JoomlaLock.com All4Share.net

GÜL MEDENİYETİ

Türkçe’ye “peygamber” olarak tercüme edilen kelimenin Arapça’da iki karşılığı bulunmaktadır; bunlardan birisi “Nebi” diğeri de, “Resul”dür. Hem “Nebi”,hem de “Resul” kelimesi Kur’an’da yüzlerce defa zikredilmektedir. Peygamberlik ise “risalet ve nübüvvet” şeklinde karşılık bulmaktadır.

İnsanlık tarihi boyunca, yaratıcıyı ve onun varlığını tanımak istemeyenler de çıkmıştır; bunlar, görünen gerçekliği Yaratıcı'dan müstakil olarak düşünmeye ve anlamaya yönelmişlerdir. Böylece insanlığın ilk dönemlerinden itibaren iki silsile oluşmuştur; bu silsilelerden birisi, Nübüvvet; diğeri ise, dindışı felsefedir. Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e (sav) kadar bütün peygamberler Nübüvvet misyonunu yerine getirirlerken, Yaratıcıdan bağımsız düşünenler dine itaat etmeyen felsefe yolunda toplanmışlardır. Filozofların bir kısmı da İlahi vahye itaat ederek Nübüvvet silsilesi ile aynı çizgide buluşmuşlardır. Hz. Muhammed, (sav) Nübüvvet silsilesinin son ve en mükemmel halkasıdır. İslam dini de onun söz ve fiillerinden neşet eden bir dindir; onu tanımadan/önemsemeden İslam dinini anlamak ve yorumlamak mümkün değildir.

Hayatı peygamberimiz kadar incelenmiş, her hali, her tavrı, her sözü, en küçük detay bile atlanmadan nesilden nesile aktarılmış başka bir insan yoktur yeryüzünde. Onun hayatını araştırmak, elbette sadece bir merak değildir. Ama bugün, insanlara hiçbir değer katmayan, hatta kimi davranışlarıyla kötü örnek olan ünlü simaların bile ne kadar merak edildiğini hesaba katarsak, Allah'ın “habibim” dediği bir zatı sırf merak için bile olsa bu kadar araştırmak, elbette boşuna olmazdı. Kimdi, daha doğmadan, mucizelerle kendisine karşılama töreni yapılan? Kimdi, “Sen olmasan, kâinatı yaratmazdım” denilen? Kimdi, asırlardır milyarlarca insanın peşinden koştuğu, örnek aldığı, rehberi kabul ettiği? Bütün bunları, sıradan bir pop yıldızının hayatına duyulan merakla kıyaslamanın abesliği ortada. Ama insanların, özellikle gençlerin neleri merak ettiğine, kimleri örnek aldığına bakarsak, bir yerlerde bir yanlış yapıldığını da görebiliyoruz. Belki bir ülfet, bir alışkanlık, denizde olup denizi bilmemek… Belki de, bunca kaynağa, bunca bilgiye rağmen, onu (sav) yeterince ve doğru şekilde anlatamamak… Sevmek tanımaktan geçer. Peki biz onu ne kadar tanıyoruz? O bir peygamber olduğu kadar, bir insandı da. Çocuktu, gençti, yaşı kemale ermiş bir insandı… Bir çocuğun da, bir gencin de, orta yaşlı bir insanın da ondan örnek alacağı çok şey vardı…

Bir tohum dua eder ve der: “Yâ Rab! Kendi sınırlı ve dar istidatlarımla senin bir isminin tecellisine mazhar olmak istiyorum. İçimdeki gizli hazineleri, san’atları şuur sahibi varlıkların gözlerine sunmak istiyorum. Bana güç ver. Sümbüllenip çiçekler açmama imkân ver.” Bu dua öylesine içten, öylesine ihlâslı bir duadır ki, o duanın kabulüyle toprak ve topraktaki sayısız mineraller tohumun emrine amade kılınır. Bulutlar belki binlerce kilometre ötelerden o küçücük tohuma su yetiştirmek için koşturulur. Koskoca güneş, sıcaklığı ile sanki o tohuma itaatkâr bir hizmetçi yapılır.

Her şeyi eksiksiz ve en mükemmel şekilde Yaratan Allah, bu duayı ezelî ilmiyle bilir ve kabulünün bir göstergesi olarak güneşi, dünyayı, toprağı, havayı, kısacası tohumun sümbüllenebilmesi için kâinattaki her şeyi onun hizmetine koşturur.

Bir arı yumurtasından çıkar çıkmaz öyle içten, öyle ihlâslı dua eder ve der ki: “Yâ Rabbi! Bana verdiğin bal yapma görevimi hakkıyla yerine getirebilmem için bana sayısız çeşit ve güzellikteki çiçeklerin dolduğu bahçeler ver. Yeryüzünü benim için çiçeklerle donat. Her bir çiçekten bal özlerini toplamam, geriye kovanıma şaşırmadan dönebilmem ve topladığım bal özleriyle tadı ve lezzeti benzersiz bal yapmamı nasip eyle!”

Ezel ve Ebed Sultan’ı olan Cenab-ı Mevlâ, o küçük arının o kâinat büyüklüğü ve değerindeki duasını işitir, karşılığını en mükemmel şekilde verir, âdeta her bir arıya bir dünya bağışlanır. İşte bu şekilde dünya üzerindeki her bir varlık kendi hâl diliyle dualar eder; her an ve her saniye yapılan dualara cevaplar verilir. O dualarda istenenleri fazlasıyla ikram ve ihsan edilir. Çünkü her şeyin sahibi, hâkimi olan, istediğini istediği şekilde yaratan Allah, aynı zamanda bütün dualara cevap verir. Hikmetine uygun şekilde yapılan duayı kabul eder, küçük olsun büyük olsun, kolay olsun zor olsun, hiçbir fark olmaksızın mutlaka karşılığını verir.
Bir çekirdeğin duasını ancak Allah işitebilir ve o duaya cevap verebilir. Bir arının neler istediğini ancak Allah duyabilir ve duasının karşılığını verebilir. Bir çekirdeğin, bir arının duasını kabul edip, onların emrine koca koca küreleri, yeri ve göğü verebilen Allah, iman şuuruyla dua eden mü’min kullarınının istek ve taleplerini elbette duyacak ve cevap verecektir.

Aslında dua bu açıdan kâinatın ve varlıkların da yaratılış sebebidir. Çünkü insan sonsuz acz ve fakirlik özellikleriyle donatılmıştır. Sahip olduğu her şeyi sınırlıdır. Sınırlı olduğu için de, ihtiyaçları hadsizdir. Eksik olan, ihtiyaç duyduğu şeyleri de ancak her şeye gücü yeten, her şeyi kudreti altında dilediği şekilde yöneten Allah’tan isteyecektir. Bir çekirdeğin ve bir arının dualarını kabul eden Allah, insan gibi en güzel ve en mükemmel yaratılışa sahip olan insanın dualarına da mutlaka cevap verecektir.

En küçük bir varlığın ihtiyaçlarını kolaylıkla yaratan, yoktan var eden Allah, varlıkların en büyüğü, en üstünü, en yücesi, en sevgilisi olan Resûl-ü Ekrem’in (sav) dualarını kabul edecek ve ne istiyorsa onu verecektir.

Çünkü bütün varlıkların, bütün kâinatın Mâliki olan Allah kâinattaki her icraatında sonsuz merhamet, rahmet ve şefkate sahiptir. En küçüğünden en büyüğüne kadar bu hakikat kendisini gösterir. Peki, o büyük ve Rabbi katında en yüce makâma sahip olan Hz. Muhammed’in (sav) en büyük duası nedir?

Peygamber Efendimiz (sav) yediden yetmişe her yaşta ve her meslekteki kişilere sıcak bir alâka göstermiş, insanlar arasındaki ayrıcalıkları ortadan kaldırmış, oluşturduğu yeni toplumda herkese hakkını vermiştir. Müslümanları her gün daha mutlu, daha müreffeh bir hayat seviyesine ulaştırmak onun en başta gelen çabaları arasındadır. Mü'minlerin birbirlerini şefkatle bağrına basması, samimî bir sevgi ile birbirlerini sevmeleri, bir binanın tuğlaları gibi birlik içinde kenetlenmeleri, sıkıntıda ve neş'ede, darlıkta ve bollukta değişmeyen bir dayanışma hissiyle birbirlerini kucaklamaları ve desteklemeleri, birbirlerine haset etmemeleri, kim beslememeleri, gururdan kibirden kaçınmaları, gösterişten uzak durmaları, mahviyetli davranmaları onun başlıca tavsiyeleri arasındadır. Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, Peygamberimiz (sav)'in toplum ilişkilerine hakim kılmayı istediği prensipler "Adalet, şefkat, merhamet, müsamaha, cömertlik ve yardımlaşma..." gibi yüksek faziletlerdir.    

Peygamberimiz (sav), yoksullara çok yakınlık gösterir; zenginlere, mağrur olmamalarını, sahip oldukları maddî başarıların fakirlerin emeklerinin eseri olduğunu söylüyordu; "Alnının teri kurumadan işçiye ücretini ödeyiniz!" diyerek Müslüman işverenlere talimat veriyordu. İşçilere de yaptıkları işi en sağlam bir şekilde yapmalarını tembih ediyordu. Bir gün üst başlarından yoksul oldukları anlaşılan bir grup insan, peygamberimizi (sav)'i ziyarete gelmişti. Bu durumdan müteessir olan Peygamberimiz (sav)' derhâl ashabını harekete geçirdi ve yoksul kimselere gereken yardımın yapılmasını sağladı. Toplumla ilişkilerde hitabet, konuşma önemlidir. Peygamber Efendimiz (sav konuştuğu zaman ağır ağır, tane tane konuşurdu. O konuşurken söyleneni anlamamak mümkün değildi. Dinleyenler âdeta anlatılanları ezberleyebilirdi. Hitap ettiği kişiler sayıca az olsun çok olsun konuşmasında sade, zarif, tabiî ve samimî bir üslûba sahipti.    

Davetlere mümkün mertebe katılır, her fırsatta insanların içine girer, onlarla iç içe, her konuda sohbet ederdi. Nitekim ashaptan Zeyd bin Sabit Hazretleri: "Peygamberimiz (sav)'in toplum içine katılarak çeşitli konularda sahabesi ile sohbet ettiğini" belirtiyor. Katıldığı davetlerde sırf arpa ekmeği ve hurma bile olsa onu şevkle yer ve ev sahibine herhangi bir sıkıntı vermezdi.    

Peygamberimiz (sav) sık sık çarşıya çıkar, dükkânlara uğrar, bazen ölçüyü tartıyı eline alarak nasıl tartılıp ölçülmesi gerektiğini esnafa gösterir, alışverişte dürüst olmalarını tavsiye eder, üretici ve tüketicinin aldanmadan alışveriş yapmalarını sağlardı.    

Her müşkili olan kişi endişesizce Peygamberimiz (sav)'in huzuruna girer, sorusunu sorar, cevabını alırdı. Hastalarla ilgilenir, geçmiş olsun der, ağır ise telkinde bulunur, cenazeye gider, yakınlarına taziye verir, teselli ederdi. Komşuyu düşünmek imanın bir gereği idi. Peygamberimiz (sav), tabiatındaki yüksek nezaketin bir eseri olarak kadınlara da son derece nazik davranırdı, kadınlara ait meseleleri daha ziyade zevceleri vasıtasıyla öğretirdi.

Peygamberimizin ahlâkı Kur’an ahlâkı idi. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ımız O’nun ahlâkını överek, şöyle buyurmuştur: "Yâ Muhammed! Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin."   

Peygamberimizin ahlâk ve yaşayışı Hz. Aişe annemize sorulduğu zaman "Siz Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dan ibâret idi."  diye cevap vermiştir.

Peygamberimiz (sas) Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyaz ediyordu: "Allah’ım! Beni ahlâkın en güzeline yönelt, kötü ahlâktan uzaklaştır."  Peygamberimiz, aile fertleri ile iyi geçinir, ev işlerinde yol gösterir ve onlara yardım ederdi. Bu konuda şöyle buyururdu: "En hayırlınız, ahlâkı güzel olanınız ve aile fertlerine en çok faydalı olanınızdır."  Peygamberimiz fakirlerin evlerine gider, onların hatırlarını sorar, onlarla beraber otururdu.

Arkadaşlarının arasında bulunduğu zamanlarda, dışarıdan gelen kimseler, oturduğu yer itibariyle O’nu ayırt edemezlerdi. Bir gün peygamberimizin ziyaretine gelen bir bedevî, Peygamberimizin huzurunda olmanın verdiği heyecanla, korkup titremeye başlamıştı. Bunun üzerine peygamberimiz, o kimseyi şöyle teskin etti: "Arkadaş kendine gel! Ben hükümdar değilim. Ben, Kureyş’den kadid lokmasıyla geçinen bir kadının oğluyum." Peygamberimiz kendi işlerini kendisi görürdü. Arkadaşlarıyla beraber bir iş yapılacağı zaman, kendisi de onlarla birlikte çalışırdı. Bir yolculuk esnasında istirahat edilmiş, yemek hazırlamak için görev bölümü yapılmıştı. Peygamber Efendimiz "Öyle ise ben de yakacak temin edeyim." buyurmuştur. Arkadaşlarının, istirahat etmesi yönündeki ısrarlarına rağmen, onlara yardım etmiştir.     

Peygamberimizin özü sözüne uygundu. Hiç kimse ile alay etmez ve kimsenin dedikodusunu yapmazdı. Kimseye küsmez, küskünleri barıştırır, suçluları affederdi.

Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat gösterir; yetimlere, dul kadınlara ve ihtiyacı olanlara çok acır, onlara elinden gelen yardımı yapardı. Kadınların haklarına çok dikkat eder, komşu hukukuna riâyet eder, hayvanların hakları hususunda da büyük titizlik gösterirdi.

Tatlı dilli ve güler yüzlüydü. Hiç kimseye kötü söz söylemez, kötü davranışta bulunmaz, herkesi dinler, kimsenin sözünü kesmezdi. İnsanların gizli hallerini ve kusurlarını araştırmaz, daima haklıyı tutar, kimsenin kabahatini yüzüne vurmazdı.     

Karşılaştığı kimselere selâm verir, ellerini sıkar, hal ve hatırlarını sorardı. Hayâ, edeb, sabır, cesaret ve şecaat örneği idi. O, hayatı boyunca daima iyinin, doğrunun ve güzelin yanında olmuş; kötüden, şerden ve çirkin şeylerden son derece kaçınmıştır.

Peygamberimiz bütün kemâl ve güzellikleri kendisinde toplamış, örnek bir şahsiyettir. O’nun mükemmel ahlâkını ciltler dolusu kitaplarla bile anlatmak mümkün değildir. Bu yazımızda O’nun örnek ahlâkından bir numûne sunmaya çalıştık. Yüce Rabbimizden, O’nun ahlâkı ile ahlâklanmayı hepimize hasip etmesini niyaz ediyoruz.     

İnsanlık, gerçek medeniyeti Hz. Muhammed (sas sayesinde tanıdı ve benimsedi. O’ndan sonra bu istikamette gösterilen her gayret, O’nun getirdiği esasları taklit ve ta’dilden öteye gitmemiştir. Bu itibarla da, O’na hakikî medeniyetin kurucusu demek daha uygun olacaktır.Tembele ve tembelliğe yüz vermeyen, çalışmayı ibadet sayıp, çalışkanı alkışlayan, arkasındakilere yaşadıkları çağın ötesini ve topyekûn insanlığa muvazene unsuru olma noktalarını gösteren, Hz. Muhammed (sas)’dir. Hz. Muhammed (sas), küfrün, vahşetin aleyhine celâdet ve belâgat kılıcı olarak ortaya çıkma, dört bir yanda avaz avaz hakikati ilân etme ve insanlığa gerçek var oluş yollarını göstermede eşi menendi olmayan bir Zât’tır.    

Yeryüzünde cehaletin, küfrün ve vahşetin sevmediği bir insan varsa, o da Hz. Muhammed (s.a.s)’dir. Ne olursa olsun, hakikati arayan ve irfana susamış bulunan gönüller, ergeç O’nu arayıp bulacak ve bir daha da O’nun izinden ayrılmayacaklardır. Din, namus, vatan ve milleti koruyup kollamayı, bu uğurda mücadelenin bir cihad, cihadın da erişilmez bir kulluk vazifesi olduğunu fevkalâde bir muvazene içinde insanlığa tebliğ eden, Hz. Muhammed (sas)’dir. Gerçek hürriyeti insanlığa ilk defa ilân eden, insanların hukuk ve adalette birbirine müsâvi olduklarını vicdanlara duyuran, üstünlüğü ahlâk, fazilet ve takvada arayan, zalime ve zalim düşünceye karşı hakikati haykırmayı ibadet sayan, Hz. Muhammed (sas) olmuştur. Fanilik ve ölümün yüzündeki perdeyi yırtan, kabri ebedî saadet âleminin bekleme salonu olarak gösteren, her yaş ve her başta mutluluk arayan gönülleri Hızır çeşmesine ulaştırıp onlara ölümsüzlük iksiri içiren, Hz.Muhammed (sas)’dir.

Sonuç olarak, bütün varlık âlemlerinin yaratılma sebeplerinin başında kulluk, ibadet ve dua gelir. Başta bütün insanlık, sonra insanlık içindeki bütün Müslümanlar ve bütün Müslümanların başında bulunan Hz. Muhammed’in (sas) muazzam duası, âlemlerin yaratılma sebebidir. Yani, bütün âlemlerin yaratıcısı olan Allah, Habibi Muhammed’in (sas)istikbalde insanlık namına, belki bütün varlıklar hesabına bir sonsuz saadet ve mutluluğa ulaşmak, sonsuz güzellik ve mükemmellikte olan İlahî isimlerin tecellîlerine mazhar olmak için yapacağı duayı işitmiş, kabul etmiş, bütün varlıkları, hattâ ebedî saadet yurdu olan Cenneti yaratmıştır.

Resul-ü Ekrem (sas) risalet ve elçilik vazifesiyle dünyanın kapısını açmaya vesile olduğu gibi, kulluğu ve duasıyla ebedî âhiret kapılarının, sonsuz mutluluk diyarlarının açılmasına da vesile olacaktır.

Yaralarımızı ancak O’nun sünnetiyle sarabiliriz. “Allah nasıl biri olmamızı ister, nasıl yaparsak bizi daha çok sever?” sorularının cevabı Efendimizdedir. Şeref ve izzetimiz, deva ve merhemimiz, hayat ve ışığımız, huzur ve rahatımız ancak sünnet-i seniyyededir.

Sana her günden  çok ihtiyacımız var ey Gül Medeniyeti!


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2008 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort