden asansör, bizim arzu ve kararımıza tâbi kılınmıştır. Hayrı seçtiğimizde Allâh (cc) küllî irâdesiyle hayrı, şerri seçip kötülüklere dâvetiye çıkardığımızda ise şer ve kötülükleri yaratmaktadır. Fakat Rabb’imiz irâdemizi hayra yönelttiğimizde kerem ve lütfuyla hayır yaratıyor, şerri tercih ettiğimizde hikmet ve adâletiyle şerri yaratıyor.



-----

1-Bkz. Sâbunî, el-Bidâye fî Usuliddîn, s. 72;el-Beycurî, Şerhu Cevheretü't-Tevhîd, s. 65; Kârî, Fıkh-ı Ekber Şerhi, s. 31.
2-Bak. Er-Râğıb, Müfredât, شىء ve صوب maddeleri; Ebû'l-Bekâ, el-Külliyât, s. 75, 130; Kârî, age., s. 31-32, 84.
3-Ebû Dâvud, Edeb: 110.
4-Geniş bilgi için bak. Abdulaziz Bayındır, Kur'ân Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, s. 114-121. İbn Hümâm’ın bu konudaki aynı değerlendirmeleri için bak. Kârî, age., s. 85.
5-Meselâ: Kehf/29; Ra'd/27; İbrahim/4; Şurâ/13.
6-Meselâ: Nisâ/48; Tekvîr/27-29.
7-Meselâ: Zümer/52.
8-Bak. İbrâhim/4; Ra'd/27.
9-Bak. İslamoğlu, Gerekçeli Meâl-Tefsir, 2:27, not 5; 10:25, not 9; 13:27, not 9.
10-Kırkıncı, Kader Nedir, s. 38
11-Cebr-i mutavassıt (ortalama cebir): “Allâh, kulun hareketlerinde değil de irâdesinde zorlama yapar” iddiasını dillendirenlerin (Eş'âriler) kullandıkları terim.
12-Bak. Elmalılı Tefsiri (sad.), c. 8, s. 296.
13-Şerafeddin Gölcük, İslâm Akaidi, s. 223
14-Bak. İslamoğlu, Kader Risalesi, s. 216-217
15-Yani kullanılmaya hazır olan, ancak henüz kullanılmayan 'potansiyel irâde; başka bir ifadeyle insanın fiilen kullanmadığı, dolayısıyla sorumlu tutulmadığı irâde / eğilim' demektir. Bunu, Allâh için söz konusu olan ve ‘mümkinât’ın varlığına ve yokluğuna, olmasına veya olmamasına karar vermesi anlamındaki karşı konulamaz olan irâde-i külliye (mutlak ve nihaî irâde, meşîet-i ilâhiyye) ile karıştırmamak lazımdır. Burada kastedilen, dediğimiz gibi, insanın kendi irâdesini / tercihini mümkün olan herhangi bir fiil yönünde kullanabilme potansiyelidir. İnsanın maddî ve manevî nitelikleri nasıl yaratılmışsa, küllî irâde de öyle yaratılmıştır.
16-Eş’ârî’lerin aksine, Mâturidî’lerin cüz’î irâdenin yaratılmadığını ileri sürmeleri, herhâlde insana sorumluluk yükleyebilme ve onun iradesini kullanmadaki serbestiyetini vurgulama endişesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü onlara göre, irâde-i cüz’iyenin de Allâh tarafından yaratıldığının kabul edilmesi durumunda, ortada işlediği fiilden dolayı kulun sorumluluğunu gerektirecek hiçbir şey kalmayacaktır. Bu da, bütün fiillerin sorumluluk doğurmayan zorunlu / ızdırarî fiiller sınıfına girmesini, dolayısıyla cebri gerektirecektir. Bak. Mevlüt Özler, İslam Düşüncesinde Tevhîd, s. 223
17- İrâde-i cüz'iyye, zamânî olmayarak ve bölünmez bir ân içinde insanda birdenbire meydana gelen keyfiyettir. Buna "hâl" adı verilir. "İtibârî" hükmünde olup bilfiil mevcut değildir. Bu yönden hâlıka muhtaç olmaz ve "halk" fiili ona taalluk etmez. Bak. El-Bûtî, İslâm Akâidi (ter.), s. 161-62. İnsanın cüz’î irâdesinin yaratılmamış olması, “Her şeyin yaratıcısı Allâh’tır.” (Zümer/62) âyetine ters düşmez. Çünkü cüz’î irâde “şey” (hâriçte vücudu olan obje) kavramına dâhil edilmemektedir. Zira “şey”, Arapça’da hâriçte varlığı bulunan nesnelere verilen isimdir. Sağ-sol, büyük-küçük gibi bilfiil mevcut olmayan itibarî kavramlar ve geometrideki farazî çizgiler de böyledir. Cüz’î irâde de böyle bir kavram olup dış dünyada sürekli mevcut olmadığı için yaratılmış da değildir. İnsanın fiili dilemesi, onu işlemeye yönelmesi ve karar vermesi yaratılmamıştır. O hâlde, insanın cüz’î irâdesinin yaratılmamış olması söz konusu âyete ters düşmemektedir. Bak. Yazıcıoğlu, age., s. 47; Şunu da ilâve edelim ki, mevcut olmayan şeyler yaratılmayan şeylerdir; ama bütün bunlar da Allâh tarafından bilinir. Yani ilmî planda onların da bir vücudu vardır. Fakat onlara irâde ve kudret taalluk etmemiştir. Eğer aksi söz konusu olsaydı, yani irâdemiz de diğer zorunlu olarak ve bize sorulmadan yaratılan organlarımız gibi haricî vücud noktasında var olmuş olsaydı işte o zaman araya cebir girerdi ve sorumluluktan söz edilemezdi. Gülen, Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader, s. 21-23; Söz konusu âyet ve benzerlerinin yorumu için bak. DİA, c.13, s. 63
18-Bak. DİA, c. 4, s. 532. Başka bir ifâde ile Allâh bir şeye mâhiyetini, insan da varlığını vermiş oluyor. Bu varlık verme de (beraberinde beşerî sorumluluğu getiren) kesb olarak adlandırılmaktadır. Bak. Kârî, age., s. 82; M.Sait Yazıcıoğlu, İslam Düşüncesinin Tarihsel Gelişimi, s. 265.
19-Bak. M.Sait Yazıcıoğlu, İslâm Dini Esasları, s. 46; Özler, age., s. 220 vd.
20-Maturidî, Kitabu't-Tevhîd, (tahk. Fethullah Huleyf), s. 226, 239. Unutmamak gerekir ki Allâh, tercih edilen bu işi yaratmaya mecbur değildir. Çünkü O’na hiçbir sûrette mecburiyet yüklenemez. Şu kadar var ki, insana fiilinde bir hürriyet alanı vermek için, âdeti gereği, insanın istediği fiili yaratarak ona yardım etmekte, böylece fiillerinde hür ve bağımsız olarak davranmasına yol açmaktadır.
21-Maturidi, age., s. 46; DİA, c. 8, s. 430
22-Allâh her yeni fiil için insanda yeni bir güç yaratmaktadır. İnsan bu her an yenilenen yaratılmış kudretle fiillerini meydana getirmektedir. Bak. Şerafeddin Gölcük, Kelam Açısından İnsan ve Fiilleri, s. 137-38; Pezdevî (ö.493/1099) bu durumu şu gerekçeyle açıklar: "Zira kudretin bekası yoktur, devam etmez. Çünkü arazdır. Arazlar ise devam etmez (fiilin işlenmesi ile yok olur). İstitâat fiilin kuvvetidir ve fiilin kuvveti hissedilmez. Hissedilmeyen şeyin vücudu ancak eseriyle bilinir. Onun eseri fiildir, istitâat ancak fiille bilinir. Ebu'l-Yusr Muhammed Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi (ter. Şe-rafeddin Gölcük), s.165, 174.
23-DİA, c. 10, s. 140; Ayrıca bak. M.Sait Yazıcıoğlu, İslam Düşüncesinin Tarihsel Gelişimi, s. 245.
24-M.Sait Yazıcıoğlu, age., ay.
25-Kırkıncı, age., s. 41. (Parantez içi ifadeler bize aittir.)

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort